• kameranın neredeyse hiç kıpırdamadığı,her sahnenin tek bir açıdan çekilmiş plan sekanslardan oluştuğu,siyah beyaz jim jarmusch debütü.

    willie macar asıllı bir niyorkludur,macar asıllı olmakla beraber kendi özünü yadsıyan,soysuz bir köpektir aslında.halası filan aradığında macarca konuşunca "ingilizce konuş lan!" demekte,terbiyesizlik etmektedir.
    yine günlerden birgün halası arar bunu,der ki böyleyken böyle,"macaristan'dan kuzen eva gelecek,buraya gelene kadar bi bir hafta filan bakıver kıza..".
    willie mırın kırın eder,ama kabullenir.eva gelir.bir hafta kalır.sonra masaçuses'e gider.willie ise aradan belli bi zaman geçtikten sonra eva'yı özler,eşşek gibi ayağına kadar gider,olaylar gelişir...

    acaip gerçekçi bir filmdir,tipik jarmusch absürdlüğünden nasibini almış bir mizahı vardır.dolaptan birayı alıp karşılıklı oturan,ve konuşacak bir şey bulamayınca kendi kendilerine "yeah" homurtuları çıkaran insanların filmidir.wim wenders'in çektiği bir filmden arta kalan malzemelerle bütçesiz çekilmiştir.gelmiş geçmiş en kral debüt filmleri arasında ilk ona girer kanımca.
  • üç şehirde geçen 3 bölümden oluşur. başlangıçta new york, bir yıl sonra cleveland, son olarak da cennet florida.
  • ders olarak aldigimda bana n ehalt getirecegini bilmedigim bi dersin psikopat hocasinin cok sevdigi bi yonetmen olan jim jarmushun hos gariplikteki filmi.. hos gelmis olsa da hocaya yalanmak adina az vermemistim gazi reviewinde....
  • ölüm gibi birşey olsa paraları alıp budapeşte'ye kaçmak.. .hayat bu hayat ve macaristan...
  • ya meftunu olursunuz bu filmin, ya sikintidan patlarsiniz. meftunu isen bu filmin, sen de bizdensin arkadas..
    simdi aklima gelen, pek sevdigim jarmusch ayrintilarindan biri: macar teyzenin willie, eddie ve eva uclusunun ingilizce konusmalarina macarca karsilik vermesi, uclu cleveland'i birakip gunesli(?) florida'ya dogru yola cikinca da, arkalarindan "son of a bitch" diye hayiflanmasidir..
  • (bkz: john lurie)
  • achtung: spoiler
    jim jarmushun 1984te cannesda best first aldigi inanilmaz film.
    lost in translationi seyrederken hep charlotte'un evaya ne kadar benzedigini dusundum tavir olarak. sanirim ikisi de kactiklari yerlerden memnun kalmamislardi.
    film tamamen sikintidan ibaret kanimca, karakterlerin sikilmasindan. ayni sekilde filmin soundtracki de hayli ozenle secilmis bu sikintinin icimizi kaplamasi icin.
    herkesin icindeki kacip kurtulma, bastan baslama hissinin kaynagina ulasmistir heralde o duragan gezis hali. ben icimdeki gezginle film kahramanlarini karsilastirmayi sectigimi farkettim seyrettikten sonra, bakalim onlarin hikayesi nasil bitecek diye. onlarin hikayesi de cogu gibi fuck upla bitiyor. ki bence bu jarmushun mudahale ettigi tek nokta.....
  • eva, screaming jay hawkins'ten i put a spell on you'yu dinleyip durur filmde. arabada dinlerken de "he is my main man" der abi için ve willie ile eddie'nin "vay vay ne laflar öğrenmiş" diye bakışmasına neden olur; eva da utanır sıkılır filan.*
  • jim jarmush' un siyah beyaz fotograflari birle$tirerek ortaya cikardigi film.
    2 ki$ilik yalnizlik olmazdi hani. yalnizlar rihtiminda 2 ki$ilik yalnizlik yetmedi, 3 ki$ilik yalnizlik oldular. o da yetmedi 1 er ki$ilik yalnizlikta anla$tilar.zarlar atildi, hep yek geldi. birine florida, digerine budape$te, oburune new york du$tu.
    demek ki neymi$, 3 ki$ilik yalnizlik bile olurmu$.
hesabın var mı? giriş yap