• bu filmle ilgili belki de en onemli ozellik ruya sahnelerinin setinin salvador dali tarafindan hazirlanmasidir. film konu olarak psikanalizi ve ruylardan cikarilabilecek gercekleri ele aldigi icin; filmin en onemli sahnelerinden birisi j.b'nin gordugu ruyayi doktora ve ingrid bergman'a anlattigi sahnedir.

    ruyanin uc ana bolumu bolumu vardir: (1) kumarevi sahnesi, (2) catikati sahnesi, (3) yokus sahnesi. bir de cekildikten sonra kesilen ve o yuzden goremedigimiz (4) balo salonu sahnesi. hitchcock film senaryosunu tamamladiktan sonra, hatta filmin cogunu cektikten sonra klasik ruya cekimi tekniklerine bir son vermek ister ve salvador dali'yi ararlar... dali senaryodan etkilenir ve set dizaynini yapmaya karar verir... kumarevi sahnesini yaparken, un chien andalou'daki goz kesme temasina gonderme yapar; zaten gozler gokyuzunde hem bir tanri edasi ile hem de ay edasi ile durmaktadir. bu sahnede, kumarevinin masalari kadin bacaklari seklinde tasarlanir. dali'nin istedigi ve filmde rol almayan iki tema belki de (1) masalarin uzerinde goz ikonu olan ve zit yonde salinim yapan metronomlar ve (2) arka tarafinda goz asili olan ve iskambil kartlarina dogru kosan hamambocekleri.

    catikati sahnesini gorur gormez zaten, dali imzasini algilayabiliyorsunuz... son derece basarili bir sekilde tasarlanmistir, ve dalinin cizdigi modele birebir uyum sagladigi soylenebilir... yokustan kacis sahnesinde de dali'nin istedikleri olsa da, son sahne olan balo salonu sahnesinde dali'nin vermek istedigi rugu sete uyarlayamazlar... dali bu sahnede "kabus" izlenimini vermek ister; ve bunun icin yukaridan asagiya asilan buyuk bir piano olmasi gerekmektedir... sette bunu bir turlu yapmazlar ve asilan kucuk piyanolar kullanirlar. ikinci olarak dali, bergmanin vucudunun her yanindan karincalarin cikmasini istemistir... yine un chien andalou'ya bir gonderme yaparak... ancak hitchcock, dali'nin cok ileri gittigini dusunerekten buna izin vermemistir... sonucta da balo sahnesi cekimleri bitince, bakip begenmeyip bunu filmden cikarmislardir...

    bu sahnelere baktigimzda, gercege dair saklanmis upuclarinin cok acik ve net bir sekilde verildigini goruruz... dali'nin ciziminde, catikati sahnesinde, yukaridan asagi dusen adamin ayaklarinda kayaklar yoktur ornegin... ve de balo sahnesi, ruyayi daha bir ruya yapmaktadir... sonuc olarak ruyadaki ipuclari izleyicinin gozune biraz fazla sokulsa da, verdigi etki muazzamdir.

    tabi ruyalarin filmlerde isleyisini ele alirken, spellbound'un baslattigi devrimden david lynch'e kadar ilerleyisinde; freud'dan lacan'a bir gecis gormek de mumkundur.
  • ''kadınlar aşık olana dek en iyi psikiyatristirler.aşık olduktan sonra en iyi hasta olurlar.''
  • büyük yönetmenleri eleştirmenler için "büyük" yapan şeyler, tali filmlerinin de belli oranda ehemmiyet arzetmesidir. rüya sahneleri dışında hitchcock'u hitchcock yapan iki güzel çekim var bu filmde. ilki gregory peck süt içerken bardağın içinden yapılanı, ikincisi ise finale yakın, tabanca açısından yapılan çekim. bunun yanında beyaz bir adidas'ın maziye dair şeyleri tetikleyebileceğini gösteren bir filmdir. jenerikte belirtilen dali esintili rüya sahneleri için biraz fazlaca bekletmesine rağmen, acayip tatmin edicidir bu sahneler. rüyanın birinde görülen göz kesimi, bergman'ın rüya yorumlarında yer almaz, çünkü un chien andalou'ya selamdır. bir de citizen kane'e selam çakılan bir sahne olduğunu sanıyorum: pencereden görülen kayak yapan çocuklar. ingrid bergman en güzel göründüğü filmlerinden birindeyken gregory peck bir sahnede hiç roma'da bulunmadım der. fakat 7-8 sene sonra roma'da bulunacak, film çekecek ve adı bazı bazı roma'yla anılacaktır. (bkz: roman holiday)
  • tabancanın dönüşü ve rüya sekansı sahneleri hakikaten müthiştir. tabanca sahnesinde doğru perspektifi yakalayabilmek için dev bir tabanca ve dev bir el (gulliver, adı jenerikte geçmez) kullanılmıştır. şöyle bir düşününce ne kadar basit bir fikir aslında. ama zaten büyük sanatçıları büyük yapan da, basit gözüken ama kimsenin daha önce düşünemediği şeyleri somuta dönüştürebilme yetenekleri değil midir? (atilla dorsay cümlesi gibi oldu lan?)

    bunların dışında bir de ingrid bergman'la gregory peck'in aralarındaki 5 cm mesafeyi sabit tutarak, yanyana, çarpışmaktan korkmadan, son sürat bayır aşağı kayak yaptıkları bir sahne var ki, gülmemek elde değil. hani hitchcock hayatta olsaydı saygıda kusur etmezdim, ama bazı filmlerinde görülebilen bu tip mantıksızlıklardan dolayı yüzüne karşı dalga geçmeden de edemezdim.
  • 1945 yapımı bir alfred hitchcock başyapıtı. filmin ünlü bir ortağı daha var; salvador dali. jenerik akarken "dream sequence based on designs by salvador dali" yazısı içimizi kıpır kıpır eder. jenerik biter bitmez shakespeare'den bir alıntı beliriverir: "the fault... is not in our stars, but in ourselves". sonrasında hikayenin psikanaliz üzerine olduğunu anlatan yazılar çıkar ve film başlar. usta dolu dolu bir jenerikle başyapıtına girişi yapmıştır.

    --- spoiler ---

    bir hastanede psikanalistlik yapan genç ve güzel doktor constance ve hastaneye yeni gelen doktor anthony edwardes arasında her hitchcock filminde olduğu üzere yıldırım aşkı alevleniverir. ancak edwards'ın tahmin edilen kişi olmadığı anlaşılır ve kadın doktorumuz kalbinin peşinden giderek gerçeği aydınlatmak üzere bir maceraya girer. hikaye ustanın diğer filmlerinden aşina olduğumuz şablon konunun biraz değişikliğe uğramış hali. genelde masumiyetini ispat etmeye çalışan jönün yanına zorla bu işe bulaşan ve başlarda jönden şüphelenen yavukluyu koymayı seven usta; bu sefer suçlu durumundaki erkeği ısrarla masumiyetini ispat çabaları işine sokan kadını anlatarak taşların yerini değiştiriyor. ki suçlu durumundaki edwardes/j.b.'nin akli dengesizliği yüzünden masumiyetinden de şüpheliyiz. amnezi hastalığından müstarip j.b.'nin hem hastalığını ortaya çıkaran çocuklukta yaşadığı travmayı hem de doktor edwardes'la yaşadıklarını hatırlaması için psikanaliz becerisini kullanmaya kararlı constance rolünde ingrid bergman harika bir oyunculuk sergilemiş. kafası karışık ve her an cinayet işlemeye yatkın j.b. adlı geçmişi belirsiz katil zanlısı rolünde gregory peck karizmasını konuşturmuş. şüphe konusunu işlemeye bayılan hitchcock usta hünerini konuşturuyor ve filmin son anına kadar bunu en üst noktada tutuyor.
    kamerayı kullanma konusunda dahi olan hitchcock yine akıllara kazınacak sahnelere imza atmış.
    başroldeki aşıkların ilk öpüşme anında gösterilen açılan kapılar, constance'in dışarıdan sert ve aşılmaz görünen kalbinin zincirlerinin de kırılma anını betimlemiş.
    doktor brulov'un evinde j.b.'nin elinde usturayla doktorla konuştuğu sahneler ise nefes kesici. ikili arasında geçen diyalog boyunca doktor ve j.b.nin elindeki ustura arasında gidip gelen kamera her an işlenecek bir cinayetin gerilimini üst noktaya taşıyor.
    arkasından gelen süt içme sahnesi ise j.b.nin gözünden sütü içerken aynı zamanda takıntılı olduğu bembeyaz bir görüntü sonucu kendini kaybetme tehlikesinin gerilimini tekrar yaşatıyor.
    sabah ise koltuğunda yığılmış olarak görünen doktor sekansıyla bir çalım daha yiyoruz ustadan.
    jenerikte adı geçen rüya sahnesi için filmin son kısımlarını bekliyoruz ve beklediğimize de değiyor. freudiyen bir yaklaşımla olayların da sırrının belli olduğu bu rüya sahnesinde beliren gözleri görür görmez dali demeyecek insan yoktur sanırım.
    finale ilerledikçe olayların aydınlığa kavuştuğu film, son çalımını yine son sahnede atıyor. doktor murchison'un ufak bir hatası sonucu zincirin son halkası da aydınlanmış oluyor.
    burda da murchison'un gözünden silahın doğrultusunu görüyor ve yine bir gerilim yaşıyoruz. namlunun doğru yere yönelmesiyle de muhteşem bir final sahnesine tanık oluyoruz.

    --- spoiler ---

    ustanın çoğu filminde kullandığı şablon konunun evrilmiş ve muhteşem işlenmiş bir örneğine tanık olduğumuz oldukça sürükleyici ve defalarca izlenesi bir hitchcock filmi.
  • bu isimli bir oyku vardi hergun kutuphaneye gidip gazete okuyan bir adamla ilgili.
  • sırf gregory peck ve ingrid bergman'ın opusme sahnesi için bile (kapıların açıldığı) seyre değecek hitchock filmi.
  • --- spoiler ---

    bu filmdeki en guzel sahnelerden birisi en basta yasanir aslinda. dr. murcheson, yerini yeni yetme bir dr. edwardes'a birakacaktir. edwardes gelir, odaya girer, psikanalist arkadaslariyla tanisir, sonra dr.murcheson odaya dalar, hafif bir muhabbet olur, bu sirada close-up'tadir kamera, ve sonra birden genis aciya gecer, enstitude kalacak doktorlar bir yanda, dr.murcheson masum bir sekilde odadan cikar. sonradan murcheson'in katil oldugunu anladigimizda, bu sahneyi, ve bu sahnede murcheson'a duydugumuz sempatiyi dusunur, lan usta nasil bizi ters koseye yatirmis ama sinyali de vermis deriz.

    --- spoiler ---
  • "from the cradle bars
    comes a beckoning voice
    it sends you spinning
    you have no choice

    you hear laughter
    cracking through the walls
    it sends you spinning
    you have no choice

    following the footsteps
    of a rag doll dance
    we are entranced
    spellbound

    and don't forget
    when your elders forget
    to say their prayers
    take them by the legs
    and throw them down the stairs

    when you think
    your toys have gone beserk
    it's an illusion
    you cannot shirk
    you hear laughter
    cracking through the walls
    it sends you spinning
    you have no choice

    following the footsteps
    of a rag doll dance
    we are entranced

    spellbound"

    seklinde sozlere sahip bir siouxsie and the banshees parcasi.
  • yazı, eser hakkında spoiler içerir.

    alfred hitchcock' un selznick yapımcılığında yönettiği iknci filmi spellbound. itiraf etmeliyim ki filmin parlayan iki hitchcock anı dışında, filmografisindeki kısmen daha az tatmin edici filmlerden biri oldu benim için. aynı duyguyu rebecca' da da yaşamıştım. gerçi rebecca' nın da harika anları vardı fakat hitchock senaryoyu yazmadığı için o film hakkında fazlaca yorum yapmayı doğru bulmuyorum. selznick ile üçüncü filmleri olan the paradine case' i de merak ediyorum...

    filme dönecek olursak, film aslında oldukça ilginç bir yapıya sahip rebecca' ya kıyasla. rüya sahneleri ve psikanalize giriş niteliğindeki anlar oldukça yenilikçi. salvador dali' nin rüya sahnelerini bizzat kendisinin tasarladığını da belirteyim. zaten anlamamak olanaksız. bir sahnede dali, bunuel ortaklığı olan un chien andalou' ya da gönderme geliyor. rüya sahnelerinin muhteşemliği bir yana, asıl problem bu sahnellerin hiç de hitchcock' a aitmiş gibi durmamasında yatıyor.

    ingrid bergman' ın filmin başındaki erkeksiliği ve filmin ikinci yarısındaki kadınsılığına da değinmek lazım. film içerisinde de değinildiği gibi aşk bu durumu bergman' da sağlıyor ve biz de gözlemliyoruz fakat işin aslına bir daha bakarsak gregory peck' in edilgen yapısı ve bergman' ın onun için devamlı savaşması aslından bergman' ın erkeksiliğini ön plana çıkarmaya devam ediyor. finalde bile katil karşısında bergman var! kadınsılık konusunda ise biz seyirci olarak bergman' a ateş edemiyoruz. özdeşleşme ihtimalimiz hiç olmamasına rağmen katilin yerine konuluyoruz ve silahı kendimize çeviriyoruz. sonra bang! sanırım burada bergman ile ilgili genel perspektifin film ile bir bütün oluşturması da sağlanmış oluyor. sahne bize mantıksız da gelse, film içerisinde aslında mantıklı yani.
hesabın var mı? giriş yap