• orta ikide ilk kez bir kızla öğlen tenefüsünde okulun etrafında yürümüştük. bizim zamanımızda çıkmak böyle bir şeydi.
  • orta ikiydi galiba. yazlıktayız, artık dana gibi terleyerek bisiklete binmeler, top sahasında adam çıkmayınca kaleye dikilmelerim azalıyor, sitenin sevimli kız çocuğu halimden sıyrılıyorum hafiften bir çeki düzen geliyor bana. kız olduğumu fark ediyorum. o yıl toplaşıp kumsala iniyoruz grupça. aramızda yaşça büyükler var. gündüz parmak uçlarımız buruşana dek yüzüyor, gece yine komün halde iki dirhem bir çekirdek giyinip götümüz donarken ateş yakıyoruz. büyükler gitar çalıyor. klasik yazlık işte. neyse tam da o yıl serdar'la tanışıyorum, bugün düşündüğümde anlıyorum ki piçin önde gideni. saçlar kumral, uzatıyor, epey bir zaman sonra leonardo dicaprio diye bir dallama çıkacak ve o'na aşık olacağım, işte serdar o'nun çakması. benden bir iki yaş büyük ama yemediği bok kalmamış belli. küçük bir yerden geliyor üstelik benim gibi metropol çocuğu bile değil ama ben o'nun yanında bildiğin saf.

    o sahil gecelerinden birinde "biraz konuşalım mı" diyor yanımdaki şezlongta kulağına değen saçlarını geriye atarak serdar. "konuşuyoruz ya" diyorum! nasıl bir salaksam. gülümsüyor "yürüyelim mi yani biraz" diyor. ortam öyle kalabalık ki soğuk kumlarda çıplak ayak uzaklaşırken kimse fark etmiyor bile kalkışımızı. sigara içiyor serdar bin yıldır içiyormuş gibi tipi. ikram ediyor "yok ben içmiyorum" diyorum. "biliyorum, zaten o yüzden iç diye veriyorum" diyor. kararlılığım ezelden, içmiyorum -o gece. yakamoz var her zamanki gibi, geceyi aydınlatan, hoyrat dalga sesi var arka planda, epey uzaklaştık ateşin de müziğin de etkisinden. daha ilkel ve sade site o yıllar. ne "beach club"a dönmüş bugünkü tiki halinden eser var ne de hiroshima gibi aydınlık o günlerde. kumsala inen merdivenleri takip ediyoruz. duvara yaslanıyorum ben, serdar içini çekerek denize bakıyor. "hiç fark etmedin beni bugüne dek" gibi bir şey söylüyor. ben anlamıyorum o kadar salağım daha. devam ediyor; "benimle çıkar mısın, bana şans verir misin?" diyor. ben de çok heyecanlanıyorum, hiç hesapta yokken o an aşık oluyorum aşk böyle damdan düşen bir şey demek diyorum (pat diye ahaha) ve "tamam!" diyorum bir an bile düşünmeden.

    çıkmaya başlıyoruz!

    on dakika bile geçmeden bir elini duvara koyuyor diğer elinin birkaç parmağını saçlarıma doluyor. ve noluyor ya, aha serdar yavaş yavaş dayadığı kolunu yumuşatarak yüzüme yaklaşıyor. tam olarak ne olacağını kestiremesem de bir bok yiyeceğini hissettiğim serdar'ın bükülmüş sol kolundan aşağı eğilerek ayaklarım kıçıma değerek koşarak kurtuluyorum. arkamdan koşmaya başlıyor, bir bokluk olacağını hissediyorum bu sebeple tabana kuvvet! hiç şansın yok serdar bende bu bacaklar ve yılların tazı gibi koşusu varken ben önde serdar arkada manda gibi koşuyoruz. arada bağırıyor "dur deniz kızı! düşündüğün gibi değil!". oysa hiçbir şey düşünmeden koşuyorum. durursam serdat bir bok yiyecek biliyorum ama o boku henüz o yıllarda tanımıyorum.

    gitar çalıp şarkı söyleyen grubun yanından hızla 1. ayakta kokosh catwalk 2. ayakta serdar efendi geçiyor. formula 1 izlercesine şarkılarına devam ediyorlar. ıstikametim ev, plajdan çıktığım için henüz asfaltı dökülmemiş sitenin kızıl toprağının minik çakılları batıyor ayağıma, nefesim kesiliyor duruyorum. serdar hayli uzakta durmuş elleri başında beni izliyor. eve kadar koşacak değiliz. niye koştuğumuzu da bilmiyorum zaten o an hala.

    eve geldiğimde ayaklar fred çakmaktaş, sandaletlerim kumsalda kalmış, sabah alırım nasılsa diyorum. sabah bir garip uyanıyorum, artık "çıktığı çocuk" olan bir kızım. kahvaltımızı ederken karga bokunu yememişken çıplak omuzuna havluyu atmış serdar geçiyor evin önünden. fakat kafasını çevirip bakmıyor bile bana. hızlıca bitiriyorum kahvaltımı yukarı çıkıp bikinimi içime giyiyor havlu mavlu almadan beyaz pinokyo'ma atladığım gibi güya markete gidiyorum. plaja inmeden yakalıyorum serdar'ı zili çalıyorum "çiling çiling". dönüp bakıyor, yeşil gözleri doluyor bir anda *. bisikleti fırlatıp koşuyorum. ben niye devamlı koşuyorsam! bayramda el öpercesine dudaklarımı büzüştürerek gözümü kapıyor ve dudağından öpüyorum! serdar beni bırakıp "ahey" gibi bir nida atıyor ve denize koşuyor. tema hep koşu! ben gözüm gibi baktığım ama serdar uğruna fırlattığım minnoş pinokyomu ve serdar'ın yerdeki ağızı yüzü birbirine girmiş havlusunu toplayıp plaja iniyorum. serdar suyun içinde kafasını sağa sola çevirip saçlarını ahenkle dans ettirerek su aygırı gibi sesler çıkarıyor ve beni çağırıyor. şezlonga çıkardığım kıyafetlerimi düzgünce yerleştiriyor, çıkınca üşümesin diye de havlusunu deniz kıyısındaki kuma kadar taşıyorum. elli saatte çivi gibi suya giren beni beş saniyede su manyağına çeviriyor serdar! şakalaşıyoruz sığ suda ıslak olan birbirimizi ıslatarak. koşarak dalıyorum ardımdan da o. açılıyoruz biraz. "gelsene yanıma" diyor. ben süzme mal o dönem tabi. uyanmıyorum yine. kollarımı tek tek eliyle boynuna sarıyor, su neredeyse boy ama serdar benden uzun tabi. sonra bacaklarımdan birini alıyor ve beline koyuyor. ben boş bakıyorum. ıkinci bacağıma sıra gelmeden dün gece içime düşen acayip his dürtüyor yine beni. koşasım var! taktığı lakabın hakkını vererek deniz kızı gibi fırlıyorum. bu kez sahile çıkınca deneyimliyim bir elimle şortla t-shirtü kaptığım gibi koşuyorum. serdar'a bakıyorum kıyıya paralel tozlu yolda koşarken serdar suyu yumrukluyor şap şap avuçlarıyla. sıçan gibi sırılsıklam odama koşuyor ve böğürerek ağlıyorum. o akşam bahçeye bile çıkmadan çeken yegane kanallardan et 1 ya da et 2'yi izliyorum.

    ertesi gün öğlen plaja gitmek için hazırlanırken serdar yanında esra ile kìkirdeyerek geçiyor evin önünden. esra kısa boylu, koca götlü, pat burunlu dünya çirkini bir kumral saçlı kız. sitede en gıcık olduğum tip. birbirimizi hiç sevmiyoruz. bunu biliyormuşçasına serdar o'nunla plaja gidiyor. hiçbir şey olmamış gibi bahçemizden elmamı koparıp sahile iniyorum. dün denizin buz gibi soğuk sularından gelen serdar; esra ile aynı suda oynaşıyor. hayatımda yeni level açılıyor. köpek çekme ile tanışıyorum! esra gerizekalısının en az kendi kadar salak küçük erkek kardeşi bisikletiyle tozu dumana katarak geliyor arkadan plaja, esra bir anda sudan çıkıp efendi gibi deniz kabuğu toplamaya başlıyor. serdar da yanımda bitiyor. ben duygularım birbirine karışmış olanları film gibi şezlongumdan tek başıma oturmuş izliyorken üstelik. serdar önümde alaturka heladaymış gibi çömeliyor ve "seni çok seviyorum ama fazla safsın, sana bu kötülüğü yapamam ama o'na yapabiliyorum" diyor ve gidiyor. arkasından bakıyorum sadece. olanları ve terk edilişimin sebebini algılayabilmem için epey yıllar geçmesi gerekiyor...

    sadede gelirsek; fil gibi hatırladığım şu gılgamış destansı tam zamanlı entryim ilk "çıkma" ve "ayrılma" hikayemdir efendim. *

    o yazın üzerinden birkaç yıl geçtikten sonra serdar bizim yazlığı pek beğenmediğinden olsa gerek ailesinin peşine takılıp hiç gelmedi. sonra da ben gitmez oldum, velhasıl onlarca yıl geçti biz görüşmeyeli. birkaç yaz evvel türkiye turumuzda, yazlıktaki ilk tatil günümüzde denizden çıkıp gölgede kitap okuyan eşime eşlik etmeye giderken zamanında tazı gibi kaçtığım, kısacık sürenin hemen her anında koşarak ilişkimizi farklı boyuta taşıdığım o "çocukla" karşılaştım. lakin ben hiç tanıyamadım. çünkü
    yıllar herkese çok adaletli davranmıyordu ve serdar'a dair pek çok şey asla o zamanlar göründüğü gibi değildi!

    o leonardo dicaprio gitmiş yerine bildiğin hormonlu, seyrek saçlı zorlama banderas gelmişti. fakat allah için o tipsiz haline tamamen tezat yanında dünya güzeli tatlı bir genç kadın, aralarında da ufacık bir sarı prenses ile çıktı eskinin hey gidi serdar'ı karşıma* yıllar önceki ıssız, salaş halinden eser kalmayan sitemizin ciks "beach"inde karşıma. durup ismimi söyleyerek gülümsedi ve selam verdi, ben "kimdi bu ya" diye düşünürken de annesinin ismini söyleyerek "ben güzide'nin oğlu serdar" dedi. nasıl yani? serdar'ı o an tanımamı sağlayan tek yeri gözleri idi. elini sıktım, eşiyle tanıştım ve dizlerimin üzerine çöküp ufaklıkla oynadım. ayaküstü kaç dakikalık muhabbetse işte. onlar merdivenlerden çıktı gitti. ben eşimin yanına gidip uzandım, güneş yağımı sürerken de başından başlayıp biraz rtükleyerek hikayeyi aktardım. bu da böyle bir anımdır. *
  • 27
    28'imde de aynı şahsiyetle evlendim.
  • 5 yaşındayken komşunun oğluyla kömürlükte buluşmuştuk. hey gidi günler.
  • (bkz: 29)
    böyle anketlere pek katılmak istemezdim de çanı yükseltmek için girdim.
  • 26.

    yirmi altı.

    twenty six.

    sechs und zwansig.

    vingt-six.

    veintiséis.

    ventisei.

    sitta wa-'ishrun.

    bist o shish.
  • benimki de ilkokula tekabül ediyor. fadime diye bir kız vardı. sarışın, renkli gözlü. klasik göçmen bir kız işte.

    bir gün okulda hasta oldu bu. nermin hoca da izin verdi evine gidebilirsin diye. tabii ki de bana dedi, sen refakat et arkadaşına diye. işte evine kadar beraber yürümüştük. çıkma sayılır bence çünkü yolda giderken bakkaldan sakız alıp beraber sakız çiğneyerek evine kadar gitmiştik. nereden baksan çıkma bence. mesela tuğba diye de bir kız zamanında hasta olmuştu. ona da refakat etmiştim ama sakız almamıştık. onu saymıyorum. yoksa onları da saysam ooo bildiğin çapkın bir çocuk olurdum ben. *
  • (bkz: 18)

    evet, türk medeni kanunları'na saygımdan dolayı 18'imi bekledim.
  • 14, arkadaş sevgilisiyle rahat gezebilsin diye, sevgilinin kankisini bana ayarlamışlardı.
  • 22'nin olmadığı cevap.

    gerekli not: çevrenizde `ben bu işleri üniversiteden düşünüyorum erken daha ya` diyen tipler -fazla düşünceli arkadaşlar- varsa veya bu kişi sizseniz kibarca uyarmak isterim: saçmalamayın! öyle bir olay olmayacak, olmaz da. insan ilişkileri süreklilik ve devamlılık isteyen bişeydir ''18 sene diyolog kurmam ama 19'a girince hemen yiyişmeye * başlarım" falan yok öyle dünya. bakınız bu bir birikim ve tecrübe işidir..

    vb.
hesabın var mı? giriş yap