• a kişisi: amerikada yaşıyor. canım kadar sevdiğim bir abim. onunla yollarımızın kesişmesi ayrı bir hikaye.

    b kişisi: istanbul da yaşıyor, öl dese öleceğim, iyi kalpliliğiyle tanınan bir başka büyük adam.

    c kişisi: türkiye'nin en büyüklerinden biri olan bir kurumda basit bir görevden, 2. adamlığa kadar yükselen, çok zeki ve dürüst, ilkeli, sağlam bir adam. anadoluda büyük bir şehirde yaşıyor.

    "b" ile beni "a" tanıştırıyor. olay esnasında henüz "c" yi tanımıyorum.

    "a" amerikadan "c" yi arıyor ve ona benden söz ediyor. tanışsanız iyi olur, birbirinize faydanız dokunur diyor ve telefon numaramı ona veriyor.

    hemen peşinden "b" de "c" yi arıyor ve aynı şeyleri söylüyor, benim numaramı veriyor falan.. "c" şaşkın tabii bu duruma.

    "c" günübirlik istanbul'a gelmiş, bunda bir hayır var dur bakalım deyip beni arıyor. ben de olan bitenden habersiz "c" nin o an bulunduğu çay bahçesinin civarlarında geziniyorum.

    "c" benimle görüşmek istediğini söylüyor, falanca çay bahçesindeyim diyor. ben de oralardayım diyorum, gidiyorum ve tanışıyoruz. "c" nin yardımlarıyla işimde ciddi bir sıçrama yaşıyorum, halen de bu tanışmanın getirdiği imkanlar sayesinde güzel sayılabilecek bir iş hayatım var.
  • kaç yaşımdaydım tam bilmiyorum ama sanırım 5'ti.
    pozantıdan antep'e ailemle birlikte trenle gidiyoruz.
    tren bir yerde mola verdi.
    babamla beraber aşağıya bişeyler almaya indik.
    her nasılsa ben babamın elini bırakıp etrafta dolaşmaya başladım.
    yan yana iki tren duruyordu. hangisi bizimkiydi bilmiyorum.
    rastgele bir tanesine binmek için adımımı attığımda ben yaşlarda bir çocuk çıktı karşıma.
    senin trenin bu değil dedi bana.
    sadece o kadar
    ben de hemen inanıp diğer trene bindim ve bindiğim tren kısa bir süre sonra hareket etti.
    çocuk haklıydı.
    hala ara sıra düşünürüm bu bir tesadüf müydü yoksa... yoksa ne.. bilemiyorum sözlük..
  • (bkz: #3083081)
  • çok enteresan olaylar bunlar. bakın bugün taze yaşadığımı anlatayım. takip edenler görmüştür, dünden beri hahaha hohoholu iki başlık üzerinden bir tartışmadır gidiyordu ve iki başlık da kilitlenince x ve y başlıkları diye * başlık açıldı, ben de düşüncemi oraya yazdım ve kapı çalındı. kapıyı kapatıp geri döndüğüm an bir de ne göreyim? başlık kilit! birdenbire birisi puff demiş, yok olmuştu cağnım entry. neyse ki yedeği vardı. dedim bu doğanın bir oyunu olmalı ama bunu yazmam gerek, gittim copy paste'in hastası olarak o entry'mi tırnak içinde bu entry'ye taşıyarak yazdım.

    (bkz: #22519421)

    sonra hastayım zaten, leylayım, yattım uyudum. uykumda uçan spaghettiler gördüm, spagetti değil, spaghetti. sonra uyandım. el alışkanlığı sözlüğe baktım ve yine el alışkanlığı ben'e bastım ki ne göreyim? benim yasaklı başlıklar diye bir başlıkta entry'm var! kesin eskiden yazdım da hatırlamıyorum, yine ne yumurtlamışım diye baktım. tavuğum evet. yumurtluyorum böyle.

    entry'ye baktığım zaman gördüklerim tüylerimi diken diken etti. entry ben uyurken yazılmıştı! üstelik tırnak içindeki ilk cümle de x ve y başlıklarını tanımlayan bir cümle olduğu için silinmişti. yani üzerine bir de benim yerime, ben yorulmamayım diye edit eklenmişti. başucularım ve en beğenilenlerim bir zıplamıştı. düşünsenize aynı entry'den iki kez verim alıyorsunuz, çift sarılı yumurta gibi, tavuğum ya ben. çift sarılı.

    önce anlam vermeeyen gözlerle baktım, tekrar tekrar kontrol ettim ve sözlüğün ben yorulmayayım diye gösterdiği bu çabayı takdir ettim.

    (bkz: #22523980)

    yine de içime bir kurt düşmedi değil, yoksa ben bir yandan rüyamda çubuk makarnalarla dans ederken paralel bir evrende entry mi giriyordum? bu mümkün olabilir miydi? yoksa bir uyuryazar mıydım? aklımı mı yitiriyordum? gece giderek yaklaşıyordu.
  • üst üste 5 farklı kişinin aklında tuttuğu 7 rakamı doğru olarak bilmek***
  • her gece yaşadığım olaylar zinciri. üzerimde 8 kiloluk bir tosun kediyle 5 kiloluk bir cadı kedi zıplamasına rağmen uyuyabilmek gibi. uyanmıyor olmam, gerçekten doğaüstü.
  • anlatacağım olayların başlangıcı 1993 yılına dayanıyor. kızımın babasıyla evliyim o zamanlar ve evlilik kötü gidiyor ayrılmanın eşiğine gelip, evliliğe bir şans daha vermişiz ama o şansı pek de iyi kullanamıyor eşim. bir gece yattım ve bir rüya gördüm.
    rüyamda ben iki tane hintli gibi beyazlar giymiş adamın arasındayım. adamların ağzı açılmıyor ama ben söylediklerini duyuyorum. yemyeşil bir vadinin ortasındayız ama yeşilin güzelliği inanılmaz, ilerde bir grup genç insan var uçuk renkli pembeli- eflatunlu- mavili uçuşan kıyafetler var üzerlerinde. hintli gibi adamlar bana o grubun öğretmeni olduğumu söylüyorlar, şaşırıp soruyorum "ne öğreteceğim onlara?" diye. diyorlarki, " anlatsınlar dinle, fikir ver, yeterli bu kadarı" sonra o grubun içinde ve çok mutlu yürüyorum , hep birlikte gidip geliyoruz o vadide. dönerken beni getiren adamların arasında o'nu görüyorum. aman tanrım "o" gelmiş diye başlıyorum koşmaya , böyle filmlerdeki ağır çekim koşmalar gibi o da bana doğru koşuyor ve kucaklaşıyoruz. sarılıyorum büyük bir özlem ve hasret var aramızda. tenini, kokusunu, sıcaklığını hissediyorum. hiç bir tensellik yok sadece çok iyi bildiğim ve hasret kaldığım birine özlemle sarılma. kokusunu çekiyorum içime ve diyorumki;

    - "nerede kaldın, hep seni bekledim."
    o da cevap veriyor ama yine sessiz ve ben duyuyorum,

    -" görevim ancak bitti, ancak gelebildim."

    birden uyanıyorum, o kadar eminimki yanımda onun yattığından, dönüp bakıyorum yanıma, aaa başka bir adam var. hani" ah belinda diye bir film vardı müjde ar'lı filan o film gibiyim. bu adam da kim , öylesine yabancı, öylesine tanımadık bir adam. bu adam doğruysa ben yanlış yerdeyim diye panik halindeyim. bu duygu ve nerede olduğumu, gördüğümün rüya olduğunu algılamam ne kadar sürdü hatırlamıyorum şimdi, ama gerçek bir üzüntüydü yaşadığım. kendime gelemedim birkaç gün. sonraki günlerde ise hep "o" bir yerlerden çıkıp gelecek diye bekledim. yolda yürürken, otobüste giderken biri omuzuma dokunacak diye bekledim durdum. göremedim ama...
    evliliğim yürümedi ve uzatmalarda işe yaramadı, ayrıldık. sonra ben yurtışına görevli gittim 5 sene kadar, döndüm. istanbul'a yerleştim. görev gereği seyahatler yapıyorum, ankara-istanbul gidip geliyorum. ve yalnızım, yani hayatımda birisi yok. ayrılalı yedi yıl olmuş ve birgün artık birisi olmalı diye düşündüm. benim için doğru bir adam olmalı, bekar olmalı ve istanbul'da yaşıyor olmalı diye bir talepte bulundum içsel olarak. aynı hafta ankara'ya gittim yine ve bir arkadaşım beni kenara çekerek eşinin bir arkadaşından bahsetti. onların evine gelmiş o haftasonu, yalnız bir adammış, istanbul'da yaşıyormuş, bu da benden bahsetmiş adam telefonunu vermesini söyleyip, eğer istersem görüşmek istemiş. biraz düşüneyim dedim ama heyecanlandım. içimde bir sevinç oldu ve bu benim için önemli bir işarettir. iç sesim daima doğruyu söyler. neyse birkaç saat sonra tamam dedim, arasın beni. adam aradı, sesini duyunca da heyecanım arttı. tamam dedim, istanbul'a döndüğümde görüşelim. dönene kadar hergün telefonla konuşuyoruz, adam beni istanbul'da karşılamak istedi. tamam dedim ve otobüsle gelene kadar heyecandan yerimde zor oturdum. terminale geldik, ataşehir'e, saat sabahın beşi, beş altı erkek var arabalarının başında bekleyen. şöyle bir baktım ve beni karşılayacak olanı gördüm. doğruca ona doğru yürüdüm ve ben elimi uzatmışken o sarıldı ve şöyle söylediğini duydum;

    -"nerede kaldın, hep seni bekledim"
    ve ben de ona şu cevabı verdim,

    -"görevim ancak bitti, ancak gelebildim"

    kokusunu , tenini, sıcaklığını hiç unutmadığım adam tam yedi yıl sonra gelmişti karşıma.
    ve evrene verdiğim talepteki gibi istanbul'da yaşıyordu, bekardı, ve benim için doğru adamdı....

    edit: hikayenin sonu eksik kalmış, sonra ne oldu ? diye soranlar için gelsin. o adamla 11 yıldır birlikteyiz.

    edit: efendim merak edenler için yazayim, biz hala beraberiz :)
  • bir gün radyo dinliyordum, dinleyiciler yayına bağlanıp istekte bulunuyorlardı. adamın teki bağlandı, sunucu sordu: ne dinlemek istersiniz diye. john lennon-imagine dedim kendi kendime. ve evet adam da o şarkıyı istedi.
  • yaklaşık üç hafta önce cep telefonum bozulmuş ve ekran donmuştu. yaklaşık 15-20 defa bataryayı söküp takmama rağmen her seferinde açılıştan iki dakika sonra ekran donuyor ve bu durum 15 dakika sürüyordu. en sonunda o donuk haliyle telefondan ümidimi kesip yattım ve sabahleyin herhangi bi sorun kalmadığını, telefonun eskisi gibi çalıştığını gördüm. bu sorunun ne olabileceğine dair bi fikir üretirken yere düşürdüğümden telefonunun zedelenmiş olabileceği aklıma geldi.

    tam "aha donmuyor lan" derken şehirler arası otobüs yolculuğu sırasında gene aynı donma olayı vuku buldu. bu kez bataryayı (yolda telefonsuz kalma ihtimalinin verdiği panikle) 50-60 defa söküp taktım. bu donmanın sebebinin de otobüs yolculuğundan bir önceki gün telefonu yere düşürmem olduğuna karar verdim. en sonunda yine yorgun bi şekilde koltukta sızmışken sabah uyandığımda telefonun eski haline geldiğini gördüm. ardından müteakip 4-5 gün içerisinde belirli saatler yine 15'er dakikalık donma seanslarıyla beni çileden çıkardı telefon.

    5. günün sonunda telefon yine yere düştü. "artık boku yedi, mevta oldu" derken bu durumun donma olayına çare olduğunu gördüm. evet, son düşürmeden sonra telefonum 3 gündür mis gibi donmadan çalışıyor.

    özet: ilk düşürmeden sonra dondu, ikinci düşürmeden sonra daha çok dondu, son düşürmeden sonra donmuyor. ve şu anda gene düşürürüm de bozulur diye telefonu elime almaya korkuyorum. kafayı yiyecem lan.
  • aldatıldığımı öğrendiğim gün, evden dışarı çıktığımda karşımda boynuzlarıyla bana bakan bir geyik gördüm. hem de hayatımda ilk defa canlı canlı bir geyik gördüm. hatta o kadar cahildim ki onu yavru geyik sandım. boynuzlarını gözüme sokmak istercesine gösterince yetişkin bir erkek geyik olduğunu fark ettim. ne biliyim ben onları daha büyük sanıyordum. 1 milyon kişilik bir şehirde * medeniyet içinde yaşıyor olmam da cabası. aslında doğal bir olay ama aynı zamanda doğaüstü. bilemedim ben onu.

    (bkz: doğanın taşşak geçmesi)
hesabın var mı? giriş yap