• bazen bir kaç tanedir. valla!

    -2002 de afyon'a 20km kala arabayla takla attım. 40-50 metre falan araba döne döne gitmiş, ben kendime geldiğimde arabadan baya uzaktaydım. ölümden döneyim diye fırlamışım. arabanın hurdasını kiloyla sattığım adam arabayı ilk gördüğünde "başınız saolsun" demişti.

    -2008 de arkadaşlarla bi barda bir kaç bira içtik. sonra evlere dağılmak için dışarı çıktık. 4-5 tane şopar musallat oldu. kekoları bi güzel dövdük. üçümüzde tek bi darbe almadık. çocuklar birden koşarak kaçtılar. "noluyo lan" diye arkalarından bakarken sırtımda bi sıcaklık hissettim. bıçaklanmışım :/ ambulansta nefes almam güçleşti. film şeridinin geçmesi beklemeye başladım. o sırada ameliyata aldılar

    ölüme en çok yaklaştığım da;

    -2007'de de nikah memurunun sorduğu soruya "evet" diyerek 6 ay süreyle yaşamla ölüm arasında gidip geldim. tam beyin ölümüm gerçekleşecekti ki boşanma davası açtım ve ölümden döndüm.

    ne salak adamım ben ya..!
  • 9 katlı apartmanın 8. katında bir stüdyo dairede kalırken, tam alt katımdaki dairede gecenin bir yarısı yangın çıkmıştı. komşular kapımı yumruklamışlar uyanayım diye ama uykum ağır olduğu için ancak uyanabilmiştim seslere, kalkıp uyku sersemi kapıyı açtığımda göz gözü görmez bir duman vardı, merdivenlerden aşağı inmeye çalıştım elimde cep telefonumun aydınlatması ama 3 adım attım boğulacak gibi olunca eve geri kaçtım. hemen lavaboya koştum ve is tükürdüm. bir taraftan da alt kattan gelen güm güm patlama sesleri, diğer yandan benim pencere hizama kadar gelen alevler ile kendimi garip hissettim o an. hiç öyle film şeridi de yoktu gözlerimde ama sadece bekledim. telefon ile abimi aradım, kapalıydı telefonu. sonra yengeme ulaştım o da uyku sersemi nöbette olduğundan abim yanıyor anlamış. abimi aceleyle uyandırmış eve felan gelmiş. sonradan beni aramayı akıl etmiş. neyse itfaiye falan geldi, benim yatak odası pencereme erişmeye çalışırken merdivenle itfaiyeci bana sakin ben demeden atlamaya kalkma diyordu. ben de kendi kendime manyak mıyım burası 8. kat o merdiven boşluk bırakmayacak kadar yanaşmadan şurdan şuraya gitmem diyordum sakin bir şekilde. ama o yangın ya benim evde çıksaydı o kadar sakin olabilir miydim diye düşünüyorum şimdi.

    bu da böyle bir anımdı.

    edit : imla
  • 8 yaşındayken deniz yatağı ile neredeyse yunanistan'a çıkartma yapmam bu anlara örnek ve gerizekalılığıma bir tescil olarak geçebilir. evet.
  • yıllar önce bir bir arkadaşımın evindeyiz. çocuklarımız küçük ve kalabalığız. yeme-içme- sohbet-muhabbet. kalabalıktan ve gürültüden başım ağrımaya başladı. hafif başladı ama giderek kulaklarımda zonklayan ve gözümü açtırmayan bir ağrı haline geldi. çantamdan bir aspirin çıkartıp içtim ve on dakika sonra bir gariplik hissetmeye başladım. kollarımda, bacaklarımda etimin üstüne et konmuş gibi kabartılar ve müthiş bir kaşıntı. hayır o güne kadar defalarca aspirin içmişliğim var niye allerji olsun durduk yerde diye düşünüp bir tarafan da artan kaşıntıdan kendimi parçalıyorum. saçlarımın dipleri bile kaşınıyor ve kızarmaya başlıyorum. derken dişlerimin sesini duyuyorum, tak tak tak birbirlerine çarpıyorlar tüm vücudum titriyor ve beni arabaya atıp hacettepe acile götürüyorlar. kızımın babasına bir şeyler söylemeye çalışıyorum ama tak taklardan başka birşey çıkmıyor ağzımdan. kapıdan etrafımdakilerin ciyak ciyak bağırtısıyla geçtiğimi ve beyaz önlüklü doktorların beni bir yatağa yatırdığını hatırlıyorum sonra derin bir sessizlik ve yumuşacık bir huzur kaplıyor her yanı. anlatmayı deneyeceğim ama o bir hal. bir bulut gibiyim, yumuşak ve geniş. heryere yayılıyorum sanki. ılık- yumuşak- saçımın telinden tırnağımın dibine kadar mutlu ve huzurluyum. ve bulut gibi yükseliyorum. sanki vücudum yok, ağırlıksızım. sonra birden biraz uzakta dünyayı görüyorum..muhteşemm.. o güne kadarda dünyanın uzaydan çekilmiş bir fotoğrafını görmemiştim. muazzam bir huşu duygusuyla bakıyorum. seyrederken uzaklaşıyorum dünyadan. yükseliyorum durmadan. derken bir ses duyuyorum "daha değil, daha erken" ve küt diye gözlerim açılıyor. beş altı doktor üzerime eğilmiş, kolumda serum ve onların" ohh, döndü, kurtardık" dediğini duyuyorum.
    sonra dışardakilere "gelebilirsiniz" diyorlar. onların gözleri kıpkırmızı ve dehşet halleri hala sürüyor. sarılıyorlar falan ama benim ağzımda toplayamadığım bir gülümsemeyle" çok güzeldi" diyorum. meğer salisilat türü ilaçlara allerjim varmış. allerjiler öyle olabilirmiş, birdenbire hep kullandığınız bir şey vücudunuzda allerji yapabilirmiş.ben içtiğim o tek aspirin ile anaflaktik şoka girmişim ve kurtarmışlar.
    bu da böyle bir anımdır...
  • 1996 yazı, antalya'dan izmir'e final sınavları için gidiyorum. babamın "mutlaka pamukkale seyahat ile git" diye uyarmasına rağmen biraz daha para arttırmak için daha ucuz bir seyahat firması (akdeniz seyahat) seçmiştim. biletimi alıp otobüse bindim, bilet numaram hiç unutmuyorum 17 idi ve otobüsün sol tarafındaydı. fakat benim oturmam gereken koltuğa başka biri eşyalarını bırakmış (walkman, kasetler falan)...
    ben de arıza çıkarmayayım diye sağ taraftaki boş koltuğa oturdum ve uyumaya başladım. gece yolculuklarında daima deliksiz uyurum fakat bu sefer şoför o kadar hızlı ve dengesiz araç kullanıyordu ki arada sırada uyanıp "aha da şimdi bi yerlere dalacaz!!!" diyordum içimden ama uyumaya da devam ediyordum. saat sabah 3 gibi inanılmaz bir gürültü ile uyandım, her taraf karanlık olduğu için ne olduğunu tam anlayamamıştım, ama tahminim uçurumdan aşağı düşüyoruz herhalde idi. ne zaman düşeceğimizi merak ediyordum sadece, öyle filim şeridi falan görmedim. neyse otobüs bana çok uzun bir zaman gibi gelen bir süreden sonra durdu. ilk yaptığım şey; bütün uzuvlarımı elimle kontrol edip eksik var mı diye bakmaktı. otobüsün sol tarafına baktığımda kazanın vehametini anladım, sol taraf yoktu. otobüs resmen ortadan ikiye yarılmış gibiydi...sol tarafta oturan herkes parçalara ayrılmış bir şekilde yatıyordu...
    herhangi bir patlama ihtimaline karşı sol taraftan atlayıp koşmaya başladım. yaklaşık 100-150 metre ileri gidip bir süre bekledim fakat herhangi bir patlama olmadı...yaralıların çığlıklarını hala hatırlıyorum...hemen otobüsün yanına geri dönüp etraftan gelenlerle bir kaç kişinin çıkmasına yardım ettik...20 dakika içinde jandarma ve ambülans gelince ben bu sefer çantamı aramaya koyuldum... nasıl bir soğukkanlılıksa hala hayret ediyorum otobüsün alt tarafında bagajların bulunduğu kısımdan sırt çantamı aldım ve izmir tarafına giden başka bir otobüs hafif yaralı kurtulanları aldı...yalnız bir tek benim hiç bir yerimde kazadan çıktığıma dair bir işaret yoktu. sadece burnumun üstüne gelen küçük bir cam parçası nokta kadar bi kanamaya neden olmuş o kadar...kaza mahalli olan afyon-dazkırı'dan yola çıkıp izmir'e doğru gitmeye başladık, herkes bize kaza nasıl oldu diye soruyor biz anlatıyoruz falan, derken ben yine uyudum, gözlerimi açtığımda izmir'e sağ salim gelmiştim. eve gittiğimde anneme sadece şunu dedim: "anne otobüs kaza yaptı 15-20 kişi öldü" annem tabi inanmadı çünkü kazaya dair hiç bir iz yoktu üzerimde... vücudumu kontrol etmeye başladı ve saçımın içinde, sırtımda, hatta donumun içine kadar cam kırıklarını görünce ağlamaya başladı...

    özet: biletimin gösterdiği numaradaki koltuğa oturmuş olsaydım o gün hayatını kaybedenler arasında ben de olacaktım.
  • merhaba,

    şimdiye kadar tanıdığım yetişkin insanlar üzerinde yapmış olduğum incelemelere göre, 20-25 yaşın üzerindeki her insan hayatında en az 1 kez ölümle yüzyüze gelmiş. incelememi derinleştirmek ve güvenilirliğini arttırmak adına sözlükçülerin de başlarından geçen ölümden dönme maceralarını öğrenmek istedim ve bu an(ı)larını anlatmalarını sağlamak için bu metni kaleme aldım.

    önce kendi anımı anlatayım. 1999 yılında yaşanan depremin ardından yaşanan travmayı atlatmak adına annem, ben, amcam, yengem ve 2 ufak çocukla beraber ata memleketimiz olan sinop'a gitmeye karar verdik. araba amcamındı ve bir kartal'dı. amcamın ilk arabasıydı. şoförlüğü de arabası kadar yeni olduğu için arabayı ben sürecektim.

    istanbul-sinop arası yaklaşık 750 km'dir. bu yolun 700 km'sini benim şoförlüğümde oldukça rahat şekilde geçirdik. varmamıza 50 km kala son bi mola verelim ve soluklanalım dedik. o ara eşşek sikecise kafama nerden geldiyse amcamın kendi arabasını sürerek ilk defa baba memleketine girmesinin çok şık olacağını düşündüm ve bunu teklif ettim. hem zaten biraz yorulmuştum da. ayrıca yolun kalan kısmı biraz virajlıydı ve ben yolun virajlı olması sebebiyle sürat yapamayacağını düşünmüştüm. acemi şoför psikolojisini ise hiçe saymıştım. yanlış yapmıştım...

    amcam arabayı sürmeye başladıktan 2 km sonra takla attık. önüne gelen 2. virajdı bu. ön tekerleği mıcıra kaptırmıştı. uyarıma rağmen biraz da süratli gitmişti ve mıcıra giren araba spin atmaya başlamıştı. bu arada belirtmem gereken bir detay daha var. bahsettiğim virajlı yolun bir tarafı sarp kayalık iken, diğer tarafı yaklaşık 300 metre derinlikte bir uçurumdu ve yol kenarında herhangi bir bariyer yoktu.

    araba spinlerin ardından 2 takla attı ve tam uçurumun kenarından kaymak üzereyken irice bir kayaya arka aks takıldığı için durdu. evet bir kaya parçasıydı 6 kişiyi ölümden döndüren. bu kadar basitti işte her şey aslında. o kaya orda olmasa muhtemelen ben de burda değildim şu an.

    bu anıdan hariç olarak defalarca tehlikeli durumlarda kalmışımdır ama ölümden dönmek diye ciddi bir durumdan bahsediyorsak eğer tam olarak tarifi budur. ölümden dönmek. bir kaya, engebe ya da bir ağaç sayesinde hayatta kaldığını bilmek. bu kadar net.
  • bundan birkaç yıl önce hastaya gittik. inek yeni doğum yapmış, hipokalsemi diye bir hastalık var, genelde doğum yaptıktan sonraki saatlerde hayvanın yere yatıp, kalkmamasıyla anlaşılıyor. müdahale edilmezse ölüme kadar gidiyor falan. neyse ilaçtı, kafasına su dökmekti derken biraz kendine getirdik. hayvan ayağa kalkmak için birkaç hamle yaptı, sonunda başardı. ben de tecrübesizim ya, yanında dikiliyorum. sonra bi el beni tuttu çekti, o anda hayvan benim durduğum yere düştü. çekmeseler, ben diyeyim 800 sen de 1000 kiloluk hayvanın altında kalarak dikiyordum nalları. sonra artık trajikomik ölümler arasında anılırdı salaklığım. ciddi ciddi üzerine inek düştüğü için ölen bir insan olacaktım. cenazemde gülenler olurdu yemin ediyorum ya. hani her köyde bi ''eşek tepti, öldü'' vakası vardır ve nedense ölüme değil, ölüm şeklinde takıldığın için pek üzülemezsin ya, öyle bir durum yaşatacaktım insanlara. sadaka da vermem ama yırttım işte.
  • insanın hayatını bir anda değiştiren, eski ve yeni olmak üzere ikiye ayıran anlardır. belki de sadece benim için öyledir bilemiyorum.

    25 temmuz 2004,

    her yaz olduğu gibi yine kuşadasında yazlıktayım, alkollü ve eğlenceli bir cumartesi gecesinin ardından saat 05:30'de yaklaşık iki buçuk saat uyumuş bir şekilde uyanıyorum. biraz kendime gelmek adına hızlıca bir nescafe içip, dalış takımlarımı hazırlıyorum. çıkarken mutfakta dünden kalan pudralı lokmayı görüyorum fakat dalacağım için gelince yemek üzere onu orada bırakıyorum. eşyalarımı, havlumu ve sigara paketimi alıp bisikletle on beş dakika mesafede olan iskeleye (bilenler bilir, emekli sandığı) doğru yola çıkıyorum. yolda sigara içmek için durduğumda pakette sadece bir tane kaldığını görüyorum. işte karar anı, şimdi mi içmeliyim yoksa çıkınca mı? dayanamayıp içiyorum, hesapta çıkınca eve gelip lokmayı yedikten sonra içmek var ya neyse. eşyalarımı takıp su kaçıran şnorkelimi kıyıda bırakarak saat tam altı gibi yavaş yavaş denize giriyorum. tam istediğim saat, deniz ne karanlık ne de aydınlık. buz gibi su sayesinde daha da kendime geliyorum ve gezinmeye başlıyorum. etrafta kimse yok ve o gün balık tutanlar da gelmemiş. anlaşılan güzel bir pazar sabahı olacak diye içimden geçiriyorum. yaklaşık on dakika gezdikten sonra bir balık fark ederek zıpkını kuruyorum, nefesimi alıp üzerinden sessizce yaklaşırken kaçacağını anlayıp tetiğe basıyorum. harika bir başlangıç, süper ıskaladım. balık şanslıydı ve benden hızlı hareket etmişti. nereden bilebilirim ki o ıskanın herşeyi başlatan an olacağını...

    dalıp zıpkının ucunu saplandığı kumdan çıkartırken, gayri ihtiyari sağ tarafıma bakıyorum ve kayaların arasından bana doğru usul usul gerilen müren balığını görüyorum. o an, kovaladığım balığın aslında onun avı olduğunu anlıyorum fakat hızlı bir karar vermem gerekiyor, saldırmasını mı bekleyeceğim yoksa ben mi saldıracağım. çok hızlı bir şekilde zıpkını tekrar kurmaya çalışırken telaşa kapılıyor ve biraz panikliyorum, neyse ki bu panik hali kısa sürüyor ve zıpkını acele ile kurup doğrultarak bana doğru atılmak üzere olan mürene doğru tetiği çekiyorum. müren güzel bir şekilde vurulurken sağ bileğimde şiddetli bir çekme ve savrulma hissediyorum. başka bir balık mı saldırdı acaba diye bakarken zıpkının ipinin ayak bileğime dolandığını fark ediyorum. bir gözüm vurduğum mürenin üzerindeyken acele ile yukarıya çıkmaya çalışıyorum, tam yukarıya ulaşmışken zank diye takılıp kalıyorum...

    ne kadar zorlasam da bir türlü nefes alacak kadar çıkamıyorum suyun üzerine. o an tekrar mürene ve zıpkının neredeyse yarısının girdiği kayalığa bakıyorum. hemen bıçağımı arıyorum üzerimde ipi kesmek için fakat bulamıyorum, biraz ilerideki parıltının panik ile düşürdüğüm bıçak olduğunu ne yazık ki geç de olsa idrak ediyorum. ne kadar çekersem çekeyim takılan uç çıkmıyor, düğüm de öyle bir olmuş ki çözemiyorum hiçbir şekilde. sadece göz hizama kadar çıkarabiliyorum kafamı. nefes almak mümkün değil, ve zıpkının sıkıştığı yere de inemiyorum, müren olmasına rağmen gözümü karartıp ineceğim ama oraya kadar inecek nefesim olmadığını hissedebiliyorum. o an son kez deniz hizasından dışarıya bakıyorum. önce sol tarafımdaki otelleri görüyorum, o her gece gördüğüm ışıl ışıl iki otel** sessiz ve sakin duruyor, sonra kıyıya doğru dönüyorum, uzakta sabah yürüyüşüne çıkmış yaşlı insanlar var ve sahile bakıyorum, daha dün gece oturduğum, arkadaşlarımla eğlendiğim yere, biraz daha sağa dönüp defalarca sahil yolundan bisiklet ile gidip geldiğim güzelçamlı'ya bakıyorum, en son da arkama doğru dönüyorum, samos'a doğru. yıllarca girdiğim, yüzdüğüm, daldığım, eğlendiğim denize göz gezdiriyorum son bir kez. kabulleniyorum artık bu durumu, aklımdan ailem, sevgilim ve arkadaşlarım son kez geçiyor belki de...

    nefesim ve gücüm tükeniyor, ciğerlerimde kalan karbondioksiti yavaş yavaş salmaya başlıyorum. son kez gökyüzüne bakıp aklımda bir ton anı, bir ton pişmanlık ve bir ton gerçekleştiremediğim hayal ile istemsizce kendimi bırakıyorum henüz ısınmamış soğuk sulara. artık ben öldüm diyorum içimden yavaş yavaş dibe inerken. bugüne kadar üzdüğüm herkesten özür diliyorum kendimce. nefesim kalmadığı için süratle batıyorum ve en sonunda dibe oturuyorum. gövdemde sanki birileri bastırırcasına bir acı var ve yavaş yavaş vücut hissiyatımı kaybediyorum, çırpınamıyorum bile, artık dayanamayıp nefes almak için ağzımı açacak ve tüm ciğerlerimi suyla dolduracak hale geliyorum. tam buraya kadarmış demek üzereyken, son bir umut aklıma bir şey geliyor. belki, son bir hamle ile zeminden güç alarak son kez çıkmayı deneyebilirim diye geçiriyorum. biraz zorlayarak sanki nefes alırmışcasına kasıyorum kendimi ve son bir zıplayış gerçekleştiriyorum. artık her şey kararıyor benim için, yukarıya doğru gidiyorum ve yine aynı şekilde sadece gözlerime kadar suyun üzerine çıkmışken birden bire bir serbestlik hissediyor ve kafamı tamamen suyun üzerine çıkarmayı başarıyorum. o an öyle bir nefes alıyorum ki, sanki binlerce iğne yutmuş gibi aldığım her zerre nefes içime batıyor adeta, ama bir şekilde alıyorum işte nefes. inanamasam da halen yaşıyorum. o an aklımda hiç bir şey yok artık, tek odaklandığım şey hafif hareketler ve nefes almak...

    ne kadar öyle durdum bilmiyorum ama yaşam fonksiyonlarım yavaş yavaş kendine geliyor. içimde garip bir sevinç var, fakat şok halinden kurtulamıyorum. iyice kendime gelince her türlü yaralanmayı göze alıp tekrar dalıyorum ve bıçağımı alıp geri çıkıyorum. bir süre daha dinlendikten sonra bir kez daha dalıp zıpkının sıkıştığı yere gidiyorum, önce ipi kesip sonra dikkatlice kayalara basıp mümkün olduğunca mürenden uzak durarak zıpkını oradan döndüre döndüre çıkartıyorum. ucunu almaya yeltenmiyorum bile, tek amacım boruda kalan müreni oradan salmak. saldırmasını beklediğim müren de kurtulmanın verdiği hayvansal içgüdü ile gerisin geriye kaçıyor. tekrar yüzeye çıkıyorum. biraz korkarak biraz da garip düşüncelerle arkama baka baka sahile kadar geliyorum. biraz oturduktan sonra canım çok fazla sigara istiyor fakat yanımda olmadığını hatırlıyorum. o sırada biraz ileride geceden kalma yakılmış ateş ve sağa sola saçılmış bira şişeleri ve sigara kutuları görüyorum. belli ki birileri de bizim gibi eğlenmiş dün gece diye içimden geçiriyorum. oraya doğru yaklaşınca yerde bir paket kısa marlboro yanında da bir paket kibrit görüyorum. yoktur ama bir bakayım diyerek paketi açıyorum ve içinde sadece bir tane sigara kaldığını görüyorum, acayip bir şekilde şaşırmışken aynı durumun kibrit kutusu için de geçerli olduğunu fark ediyorum. o şaşkınlıkla bir an için ölmüş olabileceğimi ve buranın başka bir yer olabileceğini düşünsem de öyle bir durum olmadığını fark ediyorum. inanılmaz bir sevinçle eşyalarımın yerine dönüp sigaramı denize karşı yakıyorum aklımda bin bir düşünce ile...

    uzun uzun düşündükten sonra, ömrümün bu zamanına kadar karşısındaki insanları pek düşünmeyen, yerine göre menfaatçi, yerine göre saygısız, kısacası kötü sayılabilecek bir insan olduğuma karar veriyorum. bir nevi iç hesaplaşma yaşıyorum kendimce. yapmadığım ya da ertelediğim şeyler için kızıyorum kendime. sigaram bitene kadar bunları düşündükten sonra, ölçüyü kaçırmamak şartı ile daha düşünceli, etrafındaki insanlara iyilik yapmaktan çekinmeyen, daha saygılı bir insan olmam gerektiği kararına varıyorum. bu zamana kadar yaşadığım on yedi yıl boyunca üzdüğüm insanlara daha iyi davranma kararı alıyorum. garip bir mutluluk doğuyor içime, bir yandan da allah'a şükrediyorum ölümden döndüğüm için defalarca. bundan sonra daha iyi bir insan olacağım ve insanları mümkün olduğunca daha az üzeceğim sözünü vererek yavaşça kalkıyorum yerimden...

    eşyalarımı toplayıp gitmeye hazırlanırken, deniz kıyısında yürüyüş yapan yaşlı bir amca günaydın diyerek geçiyor, ben de günaydın diyorum mutlu bir şekilde ve benim için artık karşımdaki insanları daha fazla düşüneceğim, daha iyi bir insan olacağım farklı bir hayat başlamış oluyor. bazı şeyleri düzeltmek için çok geç olmadığını fark ediyorum. kısacası o gün olgunlaşıyorum. olmam gerektiği gibi oluyorum.

    edit: ekleme/çıkarma
  • yaşamın ne olduğunu , yaşamanın , nefes alabilmenin ne kadar şanslı birşey olduğunu , hayatımız pamuk ipliğine bağlı cümlesinin gerçekliğini bir daha unutamamacasına beyninize kazıdığınız anlardır . sene 2000 de seyir halinde iken kendi kullandığım arabam alev almıştı . akşam üstü saatlerinde işime gidiyor iken arabam bir anda stop etti . çok ta eski bir araba değildi ama çok donanımlı bir araba da değildi . arabayı tekrar çalıştırdım ve yola devam ettim . bir süre sonra arabanın ön tarafından dumanlar geldiğini gördüm , arabadan inip bir arkadaşıma telefon ettim kendisi merak etme hararet yapmıştır , kontağı kapat bekle biraz ben geliyorum demesine kalmadan arabanın kornası kendi kendine çalmaya başladı . durumu arkadaşıma söylediğimde arabadan uzaklaş hemen dedi . korkmuştum ama hala tam olarak ne olduğunu anlayamamıştım . arabanın şöför koltuğu tarafından uzanıp yan koltukta duran çantamı almaya yeltendiğim anda fren pedallarının olduğu yere bir sıvının damladığını ( o anda benzin olduğunu anlayamadım tabi ) ve damladığı yeri de tutuşturmaya başladığını gördüm . hemen çantamı alıp kaçma düşüncesindeyken ön taraftan bir anda üzerime gelen alevleri gördüm . aynı anda hatırladığım tek şey kolumdan çekip beni sürüklemeye çalışan bir kadının çabuk ol kaçalım buradan demesiydi . kadın sanırım alevleri görüp durmuş ve yangın söndürücü ile müdahele etmek istemiş ve o sırada alevlerin içinde beni görmüş . arabadan epey öteye sürükledi sanırım beni . o sırada uzaktan film seyreder gibi arabamı izliyordum . işin tuhaf tarafı sanki bunları yaşayan ben değilmişim gibi bir de etrafa ne olduğunu anlatmaya çalışıyordum . tam o sırada arabamın havaya uçtuğunu da gene bir film seyreder gibi seyrettim . etraftan lpg li miymiş ?? falan dediklerini duyuyordum ama hayır araba benzinliydi ve o sırada patlayan da benzin deposuydu . ilk başta konuştuğum arkadaşım tam da araba patladığı anda gelmiş ve arabanın bagajında duran ve patlama sırasında yere saçılan spor ayakkabılarımı görmüş ve patlamada arabanın içinde benim de olduğumu ve ayakkabıların da o an ayağımdaki ayakabılar olduğunu düşünmüş ve haliyle benim ölmüş olabileceğim ihtimali üzerinde durmuşlar . arkadaşım hemen işyerini aramış ve nicklausse ı kaybettik diye haber vermiş . o gece işyerimde prömiyerini yapmak zorunda olduğumuz bir oyunda yedeğim olmayan bir rolde oynayacaktım . işyerim birbirine girmiş , ortalık karışmış ama inanın beni kaybetmiş olmaktan değil o anda içeri girmekte olan seyircilere ne diyecekleri kaygısından ve oyunu bu saatten sonra iptal etmenin imkansız olduğu düşüncesinden ... neyse çok uzattım , bir süre sonra , beni kurtaran ve kimliği hala meçhul kadınla olayları epey uzaktan izleyen beni buldu polisler ve olayı aydınlattılar . daha sonraki günlerde elime gelen yangın raporunda yangının elektrik aksamı yüzünden çıktığı yazılıydı . o gece arabam dahil içinde bulunan çantam ve tüm özel eşyalarım da yandığımdan epey zor günler geçirdim . ancak tabiii işin en zor kısmı olayın psikolojik boyutunu aşabilmekti . çok uzun bir süre araba kullanırken dışarıdan bir koku gelse bile direk el frenini çekip bu da yanıyoooorr diye bağırıp kendimi dışarı atıp arabalardan kaçtım . o gece işyerimde ne mi oldu ?? yarı bilinçli bir şekilde polis arabasıyla işyerime geldim ve müdür bey in odasına alındım . geçmiş olsun fasıllarından sonra kendisi de bir apandist ameliyatından sonra sahneye çıkmak zorunda kaldığını , bizim işimizin en zor kısmının bu olduğu cümlelerini duyduktan sonra sahneye çıkamayacaksam sorun olmayacağını söyledi . ama bu durumun daha sonra fitil fitil burnumdan geleceği açıktı . evet o gece sahneye çıktım , üç perdelik italyanca bir oyunu sonuna kadar götürdüm ama hala bunu nasıl başardığımı bilmiyorum . selama çıktığımda orkestra sanatçıları çukurdan beni alkışlamaya başladığı an ağlamaya başladım ve direncim orada bitti , kuliste yere yığılmışım ...
hesabın var mı? giriş yap