• bu başlığın altında bu kadar çok konuşmak yakışık alır mı? bilemiyorum. ancak bazı şeyler var ki; söylemeden de duramam.

    ben sözlükten soğuyalı çok oldu. hâlâ buraya yazıyor olmamın tek sebebi hayatım boyunca günlük, notlar vs.. tarzı bir defterimin olmaması, olamaması. ben o kadar istikrarlı birisi değilim. unutmamak için buradayım.

    şahsi sebeplerden ötürü bir süre önce nick altı entry'si yazmamaya, yazılan nick altı entry'lerini de (müspet ya da menfi fark etmez) favorilere eklememeye dair bir karar almıştım.

    ayrıca tam da bugün, hayatımda ciddi manâda etkisi olan bir dostumdan (kendisinin sözlükle ilgisi yok, okuru bile değil, aslında kendisinin dünya ile ilgisi yok) oldukça genel anlamda "olaylara karışma" şeklinde özetleyebileceğim bir dizi ikaz ve tavsiye aldım. allah'ın arzından insanı çekip almasının haşyetini sindirmeye çalışıyorken hem reel hayattaki kalabalıktan hem de sözlükteki kargaşadan berî durmak zorundayım. benim işim insanlarla, kişilerle değil. benim derdim kendimle. kemâlden zevâle, zevâlden kemâle geçişlerimle. bu geçişlerin ani ve baş döndürücü sarsıntıları ile. meftunu olduğum münzevi yaşayışa mecburi olarak da olsa bu kadar yaklaşmışken enerjimi ve bana bahşedilen bu olağanüstü vakti kendimi beslemeye, eksiklerimi gidermeye, kendimi mental anlamda yüklemeye adamak zorundayım.

    ancak tarafım bellidir. dilazad yârenimdir. mesnevi yüzyıllardır oradadır, kimsenin tekelinde değildir. hikmet, hakikat yitiğimizdir, aramak boynumuzun borcudur. mutasavvıf olanın sözlükte işi yoktur, olabilemez. bu işler öyle yürümez.

    şüphesiz allah en doğrusunu bilir. bahşedeceği bir lâhza sükûta ve sükûna tüm mahlukat olarak muhtacız.
  • bir cüsse işidir demiş mevlana. "... derin denizlerin işi. sığ suları en hafif rüzgarlar bile coşturabiliyor. derin denizleri ise ancak derin sevdalar. anladım ki, derin ve esrarengiz olan her şey susuyor. anladım ki susan her şey derin ve heybetli..."
  • bu devirde kabul görmeyen.

    ne kadar sessiz ise insan o kadar yalnız kalır. ne kadar ses yaparsa var sayılır. ne kadar sessiz ise zayıf görülür. halbuki ne demiş şems-i tebrizi "anladım ki derin ve esrarengiz olan her şey susuyor. anladım ki susan her şey derin ve heybetli."
  • sükûtun ikrardan geldiğini düşünüyorsanız ve bunu kabul etmek canınızı sıkıyorsa, sadece yöntem değiştirmek yeterli olabilir. belki önemli olan susmak veya susmamak değildir belki konuşacağın/konuşabileceğin zamanı beklemek gerekir. herkes her doğruyu söylemeye muktedir değildir tıpkı herkesin her doğruyu duymaya muktedir olmaması gibi.
  • "savaş ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sükutu olacaktır."

    aliya izzetbegoviç
  • sessizlik, konuşmama... bi tartışma sırasında, tartışmanın büyümemesi için atalardan kalan bi öğüt olan soz gumusse sukut altindir sözü içinde geçmesiyle akıllarda yer etmiştir. tek başına pek kullanılmaz zaten. onlar konuşur, biz sükût ederiz, salak derler, aciz derler, döwerler ama biz yine de sükût etmeliyizdir. altın çok değerlidir çünkü.
  • sin-kef-vav-te ile yazılan sükut susmak anlamına gelir.
    sin-kaf-vav-tı ile yazılan sükut ise kırılmak anlamına gelir.

    türkçe yazımda bu ikisi arasında fark yaratmak zordur.

    bazı müellifler ilkini sükut ikincisini sukut yazarak ayırırlar. oysa her ikisinde de sin'den sonra gelen ötre söz konusu olduğu için ya ikisinin de u ya da ikisinin de ü harfiyle yazılması gerekir. yani bu kelimelerin ilk ünlü harfi fark yaratmaz.

    ikinci sesli harf ise û ile de yazılan vav yani uzun u sesidir. kelimelerin her ikisinde de u sesi uzun olduğu için bu da bir fark yaratmaz. ancak birinde uzun u sesi kef öbüründe ise kaf'tan sonra gelmektedir. kaf'tan sonraki ötrenin u kef'ten sonraki ötrenin ü harfiyle yazılması geleneği vardır ancak bu gelenek uzun u harfine uygulanmaz. hele ki harfe boyu uzasın diye şapka konursa zaten u ile ü arasında bir fark kalmaz. uzun u harfi "uv" diye yazılsaydı belki "sükuvt" ve "süküvt" yazımlarıyla bir ayrım yapılabilirdi ama bunun hiçbir emsali yoktur.

    belirtmek gerekir ki harfi uzun okutan şapka işaretinin yarattığı karışıklık yetmezmiş gibi bir de harfin ince sessizden sonra geldiğini yani ince okunacağını göstermek için şapka koyanlar vardır. onlara göre de kaf'la yazılan sukut kef'le yazılan sukût* diye yazılır. ancak şapkanın işlevinin sesli harfi inceltmek mi yoksa uzatmak mı olduğunun belirsizliği bunun mükemmel bir çözüm olmasının önünde bir engeldir.

    çıkmayan candan umudu kesmeyerek son harflere bakalım: biri te öbürü tı ile bitiyor. yani birinden sonra gelen sesli harf ince öbüründen sonra gelen sesli harf kalın olacaktır. dolayısıyla belki şöyle bir ayrım yapılabilir:

    "sanığın sükutü ikrardandır"
    "hayallerinin sükutundan ben sorumlu değilim" gibi...

    ek: türkçedeki büyük ünlü uyumunu da gözeterek bu kelimelerden kef ve te ile yazılanı sükût, kaf ve tı ile yazılanı ise sukut diye yazmak kelimelerin arapça aslına sadık olma iddiasında olmasa da bunları türkçe birer kelime olarak ayırmakta büyük ünlü uyumu gibi makul gerekçesi olan bir ayrımdır.
  • ilk dinleyiste tuyleri diken diken yapan sahane melis danismend sarkisi*. insanin agzina cok rahat sicabilir, temkinle yaklasmak gerek.

    edit: al kirdin kirdin
  • "elimde sükutun nabzını dinle/ dinle de gönlümü alıver gitsin..."
  • sükut ceza hukukunda, sorgulamada red anlamındadır
    icra hukukunda ödeme emri, icra emrine karşı sessiz kalmak ikrar anlamındadır
    borçlar hukukunda bir icap(teklif) yapılır da kişinin mesleği bunu kabul etmeyi öngören bir mesleksa sükut yine ikrardandır. değilse, sükut icabın reddi sayılır.

    ama hepsinden de önce, sükut ikrardan gelir sözü, bir fıkıh kuralıdır. hz. muhammed bir şey görüp de ses çıkarmamışsa onu onayladığı varsayılır.
    konu hakkında ayrıntılı bilgi için (bkz: sükut ikrardan gelir)
hesabın var mı? giriş yap