• yaş aldıkça anlaşılan şeylerden birisi fikret'in o kadar da süper bir baba olmadığı.
    cebinde metelik yokken, evinde üç çocuk varken her gördüğü kadına aşık olup flört eden, her gece evden dışarıda boğaza karşı rakı yuvarlayan süper baba mı olur?

    üstelik bu kadınlardan bir tanesi en yakın arkadaşı, kan kardeşi nihat'ın kız kardeşi ipek. gençliğinde zengin şule'yi güzel ve alımlı ipek'e tercih etmiş. fakat ipek mahalleye geri döndüğünde kendisini takıntı haline getirmiştir. işi son raddeye taşıyarak ipek için intihar bile etmiştir. peki sorarım, zamanında terk edip gittiği kadın kendisine yüz vermiyor diye intihar edip 3 çocuğunu ortada bırakmayı göze alan bir adam nasıl süper bir baba olabilir?

    şule, refah içinde yaşayan ve çocuklarını yanına almak isteyen bir anne olarak daha mı kötü bakardı çocuklara? o dönemlerde hepimiz dizinin de çeşitli oyunlarla manipülatif gösterdiği şule'yi kötü bildik. ancak şule'nin fikret'e olan sinirli halleri dışında bir kötülüğünü görmedik şimdi düşününce.

    velhasıl, 90'lar çocukları için acı bir gerçek ama fiko pek de süper bir baba değildi.
  • su ana kadar istanbulun en guzel yerinde, en guzel konulu, en iyi muzikleri olan (nede olsa yeni turku yapmis), gelmis gecmis cekilmis en guzel dizi...
  • alim; galatasaray lisesi’ni kazanmistir ve amcasi cevdet cok sevinmis olmasina ragmen koyu fenerli yegeninin bozulmasini istemez. ona cok siki tembihler verir, ne olursa olsun kim ne derse desin her zaman fenerli kalacaktir.

    simdi, bu yukarida yazdiklarim super baba’da gercekten olmus mudur?

    peki ya yakup dede’nin arabasini, dizinin hem o zamanki yonetmeni hem de 2 yil sonra derya’nin babasini oynayacak olan tunca bey; ilk kez nerede gormustu?

    ya da; 2. sezonun en sonunda; tum hafta boyunca fragmani verilen finalinde ne olmustu?

    fikret kendi evinde kimsenin olmadigi bir ani kollamis; deniz’i cagirmis ve bulmak icin gunlerce eskicileri dolastigi muzik kutusunu ona hediye ettikten hemen sonra calan kapiyi actiginda amerika’dan gelmis ve sarisina donusmus ıpek’le bolumun son 2 dakikasinda tam olarak ne konusmustu? ya da hic ama hicbir kelime bile etmemis miydi?

    peki hafta boyunca yayinlanan fragmanlarda neden yakup dede laz sivesiyle konusmazdi? neden arka taraftaki aksiyonlarin sesi cok daha dolu gelirdi?

    ya da dizinin iyiden iyiye konu bulma sikintisina girmeye basladigi 3. sezonun baslarinda neden hasan basri’nin utopyasini nerdeyse 1 tam bolum boyunca izlemek zorunda kaldik?

    evet yukarda anlattiklarimi, eger bu diziyi 93-97 arasinda izleyenlerden degilseniz asla tekrar ediyorum asla bilemeyeceksiniz. bahsettiklerimin tamami selde kaybolan bolumlerdendir. simdiye kadar sadece tek bir kez o da ilk yayinlandigi zaman 1993-1995 yillarinda gosterilmistir, sonra da sadece anilarda, hafizalarda kalmistir.

    kimbilir, belki de boylesi cok daha guzel; milo venusu gibi..
  • geçtiğimiz hafta son sezonlarının bazı sahnelerini izledim biraz... neden başarılı olduğuna dair şöyle tespitlerim var:

    -senarist sulhi dölek'in bu tip bir aile dizisinde olabilecek bütün dram ve komedi klişelerini ustalıkla kullanması, bunları izleyicinin üstüne kürekle bol bol atması.

    -şevket altuğ-sümer tilmaç'ın fantastik derecedeki uyumu... onların sahnelerini izlediğinde: "evet bunlar gerçekten de 40 senedir kanka olmalı" dersin, arkadaşlıklarına hemen inanırsın. ama aslında tam öyle değiller, mesela tilmaç şevket altuğ'a saygıdan ötürü "siz" ya da "şevket abi" diye hitap ediyordu.

    -sıcak/samimi mahalle ortamı, esnafı ve atmosferi.

    -her yaştan insan izleyebilsin diye hem kadın, hem erkek olarak; yaşlı, orta yaşlı, genç ve çocuk karakterler. bunların hepsinin aşk hayatlarının konu alınması...

    -karakterler basit ve sıradan oldukları için izleyicinin karakterlerle kolaylıkla empati kurabilmesi.

    -çok başarılı dizi müzikleri.

    -genellikle iyi yönetmenlik ve ortalama üstü oyunculuk.
  • kesinlikle türk tv tarihinin en güzel ve başarılı tv dizisi . . .
  • son bölümlerden birinde (sonuncu ya da bir önceki bölüm) fikonun patlayıp isyan ettiği, kendine, kaderine, hayata, çengelköye kızıp, adeta sinir krizi geçirdiği muhteşem sahne:

    http://www.youtube.com/watch?v=frhuishzd6c

    silinmesi ihtimaline karşılık:

    --- spoiler ---

    (gece. fiko ile nihat sandalda konuşmaktadır)
    fiko: dedi ki sonra, sen gitmemi istemiyorsan, yani gitme dersen gitmem, dedi. kal de kalayım, dedi. tek istediği buydu nihat. eğer gitme desem-
    nihat: sen ne dedin peki?
    f: gitme desem gitmeyecekti düşünsene...
    n: ona ne dedin fiko? sen ne dedin elif'e?
    f: yapamam dedim..
    n: yapamam dedin?
    f: gitme kal diyemedim. nasıl diyeyim? ben, benim işte. her şey böyle. yani... niye böyle nihat?.. niye böyle be?

    (aynı gece. nihat ve fiko çengelköy sokaklarında evin yolunu tutmuşlardır. fiko'nun bakışları etrafa, dükkanlara kayar. birdenbire durur.)
    nihat: ne durdun? yürü hadi, seni eve bırakayım.
    fiko: niye ben böyleyim nihat? niye bu kadar korkağım?
    n: saçmalama be oğlum, değilsin.
    f: niye hiçbir şeye cesaretim yok? elif dedi ki bana, hep başkaları ne der diye soruyorsun, dedi. kendim ne isterim diye düşünmüyormuşum hiç... haklı.. düşünmeye bile korkuyorum... sence niye peki böyle nihat? niye? niye söyle? neden kapıp koyuveremiyorum kendimi, neden her şeyi oluruna bırakamıyorum?
    n: fiko... çünkü sen.. sen var ya sen.. fiko-
    f: ben buraya hapsoldum nihat. hapsoldum. evler, dükkanlar, ağaçlar, hep aynı şeyler, aynı yüzler, aynı sesler.. yedi yaşında geldim ben buraya nihat! ne hayallerle geldim! kırk yıl sonra halime bak! buranın bir parçası oldum, iskele gibi, durak gibi, sermet'in köşesi gibi-
    n: fiko...
    f: yaşıyor muyum, ölü müyüm, taş mıyım, ağaç mıyım, duvar mıyım ben neyim! hayatımın anlamı ne!
    n: fiko, fiko senin bir ailen var. çocukların var, arkadaşların var fiko..
    f: çocuklarım, babam, dedem, eski karım, arkadaşlarım, ya ben nihat? ben nerdeyim ya? yetti artık, burama geldi! dayanamıyorum be, nefes alamıyorum ya! ölünce arkamdan iyi adamdı diyecekler, kıyak delikanlıydı diyecekler, fedakardı, ailesine düşkündü, yardımseverdi, hep başkalarını düşünürdü, çengelköy'ün evliyasıydı!
    n: yapma fiko.. allah aşkına yapma böyle be fiko!
    f: hadi, hadi gömün beni! ne bekliyorsunuz, şimdiden gömün! yaşamıyorum zaten, yaşamıyorum! yaşasam "sen kendin için ne istiyorsun be adam" diye sorarım, soramıyorum! korkuyorum! sevdiğim insana, bekle ben de geliyorum, diyemiyorum ben be! ölmüşüm ben nihat, ölmüşüm ya! siz öldürdünüz beni, siz! siz!
    (fiko, koşup yan taraftaki dükkanın kepenklerine saldırır, sarsıp zorlamaya başlar)
    f: beni bu semt öldürdü! allah kahretsin! istemiyorum, istemiyorum, ölmek istemiyorum! durduğum yerde çürümek istemiyorum!!
    (nihat, fiko'yu tutup sakinleştirmeye çalışır. ama fiko elinden kurtulup sermet'in tezgahına yönelir. tezgah'ı yerinden çıkarıp atar, tabureye tekme atar. nihat "fiko" diye bağırarak ve tutmaya çalışarak fiko'yu sakinleştirmeye çalışır. fiko kıpkırmızı olur, direklere tekme sallar)
    f: istemiyorum! istemiyorum! elif, benim son umudumdu, son çaremdi! bu hapishaneden çıkaracaktı! o benim kurtuluşumdu! gitme demek istedim, diyemedim! diyemedim! diyemedim!! diyemedim nihat, diyemedim!!!
    n: fiko-
    f: elif de gitti nihat.. ben gene kaldım.. bittim.. bittim ben nihat... (hıçkırıklara boğulur)

    --- spoiler ---

    gene kalmak. hep kalmak. hiç gidememek. ne kötüdür, ne acı vericidir, ne kadar da gerçektir. şevket altuğ ne güzel oyuncudur. süper baba ne güzel dizidir..
  • babam.

    yaşım 11-12 olsa gerek. ortaokuldayım. cep harçlığım yetmiyordu o zamanlar. parayı yatırdığım yer de atari salonları. hep düşünmüşümdür şu street fighter`a verdiğim parayı başka yerlere harcasam ne olurdu diye. her cuma inşaatı devam eden minare için bağışlasam belki bir minareye benim adımı vereceklerdi, borsaya girsem yalıda oturacaktım, bilmiyorum. işte bu zamanlarda, hayatımın en büyük utancına dadandım, evden para çalmaya başladım. evimizde para asla ulaşılmaz yerlere konmazdı. kimse çocuğuan toz konduramaz zira. o yüzden atraksiyona girmeden ulaşıyordum paraya. e malum çocuk aklı; asla da düşünmedim farkedilebileceğini. en akıllıydım ya ben... babamın para çaldığımı farketmesi uzun sürmedi. hiç unutmam bir pazar sabahıydı. aile ritüelimiz olan maaile edilen kahvaltı sofrasındayız. babam yemekten sonra benle konuşacakları olduğunu söyledi ve ekledi: "erkek erkeğe". anlamadım elbette konu başlığımızın ne olabileceğini. oturduk. babam bana bakıyordu, gülümseyerek başladı konuşmaya;

    -oğlum harçlığına zam yapalım.
    -ihtiyacım yok ki baba.

    kocaman bir kahkaha attı babam;

    -olur mu oğlum? genç adamsın sen. ihtiyacın olmasa da cebinde bulunsun.

    para çaldığımı biliyordu, anlamıştım. çocuk olmama rağmen beni azrlamayı değil, kendimi düzeltme seçeneğini bana bırakmayı tercih etmişti o pazar. o günden sonra bir kuruş bile çalmadım. ne evden ne başka bi`yerden. babam da asla bu günden bahsetmedi.

    yaşım geldi 16`ya sonra. kafam pek çalışmıyor matematiğe o zamanlar. lisede edebiyat okumuş babam; anlamaz matematikten. söyledim yapamadığımı. geç saatlere kadar çalışmasına rağmen oturdu ve matematik çalıştı benle günlerce ve aynı şeyi tembihledi hep;

    -oğlum emek harcamadan, çalışmadan hiç bir şey olmaz. en kolayı ekmek yemek, onu bile çiğnemek gerekir.

    o zamandan sonra hiç bi`şey için "yapamam" demedim denemeden; çünkü biliyordum ki bir çalışmamla olmuyorsa iki çalışmamla olurdu istediğim. ben yeter ki isteyeyim.

    şimdi 26 yılını devirmiş olduğum hayatıma şöyle baktığımda babamla ilgili anlatabileceğim o kadar çok şey var ki bana ilham veren; ben bile inanamıyorum bazen. emeğin, çalışmanın, sabrın, sevginin, adaletin, neşenin, ailenin, ev huzurunun ne olduğunu babamdan öğrendim ben ve ona hayranlık duymadığım tek bir gün bile yok.

    kime olursa olsun bir erkeğin başka bir erkeğe sevgisini ifade edebilmesi hep çok zor gelmiştir bana. o yüzden babama da asla söyleyemedim o`nu ne kadar sevdiğimi. bu yazıyı bir kayıptan sonra yazmış değilim, ya da bir doğum günü arefesi değil bugün ama zamanın hızla geçtiği gerçeği her baktığım sararmış fotoğrafta çarpıyor yüzüme serince. korkarım bir gün bu dünyada en çok güvendiğim adam olmayacak hayatımda ve ben, o gün ne yapacağımı bilmiyorum.

    baba seni çok, ama çok... neyse.

    ne dersin, sence de behlül gibi bitirmedim mi?

    *
  • her sabah mavi önlük giyip beyaz yaka taktığım, annemin saçımı arkamdan sıkı sıkı tutup kalın bir örgü yaptığı günlerdi.
    haftada bir gün, atv'de süper baba yayınlanırdı. fragman başlar başlamaz ben de blok flütümü kapar çalmaya başlardım "süper baba"yı.

    annemle babam yeni ayrılmıştı, babam farklı bir şehirde yaşıyordu.
    televizyonda ise süper baba, inadına.
    kıskanıyordum o veletleri, babalarının kıymetini bilmiyorlar diye. ha bire saçma sapan şeyler yüzünden tartışıyorlardı adamla. gerçi onların da annesi... aman bana ne, en azından aynı şehirde değiller miydi anneleriyle?

    ben neredeyse hiç görmüyordum babamı.
    televizyonda, süper baba. inadına.
    tek bir bölüm bile atlamadan seyrederek yaratılan yeni bir dünya.
  • bugüne kadar türkiyede çekilmiş olan dizilerin arasında tartışmasız en üstün ve en sürükleyici olanı, ikinci bahar falan hikaye yani...
  • --- spoiler ---

    ipek amerikaya gitmek üzere taksiye biner. ona veda etmeye fiko gelmemiştir.
    bir ümit fikoyu görürüm diye ya da basit bir son sahne fotografı için taksinin camından arkaya bakar ipek.
    taksi ilerler...derken taksinin yanından geçtiği bir ağacın önünde tek başına, yüreği karalar bağlamış, çaresiz kalmış fikoyu görürüz.
    sevdiceğine veda etmeye gelmiş ama konuşmaya gücü yetmemiştir, gözleri yaşlıdır...

    bu sahne benim görsel sanatlar tarihimin en duygulu sahnesidir. 13-14 yaşındayken de ağlatmıştı beni. hala da ağlatabiliyor.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap