• 5-6 yaşlarındayken bir arkadaşımın küçük bir taşı diğer eliyle bastırmak suretiyle sol elinin içine geçirdiğini görmüştüm. ben bunun gerçek olduğuna 4-5 sene inandım. ama galiba taş çocuğun elinden yere düştü.
  • bana özel olduğu söylenen kolye gibi bir cismi gözlerimle hareket ettirdim. aldım elime içimden "ileri geri sallan" dedim sallanmaya başladı. "dur" dedim anında durdu. "çember çiz" dedim dönmeye başladı. "dur" dedim yine durdu. ben farkında olmadan elimle yapıyorum kesin dedim başka birine tutturdum yine aynı şey.

    doğaüstü hiçbir şeye inanmayan ben gözlerimle o cismin benim emirlerimle hareket ettiğine şahit oldum. yıllardır arada bir düşünür ama bir türlü nasıl olduğunu açıklayamam.
  • hikayeyi anlatmadan önce şunu söylemek isterim, ben böyle şeylerin inanmayanların başına daha çok geldiğine inanıyorum. hani hiç aklından geçmez, böyle şeylere inanmazsın; ama normal insana değil de senin başına gelir. küçüklüğümden beri babama sorduğumda farklı bir boyutta olduklarını anlatırdı. tek bilgim bu olmakla beraber hurafe meraklısı cahil arkadaşlarımdan duyduğum “dadanmak” kelimesi beni ürküttüğünden, farklı boyuttaki varlıkları hiç umursamam, inanmam, ama karşılaşmak da istemem. yani böyle doğaüstü şeyler yaşamak istemem. sorarsan da yok öyle bir şey derim.

    az önce yaşadığım şeyi anlatacağım. diğer hikayeler uzun.

    evde yalnızım, banyoya doğru yürüyorum, koridorun sonunda annemlerin odası var, odanın girişinde sağda tartı durur. düğmesi falan yok, tartının üstüne çıkarsın, mavi ışığı yanar ve kilonu gösterir. 10 saniye sonra da kendiliğinden söner. tam koridorun sonundayım, banyoya döneceğim, gözüm yanan mavi ışığa takıldı. hemen odaya girip tartının yanına gittim, evde kimse yok ki. acaba gitmeden babam tartıldı da takılı mı kaldı diyorum. yaklaştıkça kiloyu okuyorum, uzaktan 110 gibi duruyor, babam da 90 kilo civarıdır, yoo babam bu kadar kilo almış olamaz diyorum. kafamı yan çevirip bir baktım, 173 kilo. küsüratlı. ve o an ışık söndü. benim yürüyüp tartıya bakmam 5 saniyeyi geçmemiştir. kendiliğinden söndüğüne göre takılmış da olamaz. bunu yazarken gidip kontrol ettim, tartı hala çalışıyor.

    arkadaşlar bir tartı durduk yere üstünde hiçbir şey yokken neden 173 kilo tartar?

    insan ruhu 21 gramdır demediniz mi lan?!!!!

    çok eğlendim. gündüz olunca korkmuyorum ama gece olsa gülemezdim sanırım.
  • uzun yolda yaşananı daha da rahatsız edici olur.

    normalde anlatma böyle şeyleri ama tabularımı yıkayım.

    yıllar önce çalıştığımız televizyon kanalı için bir fuarın açılışından röportaj ve görüntü almak için şehir dışına çıktık. normal şartlarda şehir dışına çıktığımızda şirketten bir şoför arkadaş bizi götürür getirir. fakat o gün kanaldaki yoğunluktan ötürü bizi götürebilecek kimse yok. kameraman arkadaşımla beraber karar verdik ve kendimiz bu sorunu çözeriz, sorunsuz gider geliriz dedik. neyse efendim, sabahın ilk saatlerinde çıktık biz yola. aracı ben kullanıyorum. kameraman arkadaşım da ön koltukta sohbet ede ede gidiyoruz çekim yapacağımız şehire doğru. biraz yorucu olsa da işlerimizi hallediyoruz. akşam üzeri dönüş yolunda kameraman arkadaşım ailesini uzun zamandır görmediğinden bahsediyor. yaşadıkları şehir bulunduğumuz yere 200 km uzaklıkta. bir çılgınlık yapıp yaşadığı şehire dönüyoruz. sonuçta şirkette hem inisiyatif kullanabilen hem de sözü geçen biriyim.

    her ne kadar hava kararmış olsa da manzarası, doğasına hayran kaldığım güzel bir kasabaya (şimdi ilçe) giriyoruz. arkadaş evlerinin kasabanın dışında, dağ yolunda olduğunu söylüyor. tarif ede ede evlerinin önüne kadar çıkıyoruz. tam eve girecekken gel sana buradaki tarihi yerleri göstereyim diyor. tamam diyorum ve geldiğimiz yoldan 2-3 km geri gidip, asırlık çınarların, yeraltı mezarlarının(yerin baya baya altında o yüzden öyle diyorlar) olduğu bir bölgeye geliyoruz. bir alabalık üreticisinin ışıkları yanıyor sadece. geri kalan yerler ay ışığı ile loşça aydınlanıyor. bir kaç mağaramsı delik ve ortadan çatlamış çınar ağacının haricinde pek birşey göremediğimiz için gündüz gezmemiz gerektiğinde hem fikir oluyoruz ve eve doğru dönüyoruz. gece 23:00 civarı evdeyiz artık. sağolsun ailesi yemek hazırlıyor, sohbet muhabbet derken gece 3 gibi ailesi ile vedalaşıp çıkıyoruz yola. yalnız istanbul'a normal yollardan dönmek istesek en az 4-5 saat sürecek. arkadaş kestirme bir yol bildiğini ve yolumuzu en az 1 saat kısaltacağını söylediği bir yola sokuyor bizi. dağa doğru tırmanıp diğer tarafa geçeceğiz ve istanbul artık hiçte o kadar uzak olmayacak bize.

    tırmanışın bir yerinde arkadaş sol tarafta eski dönemlerden kalma* bir çeşmenin yanına yanaşıp ve manzaraya bakmamız için ısrar ediyor. yol zifiri karanlık ama manzara ne alaka diyorum. gerçekten o eski akmayan çeşmenin yanına yanaşıp baktığımızda inanılmaz bir manzara karşılıyor bizi. kocaman bir göl ve etrafında ışıl ışıl köyler, kasabalar. çok hoş. o sıra arkadaşıma ailesinin çok şanslı olduğunu söylüyorum ama arkadaşımdan ses yok. hafif tırsarak onun olduğu tarafa bakmak istiyorum ama g.tüm yemiyor afedersiniz. bozuntuya vermeden devam edeyim diyorum. keşke buralarda bir evim olsa diyorum yine cevap yok. sonra derinden bir su sesi geliyor. sanki onlarca yıldır akmayan çeşme akmaya başlamış. haydaa gel de tırsma. zaten ortam müsait salacağım altıma. besmele çekip bir cesaret kafamı çevirip bakıyorum o da ne? kan beynime fırlıyor, elim ayağım boşalıyor. bizim arkadaş çalılara doğru gitmiş ve işiyor. bakın dikkatinizi çekerim şu dakikaya kadar ağzımı bozmadım ama bu sikik arkadaş ömrümden ömür aldığı o 1 dakika için dayanamadım. pezevenk insan söyler değil mi? habersiz uzaklaş ben mal gibi kendi kendime konuşayım. hem de o kadar ıssız ve karanlık bir yerde. hayır aşağı inerken aracın farlarını kapatmamış olsam neyse. hâlâ bu araya kadar okuduysanız devam ediyorum. siz de az meraklı değilsiniz he keranacılar sizi. tamam tamam devam.

    arkadaş yanıma gelince az önce yaşadığım gerilim dolu saniyeleri belli etmeden muhabbete devam ediyoruz. kaputa dayanıp bir sigara yakıyorum. bir tanede bana ver diyor. tam onun sigarasını yaktığımda işediği yerden bizim araca doğru bir gölge geçiyor hızlıca. yalnız hareketlenme arkadaşın arkasında olmasına rağmen o da hızlı o tarafa bakıyor. sonra bir birimize bakıyoruz sessizce. kalbim duracak gibi. nefes bile alamıyorum. içinde 10 mg zifir, 0.8 mg nikotin, 10 mg karbon monoksit ihtiva eden sigaramın dumanını akciğerlerimde hapsetmişim. geri salamıyorum. sanki telepati ile iletişime girmişiz gibi içimden "hadi araca binelim" diyorum anda arkadaşım da kafasını "tamam" der gibi sallıyor. o sırada bir kaç gölge daha çalılardan çıkıp aracımızın arkasına doğru geçiyor. daha da durur muyuz? kaç milisaniyede araca bindik hatırlamıyorum. hızlıca aracı çalıştırıp uzaklaşıyoruz oradan. toprak-mıcır karışımı bir yoldan dağa doğru tırmanıyoruz. hiç abartmıyorum o yolda maksimum 50-60 km hız ile gidilebilecekken ben limitleri zorluyorum. yaklaşık 1 dakika sonra konuşmaya başlıyoruz arkadaşla. küfür ede ede hemde. hani olur ya çok korkarsın, paniklersin sonra olay biraz soğumaya başlayınca gülmeye başlarsın. hatta "ananı s.kiiiiim o neydi?" gibi anlamsız cümleler kurarsın. bildin mi? heh işte o anı yaşıyoruz bizde. tozu dumana katarak yaklaşık 3-4 km yol gitmişken sol kapı aynasından arkaya bakıyorum. stop lambasının ışığı çıkardığım tozdan yansımıyor. normalde toz bulutunda stop lambasının kırmızılığı belli olur. dikiz aynasından kontrol edeyim dediğim anda arka camda bir silüet, bir gölge var. belli belirsiz. arkadaşa dönüp bakmasını söylediğimde de aynı şeyi gördüğünü söylüyor. arkamıza bile bakmadan 30 saniye daha yardır yardır giderken bir köyün içine giriyoruz. istemsizce köyün camisine yöneliyorum hatta şadırvanının olduğu kısıma kadar araba ile girip camiye koşuyoruz. camiye ayakkabı ile girdiler dedirtmemek için canhıraş çıkarıyoruz ayakkabılarımızı. o sırada caminin içerisinde 2 adam oturuyor. sohbet ediyorlar. bizim palas pandıras girişimiz onları da tedirgin ediyor. hızlıca ayağa kalkıyorlar. belli ki onlar da çok korktu.

    iki soluklanıp durumu anlatıyoruz amcalara. imam gelir şimdi o halleder durumu diyor. su getiriyorlar bize sağolsunlar. caminin bahçesindeki araca anlam vermeye çalışırken bizi karşısında gören imama hızlıca anlatıyoruz herşeyi. arkadaş panikle doğum yerinden falan başlıyor anlatmaya. dünyamız bir toz bulutuydu falandan başlamadığına şükretmek lazım ya neyse. durumu anlayan imam "ya onların sofrasına ya da barındıkları yere küçük abdest yapmışsınız" teşhisini koyuyor. öyle eski çeşmeler, ören yerleri vb. sahipli oluyormuş. koruyup, kollamak adına oralada yaşıyorlarmış. bizim arkadaş onların yaşam alanına bodozlama daldığı için de bize bulaşmışlar. iki rekat şükür namazı ve sonra cemaatle kıldığımız sabah namazından sonra imamın da direktifleri ve telkinleri ile gün aydınlanınca sakin sakin yolumuza koyuluyoruz. o günden size bunu yazana kadar da bir sorun çıkm
  • yıl:1995
    yer:istanbul küçüksu.

    10 yaşında iki arkadaş denize üç kilometre mesafesi bulunan evlerimizden ailelerden izin almadan cepte beş kuruş olmadan yürüyerek bir deniz macerasına katılmak üzere yola çıktık. küçüksu’da şu an yeni plaj yerinin yerinde bir yat demirlemiş ve orada bulunan herkes abartısız yatın üzerine çıkıp uç tarafından denize atlıyor, bunu gören bendenizde hiç yüzme bilmememe rağmen cahil cesaretiyle olsa gerek koyun sürüsü psikolojisiyle sürüyü takip edip yatın üzerine çıkmamla uç tarafından denize çivileme atlamam bir oldu, gözlerimi açtığım anda ise filmlerde gördüğümüz şekil ağzımdan baloncuklar çıkmaya başladı ve dibi boylama geçiş yaptım, sonrasında ise çırpınışlarıma kulak veren kişiler beni denizin dibine batarken çıkardılar, ilk müdahale falan derken biz arkadaşımla birlikte tekrar eve dönüş yoluna koyulduk, karnımız aç, deniz suyunu yutmuşum midem kazınıyor, yürümekten bitap düşmüşüz, hava sıcak ve içimden allahım nolur şurada bir ekmek falan birşey olsa diye içimden tüm nefsimle geçirip geçirip duruyorum, cadde üzerinde atıl bir gecekondunun yüksek basamağında dinlendiğimiz sırada lafa dalmışken kafamı sağ tarafa çevirmemle birlikte bir poşet dolusu sıcak ekmekle karşılaşmam bir oldu, olayın doğaüstü oluşunu o esnada kavrayamadım ve ekmeklere gömülerek karnımı doyurma derdine düştüm, aradan geçen yıllar sonra ise hâlâ bu olayın nasıl gerçekleştiğini bir türlü çözemedim.
  • milyonlarca yıl ve yüzlerce ülke kombinasyonu arasından akp dönemi türkiye'sine denk geldim.
  • iki sene önce ayvalık'ın köylüleri bol olan bir mahallesinde yol kenarında yaşlı bi teyze gördüm. hadi dedim alayım da götüreyim nereye gidiyorsa. felaket bi sıcak var ve tam öğle saati. teyzeyi davet ettim bindirdim arabaya, klasik yaşlı teyze merakı gereği ilk sorusu "ne iş yapıyorsun evladım?" oldu. mesleğimi anlattım. "bugün işinle ilgili çok güzel haberler alacaksın yavrum. sana dua ettim benim duam tutar" dedi. teşekkür etmeme kalmadan yol kenarını işaret etti "şurada dur da ben ineyim" dedi. daha bineli 5 dakika olmamış. "teyze yakında ev yok yol kenarında nereye gideceksin? dedim. "ben tarladan geçer varırım sen indir bakayım beni" dedi. sinirlenir gibi olunca ısrar etmedim indirdim teşekkür etti, ben yoluma devam ettim. bir kaç dakika sonra telefonum çaldı, hakikaten çok güzel yüksek bütçeli bir iş hakkında arıyorlardı. eve gittim ikinci arama geldi. şimdi hatırlayınca yine tüylerim ürperdi o teyze kimdi neydi neden yol kenarında aniden inmek istedi nereye gitti çözemedim hâlâ.
  • bir iş için bana bir günlük akü lazım diye düşündükten hemen sonra ofise girip masanın üzerinde bir akü bulmak

    akü evet bildiğimiz araba aküsü, işyerim sanayi değil zerre de alakası yok. akünün sahibini bulamadım nereden geldi, nasıl geldi hiçbir fikrim yok. aküyü alamadım da sahipsiz hem bugün değil 23 ekimden sonra lazım.

    edit: gerek kalmadı.
  • caddede yürürken yıllardır görmediğim biri aklıma geldi. farklı kentlerdeyiz normalde. acaba ne yapıyordur, diye içimden geçirdim. biraz sonra baktım ki karşımda! oldukça garip bir durumdu.
  • biraz çalışmak ve sakinlik için dışarıdan bomboş görünen bi kafeye girmem ve ardımdan, kafede boş masa kalmayacak şekilde ortalığın tıklım tıklım olması.
hesabın var mı? giriş yap