• --- spoiler ---

    - sizi narsist olmakla suçluyorlar!
    - narsist ya da agnostik olduğumu düşünenler var ama bu yanlış. aslına bakarsanız kendimi yunan mitolojisinden bir figürle özdeşleştirecek olsam bu narkissos olmazdı.
    - kim olurdu?
    - zeus!

    --- spoiler ---
  • woody allen bunun otobiyografik bir film olduğunu reddetse de, hatta gelen tepkileri anlamlandıramayıp bu filmde benim yerime keşke dustin hoffman'ı falan oynatsaydım dese de, sürekli ciddi film yapma takıntısı, ama bunda nispeten başarısız olması -annie hall'u çektikten sonra daha ciddi bir film yapma gayretiyle interiors'ı çekmesi- umutsuzluğu, ölüm korkusu, sihire karşı olan takıntısı, sürekli bir arayış içinde olması ve muhtemelen seyircilerine nasıl baktığı -bugün onu çok seven, yarın yüzüne bakmayacak kişiler olarak aşırı tüketici, fazla alaylı bir şekilde karikatürize etmesi- -"felsefe sınavındaki toplam 10 soruyu bilmediğim için boş bıraktım ve 100 aldım" esprisine gülenler arasında ben de vardım. hatta o koca salondaki o her şeye gülen seyircilerin arasında yanındakini en fazla dürtükleyip gülen olurdum.- sanat sevicilerine karşı olan bakış açısı... kendisinden başka hiçbir şeyi anlatmıyor bu film. ve o daisy gerçekten birine benziyordu, bu benzeyişten ötürü yakınlık duyduğun, herkesin eski sevgilisine benzetebileceği biri. ve bence ayrıca tabutta rövaşata'daki eroin bağımlısı kadına da benziyordu, özellikle sigara içerken.

    *hayatın anlamını kendi kendine birkaç kez sorup yine cevap alamadığı filmlerinden birinde bu kez sadece ufacık bir an mutlu olabilmiştir. sormadan, cevap aramadan.

    "muhteşem bahar günlerinden biriydi. günlerden pazardı. çok yakında yazın geleceğini hissediyordunuz. o sabah, dorrie ve ben parkta yürüyüşe gitmiştik. eve geri döndük. oturmuş oyalanıyorduk. louis armstrong'un küçüklüğümden beri sevdiğim bir plağını koymuştum. çok, çok güzeldi.
    sonra, dorrie'yi otururken gördüm. onun ne kadar hoş biri olduğunu, onu ne kadar sevdiğimi düşünüyordum. bilmiyorum, galiba bütün hepsinin bir karışımıydı. müziğin tınısı, esen meltem ve dorrie'nin... bana öyle güzel bakışı. ve kısacık bir an için her şey bana kusursuz göründü, kendimi mutlu hissettim. neredeyse yok edilemez gibiydim. çok garip, böyle basit bir temas anı... beni çok derinden etkilemişti."

    *kendisinin ilk jump cut kullanımı da sanırım bu filminde oluyor.

    *ve son olarak siyasi mesaj: "uzayda bir yerde hayat varsa, onların marksist ekonomiye sahip olduklarını ispatlayabilirim."
  • filmde kendisine ara sıra mr.bate olarak seslenilmesinin "masturbate" göndermesi içerip içermediğini merak ettirmiştir.
  • "sana göre iflah olmaz bir ateistim ama tanrıya göre sadık bir muhalif" gibi mükemmel bir cümlenin geçtiği woody allen filmi.
  • woody allen'in otto e mezzo'su denilebilecek yapi ve icerikteki film, otto e mezzo'nun baslangicina selam duran bir rüya sekansiyla baslar. otto e mezzo'nun basinda bir arabanin icinde tikili kalmis disari cikamayan, disaridaki arabalara bakip pencereleri yumruklayan marcello'nun yerini, ucube tiplerle dolu bir tren vagonunda tikili kalip karsi taraftan paralel giden trendeki güzel kadinlara giptayla bakan woody allen almistir.
  • eğlenceli bir otto e mezzo naziresi. film boyunca ortalarda "ay yönetmen burda çok ağır, çok önemli bi şey anlatıyo" nidalarıyla gezen boy boy sanatsevicisi gösterse de; woody abi nazire ayağına birbirinden latif hatunlarla çeşitli fantezilerini gerçekleştirmiş, hanımefendilerin de belirttiği gibi dilini o güzel ağızlardan çıkarmak bilmemiş. sevdiğimiz her yönetmen böyle kendi otto e mozzo'sunu çekse, hayat bayram olsa...
  • woody allen'ın kendisinin en sevdiği 2 filminden biriymiş.
    diğeri için (bkz: the purple rose of cairo).
    bu 2 filmin ortak özelliğini bilmeyenler için bir bkz. daha verip noktayı koyalım.
    (bkz: film içinde film)
  • amiga için sanity tarafından yapılmış olan 1992 yapımı world of amiga adlı demonun ilk bölümünde çalan moduleün ismidir.
  • allen'ın en şık filmi belki de. genelde kendisine odakladığı anlatım burada da var fazlasıyla. ama altında bir görsel ziyafet yatıyor ki sormayın gitsin, sanırsınız iki yönetmenin eli değmiş, alt yapıyı başka biri kotarmış. burada allen'ın filmlerinin genelde görsellikten yoksun olduğunu söylemiyoz gayet tabii. ama gerçekten bildik gidişatından ayrılıyor film. diğer bi yandan üstadın birçok filminin tadı da alınabiliyor. filmografinin geçmişi de geleceği de var içinde. zelig'den tutun da, işbu filmin yandan yemişi olan deconstructing harry'e kadar. çokça kullanılan uzun single take'lere dikkat, en az bi 3 kere seyretmek şart gelir bunu. bir de uzun uzun charlotte rampling'e bakma fırsatımız oluyor ki off off.
  • sinemaya gerçekten aşık bi auteur olan woody allen amcamın sevdiği yönetmenlere ve işlerine saygı duruşları meşhurdur. bergman'ın neredeyse her filmine göndermeleri mevcuttur. play it again sam'de casablanca'yı kendine has stilinde güncellemiştir (yazar olarak). bunuel'i ve antonio'yi de birden fazla filmle yeniden yorumlamıştır

    fellini'yi de öyle. celebrity, la dolce vitanın woody allencasıdır. stardust memories de otto e mezzonun (8.5)

    stardust memories daha baştan 8.5'un giriş sekansının neredeyse birebir yansımasıyla açılır:

    http://www.youtube.com/watch?v=zwd5nxpiruo

    bunu farkedince film boyunca 8.5'un aynısını izleyeceğimi düşünerek baştan biraz bozuldum. fakat hemen daha aynı sahnenin sonunda woody allen 8.5'u gayet lezzetli bir şekilde yorumlayacağını gösterdi her iki treni de aynı çöplüğe vardırarak

    sahneler geçtikçe görürüz ki bu son derece kişisel bir woody allen filmidir yine. filmdeki yönetmenimiz sandy bates, biraz guido-varidir tabi ama 8.5un guidosundan çok aslında bizzat woody allen'dır o. filmografisinin yarısında (fazlasında?) yaptığı gibi yine aslında kendi dertlerini, kendi iç hesaplaşmalarını, kendi hovardalıklarını, kendi kendini-beğenmezliğini.. anlatır allen nükteli üslubuyla. ve elleri öpülesice görüntü yönetmeninin de yardımlarıyla bunu hem 8.5u sürekli hatırlatarak hem de kendi orijinalliğini fazlasıyla ön plana çıkartarak yapar. çok fellinivari yüzler geçidine, mekanlar seline tanık oluruz film boyunca ama kalan tat woody allen tadıdır

    filmin en büyük derdi ise ölüm, ölüm korkusu, ölümle yüzleşme, hayatın ilacını arama..

    film bittiğinde filmin (ve otelin) ismini çok tuttum. woody stardust kelimesiyle bize hem ''hepimiz yıldız tozuyuz ve yine eninde sonuna hepimiz tüm dünya ile beraber yine toza dönüşeceğiz'' gerçeğini yadederken aynı zamanda louis armstrong'un stardust'ı eşliğinde dorrie'nin tatlı çehresini seyre daldığı en mutlu anısını da formüle dahil ediyor. bu temalar pek çok filminde vardır zaten. on defa izlediğim annie hall'dan hatırlıyorum: annesi minik woody'yi psikoloğa götürür, depresif olmasından, konsantre olup ders çalışamamasından şikayetçidir. psikolog niye diye sorduğunda ''evren sürekli genişliyor. bir gün mutlaka parçalanacak'' der. annesi de hiddetlenir ''genişliyo da sana mı genişliyo oğlum? yapsana ödevlerini'' diye bağırır. psikolog ortalığı yatıştırmak için lafa girer ''evren daha milyarlarca yıl boyunca genişler evlat. hazır hala buradayken biraz keyfini çıkaralım!''. bu arada bu filmde de annesini aynı oyuncuya oynatmış. sonra da filmde kendinizi mi anlattınız diye sorulunca inkar edip hiç oralı olmuyor çakal woody. filmin sonunda kendini ölü zannederken rüyasında katıldığı ödül töreninde bahsi geçti ozymandias melancholianın. woody ezcümle diyor ki ''madem herşey yokolacak ben niye kendimi hırpalıyorum? hepimizin varacağı aynı çöplük'' ama sonra o anıdan bahsediyor. ölüm döşeğinde en mutlu anısı olarak tutunduğu anıdan

    http://www.youtube.com/watch?v=8zxm3z9nrn8

    filmin sonunda isobel'i yolundan geri döndürmeye çabalarken ulaştığı kafayı iyice ortaya döküyor: ''evet belki ne yaparsak yapalım hepimiz aynı çöplüğe varacağız. fakat bu yüzden yolculuğu kendimize zehretmenin alemi yok. sen yanımda olursan yolculuğun çok güzel geçebileceğinin farkına vardım''

    varsın tüm anılar yıldıztozuna dönüşsün. yeter ki bir hoş seda baki kalsın bu kubbede*
hesabın var mı? giriş yap