• 1977 yılında kaydedilen seconds out albümünde parçayı phil collins'in yorumuyla dinlemek mümkündür, ancak collins bu performansıyla şarkyı yorumlamaktan çok peter gabriel'in kötü bir taklidi olarak gözükmüştür.
  • genesisin 72 tarihli foxtrot albümünün tamamına hükmedecek karakterde, her şeyin üstünde diğerlerine alaycı bakışlar fırlatacak kadar eşsiz, mucize yaratılışda olan, yer yüzünde bestelenmiş şarkıların en muhteşemidir.
    bu şarkı ne kadar övülse, üzerinde ne kadar konuşulsa azdır.
    suppers ready yi hakkıyla özümseyen bir insanın onu dinlemeden önceki insanla aynı olacağına inanmıyorum.
  • steve hackett bu şarkıyı mikael akerfeldt'in vokalleriyle tekrar kaydetmiş. daha ne zaman, ne şekilde ortaya çıkacak belli değil ama çok merak ettim lan.
  • aklıma coraline'ı getiren cümle. coraline'ın the other mother'ı, the other father'ını yemek için çağırmasını isterken kullanmıştır bu cümleyi.

    --- spoiler ---

    "i'm your other mother, silly. now go tell your other father that supper's ready."

    --- spoiler ---
  • 23 dakikalık bir müzik arka arkaya 3 kez dinlenir mi? konu supper's ready gibi bir sanat eseri olunca cevap çok rahatlıkla evet oluyor. hatta daha fazla dinlenir de zaman kısıtlı oluyor. diğerlerinin de hakkını yememek lazım tabi.

    (bkz: atom heart mother)
    (bkz: echoes)
    (bkz: shine on you crazy diamond)
    (bkz: a change of seasons)
    (bkz: octavarium)
  • yaklaşık 3 buçuk senedir entry girilmemiş ve girilen entry sayısı da 1 sayfayı geçmiyor. şu ana kadar yazılıp bestelenmiş ve ileride de öyle olacak(muhtemelen) olan genesis şaheseri.
  • böyle bir şaheserin koskoca sözlükte -ki bu sözlük ülkenin entelektüel geçinen tipleri tarafından kullanılıyor-, sadece 8 kişi tarafından entry girilecek kadar önemli bulunması insanoğlunun ne kadar aptal ve cahil olduğunun kanıtıdır.
    şunu da şuraya bırakalım supper's ready illustrated
  • psychedelic etkisinde dinlemek gereken şaheser. henüz denemedim, deneyince şarkının asıl anlatmak istediğini size de anlatırım. sağlam kafayla bi bok anlamadım zira, alegori üzerine alegori, sembolizm üzerine sembolizm.
  • sözlükteki nickime ilham olmuş şarkıdır kendileri. progressive rock denilince akla gelen ilk eselerdendir. diğer pek çok şarkıdan farklı olarak (benim bildiğim tek örnektir) girişe sözle başlar ki bize ne kadar çok şey anlatacağının sinyalini baştan verir. şarkı hakkında yapılan analizler mevcuttur, ancak ingilizce kaynaklar dahil yapılan analizlerde, şarkıdaki alt metinlere yeterince inilmediğini gördüm. ingilizce bulabildiğim en ayrıntılı inceleme buradaki analiz oldu. türkçe olarak da bir arkadaş analiz etmiş; yabancı kaynaklardan derlediği bilgilerle, kendi araştırmalarından yaptığı çıkarımları harmanlayıp yabancı kaynaklardan daha güzel bir çalışma oluşturmuş. o incelemeye de https://pinkfloydturk.net/…uppers-ready-aciklamasi/ buradan ulaşabilirsiniz. bu kaynaklardaki bilgilerden de faydalanarak, bu düşünceleri yaptığım çıkarımlarla ve yorumlarımla temellendirip; yeni şeyler ekleyerek ve bazı yerlere daha farklı yaklaşarak ben de bir analiz yapmak istedim.

    benim için yazması çok zor ve gerçekten çok uzun bir yazı oldu. sizin için de okuması kolay bir yazı olmayacağını önceden belirteyim, o nedenle sakin bir kafayla okumanızı öneririm. yazı ilerledikçe yazının önceki kısımlarıyla ilişkiler olacak. şarkı analizi dışında, yeri geldiğinde şarkıyla ilişkilendirdiğim bazı unsurların bilgilerini verip, onların analizini de yazıyı temellendirmek adına yapacağım. o nedenle yazı bazı noktalarda şarkı analizinden uzaklaşıyor gibi görünse de o analizler de aslında şarkıdaki fikirlerle uyuşan noktalarda olacak. lafı daha da uzatmadan şarkı için çıkarımlarımı satırlara dökeyim müsaadenizle.

    yazıya başlamadan önce iki hususa değinmek istiyorum. bunlardan ilki, şarkının yorumlanmasında supper's ready 1972-1973 turnesi için verilen el broşürü'nden de faydalandım. her bölümde sözleri yazmadan önce o bölümün broşürdeki bilgisini yazıp, sözlere öyle devam edeceğim.

    ikinci olarak inceleme sırasında kullandığım kaynakları çok fazla paylaştım. hatta bazıları gereksiz oldu, ben de farkındayım ama olmasının bir zararı olmayacağını düşündüğüm için silmedim. ileride şarkıyı tekrar incelemek isteyenler için belki faydası olabilir. bunu da belirttikten sonra müsaadenizle yazıya başlıyorum.

    i. lover's leap
    {aşıkların atlayışı}

    in which two lovers are lost in each other's eyes, and found again transformed in the bodies of another male and female. (1)

    (1)aşıklar birbirlerinin gözlerinin içerisinde kaybolurlar(1.1) ve kendilerini başka bir erkek ve kadının bedenlerine dönüşmüş(1.2) halde bulurlar.

    walking across the sitting-room, i turn the television off. (2)
    {oturma odası boyunca yürüyorum, televizyonu kapatıyorum}
    sitting beside you, i look into your eyes. (3)
    {yanına oturuyorum, gözlerine bakıyorum}

    (2) (3) bu iki dizeyi bu bölümün ilerleyen kısmında düşüncemi temellendirmek için açıklayacağım.

    as the sound of motor cars fades in the night time, (4)
    {otomobillerin sesi gece vakti azalırken}

    (4)burada iki tane metafor var. biri sesin azalması diğeri de gece vaktindeki otomobiller. ilk olarak gece vaktindeki otomobillerden başlamak istiyorum. gece vakti olmasıyla ne anlatılmak istenmiş olabilir? farların açık olması, yani ışık. incil'de ışık, karanlığı parlatan ışık olarak geçmekte. aynı arabaların farlarının geceyi aydınlatmasında olduğu gibi. incil'de geçen bu ışık metaforu da sonsuz yaşam anlamına gelmekte.

    ayrıca "ışığı takip etmek" de insanın ölüme yaklaştığını belirten bir işarettir. sesin azalması da aynı "ışığı takip etmek" gibi dünyadan uzaklaşıp, ölüme yaklaşıldığını belirtmek için kullanılabilecek bir metafordur.

    sonuç olarak (1)el broşüründe bu bölüm için yazan (1.1)"birbirlerinin gözlerinin içerisinde kaybolması" ölümü, ve (1.2)"bedenlerinin dönüşümü" de ölümden sonraki yaşamı simgelemektedir.

    bölümün ismi olan lover's leap; çevirisinin aşıkların atlayışı olmasının yanı sıra, çok yüksek yerlere verilen isim olarak da kullanılmaktadır ve bu yüksekten atlayış da aşıkların ölümünü simgeleyen diğer bir unsur olarak görülebilir.

    i swear i saw your face change, it didn't seem quite right. <--(5)
    {yüzünün değiştiğini gördüğüme yemin ederim, tam net gözükmüyordu}
    ...and it's hello babe with your guardian eyes so blue <--(5)
    {merhaba masmavi koruyucu gözleri olan bebeğim}

    (5)bu dizedeki "yüzünün değiştiğini gördüğüme yemin ederim" ifadesi aşıkların bedenlerinin dönüştüğünü yani ölümün gerçekleştiği ve ölümden sonraki yaşama geçtiklerini göstermektedir.

    "merhaba bebeğim" ifadesiyle ölümden sonraki yaşamda sevdiğini selamlar, "masmavi koruyucu gözleri olan" ile gözlerinin maviliğine vurgu yapılır ve ilerleyen dizelerde ise,

    hey my baby don't you know our love is true.
    {hey bebeğim aşkımızın gerçek olduğunu bilmiyor musun?}
    coming closer with our eyes, a distance falls around our bodies.
    {gözlerimiz birbirine yaklaşırken, bedenlerimizin arasına bir mesafe giriyor.}
    out in the garden, the moon seems very bright, (6)
    {dışarıda bahçede ay çok parlak görünüyor}

    (6) "ay çok parlak görünüyor" ifadesi ile de ayın parlaklığı belirtilir.
    hem gözün hem de ayın görselliğinin pekiştirilmesi (so blue / very bright), gözlerinin maviliğinin yanı sıra mavi ay teriminin de dolunayı ifade etmesi ve ay'ın da o sırada çok parlak olması nedeniyle göz ile ay arasında bir ilişki yaratıldığını düşündüm.

    burada göz metaforunu, mısır mitolojisinde gökyüzü tanrısı olan horus'un gözüne bağladım. göz ile ay arasındaki bağı mısır mitolojisine bağlamamın nedenlerinden ilki üçüncü bölüme adını veren ikhnaton, mısır firavunlarından biridir; yani grup mısır mitolojisi hakkında bilgiye sahip.

    ikinci olarak, (2)ilk dizede geçen televizyon metaforuna değinmek istiyorum. televizyon metafor olarak birçok anlamda kullanılıyor, o yüzden ilk başta açıklamam uygun olmayabilirdi. bu anlamların biri de televizyon ilk çıktığı zamanlarda tanrı'nın gözü olarak görülüyormuş. çünkü her yerde ve herkesin hayatına giren yeni bir icat olduğu için insanlar televizyonu ilk başta anlamlandıramamışlar ve ekranı gözle ilişkilendirerek böyle bir benzetmeye gitmişler (peki zeki müren de bizi görecek mi? *). televizyon dizesinin arkasından gelen dizede de (3) yine göze atıf yapılmış ama bu atıf, ayla bağlantı kurarken ilişkilendirdiğimiz gözün rengine değil, "gözlerine bakıyorum" diyerek görme özelliğine yapılmıştır. bu da televizyon için kullanılan tanrı'nın gözü metaforunu desteklemektedir. ayrıca 1984 kitabını okuyanlar da televizyonun ne amaçla kullanıldığını hatırlayacaklardır.

    bu dizeyi horus'un gözüne bağlamamın son nedeni, hristiyanlıktaki son akşam yemeği'ne benzer bir olayın mısır mitolojisinde de geçtiği düşünülmekte. set'in, kardeşi osiris'i öldürmek için kurduğu komployu hayata geçirmesi için bir çeşit son akşam yemeği toplantısı düzenlenmiş. bazı kaynaklarda toplantıda osiris'in oğlu horus'un da yer aldığı söylenmekte 1 2 3. ikinci bölümde bu tanrılarla ilgili bir analiz daha olacak, bu yazılanları onunla da birleştirirseniz düşüncenin temeli daha da kuvvetlenecektir.

    göz ile ay arasındaki ilişkiye gelecek olursak; horus'un sağ gözü güneşi sol gözü ise ay'i sembolize etmektedir. öndeki yedinci azizin elinde tuttugu "haç" da, horus'un da sahip olduğu ankh olabilir (haçı yukarıya tutmuş olması da gökyüzü çağrışımı yapmakta; yani bu haçın normal bir haç değil de, gökyüzü ile ilişkisi olan bir haç olduğu fikrini vermekte). ayrıca ankh, sonsuz yaşam veya ölümden sonraki yaşamı sembolize etmekte.

    bu bilgiler ışığında aşıkların kendilerini başka bir bedene dönüşmüş halde bulmalarını ölümden sonraki yaşam olarak düşünürsek; göz ile ay kavramlarını, aşıkların bedenlerinin dönüşümünü pekiştirmek için kullanılan bir sembol olarak görebiliriz.

    six saintly shrouded men move across the lawn slowly. <--(7)
    {aziz gibi örtülü altı adam çimenlik boyunca yavaşça ilerliyor}
    the seventh walks in front with a cross held high in hand. <--(7)
    {öndeki yedinci yukarıya tuttuğu haçıyla yürüyordu}

    (7)numaralı dizelere bakarsak burada altı aziz gibi örtülü adamdan ve bu altı adamdan ayrı olarak yedinci adamdan bahsediliyor. buradan yedincinin ayrı bir yeri olduğunu çıkarabiliriz. incil'de yedi rakamı çok yerde kullanıldığı için neyin kastedildiğini anlamak zor ama buradaki yedi adamı tanrı'nın yedi ruhuna bağladım. peki bu ruhlar neler? bilgelik ve anlayış ruhu, öğüt ve kudret ruhu, bilgi ve tanrı korkusu ruhu olarak altı tanesini sayabiliriz. peki yedinci ruh nedir? tanrı'nın kendisinin ruhu. burada da yedinci ruhun diğer altı ruhtan ayrı bir yeri olduğunu düşünmek mümkün, pasaja bakarsanız "tanrı'nın ruhu ona dayanacaktır" denilip daha sonra sonra diğer altı ruh söylenmekte.

    pasajda tanrı'nın ruhu "o"na dayanacak deniyor. peki bu kişi kim olabilir? biraz daha beyin fırtınası yapacak olursak ve yedinci adamı ikinci yönüyle de düşünürsek; yedinci adamın yukarıya tuttuğu haç ifadesinde, haçı bu yedi ruhu ifade eden unsur olarak ve yedinci adamı da yedi ruhun dayandığı kişi olarak da düşünebiliriz.

    vahiy 3:1'de "...tanrı’nın yedi ruhuna ve yedi yıldıza sahip olan şöyle diyor: ..." yazmakta. buradan yedi ruh ile yedi yıldıza sahip olan kişinin aynı kişi olduğu çıkarılabilir. ayrıca pasajın ingilizcesi'nde sahip olmak kelimesi "hold" ile ifade edilmiş, aynı yedinci adamın haçı tutmasında ifade edilen "hold" gibi.

    şimdi de yedi ruha, aynı zamanda yedi yıldıza sahip olan kişiye gelelim. vahiy 1:16-17 pasajlarına bakarsanız, ilk ve son olan kişinin sağ elinde yedi yıldız olduğu belirtilmekte ve pasaj bölümünün başlığına bakarsanız ilk ve son isa'dır yazmakta. buradan isa'nın yedi yıldıza sahip olan kişi olduğu, bununla birlikte yedi ruha sahip olduğu sonucuna varılabilir.

    ...and it's hey babe your supper's waiting for you. (8)
    {hey bebeğim, akşam yemeğin seni bekliyor}
    hey my baby, don't you know our love is true.
    {hey bebeğim, aşkımızın gerçek olduğunu bilmiyor musun?}

    i've been so far from here, (9)
    {buradan çok uzaktaydım}
    far from your warm arms. (10)
    {senin sıcak kollarından uzakta}
    it's good to feel you again, (11)
    {seni tekrar hissetmek güzel}
    it's been a long long time. hasn't it?
    {çok uzun zaman oldu. değil mi?}

    buradaki açıklamadan önce (10)'daki "sıcak kollar" ifadesinden yola çıkarak, size bu dizelerle bağlantılı olduğunu düşündüğüm incil'deki luka 15:20 pasajını paylaşmak istiyorum. "fakat hala çok uzaktayken, babası onu gördü ve ona karşı şefkatle doldu; oğluna koştu, onu kollarının arasına aldı ve onu öptü." (olayla bağlantılı diğer pasajları okumak isterseniz luka 15 11-20 arasına bakabilirsiniz. türkçe'de bazı çeviriler tam anlamını verememiş ama konuyu anlamanız için yeterli)

    pasaj ile bu dizeleri birleştirirsek, babanın oğlunu sıcak kolları arasına almasını tanrı'nın isa'ya olan sevgisinin metaforu olarak düşünülebiliriz ve bu ifadenin (8)akşam yemeği dizesinin hemen arkasındaki dizelerde gelmesi, akşam yemeğinin haftasında çarmıha gerilerek acı içerisinde ölen isa'nın dünyadayken uzak kaldığı tanrı'nın yani babasının yanına geri dönmesi ve çektiği acıların ardından onun merhametli sıcak kollarına kavuşması olarak yorumlanabilir.

    luka 15'e geri dönersek, 15:32'de babası büyük oğluna, sarıldığı oğlunu kastederek "çünkü bu kardeşin ölmüştü, yaşama döndü; kaybolmuştu, bulundu!" demekte. yani isa'nın ölüp daha sonra mesih olarak geri dönmesi gibi. luka 15'in tamamına bakarsanız bu hikayenin başlığı "kaybolan oğul benzetmesi". yani tanrı ve isa'nın incil'de böyle bir benzetmeyle anlatıldığını şarkı bize göstermek istemiş ve şarkıda da tanrı ve isa'yı "aşıklar" benzetmesiyle bize üstü kapalı şekilde anlatmışlardır.

    ayrıca (7) numaralı dizedeki yedinci aziz gibi örtülü adamın hem tanrı'nın kendisinin ruhu hem de isa olarak yorumlanması da (9)(10)(11)'de anlatılmak istenen olayın isa'nın tanrı'ya kavuşması olduğunu desteklemektedir.

    ii. the guaranteed eternal sanctuary man

    the lovers come across a town dominated by two characters; one a benevolent farmer and the other the head of a highly disciplined scientific religion. the latter likes to be known as "the guaranteed eternal sanctuary man" and claims to contain a secret new ingredient capable of fighting fire. this is a falsehood, an untruth, a whopper and a taradiddle, or to put it in clearer terms; a lie. (12)

    (12)aşıklar kasabaya gelirler, bu kasaba iki kişi tarafından yönetilmektedir. bunlardan biri iyiliksever çiftçi, diğeri ise yüksek disiplinli bilimsel bir dinin lideridir. bunlardan ikincisi aynı zamanda "the guaranteed eternal sanctuary man" (sonsuz (yaşamı) garanti edilen ibadethane adamı) olarak bilinmekten hoşlanır ve ateşle mücadele edebilen gizli yeni bir içeriğe sahip olduğunu iddia eder. bu sahtekarlıktır, doğru değildir, en açık ifadeyle yalandır.

    i know a farmer who looks after the farm. <--(13)
    {bir çiftçi tanıyorum, çiftlik ile ilgilenen}
    with water clear, he cares for all his harvest. <--(13)
    {temiz su kullanıp, tüm hasatıyla ilgilenen}.
    i know a fireman who looks after the fire. <--(13)
    {bir itfaiyeci tanıyorum, ateş ile ilgilenen}

    (13)burayı bu bölümü tekrar ele aldığımda açıklayacağım.

    you, can't you see he's fooled you all. (14)
    {hepinizi kandırdığını göremiyor musunuz?}

    (14)burada anlatıcılarımız (aşıklar) itfaiyecinin herkesi kandırdığını söylüyor. (12)'de de bilimsel bir dinin lideri olan ve "the guaranteed eternal sanctuary man" olarak bilinen kişinin sahtekar olduğu belirtilmişti. bu iki ifadeden bilimsel bir dinin lideri olan ve "the guaranteed eternal sanctuary man" olarak bilinen kişinin aynı zamanda itfaiyeci olduğunu çıkarabiliriz. bu durum şarkının ilerleyen kısımlarında netlik kazanıyor.

    yes, he's here again, can't you see he's fooled you all. (14.5)
    {evet, o tekrar burada, hepinizi kandırdığını göremiyor musunuz?}
    share his peace, (15)
    {huzurunu paylaş(mak için)}
    sign the lease. (16)
    {kontratı imzalayın}

    (12) ateşle mücadele ifadesi mecaz anlamıyla ele alınırsa, mücadele eden kişinin dini lider olduğu göz önünde bulundurularak bu ifade cehennem olarak düşünülebilir.

    (15) ve (16)'da "huzurunu paylaşmak için kontratı imzalayın" dizeleri var. dini lider'in huzuru ne olabilir dersek, bunu da cennet olarak düşünebiliriz. genel olarak inanılan durumu söyleyecek olursak, dini liderlerin çoğunun dine uygun bir hayat sürüp cennete gideceğine inanılır. ingilizce'de de rest in peace ölümden sonraki huzuru yani aslında cenneti ifade eder. ateş ile mücadelesinden itibaren olan bilgileri toparlarsak; cehennemle (ateşle) mücadele edebilen gizli yeni bir içeriğe sahip olduğunu iddia eden dini liderin, cennetini (huzurunu) paylaşması için kontrat imzalatması da bizi endüljans'a çıkarır. endüljans da kısaca orta çağ'da avrupa'da kilisenin insanların günahlarının affedilmesi ve ölümden sonra cennete girmesi için para karşılığı sattığı af belgesidir.

    he's a supersonic scientist, (16.5)
    {o süpersonik bir bilim adamı}
    he's the guaranteed eternal sanctuary man.
    {o sonsuz (yaşamı) garanti edilen ibadethane adamı}
    look, look into my mouth he cries, (17)
    {ağzıma bakın diye bağırır}
    and all the children lost down many paths, (18)
    {tüm çocuklar, yollarının birçoğunu kaybetti}
    i bet my life you'll walk inside (19)
    {hayatım pahasına bahse girerim içeri yürüyeceksiniz}
    hand in hand, (20)
    {el ele}
    gland in gland (21)
    {salgı bezi ile}
    with a spoonful of miracle, (22)
    {kaşık dolusu mucize ile}

    bu dizeler şarkının ilerleyen kısımlarıyla da ilişkili olduğu için bu dizelerdeki analizi şarkının sonuna taşıdım. orada şarkıyı farklı yönden tekrar ele alacağım kapsamlı bir analiz olacak. şu an için sadece (18)'i ele alacağım.

    (18)matta 18:12-14'te "12.siz ne dersiniz? bir adamın yüz koyunu olsa ve bunlardan biri yolunu şaşırsa, doksan dokuzunu dağlarda bırakıp yolunu şaşıranı aramaya gitmez mi? 13.size doğrusunu söyleyeyim, eğer onu bulursa, yolunu şaşırmamış doksan dokuz koyun için sevindiğinden daha çok onun için sevinir. 14.bunun gibi, göklerdeki babanız da bu küçüklerden hiçbirinin kaybolmasını istemez." burada kastedilen koyunların insanlar, kaybolmayı da tanrı'nın yolundan sapanlar olduğunu görebilirsiniz. zaten bu pasajların başlığı da "kaybolan koyun benzetmesi" olarak geçmekte.

    18:14'te "...babanız da bu küçüklerden hiçbirinin kaybolmasını istemez." denmekteydi fakat g.e.s.m'in insanları kandırması sonucu bu dizede yollarını kaybeden çocukları görebilirsiniz. pasaja dikkat ederseniz kaybolmasını istemediği kişiler küçükler olarak geçeren, dizede de yollarını kaybeden kişilerin çocuklar olması dizenin bu pasajlarla ilgili olduğu ihtimalini arttırmakta.

    he's the guaranteed eternal sanctuary. (23)
    {o sonsuz (yaşamı) garanti edilen ibadethane...}

    we will rock you, rock you little snake, <--(24)
    {seni sallayacağız, sallayacağız küçük yılan}
    we will keep you snug and warm. <--(24)
    {seni sarıp sıcak tutacağız}

    (23)"he's the guaranteed eternal sanctuary" dedikten sonra ("man" demeden) şarkı kesiliyor ve (24)çocuk şiiri giriyor. şiirden önce din adamı için kullanılan lakabın tamamlanmaması şiirin ona ithafen söylendiğini düşündürttü.

    şiire gelecek olursak;
    kur'an'da araf suresi 20. ayet'te adem ile havva'nın elma ağacından elma yemeleri için akıllarını çelenin şeytan olduğu ifade edilir, fakat incil'de genesis 3'te (yaratılış) adem ile havva'nın akıllarını çelenin serpent olduğu yazar. "serpent" sembolü de yılan anlamına gelir. burada şiirde geçen "yılan" ifadesi ile hikayedeki din adamına, ama aslında zamanında endüljans adı altında dini kullanarak halkı kandıran, kilisenin para kazanmasını sağlayan din adamlarına şeytan benzetmesinde bulunulmakta ve "seni sıcak tutacağız" ifadesi ile de bu kişilerin cehennemde yanacakları üstü kapalı bir şekilde dile getirilmektedir.

    şimdi bu bölümü bir de incil üzerinden tekrar ele almak istiyorum.

    (13)bu kısım incil'de yuhanna 4. bölümde geçen "eken" ve "biçen" tarafları göstermekte. orada bu konuyla ilgili geçen bölümleri paylaşıyorum.

    13. isa şöyle yanıt verdi: “bu sudan her içen yine susayacak. 14. oysa benim vereceğim sudan içen sonsuza dek susamaz. benim vereceğim su, içende sonsuz yaşam için fışkıran bir pınar olacak.”

    sonsuz yaşam için fışkıran pınarı, çiftçinin kullandığı temiz su olarak düşünebiliriz. devam edersek;

    34. isa, “benim yemeğim, beni gönderenin isteğini yerine getirmek ve o'nun işini tamamlamaktır” dedi. 35. “sizler, ‘ekinleri biçmeye daha dört ay var’ demiyor musunuz? işte, size söylüyorum, başınızı kaldırıp tarlalara bakın. ekinler sararmış, biçilmeye hazır! 36. eken ve biçen birlikte sevinsinler diye, biçen kişi şimdiden ücretini alır ve sonsuz yaşam için ürün toplar. 37. ‘biri eker, başkası biçer’ sözü bu durumda doğrudur. 38. ben sizi, emek vermediğiniz bir ürünü biçmeye gönderdim. başkaları emek verdiler, siz ise onların emeğinden yararlandınız.”

    çiftçi bu bölümlerden kolaylıkla anlaşılmakta zaten. çiftçi burada sonsuz yaşam için ürün eken kişi. şarkıda itfaiyeci de sonsuz yaşamı garanti edilen kişi olduğu için ürünleri biçen kişi yani onların emeğinden yararlanan kişi olarak görülebilir.

    ayrıca "36. eken ve biçen birlikte sevinsinler diye, biçen kişi şimdiden ücretini alır ve sonsuz yaşam için ürün toplar" pasajı ile biçen kişinin aldığı ücretten bahsediliyor. burada (7)'deki kontratı imzalayın ifadesi düşünülebilir.

    şimdi de ilk bölümde bahsettiğim mısır tanrılarına geçeyim. ilk bölümde anlattığım üzere akşam yemeği toplantısında set kardeşi osiris'e komplo kurmuştu. yani osiris iyi tarafta, kardeşi set ise kötü tarafta yer almakta. bu bölümde de kasabayı yöneten iki kişi; çiftlik ile ilgilenen çiftçi iyi tarafta ve ateş ile ilgilenen itfaiyeci de kötü tarafta yer almakta. gelelim şimdi bunların ilişkisine.

    ilk olarak tarla ile ilgilenen çiftçi ile osiris ilişkisini ele alalım. buradan mısır mitolojisindeki doğa tanrılarının listesine bakabilirsiniz. bu listede osiris de yer almakta. bir sürü doğa tanrısı var onlardan biri de osiris'miş diyorsanız eğer, şimdi de ateş ile ilgilenen itfaiyeciye gelelim. ama bu itfaiyeci ateş ile ilgilenmiyordu ki, (12)ateşle mücadele edebilen gizli yeni bir içeriğe sahip olduğunu iddia ediyordu ama bu sahtekarlıktı, herkesi kandırıyordu, yalan söylüyordu, (18)çocukların yollarını kaybetmesine neden olmuştu. yani bulunduğu kasabada bir karmaşaya neden oluyordu. işte set de mısır mitolojisinde kaos tanrısıydı. mısır mitolojisi bağlamında ilk bölümdeki iyi ve kötünün özellikleri ikinci bölümdeki hikaye ile uyuşmaktadır.

    iii. ikhnaton and itsacon and their band of merry men (25)

    (25)bu bölüme ismini veren kelimelerden itsacon ile başlamak istiyorum. paylaştığım el broşüründe bu kelime its-a-con olarak yazılmıştır. "it's a con" ifadesini de bu bir üçkağıt olarak çevirebiliriz. bu kelimenin seçilmesi hem ikhnaton ile kafiyeli olduğu için hem de burada da bir kandırmaca olduğunu belirtmek içindir. peki bu kandırmaca nedir? bunu anlamak için bölüm ismindeki diğer kelimelere bakalım.

    ikhnaton (akhenaten olarak da bilinir), firavun olduğu dönemde geleneksel tanrıların çoğunun isimlerini silip, tek tanrı olarak aten'i kabul eden bir din reformu yaptı. firavun olmadan önce amenhotep iv olan ismini firavunluğunun ilk yıllarında akhenaten olarak değiştirdi. ahkenaten ismi de "aten'e yararlı" anlamına gelmekte. tek tanrılı bir dinin dünya üzerindeki elçisi olduğu ve insanları (halkını) bu dini kabul etmelerini amaçladığı için akhenaten'i peygamber olarak kabul eden bir kesim vardır. ama peygamber olarak kabul edildiğini düşünsek bile, kendi oluşturduğu dini insanlara kabul ettirmeye çalıştığı için akhenaten yalancı peygamber'dir. ayrıca mısır bilimci olan james henry breasted tarafından tarihteki ilk bilim adamı olduğu düşünülür. yalancı peygamber ve bilim adamı olması yönünden ikhnaton, aynı hikayedeki g.e.s.m'e benzemektedir (g.e.s.m'in yalancı peygamber olmasını bu bölümün broşür kısmında açıklayacağım).

    bölüm ismindeki son kelime grubumuz da "band of merry men" 'dir. türkçe'ye neşeli adamlar çetesi olarak çevrilir ve robin hood romanı'nda geçer. romanda akşam yemeğine oturmadan hemen önce şöyle bir konuşma geçer "i will reward thee by the god of might". türkçesi "seni kudret tanrısı vasıtasıyla ödüllendireceğim". yani bu ne demek? seni ödüllendirmek için kudret tanrısı'nı araç olarak kullanacağım. özneyi kilise, amacı günahları silmek yaparsak tekrar endüljans'a çıkarız. yani, kilisenin günahları silmek için tanrı'yı araç olarak kullanması. tanrı'yı araç olarak kullanmanın, hristiyanlıkta da bir ismi vardır ama müslümanlıkta allah'a ortak koşmaktır.

    sonuç olarak its-a-con kelimesi ile bölüm ismindeki diğer iki kelimenin alt metnindeki kandırmacaya değiniliyor.

    who the lovers see clad in greys and purples, awaiting to be summoned out of the ground. at the g.e.s.m's command they put forth from the bowels of the earth, to attack all those without an up-to-date "eternal life licence", which were obtainable at the head office of the g.e.s.m.'s religion. (26)

    (26)aşıkların gördüğü griler ve morlarla örtülü kişiler, topraktan çıkmak için çağrılmayı bekliyorlardı. g.e.s.m'in emri ile, güncel "eternal life (sonsuz yaşam) lisansı"(26.1) -bu lisans g.e.s.m'in dininin(26.2) genel merkezinden elde edilebilir- olmayanlara saldırmak için , toprağın içinden (26.3) ortaya çıktılar.

    (26.2)burada "g.e.s.m'in dini" derken sahiplik anlamı var. günümüzü düşünürsek kimse için "imamın dini", "papanın dini" denmiyor (örnekler kötü oldu biraz ama anlaşılmıştır umarım). ayrıca g.e.s.m'in açılımında "eternal" var, lisansı da "eternal life". bu neticede g.e.s.m'i dinin kurucusu kabul edebiliriz. dinin dünya üzerindeki kurallarını aktaran (aldığı vahiy doğrultusunda veya değil), o dinin dünya üzerinde yapılanmasını sağlayan, yani kurucusu olarak kabul edebileceğimiz kişiye de peygamber denmekte. bu doğrultuda g.e.s.m'ye peygamber diyebiliriz ama tabi herkesi kandıran birinin kurduğu din de yalan olacağı için yalancı peygamber diyebiliriz.

    wearing feelings on our faces while our faces took a rest, (27)
    {yüzlerimize duygu takınırız yüzlerimiz dinlenirken}

    (27)"yüzlerimize duygu takınırız yüzlerimiz dinlenirken" derken bir duygu takınmadığımız (doğal) yüzümüz var, bir de duygu takındığımız yüzümüz; yani "biz ikiyüzlüyüz" demek istiyor. peki bu ikiyüzlü kim? sözlerin devamında ise,

    we walked across the fields to see the children of the west, <--(28)
    {batının çocuklarını görmek için çayırlar boyunca yürüdük}
    but we saw a host of dark skinned warriors <--(28)
    {fakat koyu tenli savaşçı ordusunu gördük}

    (28)batıya çocuklarını görmeye gitmişler ve koyu tenli savaşçılarla karşılaşmışlar. bunlar kim olabilir? çocuk ve batı ifadeleri ile sonradan keşfedilen, yeni dünya kıtalarından olan batıdaki kıta amerika; karşılaştıkları koyu tenlilerin amerikan yerlileri yani kızılderililer olduğunu düşündüm. ayrıca "host" kelimesi "ordu" anlamına geldiği gibi "ev sahibi" anlamına da gelmekte. bu da savaşçıların kızılderililer olduğunu desteklemektedir.

    peki bu kızılderililer'e noldu? sömürgecilik için amerika'ya gelen çoğunluğunu ingiliz, fransız ve ispanyollar'ın oluşturduğu avrupalı devletler tarafından soykırıma uğradılar. şarkının bu bölümünde "biz" ifadesi kullanılıyor. grubun da ingiliz olduğunu göze alırsak, buradaki eleştirinin ingilizler'e yapıldığını düşünebiliriz. peki kızılderili soykırımı dışında ingilizler'e ikiyüzlü diyebilir miyiz? çoğu kişi bunun cevabı için açıklamaya bile gerek duymaz ama çıkarımlarımı temellendirmek adına devam ediyorum, çok uzatıp sıkmamak adına tek bir örnek verip kısa kesmeye çalışacağım.

    "divide and rule" politikası vardır, yani türkçe'de böl ve yönet. bu politika coğrafi keşiflerle başlayan ve 20. yüzyıla kadar süren sömürgecilikte kullanılan politikadır. ingiltere sömürgecilikte öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, üzerinde güneş batmayan imparatorluk denmiştir. ingiliz sömürgelerinden olan ırak'ın atasözlerinden birinde (kızılderili olarak da bilinir ama doğrusu ırak'tır) "eğer dicle nehri'nde kavga eden iki balık görürseniz, bunun arkasında ingiliz vardır" denmiştir. aralarında husumet yokken iki tarafın birbirine düşmesine neden olan kişiye de rahatlıkla ikiyüzlü diyebiliriz.

    standing still below the ground,
    {toprağın altında hareketsiz duran}
    waiting for battle.
    {savaşı bekliyorlar}

    the fight's begun, they've been released.
    {savaş başladı, onlar serbest bırakıldı (g.e.s.m tarafından)} <--(28.4)
    killing foe for peace...bang, bang, bang. bang, bang, bang... <--(28.5)
    {huzur amacıyla düşman öldürmeleri için}

    (28.5) "peace" (huzur) kelimesi şarkının ilk bölümünde(15) de kullanılmaktaydı ve ilk bölümde bu kelimeyi "cennet" olarak yorumlamıştık. (16)'da "huzur"(cennet) için kontrat imzalamadan da endüljansa çıkmıştık. günahları affederek sonsuz yaşama ulaşmayı sağladığı için endüljansı (26.1) "eternal life"(sonsuz yaşam) lisansı olarak düşünebiliriz.

    peki "eternal life licence"ı endüljans olarak kabul edersek, (26.1) "up-to-date eternal life licence" (güncel sonsuz yaşam lisansı) ifadesine göre endüljansın gerçekte güncellenmiş veya değiştirilmiş olması gerekmekte. peki gerçekten endüljans güncellenmiş mi?

    kaynakta s331-333 arasına bakarsanız endüljansın 11. yüzyıldan sonra değiştirilmesine dair bazı örnekleri görebilirsiniz. kaynaktaki şu cümle durumu özetlemekte:

    "endüljansların papalığın maddi bir kazanç kaynağına dönüştürülmesi için günah bağışlama uygulaması üzerinde bazı doktrinel değişikliklerin yapılması gerekmiştir. önceki endüljans uygulamalarından günahların dünyevi tazminat ya da kefaretleri dinsel amaçlara uygun olan ibadet ve bedeller iken yeni endüljans uygulamasında bu dinsel eylemler dünyevi ya da maddi karşılıklara dönüştürülmüştür."

    maddi karşılık da şarkıda daha önceden de belirttiğim gibi "sign the lease"(kontratı imzala) ifadesi ile sağlanmakta. peki kilisenin maddi kazanç sağladığı bu endüljans uygulaması ne zamana kadar sürmüş? 1967 papa 6. paul'a kadar. bu tarihten sonra endüljans düzenlenerek maddiyat temelli bağışlanma maneviyata doğru kaymıştır. şarkıda ele alınan konuların güncel olması gerekmiyor fakat bu konu albümün çıktığı 1972'de güncel bir konu sayılır. ayrıca "up-to-date eternal life licence" (güncel sonsuz yaşam lisansı) ifadesi endüljansın zamanında güncellenmiş olduğunu gösterdiği gibi "sonsuz yaşam lisansı" konusunun güncel bir konu olduğunu da vurgulamak için kullanılmış olabilir.

    orta çağ'da kilisenin endüljans adı altında dini maddi çıkar için kullanmasına karşı çıkanlar da olmuştur. 1517 yılında martin luther endüljans'a karşı luther'in 95 tezi ("95 tez" in diğer ismi "endüljansların gücünün tartışması") isimli eleştirisini yayımlamıştır. martin luther'in yayınladığı "95 tez"in, reform hareketini ve protestanlık mezhebini başlattığı kabul edilir.

    bir tarafta g.e.s.m'in (papanın) dininin[1] genel merkezinden (roma katolik kilisesi) elde edilebilen "eternal life" lisansı (endüljans) olmayanlara saldıran katolikler var, diğer tarafta endüljansa karşı martin luther'in yayınladığı "95 tez" ile başladığı kabul edilen protestanlık var.

    [1] (26.2)'de g.e.s.m'in yalancı peygamber olduğunu açıklarken günümüzde kimse için papanın dini demediğimizi söylemiştim. fakat zamanında "güncellenen" endüljans uygulamasıyla "güncellenen" din, aslında bu uygulamayla maddi kazanç sağlayan papanın dini olmuştur. yani şarkıda papa yalancı peygamber olarak atfedilmekte ve (24) çocuk şiirinde yorumladığımız "seni sıcak tutacağız" dizesinin papa için söylendiğini pekiştirmektedir.

    dipnotun ardından devam edersek bir tarafta katolikler, diğer tarafta protestanlar var. şarkının bu bölümünde de iki taraf arasındaki savaş anlatılmakta. katolikler ve protestanlar arasındaki bu savaşın tarihteki karşılığı da 1618-1648 tarihleri arasında gerçekleşen otuz yıl savaşları'dır.

    (28) numaralı dizenin kızılderili soykırımını anlatması yönünden açıklamıştım. "children of the west"(batının çocukları) ifadesini şimdi de başka bir açıdan inceleyeceğim.

    hristiyanlıkta "western christianity"(batı hristiyanlığı, batı kilisesi) ve "eastern christianity"(doğu hristiyanlığı, doğu kilisesi) olarak iki kilise bulunmakta. doğu kilisesi'nde ortodokslar, batı kilisesi'nde katolikler ve protestanlar yer almakta. "children of the west"(batının çocukları) ifadesiyle de batı kilisesinde yer alan, sonradan oluşan mezhep olduğu için çocuk olarak kabul edebileceğimiz protestanlığın ifade edilmek istendiğini düşünebiliriz.

    şimdi de bu bölümün el broşüründen devam edeceğim. saldıranlar g.e.s.m'in emriyle (26.3) toprağın içinden çıkmaktaydı. toprağın içinden çevirisi şarkıda "bowels of the earth" olarak geçmektedir. aynı zamanda bowel kelimesinin bağırsak anlamı vardır, yani bu kelime grubunun bir diğer çevirisi "toprağın bağırsakları"dır. "bowels of the earth" ifadesi de peter morwyng'in 1559 yılında yayınlanan "the treasure of evonymus" kitabının çevirisinde yer almakta. ifadenin yer aldığı cümle de şu şekilde geçmekte.

    "sum put to it wormes or bowels of the earth." bu cümlede bizi ilgilendiren kısım "wormes or bowels of the earth". ingilizcede "or" bağlacının kullanım yerlerinden biri aynı anlama gelen ifadeleri belirtmek içindir. burada "bowels of the earth" ifadesi wormes (veya worms yani solucanlar) anlamına gelmekte. yani solucanlar toprağın bağırsaklarıdır. peki "worms" kelimesi bizi nereye çıkartacak?

    "eternal life" lisansı olan endüljansa karşı martin luther'in yayınladığı "95 tez"i ve "95 tez" ile başlayan reform hareketini anlatmıştım. papalık kurumuna karşı çıkan martin luther, almanya'nın worms kentinde "diet of worms" (worms meclisi) tarafından savunmasını yapması için çağırılır. şarkıda g.e.s.m'in adamlarının karşı tarafa "bowels of the earth" yani toprağın içinden çıkarak saldırmasının yanı sıra, katolikler de protestan martin luther'i "worms" kentinde yargılamışlardır.

    and they're giving me a wonderful potion, (29)
    {onlar bana harika bir iksir veriyor}
    'cos i cannot contain my emotion. (30)
    {çünkü duygularımı zapt edemiyorum}

    (29)g.e.s.m'in adamları mükemmel bir iksir veriyor. iksirleri tarihte kimlerin yaptığı bilinir? şamanlar, simyacılar ve cadılar olarak en yaygın üç tanesini söyleyebiliriz. ben şamanlar ve cadılara değineceğim.

    şamanların iksirlerinden biri ayahuasca'dir. ayahuasca amazon yerlileri tarafından geleneksel ruhani ilaç olarak kullanılmaktadır. bu iksiri sözlükte deneyimleyen arkadaşlarımız da olmuş. size onlardan ikisinin deneyimini aktarmak istiyorum. biraz uzun oldu ama okuduğunuza değeceğine emin olabilirsiniz.

    ilkinde "...içildiği zaman katti bir sessizlik sağlanmalıdır çünkü bir su damlası bile an itibariyle pamuk ipliğine bağlı olacak akli dengeyi tamamen yok edebilir. zihin parçalara bölünür ve dış dünya zihnin bir bölümü tarafından algılanırken, bedene dair tüm algılar uyuşur.. akıl ise çoktan zamanın ve gerçekliğin sınırlarını yok sayan korkutucu yolculuğa çıkmıştır..."

    burada akli dengeyi bozabileceğinden bahsetmiş. duygusal olarak hassas insanların psikolojisi daha kolay bozulur, burada akli denge pamuk ipliğine bağlı denmiş yani duygusal olarak aşırı hassaslık durumu var.

    (30)burada da aslında iksirin yarattığı sonuç olan akli dengenin pamuk ipliğine bağlı olduğu, duygusal olarak aşırı hassaslık durumu neden olarak söylenmiş. yani "iksir verdikleri için duygularımı zapt edemiyorum" değil de "duygularımı zapt edemediğim için iksir verdiler" denmiş.

    sözlükte bu iksiri deneyimleyen ikinci arkadaşa geçeyim. yazılanları sindirerek okumanızı rica ediyorum. "...ritüel sonrasında kafamı yastığa koyduğum anla birlikte bir sürü renk ve geometrik şekiller görmeye başladım, sonra sesler arttı, sonra her şey aşırı parlaklaştı. gözümü açmaya çalıştığımda başka bir evrene geçtim. onlarca tek renk yırtıcı kuş vücudumu çekiştiriyordu, bense halüsinasyon olduğunu biliyordum ama gerçekte bulunduğum yere dönemiyordum. gözümü açmaya çalıştıkça başka bir evrene geçiyordum. her evrende farklı bir yaratık da olsa aynı hissi yaratan birini görüyordum. 8 evrenin 8'inde de bağlandığımızı hissediyordum. bazen bir kuştuk, bazen çiçek, bazen sadece bir renk.bazı evrenler yanıltıcıydı mesela, kaldığım orman evini görüyordum ama çok fazla ışık vardı, yanlış evrendi biliyordum ama dönemiyordum. aynı odada yanımda bir arkadaşım vardı, onla konuşmak istiyordum, onu duyuyordum ama bir türlü buluşamadık mesela, gerçek mekana dönemedim. inanılmaz bir enerjiyle doluyor vücut. bunu atmak için kahkaha atanlar, ağlayanlar, titreyenler oluyor. hızlanan kalp atışları ve titremeyle atmaya çabaladım ben. tanrıyı görüyorsun, kaybediyorsun..."

    bu arkadaş ya bu şarkıyı dinlemiş, ya da şarkı bu iksir etkisi altında oluşturulmuş. uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin etkilerini bilen biri değilim, bu etkiyi yaratan başka maddeler de olabilir belki ama tam olarak şarkıyı anlatmamış mı sizce de?

    şaşkınlığı üzerimden atıp devam edecek olursam, iksir kullanan ikinci grup olarak cadılara değineceğim. 1450-1750 yılları arasında sayısı 35bin - 100bin arasında olduğu tahmin edilen cadı infaz edilmiştir. bu olay tarihe cadı avı olarak geçmiştir. cadı avı, otuz yıl savaşları'nın yaşandığı dönemde şiddetlenmiş 1 2. hatta cadı avı'nın katolik ve protestanlar arasındaki savaşın bir parçası olduğunu savunanlar olmuş 1 2, fakat bu konu uzmanlar tarafından az destek almıştır.

    peki bu cadılar neye dayandırılarak öldürülmüştür? incil'de exodus 22:18'e dayandırılarak. pasajda diyor ki "bir cadının yaşamasına izin vermeyeceksin". e haliyle incil'e dayandırılarak infazlar gerçekleştiriliyor.

    and even though i'm feeling good,
    {sonrasında iyi hissediyor olmama rağmen}
    something tells me i'd better activate my prayer capsule. (31)
    {bir şey bana ibadet kapsülünü etkinleştirmemin daha iyi olacağını söylüyor}

    (31)'de geçen "ibadet kapsülü" metaforunu "kutsal kitap" olarak görebiliriz (ibadet kapsülünü, ilaç kapsülü gibi ele alırsak; dini bilgilerin kitaplaştırılıp belli boyutlara sığdırılması olarak düşünebiliriz). insanları kutsal kitap yani incil üzerinden harekete geçirmişler ve cadı avı infazını dini yönden meşrulaştırmışlar. hatta biraz daha zorlarsak, ibadet kapsülü etkinleştirilmeyebilirdi fakat etkinleştirmenin daha iyi olacağı söyleniyor ve nihayetinde etkinleştirilmiş ki cadı avı infazı incil'e dayanıyor. yani burada incil'in bu dönemde cadı avını meşrulaştırmak için değiştirildiğini ve tabi incil'de bundan başka şeylerin de değiştirilmiş olabileceğine vurgu yapılmış.

    today's a day to celebrate, the foe have met their fate. (32)
    {bugün kutlama günüdür, düşman kaderini buldu}

    (32)burada da zamanında cadıları öldürdünüz, şimdi de onların kostümlerini giyip kutlama yapıyorsunuz eleştirisi var. bölümün başındaki (27) numaralı dizedeki ikiyüzlülük teması, bu bölümün son dizelerinde de devam etmekte.

    "halloween" türkçe'ye cadılar bayramı olarak çevrilse de aslında "halloween" kelimesi "hallows' even" ya da "hallows' evening"in (azizlerin akşamı) kısaltması. ayrıca "allhalloween", "all hallows' eve" veya "all saints' eve" (tüm azizlerin arife akşamı) olarak da bilinir. çünkü halloween'in ertesi günü "all saints' day"dir (tüm azizlerin günüdür).

    "all saints' day"(tüm azizlerin günü) için yapılan atıfı da şarkıda azizlerin geçtiği (7) numaralı "six saintly shrouded men" (aziz gibi örtülü altı adam) dizesinde görebiliriz. ayrıca "shrouded" kelimesi 'örtülü' anlamına geldiği gibi 'kefenlenmiş' anlamına da gelmekte. peki bu bize neyi ifade ediyor? kefenleme, ölen insanların defnedilmesinden önce uygulanan işlemdir. yani "shrouded"(kefenlenmiş) kelimesi ölen insanları temsil etmekte. şarkıda (7)'de "saintly" kelimesinden sonra gelen "shrouded" kelimesi, "all saints' day"den (tüm azizlerin günü) sonra gelen gün olan "all souls' day"i (tüm ruhların günü) ifade etmek için kullanılmış. (dipnot olarak 31 ekim halloween, 1 kasım all saints' day ve 2 kasım all souls' day'i kapsayan üç güne allhallowtide adı verilmekte)

    bu bilgilerden sonra halloween'in tarihiyle ilgili bilgiler vereceğim. halloween'in kökeninin keltler'in pagan festivali olan samhain olduğu kabul edilmektedir 1 2. samhain festivali, hasat(harvest) sezonunun bitişinin, yılın karanlık sezonu olan kışın başlangıcının işaretidir.

    halloween kelimesinin kökeni 1745 yılına dayanmaktadır. fakat halloween kelimesinin karşılığı olan "all hallows' eve" (tüm azizlerin arife akşamı), ayrıca "all hallows' day" (tüm azizlerin günü) ve "all souls' day" (tüm ruhların günü) erken hristiyanlar zamanında da kutsal günlerdendir. (erken hristiyanlık, hristiyanlığın başlangıcı ile ms. 325 yıllarını kapsayan dönem)

    samhain festivalinin devamı ve hristiyanlar için kutsal gün olan halloween, sömürgecilikle beraber amerika'da da kutlanmaya başlamıştır. 1900'lerden sonra ise halloween, amerika'da ticarileştirilmeye başlamış ve ilerleyen yıllarda dini kutlamadan bugün bildiğimiz kutlama şekline dönüşmüştür. (konu ile ilgili daha ayrıntılı bilgi için buraya bakabilirsiniz). halloween'in bugünkü kutlama şekline dönüştüğü yerin amerika olması nedeniyle, halloween'in günümüzdeki haline dönüşümünü başlatan olayı sömürgecilik olarak düşünebiliriz.

    halloween'in dini festivalden, eğlence festivaline dönüşümünün hristiyan kültüründe ne derece önemli olduğunu anlamak için 1969 yılında psychic dergisi'nde geçen bir yazıyı paylaşacağım. "amerika'daki halloween bana şok edici geliyor, çünkü buraya gelene kadar "trick or treat"(şeker ya da bilmece) hakkında hiçbir şey bilmiyordum. benim için halloween bizim başlıca dini festivalimiz, kelt toplumunun yeni yılıdır. benim için gayet dini bir kutlamadır."

    the order for rejoicing and dancing has come from our warlord. (32.5)
    {savaş beyimizden eğlence ve dansa katılmamız için emir geldi}

    (32.5) bu bölümde iki savaştan bahsedildi. ilki sömürgecilikle beraber soykırıma uğrayan kızılderililerdi fakat onlardan bahsederken spesifik bir savaştan bahsedilmemişti. ayrıca kızılderililerden başlayarak geldiğimiz kutlama gününe amerika'da halloween'in dini yönden eğlenceye evrilmesine bağladık.

    bu bölümdeki savaşlardan ikincisi de katolikler ve protestanlar arasındaki otuz yıl savaşları'ydı. şarkıda katolikler g.e.s.m'in olduğu taraftı, protestanlar da "biz" diye bahsedilen taraftı.

    bu bağlamda "biz" diye bahsedilen protestanlar'ın savaş beyini protestanlığın kurucusu martin luther, (32)kutlama gününü de martin luther'in yayınladığı "95 tez" in yayınlandığı gün olarak kabul edilen "reformation day(sunday)"(reform günü) olarak yorumlayabiliriz.

    kutlama gününü, "reformation day" dışında "halloween" olarak da yorumlamıştık. 31 ekim'de kutlanan halloween gibi, martin luther'in yayınladığı "95 tez"in yayınlanma tarihi 31 ekim 1517. "reform günü" olan 31 ekim, her yıl protestanlar'ın dini bayramıdır 1. burada iki ayrı savaştan geldiğimiz kutlama gününün ikisinin de 31 ekim'e bağlandığını görebilirsiniz.

    "western christianity"nin (katolik ve protestanlar'ın) dini bayramı olan halloween'in olduğu günde, martin luther'in 95 tez'i yayınlama nedeni var.

    martin luther, 95 tez'i castle church (all saints' church)'te ilan ediyor. castle church "all saints' day"de (tüm azizlerin gününde) özel olarak halka açık oluyor ve o gün kilisede bulunan çok sayıdaki kutsal emanetler koleksiyonu sergileniyor. bu kutsal emanetlere bakmak da aynı endüljans satışı gibi arafta kalma süresinin kısalacağını vadediyor. bu nedenle martin luther, parayla satın alabilen kesimin elde edebildiği endüljans'a olan tepkisini daha büyük kitleye duyurabilmek için tüm halkın ücretsiz şekilde yararlanabildiği bu zamanı tercih etmiştir.

    bu bölümde ifade edilen savaşlardan biri olan otuz yıl savaşları'nın ardından, "biz" olarak ifade edilen protestanlar'ın savaş sonrası şarkıda yaptığı kutlamayı, kutlamanın tarihi olarak yorumladığımız 31 ekim 1517 olarak ele aldığımız zaman, kurulan protestanlık mezhebinin, katoliklere karşı kazandığı zafer olarak görebiliriz.

    iv. how dare i be so beautiful?
    {bu kadar güzel olmaya nasıl cesaret ederim}

    in which our intrepid heroes invesitigate the aftermath of the battle and discover a solitary figure, obsessed by his own image. they witness an unusual transmutation, and are pulled into their own reflections in the water. (33)

    (33)cesur kahramanlarımız savaşın kötü sonuçlarını incelerken kendi görüntüsünden etkilenmiş bir kişi görürler. olağandışı bir dönüşüme tanık olurlar ve sudaki kendi yansımaları onları içine çeker.

    wandering through the chaos the battle has left, (34)
    {biten savaşın kaosunun arasında dolaşırken}

    (34)bir önceki bölüme dönecek olursak, bir tarafta çocuklarını görmek için batıya gidenler vardı, diğer tarafta da onları savaş için bekleyen taraf. peki savaş için bekleyen tarafın lideri kimdi? g.e.s.m idi. yani bu savaşa g.e.s.m sebep oldu diyebiliriz. peki bu dizede savaşın sonucu ne olarak ifade edilmiş? kaos. ikinci bölümde g.e.s.m için yorumladığımız mısır'ın kaos tanrısı set olduğu fikri, bu bölümde vücut bulmuş.

    we climb up a mountain of human flesh, (35)
    {insan bedeninden oluşan bir dağa tırmandık.}

    (35)bu dizeyi yorumlarken tarihte en yüksek sayıda ölümle sonuçlanan savaşların listesini paylaşıyorum. listeye bakarsanız önceki bölüm için bahsedilen savaşlardan ilki olan amerika'daki sömürgecilik faaliyetleri tarihteki en yüksek dördüncü ölü sayısına neden olan savaş olarak geçmekte (ölenlerin %90'ının ölüm nedeni hastalık olarak geçmekte fakat bu amerikan yerlilerinin sömürgeciliğe maruz kalıp soykırıma uğradıkları gerçeğini değiştirmeyecektir).

    ikinci savaş olan otuz yıl savaşları da tarihteki en yüksek 15. ölü sayısına neden olan savaş olarak geçmekte. fakat avrupa bazında en fazla ölü sayısına neden olan savaşlara bakarsak, otuz yıl savaşları ikinci sırada yer almakta (1. ve 2. dünya savaşları'nı dünya çapında olduğu için almadım fakat avrupa üzerinde büyük etkileri olduğu için burada da düşünebiliriz).

    burada dipnot olarak avrupa'da en yüksek ölü sayısına neden olan reconquista savaşları'na değineceğim. bu savaşlar bugünkü ispanya portekiz sınırlarının yer aldığı iberya yarımadası'nda yaşanmıştır ve savaşlar 711-1492 yılları arasında müslümanlar ile hristiyanlar arasında olmuştur. savaşlarda 7 milyon insan ölmüş ve savaşlar müslümanlar'ın bu bölgedeki hakimeyetinin sona ermesiyle sonuçlanmıştır.

    reconquista savaşları'nın ardından otuz yıl savaşlarında 5,6 milyon insan ölmüştür fakat reconquista savaşları'nın 700 yılın üzerinde sürmesinden dolayı otuz yıl savaşları'nda yaşanan ölümlerin avrupa'daki etkisinin daha çok olduğu yorumu yapılabilir.

    bu bilgilerden sonra, "insan bedeninden oluşan dağ" ifadesi ile bu iki savaşın sonucuna vurgu yapıldığını düşünebiliriz.

    to a plateau of green grass, and green trees full of life. <-- (36)
    {(sonrasında) yeşil otlaktan ve yeşil ağaçlardan oluşan hayat dolu platoya tırmandık}
    a young figure sits still by a pool, <--(36)
    {bir genç hala su birikintisinin yanında duruyor}
    he's been stamped "human bacon" by some butchery tool. <--(36)
    {bazı kasap aletleri kullanılarak "insan pastırması" damgası vurulmuştu}
    (he is you) <--(36)
    {o sizsiniz}

    (36)kendi görüntüsünden etkilenen kişi hala su birikintisinin yanında duruyor (daha olağandışı dönüşüm olmamış). bu kişide "human bacon" damgası var. "human bacon" ifadesinde sözlük formatında büyük harfler gözükmüyor fakat iki kelimenin de ilk harfleri büyük ve ifade tırnak içerisinde. yani bu human bacon birisini niteliyor. şarkının atmosferi kötü, bu isim damga olarak kullanılmış. demek ki kötü birisi bu human bacon denilen adam. biraz araştırma sonucu bu kişinin francis bacon olduğu sonucuna vardım. peki neye dayanarak bu kararı verdim?

    - francis bacon'ın bir sözü var. "hope is a good breakfast, but it is a bad supper". türkçesi "umut güzel bir kahvaltıdır fakat kötü bir akşam yemeği"dir. cümleden şarkı ile ilişkili bir anlam çıkartmadım (belki çıkartan olabilir) fakat şarkının ismini içeren özlü söze sahip. tabi tek dayanağımız bu olsa çok zayıf kalırdı, diğerine geçeyim.

    - g.e.s.m'in bilim adamı olması ve ikhnaton'un tarihteki ilk bilim adamı olarak kabul edilmesi gibi francis bacon da bazı çevrelerce modern bilimin babası kabul edilmektedir.

    - anlatıcılarımız savaş alanını dolaşırken platoya gitmişlerdi. ingilizce'de fonetik benzerlik ile anlaşılabilen, türkçe'ye aynı şekilde geçmiş ünlü yunan filozofu plato ve onun mağara alegorisi adında bir felsefe teorisi var. bunun yanında francis bacon'ın da dört idolünden biri de mağara idolü'dür.

    ayrıca plato'nun timaeus ve critias eserlerinde "atlantis" alegorisi yer almakta. francis bacon'ın da "new atlantis" adında ölümünden sonra yayınlanan tamamlanamamış eseri bulunmakta.

    - francis bacon metafor kullanan bir yazar ve "masculine birth of time" türkçe'ye "zamanın eril doğuşu" olacak çevirebileceğimiz bir çalışması var (burada eril ifadesini cebe atın). 1980 yılında (şarkının çıktığı tarihten sonra) carolyn merchant tarafından yayımlanan "the scientific revolution and the death of nature" adında bir kitap var. ve bu kitapta francis bacon'ın yazılarında geçen doğa tasvirlerini kadın veya cadı olarak yorumluyor (francis bacon aynı zamanda cadı avı döneminde yaşamış bir kişi). örneklerle açıklayayım.

    "doğanın sorgusu"nu "cadıların sorgusu" olarak yorumluyor. bu sözün orijinali "inquisitio perum ipsarum" şeklinde. internetten baktığımda ipsarum kelimesi, "-in" (iyelik) eki yerine geçiyor fakat dişil olarak niteliyor olarak gözüküyor. doğa, latincede dişi kabul ediliyor olabilir (almancadaki gibi), olmasa bile ipsarum kelimesi ona dişil özellik katıyor. o dönemi de göz önüne alırsak doğa metaforuyla cadıların veya kadınların kastedilmiş olma ihtimali var. bunun dışında aynı kitapta doğayı mekanik icatlar yoluyla işkence yapılacak bir kadın olarak görmesi çıkarımı yapılmış, cadıların da aynı şekilde işkence görmesinin önerildiği söylenmiş (cadıların çoğunun kadın olduğunu göz önüne alın).

    ancak kitabın şarkının çıkışından sonra yayımlanması, aklıma şarkının çıkışının öncesinde francis bacon'ın doğa metaforunu kadın veya cadı olarak gören birileri olup olmadığını getirdi. bulmak için biraz uğraştım, nihayetinde 1968 basımı bu kitabı buldum. kitabın ismine dikkat ettiniz mi? "peace among the willows: the political philosophy of francis bacon", türkçesi "söğütler arasındaki barış: francis bacon'ın politik felsefesi". bir sonraki bölüm olan "willow farm", ismini nereden aldığı belli oldu. kitap 266 sayfa ama internette yaklaşık 30 sayfası bulunuyor.
    kitabın içeriğine bakınca carolyn merchant'ın kitabındaki gibi "doğaya işkence" örneğinin yer aldığı şu cümle verilmiş: "doğanın kendisinin sinirlenecek ve işkence edilecek bir şey olduğu ve bir kez sinirlenip işkence edildiğinde, tatmin olmayan itaatkar kölenin buna devam edeceği inancı".

    bu bilgilerden sonra tekrar analize dönelim. uzun oldu fakat francis bacon'ın kadınlara karşı bu tutumunu hikayeyle birleştireceğim şimdi. su birikintisinin yanında durduğu dizede bu kişi "a young figure" iken, sonra "human bacon" olarak damgalandığı dizede "he" olarak erkeğe dönüyor. bu durum damganın tüm erkeklere vurulduğu fikrini getirdi. günümüz dünya toplumunu düşününce francis bacon zamanı kadar olmasa da, erkeklerin daha ayrıcalıklı görüldüğü yadsınamaz bir gerçek. yani aslında francis bacon'ın fikrini bugün de taşıdığımız için her erkekte bir "human bacon" damgası vardır. bir sonraki dizede gelen "o sizsiniz" cümlesi de bu durumu insanın yüzüne tokat gibi çarpmaktadır.

    ayrıca francis bacon'ın doğa metaforlarını kadın olarak yorumlayan "peace among the willows: the political philosophy of francis bacon" kitabı dışında francis bacon'ın "peace among the willows" ifadesini içeren bir sözü vardır (bu söze aynı ismi taşıyan kitapta da yer verilmiştir).

    "myself am like the miller of huntingdon, that was wont to pray for peace among the willows; for while the winds blew, the windmills wrought, and the water mill was less customed. so i see that controversies of religion must hinder the advancement of sciences."

    "ben söğütler arasında barış(huzur) için dua etmeyecek huntingdon değirmencisi gibiyim, çünkü rüzgar estiğinde rüzgar değirmenleri çalışır ve su değirmenleri daha az kullanılır. bu nedenle dini çekişmelerin bilimin gelişimini engellemesi gerektiğini anladım."

    francis bacon bu sözü 1609 yılında yazmış. şarkının bir önceki bölümündeki tarihi olaylar ile kronolojik olarak karşılaştırırsak bu söz; martin luther'in 1517'de katoliklere karşı yayınladığı, protestanlık mezhebini başlatan 95 tez'den sonra; katolik ve protestanlar arasında başlayan otuz yıl savaşları'ndan 9 yıl önce yazılmış. bu sözün yazıldığı dönem katoliklerle protestanlar arasındaki gerilimin yüksek olduğu yorumunu yapabiliriz. bu sözdeki dini çekişmenin ne olduğunu da böylece görebiliriz.

    "ben söğütler arasında barış(huzur) için dua etmeyecek" ifadesinde dua etmemesiyle, söğütler arasındaki barışın dini bir anlamı olduğunu düşünebiliriz. ayrıca "peace (barış, huzur)" ifadesi şarkıda (15) ile (28.5)'te geçmekteydi; o dizelerde bu ifadeyi "cennet" olarak yorumlamıştık, bu sözde de "peace" için aynı yorumu yapabiliriz. "willow(söğüt)" kelimesi de ölüm, yeniden doğuş, ahiret, cehennem, yeraltı dünyası anlamlarına gelmekte 1 234, bu da "peace"in bu alıntıda "cennet" anlamına geldiğini desteklemektedir.

    social security took care of this lad.
    {sosyal sigorta bu genç ile ilgilendi}
    we watch in reverence, as narcissus is turned to a flower. (37)
    {narcissus bir çiçeğe dönüştürülürken onu saygıya izledik}
    a flower?
    {çiçeğe mi?}

    (37)bu kişinin francis bacon olmadığını düşünenlerin olabileceğini düşündüğüm için devam edeyim (cümle kendi içerisinde dönüşüm geçirdi *) francis bacon'ın "the wisdom of the ancients" (antiklerin bilgeliği) isimli kitabı var. bu kitabın dördüncü bölümünde de narcissus ve echo hikayesi anlatılmış.

    bu kitapta önceki bilgilerle bağlantı kurabileceğimiz bir bölüm daha var; ikinci bölüm olan typhon. typhon yunan mitolojisinde çok büyük "serpentine" yani yılana benzeyen canavar, ayrıca yunan mitolojisindeki en ölümcül yaratık olarak geçmekte. bizi ilgilendiren mısır mitolojisi kısmına gelecek olursam; typhon, yunan tarihçi hekataios zamanında mısır tanrısı set ile birlikte tanımlanırmış. ayrıca heredot da typhon'u set ile beraber tanımlamış ve set'i ikinci kez sonsuza kadar ilahlaştıran mısır kralı yapmış. ayrıca heredot osiris'in oğlu horus'un, typhon'u tahttan indirdiğini söylemiş (kaynak).

    v. willow farm (38)
    {söğüt tarlası}

    (38)bir önceki bölümde "willow" ismini nereden aldığını söylemiştim, o kitaptaki anlama göre willow söğüt demek. fakat willow kelimesinin kriket sopası anlamı da var. gözünüzün önüne grubun bir önceki albümü olan nursery cryme in albüm kapağı gelmiştir. foxtrot albümünün kapağında da kriket oynayanların olduğunu bilenleriniz vardır. burada willow kelimesiyle kriket sopasına yani grubun bir önceki albümüne gönderme yapılmış.

    climbing out of the pool, they are once again in a different existence. they're right in the middle of a myriad of bright colours, filled with all manner of objects, plants, animals and humans. life flows freely and everything is mindlessly busy. at random, a whistle blows and every single thing is instantly changed into another. (39)

    (39)su birikintisinden dışarı tırmandıklarında, bir kez daha farklı bir varoluştaydılar. on binlerce parlak rengin, her tarzda cisimlerin, bitkilerin, hayvanların ve insanların doldurduğu bir yerin tam ortasındaydılar(39.1). hayat özgürce akıyor(39.2) ve her şey akılsızca yoğundu(39.3). bir anda bir ıslık çalar ve bütün her şey bir anda başka bir şeye dönüştürülür.

    (39.1) (39.2) ve (39.3)'e yazının ilerleyen kısmında değineceğim.

    if you go down to willow farm, <--(40)
    {eğer söğüt tarlasına inersen}
    to look for butterflies, flutterbyes, gutterflies <--(40)
    {kelebekleri, kanat çırpanları, uçan dereleri aramak için}

    (40)açıklamaya geçmeden önce flutterbyes ve gutterflies kelimeleri ingilizce'de olmadığı için bu kelimelerin çevirilerini flutter ve gutter kelimelerinin anlamına göre biraz içgüdüsel yaptığımı belirteyim.

    ilk bölümdeki dönüşümün pekiştirilmesi gibi (oradaki dönüşüm aşıklar ölürken olmuştu), burada da kelebek, değişim sembolü olarak kullanılmış. ama tam da hikayeye uygun bir şekilde olmuş yine. şöyle ki, kızılderililer'e göre kelebek; değişimi, eğlenceyi ve rengi sembolize edermiş (bizim soykırıma uğrayan kızılderililer). hikayede üç durum da var, savaşın karanlığından geldikleri yerin renk değişimini hikaye ile, eğlenceyi müzik ile sağlamışlar.

    ayrıca 1980 yılında peter gabriel'in röportajında küçükken yaşadığı dedesinin evinde "dragonflies" yani helikopter böceklerini izlerdim demiş. musical box'ın meydana geldiği hikayeyi hayal ettiği yerin o ev olduğunu söylemiş, belki de bu kısmı da o evden ilham alarak yazmıştır.

    open your eyes, it's full of surprise, everyone lies, (41)
    {gözlerini aç, burası sürprizlerle dolu, herkes yalan söyler}

    (41)sürprizlerle dolu olması ve yalancılık beraber kullanılmış. sürprizin nedeni yalancılığa bağlanmış alt metinde. günümüzde ne derece yalan söylediğimizi düşünürsek burada güzel bir ironi var. ayrıca şarkıda ifade edilmek istenen yalanların neler olduğu ilerleyen dizelerde görülmekte.

    like the fox on the rocks, (42)
    {kayadaki tilki gibi}

    (42)albüm kapağında tilki avına çıkmış ve bir tilkiyi köşeye sıkıştırmış dört soylu var (albüm kapağını açıklarken bu tasvire tekrar değineceğim). bu yüzden burada da tilki avıyla ilgili bir yalan olup olmadığını araştırdım. yine biraz hikayeden uzaklaşıp bu konu hakkında bilgi vereceğim.

    zamanında tilki avının yasaklanması ile ilgili birçok girişimde bulunulmuş. 1949 yılında avlanmanın yasaklanması veya kısıtlanması için iki özel üyeden beyanname gelmiş fakat sonuç olarak kabul edilmemiş. daha sonra hükümet tarafından soruşturma yapmak için birilerini atanmış ama hükümet atadığı kişileri avlanma yanlısı bir rapor oluşturacak kişilerden seçmiş. ve raporda "tilki avcılığının tilkilerin kontrolünün sağlanmasında önemli bir katkısı vardır ve onları kontrol altına almak için kullanılacak diğer yöntemlerden daha az zulüm içerir. bu nedenle devam etmesine izin verilmelidir." yazılmıştır.

    şarkıda da soyluların yaptığı spor(!) olan tilki avının yasaklanmaması için yazılan bu raporun yalan olduğundan bahsedilmiş. e tabi soylu olunca zevklerinden ödün vermek istemiyorlar, soylu olmak bunu gerektirir.

    and the musical box. (43)
    {ve müzik kutusu gibi}

    (43)buradaki yalan da "nursery cryme" albümünün musical box şarkısındaki sözlerin içerisinde gizli.
    "and the nurse will tell you lies
    {ve dadı sana yalanlar söyleyecek}
    of a kingdom beyond the skies"
    {gökyüzlerin ötesindeki krallık hakkında}

    ingiltere hakkında ingiltere'nin ötesindekilere söylenen yalanlardan bahsediliyor. bu yalanların neler olduğuna dair örnekler ilerleyen dizelerde verilmekte.

    oh, there's mum & dad, and good and bad, (44)
    {burada anne ile baba, iyi ile kötü var}

    (44)human bacon gibi burada da mum & dad in ilk harfleri büyük. burada da gizlenen kişiler var. willow'un kullanım amacı kafada oturmaya başlayacak önceki dize ile beraber. willow'un çift anlamlılığının kullanımıyla bu bölümde "nursery cryme" ile bağdaştırmalar yapacağım denmiş. şimdi tekrar "nursery cryme" a dönelim. biraz da o albümün analizine dönecek yazı ama ne yapalım şartlar bizi buraya getirdi.

    "nursery" kelimesi kreş, ana okulu demek. "cryme" kelimesi de iki kelimenin birleşiminden oluşmuştur. "crime" (suç) ve "rhyme" (şiir).
    ayrıca "nursery rhyme" kelime grubu olarak da çocuk şiiri veya çocuk şarkısı anlamına gelmekte. ilk olarak şiir ile başlamak istiyorum. bu şiirler çocuklarla ilgili şeylerden bahsetmekle birlikte; alt metninde politika, dini şiddet, cinsellik, cinayet, casuslar gibi konulardan da bahsediyormuş. o yaştaki çocuklar bu şiirlere maruz kalıyormuş. şarkı içerisinde de (24)'te çocuk şiiri gibi görülen fakat din adamlarına yapılan eleştirinin anlatıldığı örneğe yer verilmişti.

    ikinci olarak kreşteki suçlara gelecek olursak, dr charlotte beyer adındaki bir yazarın bu konu hakkında ele aldığı metni gördüm, durumu anlatmaya gerek kalmadan özetlemiş (victoria dönemi için konuşmuş). "bu uygulama sonucunda sayısız bebek ve çocuk acı çekti veya öldü. 'koruyucu ailelik' yavaş veya hızlı bir şekilde öldürmek anlamına geliyordu." yani çocuklar sürekli bir baskı altındaydı. psikolojik olsun, fiziksel olsun; sonu ölüme kadar gidebilen ve çok kez de gitmiş olan bir baskı.

    bu cinayetlerin olduğu victoria döneminde dadılar kadınmış. orta ve zengin sınıfın çocukları kreşlerde gece de kalıyorlarmış. küçük yaştaki çocuğun sürekli olarak, ailesi ile günde birkaç saat görüşebildiği kreşte kalması, kafasındaki anne figürünün dadı olması demek. ve baskıcı ve kötü bir anne figürü oluşması demek. bunu şimdi şarkıyla birleştirelim.

    şarkıda anne kelimesi "mum" olarak geçmiş fakat "mum" aynı zamanda hanımefendi demek. yani şarkıda da anne deyip ama aslında anneyi kastetmediklerini de destekler nitelikte.

    anne ile babanın, iyi ile kötü eşleştirmesine geçelim. annenin kötü rolünü söyledim. e o zaman babaya da iyi kalıyor deyip geçmeyeceğim. (9)(10)(11) dizelerinin analizinde tanrı isa benzetmesini yaparken (10)"sıcak kollarından uzakta" dizesinde babanın oğluna şefkatle dolup onu kolları arasına aldığı luka 15:20 pasajını paylaşmıştım ve o pasajda hikayedeki babanın oğluna gösterdiği şefkati tanrı'nın isa'ya gösterdiği şefkat ile bağdaştırmıştım. burada da "baba" ifadesi kullanılmış ve iyi olarak belirtilmiş. önceki dizelerle bu dizeyi birleştirerek, "kötu anne" figürüne karşılık "iyi baba"nın tanrı olduğu sonucuna varabiliriz.

    and everyone's happy to be here. (45)
    {ve herkes burada olmaktan mutlu}

    (45)burada da o dönemin ingilteresi'ni düşünürsek yapılan ironiyi görebiliriz.

    there's winston churchill dressed in drag, (46)
    {kadın elbisesi giymiş winston churchill var}

    (46)kadın elbisesini giyen bir erkek anlatılınca ve bu erkek britanyalı olunca akla ilk olarak iskoçlar'ın ulusal giysisi kilt geliyor ama "drag"ın nasıl bir kadın elbisesi olduğunu görmek için google sonuçlarına bakalım. baktıysanız şarkıdaki on binlerce parlak rengi anlatmak için güzel bir seçim olduğunu görebilirsiniz. ayrıca (bkz: drag queen)

    tabi ki bu dizede winston churchill ile ilgili bir alt metin de düşünülmüş olmalı. buraya kadar şarkının içerisinde geçen iki kişi ismi vardı. ikhnaton ve "human bacon" lakabıyla francis bacon. human bacon direk ismiyle verilmemişti fakat özel isim olduğu belirtilmişti. bu iki ismin de g.e.s.m ile benzerliği vardı. winston churchill ise tarihte ne bilim adamı ne de yalancı peygamber olarak geçer. fakat churchill'in akademik çalışmalar yapılan yani bilime katkıda bulunulan üniversitelerle ilgili bir ilişkisi var, hem de iskoçya'daki üniversiteler. aberdeen ve edinburgh üniversitelerinde bir dönem rektörlük yapmış. ama tabi bilimsel kimliği ile değil politik kimliğiyle rektör olmuş.

    aberdeen üniversitesi'nde 1914-1918 tarihinde rektör olmuş yani birinci dünya savaşı zamanı. o dönem de "first lord of the admiralty", tam ingilizcesini karşılamıyor sanırım ama "deniz bakanı" gibi bir şey. winston churchill ve birinci dünya savaşı deyince bizim aklımıza ilk çanakkale savaşı geliyor. dünyada da böyle mi diye araştırdım ve öyleymiş. zaten bu başarısızlıktan sonra rütbesi düşürülüp istifa ediyor.

    yine hikaye ile birleştirelim olayı. churchill çanakkale savaşı'nı başlatan taraf ve kaybeden taraf olarak düşünülebilir. üçüncü bölümü hatırlarsanız g.e.s.m'in ordusu da topraktan çıkıp savaşı başlatan taraftı ve kaybetmişlerdi. yani şarkıda ismi geçen üçüncü kişinin de g.e.s.m ile ortak yanı var.

    he used to be a british flag, plastic bag, what a drag. (47)
    {önceden ingiliz bayrağıydı, naylon poşetti, ne aptalca.}

    (47)bir önceki dizeyi bağlarsak eğer, yapılan savaşların bayrak adına olduğu, naylon poşet benzetmesiyle bayrak adına yapılan bu savaşların mantıksızlığı ifade edilmiş, zaten sonunda da bunun ne kadar aptalca olduğunu dillendirmiş.

    the frog was a prince, the prince was a brick, the brick was an egg, <--(48)
    {kurbağa prens idi, prens tuğla idi, tuğla yumurta idi,}
    the egg was a bird. <--(48)
    {yumurta kuş idi.}
    (fly away you sweet little thing, they're hard on your tail) <--(48)
    {uçup git seni küçük tatlı şey, onlar senin kuyruğuna bağlanmışlar}
    hadn't you heard? <--(48)
    {duymamış mıydın?}
    (they're going to change you into a human being!) <--(48)
    {onlar seni insana dönüştürecekler}

    (48)kurbağa ile prensi görünce akla kurbağa prens masalı geliyor. fakat şarkıda prensesin kurbağayı öpmesi sonucu kurbağanın prense dönüşümü değil, hikayenin başında cadının prensi kurbağaya dönüştürmesi yer almakta. şarkıda kurbağa prens idi deniyor, yani son hali kurbağa.

    şarkıda prensin dönüşümündeki prensesin rolü degil, cadının rolü vurgulanmış. şarkının önceki bölümlerinde de cadılara atıf yapılan dizeler vardı. o dizeleri anlatırken 1450-1750 yılları arasında sayılari 35bin - 100bin arasında olduğu tahmin edilen cadının infaz edildiğini yazmıştım. bu dizede kurbağa prens masalı üzerinden cadılara tekrar atıf yapılmasıyla zamanında infaz edilen cadıların infazını dini yönden meşrulaştırmak için incil'in değiştirildiği gibi; cadıları kötü gösteren hikayeler ile kültürel yönden de cadıların infazının meşrulaştırıp, yaptıkları infazların üzerini örttükleri vurgulanmış (zamanında öldürdünüz, incil'de "bir cadının yaşamasına izin vermeyeceksin" yazdınız, hikayelerde kötü diye yaftaladınız, ama bayramlarını kutlamayı biliyorsunuz).

    hikayenin ardından tekrar bu kısımdaki ilk dizeye geçelim. kurbağa prens hikayesini anlatırken dizede prensin kurbağaya dönüştüğünü belirtmiştim; yani buradaki dönüşüm kurbağadan kuşa doğru değil, kuştan kurbağaya doğru. parantez içerisindeki dizelere dikkat ederseniz bu dizelerdeki hikayeyi kuşa anlatıyor (parantez içerisinde geniş zaman, parantez içerisinde olmayan dizelerde hikaye geçmiş zaman anlatımı var). kuş insana(prense) dönüştü, seni de dönüştürecekler diyerek kuşa kaçmasını öğütlüyor. peki insana dönüşmek niye bu kadar kötü? bunu anlamak için dönüşümün halkalarına bakalım.

    kuş yumurta oluyor. yumurta yeni bir hayatın sembolü. e zaten bu daha dönüşümün devam etmesinden anlaşılıyor. sonra yumurtadan tuğla oluşuyor. ingilizce'de birbiriyle aynı anlamı taşıyan iki tane deyim var "dumb as a rock", "thick as a brick" (buradan thick as a brick ve another brick in the wall a selamlarımı yolluyorum *). bu iki deyim de aptal insanlar için kullanılan deyimler. yani kuşa aptal insanlara dönüşeceksin diyor ve sonraki dönüşüm de insandan kurbağaya oluyor. peki kurbağa ne ifade ediyor?

    kaynayan kurbağa hikayesini duymuşsunuzdur. bir kurbağa suya atılıp su ısıtıldığında, eğer suyun sıcaklığı belirli bir hızda artarsa kurbağa bunu hissetmez ve kaynayan su içerisinde ölür. bu hikaye, insanların aniden değil de, yavaş yavaş ortaya çıkan uğursuz tehditlere tepki göstermemesi veya farkında olmaması konusunda bir metafor olarak kullanılır. kuşa kaçmasını söylemesinin nedeni onu insana dönüştürerek onu aptallaştırıp, etrafındakilerin farkında olmayan ve olaylara karşı tepki göstermeyen biri haline getirecekleri içindir (bunun örneklerinden biri de zamanında yapılan cadı infazlarına günümüzde tepki göstermeyen; yaşanan bu olayın farkında olmadan veya farkında olup ona rağmen cadılar bayramını kutlayan aptallaşmış insanlar için veriliyor).

    ayrıca burada yapılan diğer bir göndermeye değinmek istiyorum. burada sadece prensten kurbağaya geçişi anlatacağım. prens, ingiliz kraliyet ailesini sembolize etmektedir. ingiltere günümüzde demokrasi ile yönetilen bir ülkedir. bunun için de demokrasi ile yönetilen ingiltere'de, kraliyetin monarşi sisteminde de düzenlemeler olmuştur. bu da anayasal monarşi olarak adlandırılmıştır. buna göre monarşi sistemindeki yöneticiler, yetkilerini anayasal çerçevedeki sınırlar içerisinde kullanmak zorundadır. sistem içerisinde de zamanla değişiklikler olmuş ve kraliyet ailesi gittikçe devlet işlerine karışmayan, sembolik bir aile hale gelmiştir. prensin kurbağaya dönüşmesiyle de kraliyet ailesinin bu sembolik durumuna gönderme yapılmıştır.

    yes, we're happy as fish and gorgeous as geese, <--(49)
    {evet, biz balık kadar mutluyuz, kazlar kadar muhteşemiz}
    and wonderfully clean in the morning. <--(49)
    {sabahları inanılmaz derecede temiziz}

    we've got everything, we're growing everything, <--(49)
    {her şeye sahibiz, her şeyi yetiştiriyoruz}

    (49) bu dizelerde ingiltere hakkında ingiltere'nin ötesindekilere söylenen yalanlardan örnekler görülmekte. ayrıca bu dizelerden itibaren üçüncü bölümün başındaki kızılderililer'de olduğu gibi "biz" olarak ifade edilen ingilizler, "all change" dizesine kadar devam etmekte.

    bunun yanında balık kadar mutlu ifadesinin zhuang zhou adındaki şüpheci bir felsefecinin başka bir felsefeciyle balıkların mutlu olup olmadıklarını bilip bilemeyecekleri hakkında yaptıkları tartışma ile bağlantılı olabileceğini düşünüyorum.

    o tartışma sırasında zhuang zhou ünlü bir söz olan şu sözü söylemiş. "sen ben değilsin. balıkların mutlu olduğunu bilmediğimi nereden biliyorsun?" sonuç olarak balık kadar mutlu ifadesiyle, (45)"herkes burada olmaktan mutlu" dizesine ve bu bölümdeki diğer söylenenlere şüpheyle bakmamızın istendiğini düşünüyorum (bu kısımda şarkıda "hmm" gibi, şüpheci bir ses de duyulmakta); bu düşünce de bu dizelerin ingiltere hakkında ingiltere'nin ötesindekilere söylenen yalanlar olduğunu güçlendiriyor.

    şimdi de "kazlar kadar muhteşemiz" dizesine geçeyim. bu dizelerin ingiltere hakkında ingiltere'nin ötesindekilere söylenen yalanlar olduğunu söylemiştim. grup da bu ifadeleri abartılı bir anlatımla kullanarak yaptıkları ironiyi vurgulamak istemişler. burada da kazların muhteşemliği vurgulanmış fakat "silly goose (aptal kaz)" deyimi de aptal insanları ifade etmek için kullanılmakta. ayrıca şarkıda geçen "geese" kelimesi kazlar anlamına geldiği gibi kaz kafalılar anlamında da kullanılmakta. yani grup, kendileri hakkında muhteşemiz diye övünen ingilizlere, "muhteşemsiniz ama ancak aptal kazlar kadar" gibi bir imada bulunuyor.

    son olarak (48)'deki dönüşüm halkaları ile (49) "gorgeous as geese" kısmını birleştireceğim. (48)'de dönüşüm kuş ile başlıyordu ve kurbağa ile bitiyordu. (49)'da da kuşlardan birine örnek olarak kazlar verilmiş ve şarkıda kaz dışında kuş cinslerinden başka bir örnek bulunmamakta.

    dönüşüm halkalarına geçmeden önce "mother goose" ifadesinin kökenine değinmek istiyorum. "mother goose" figürü, fransız masallarının, daha sonrasında ingiliz çocuk şiirlerinin (nursery rhymes) kurgusal hayali yazarı olarak geçmekte. yani "mother goose" figürü grubun bir önceki albümü olan "nursery cryme" ile ilişkili diyebiliriz. (43)'te de bu albüme atıf yapılmıştı.

    ayrıca "mother goose and the golden egg" isimli bir hikaye bulunmakta. hikayenin bir bölümünde "mother goose" (anne kaz) oğlu jack'i "şöhretli harlequin" e dönüştürmekte. ayrıca bu hikayeden önce "harlequin and mother goose: or the golden egg" isimli bir pandomim de bulunmakta. grubun, ismi "mother goose" ile ilişkili olan bir önceki "nursery cryme" albümünün altıncı şarkısının ismi "harlequin".

    kaz ve yumurtayla ilişkili olarak vereceğim bir başka hikaye de ezop masallarından biri olan, "altın yumurtlayan tavuk" olarak bildiğimiz ama orijinalinde kaz olan "the goose that laid the golden eggs" hikayesi. hikayenin sonunda kazdan tek tek çıkan altın yumurtaların hepsini tek seferde almaya çalışan çiftçinin kazı öldürmesi sonucu bir daha hiç altın yumurta alamaması anlatılmaktaydı. yani hikayenin teması açgözlülüktü.

    bu üç şiir/pandomim/hikayeyi şarkı ile bağlayacak olursak; burada çıkarım yapacağımız düşünce için dönüşüm halkalarındaki kuştan tuğlaya geçiş kısmını anlatacağım. burada kuşu şarkıda verilen tek kuş örneği olan kaz olarak alırsak, kuştan yumurtaya geçişi ezop masalındaki kazdan çıkan altın yumurta olarak düşünebiliriz. yumurtayı altın olarak düşünmemiz durumunda, tuğlayı da altın olarak düşünebiliriz. ingilizce'de altın tuğla (gold brick) ifadesi külçe altın demek. şarkıdaki dönüşüm sırasına göre kazın altın yumurtası sonrasında altın tuğla olmakta. "gold brick" kelimesinin kökenine bakarsanız 1850'lerde ilk kez günümüzdeki külçe altın anlamıyla kullanıldığı yazmakta (daha sonrasında farklı anlamlarda da kullanılmış). "harlequin and mother goose: or the golden egg" isimli pandomim'in ilk kez oynanma tarihi 1806.

    sonuç olarak "golden egg"in (altın yumurta) tarihi "gold brick"ten (külçe altın) daha eski. altın, para şeklinde veya başka amaçlarla daha önceden de kullanılmış fakat şarkıda "brick" kelimesine vurgu yapıldığı için burada tarihsel sıralamayı "golden brick" kelimesinin kökenine bağlı kalarak yaptım. bu doğrultuda şarkıdaki dönüşüm sırası da tarihsel sıralama ile uyuşmakta. bunu niye anlattim peki?

    şarkının bu kısmında; masallarda anlatılan yumurta büyüklüğündeki altına sahip olma düşüncesinin, ilerleyen zamanda külçe altın üretilerek gerçekleştirilmiş olduğunun anlatıldığı düşünülebilir. ezop masalında tavuktaki tüm altınları almak için öldüren fakat alamayan açgözlü çiftçinin yerini ilerleyen zamanda külçe altınlara sahip olan açgözlü insanlara bıraktığını düşünebiliriz.

    we've got some in <--(50)
    {içeride bazı şeylere sahibiz}
    we've got some out <--(50)
    {dışarıda bazı şeylere sahibiz}
    we've got some wild things floating about <--(50)
    {batmadan yüzen bazı vahşi şeylere sahibiz}

    (50)burada bir önceki dizelerden farklı olarak abartılı anlatımdan ziyade, rasyonel anlatıma geçilmiş. o yüzden farklı bir yere değinilmek istendiği anlaşılmakta. son dizede gemiler vurgulanıyor ama vahşi diyerek bu gemiler kötüleniyor. bir önceki dizede de dışarıda bazı şeylere sahip olması aklıma sömürgeciliği getirdi ve sömürgeciliğin coğrafi keşifler ile başladığını ve coğrafi keşif aracı olarak da gemilerin kullanıldığını düşünürsek, vahşi gemiler ifadesi ile sömürgecilik eleştirisi yapıldığı sonucuna varabiliriz. üçüncü bölümde ikiyüzlülüğü anlatırken ingiltere'nin sömürgeciliğinden bahsetmiştim. onu yazarken buradaki çıkarımı yapmamıştım, güzel tesadüf oldu.

    everyone, we're changing everyone, (51)
    {herkesi, herkesi değiştiriyoruz}

    (51)burada da sömürgecilikle toplum üzerine uygulanan toplumsal, kültürel ve dini baskılar sonucu sömürge ülkesinde değiştirilen bu değerlere vurgu yapılmış.

    you name them all,
    {onların hepsini isimlendirin}
    we've had them here, <--(52)
    {biz burada hepsini ele geçirdik}
    and the real stars are still to appear. <--(52)
    {ve ortaya çıkacak gerçek yıldızlar hala var}

    (52)burada da yine sömürgecilikle sömürge kurulan ülkenin her şeyine el konulduğu anlatılmış ve son dizede (güneş varken gözükmese de) o yıldızlar hala orada diyerek ingilizler için "üzerinde güneş batmayan imparatorluk" sözü vurgulanmak istenmiş. bu dizelerde anlatılan sömürgecilikle (49)'da külçe altın ile anlatılan açgözlülük vurgusu tekrar edilmiş.

    all change! (53)
    {her şey değişsin!}

    (53)burada şarkının analizini yapan diğer arkadaşın cümlelerini aynen paylaşmak istiyorum, çok güzel açıklamış: "bu kısmı stüdyo kaydında dinlediğinizde bir düdük sesi, kapı kapanma sesi ve ardından herşey değişsin diyen birinin sesini duyuyoruz. all change yani herşey değişsin cümlesi ingiltere’de trenler son durağa geldiğinde, görevliler tren içindeki yolcuların treni boşaltması için all change derler. fakat bu kelime şarkımızda farklı bir anlama bürünüyor ve şarkımızın anlatıcıları herşey değişsin dediği anda şarkıda köklü bir değişim başlıyor mucizevi bir şekilde."

    feel your body melt; (54)
    {vücudunun eridiğini hisset}

    (54)devam etmeden önce, bu dizeden itibaren bölümün sonuna kadar olan kısmın hem insanlığın hem de insanın varoluşundan/doğuşundan yok oluşuna/ölümüne kadar olan sürecin tasvir edildiği bir bölüm olduğunu söylemek istiyorum. yeri geldiğinde açıklamalar sırasında da belirteceğim. bunu belirtmeden açıklamaya geçince bu dizenin havada kalacağını düşündüm. devam edecek olursak;

    (54-55)genesis 2:6-7 pasajlarında "6.buharlar yeryüzünden yükseldi ve toprağın her yerini suladı. 7.daha sonra tanrı insanı topraktaki tozdan şekillendirdi, burnundan içeri yaşam soluğu üfledi ve insan canlı varlık oldu." bu dizedeki vücudun erimesi ile pasajlarda anlatılan ıslanmış topraktan oluşan ilk insanın yaratılışının anlatıldığını düşünebiliriz.

    mum to mud to mad to dad (55)
    {anneden çamurdan sinirliden babaya}

    (55)buradaki kelime oyunu şarkıya hoş bir hava katıyor, tabi ingilizce'nin kendisi bu kelime oyununu sağlıyor ama gerçekten güzel. ve tabi burada anne-baba-çamur üçlemesini görünce insanın aklına adem ile havva'nın yaratılışı geliyor. ayrıca "sinirliden babaya" kısmında babanın sinirli olmasının, çocuğun gözünden yapılan baba tasviri olduğunu düşündüm.

    ayrıca adem ile havva'nın yaratılışından bahsederken anne ile başlamasının da incil'e göre açıklaması var. kur'an'da şeytanın adem ile havva'yı kandırması sonucu elma ağacından elma yemeleri bahsedilmekte. ikinci bölümde serpent'i anlatırken incil için de adem ile havva'yı kandırması diye bahsetmiştim, ayrıntısına inmemiştim. fakat, incil'e göre aslında şeytan ilk olarak havva'yı kandırıyor, havva elmayı yiyor ve yedikten sonra adem'e de veriyor ve havva'dan sonra adem yiyor (yaratılış 3:6) ilk elmayı yiyen havva olduğu için insanlığın havva ile başladığı kabul edilebilir, şarkıda da bu yüzden anne ifadesinin önce geçtiğini düşünüyorum.

    dad diddley office, dad diddley office, (56)
    {baba beş para etmez ofiste, baba beş para etmez ofiste}

    (56)cümlenin basit ve yüklemsiz bir yapıda olması yine çocuğun ağzından söylenen bir cümleymiş hissini veriyor.

    ayrıca bir önceki dizede babanın çocuğun gözünde sinirli olması ve ofiste olup onun yanında olmaması ile, ilk bölümde tanrı'nın oğluna yani isa'ya karşı sevgisi ve merhametine sahip olmayan babalar eleştirilmiş.

    you're all full of ball. (57)
    {topla dolusunuz}

    (57)top ifadesi akla ilk çocukları getirse de burada top, dünya sembolü olarak kullanılmış. yani bir önceki dizelerde bahsedilen sinirli, ilgisiz baba figürünün dünyanın her yerinde olduğu vurgulanmış.

    dad to dam to dum to mum (58)
    {babadan barajdan dum?'dan anneye}

    (58)bu dizede de insanın oluşumu anlatılıyor. insanlık için anne figürü önceydi, insan için de baba figürü önce kullanılmış. bunun nedeni; babadan çıkan spermin, annenin yumurtalığına ulaşarak insan hayatını başlatmasıdır.

    ayrıca dizedeki "dam to dum" ifadesiyle, kondom anlamında kullanılan "cum dam" teriminin çağrışımı yapılmış olabileceğini düşünürsek, bu dizede insanın oluşumunun anlatıldığı görüşü desteklenebilir.

    mum diddley washing, mum diddley washing, (59)
    {anne beş para etmez çamaşırda, anne beş para etmez çamaşırda}

    (59)bu dizede de çocuğun gözünden anne figürü tasvir edilmiş. yine ilgisiz, ev işleriyle uğraşan bir anne.

    you're all full of ball. (60)
    {topla dolusunuz}

    (60)baba ile aynı şekilde şarkıdaki anne figürü de dünyanın her yerinde.

    let me hear you lies, we're living this up to the eyes. (61)
    {yalanlarını duymama izin ver, bunu gözlerin üzerinde yaşıyoruz}

    (61)bu dize musical box'taki "ve dadı sana yalanlar söyleyecek / gökyüzlerin ötesindeki krallık hakkında" dizelerinin devamı şeklinde kullanılmış. dadının söylediği yalanlar --> yalanlarını duymama izin ver ile gökyüzlerin ötesindeki krallık --> gözlerin üzerinde yaşamak ifadeleri birbirlerini çağrıştırıyor. ayrıca lies kelimeleri ortak kullanılıp, skies ve eyes kelimeleri ile de bu dizelerde fonetik olarak benzerlik oluşturulmuş.

    ooee-ooee-ooee-oowaa
    momma i want you now. (62)
    {anne seni istiyorum şu an}

    (62)bir önceki dizenin musical box ile ilişkili olması sebebiyle bu dizenin de oradaki konuyla bağlantılı bir alt metin içerdiği düşünülebilir.

    çalışan babanın ve ev işleri ile uğraşan annenin, zaman ayıramadıkları çocuklarını kreşe göndermeleri ve kreşe gönderilen çocuğun dadılar ile özdeşleştirdikleri anne ama aslında anne olmayan "mum" figürü; burada çocuğun gerçek annesi olan "momma (mama)"ya dönüşüyor ve bu gerçek anne, çocuğun gelip beni kurtar serzenişinin öznesi haline geliyor.

    and as you listen to my voice <--(63)
    {benim sesimi dinlerken}
    to look for hidden doors, tidy floors, more applause. <--(63)
    {gizli kapıları, temiz zeminleri, daha fazla alkışı aramak için}

    (63)ilk dizede "sesimi dinlerken" ifadesi ile geçen zamana vurgu yapıldığını; "gizli kapılar" ile hayatın anlamının, "temiz zeminler" ile gösterişin, "daha fazla alkış" ile saygınlığın ifade edildiğini düşünüyorum.

    bu düşünceyi cümleleştirecek olursam; insanların hayatın anlamını arayarak, gösteriş meraklısı olarak ve saygınlık peşinde koşarak hayatlarını harcadıkları vurgusu yapıldığını düşünebiliriz.

    you've been here all the time, (64)
    {hep buradaydın}

    (64)burada da önceki dizede bahsedilen boşa geçen zaman sonucunda harcanan ömre vurgu yapılıyor.

    like it or not, like what you got, <--(65)
    {sevsen de sevmesen de, sahip oldukların gibi,}
    you're under the soil (the soil, the soil), <--(65)
    {toprağın altındasın}
    yes, deep in the soil (the soil, the soil, the soil, the soil!). <--(65)
    {evet, toprağın derinlerinde}

    (65)boşa geçen ömürden hayatının son demlerinde memnun olsak da olmasak da, artık önemi olmayan dünyevi özellikleri ve malları geride bırakıp toprağın derinlerine gideceğimiz belirtiliyor.

    so we'll end with a whistle and end with a bang (66)
    {düdükle ve patlama ile birlikte biteceğiz}

    (66)bir önceki dizelerde bahsedilen insanın hayatının sonlanmasının ardından, burada da kıyamet (patlama) sonucu insanlığın sonlanmasına vurgu yapılmış. düdük ile ifade edilen borazan sesi incil'de birkaç yerde geçtiği için hangisinin ifade edildiği tam olarak anlaşılamasa da düşündüklerimi yazayım:

    - israfil'in sur'a üflemesi olarak düşünülebilir ilk başta fakat incil'de israfiel'e karşılık gelen melek raphael'in sur'a üfleyeceği belirtilmiyor, bu düşünce islam'da var.

    - ikinci olarak incil'de israfil yerine yedi borazancı melek geçiyor. bu düdük ile o ifade edilmek isteniyor olabilir.

    - üçüncü olarak vahiy 1:10-18 pasajlarında "10 rab'bin[1] (isa'nın) gününde ruh'un etkisinde kalarak arkamda borazan sesine benzer yüksek bir ses işittim. ... 18 diri olan ben'im. ölmüştüm, ama işte sonsuzluklar boyunca diriyim. ölümün ve ölüler diyarının anahtarları bendedir." isa'nın yuhanna ile karşılaşmasından önce çalan borazan sesi de olabilir.

    [1]: türkçe'ye lord rab olarak çevrilmiş, fakat rab çevirisi incil'de isa olarak geçmekte, bu pasajdan teyit edebilirsiniz.

    - son olarak incil vahiy 4:1' de "bundan sonra gökte açık duran bir kapı gördüm. benimle konuştuğunu işittiğim, borazan sesine benzeyen ilk ses şöyle dedi: 'buraya çık! bundan sonra olması gereken olayları sana göstereyim.'" pasajlarında geçen borazan sesi de olabilir (incil'in bu bölümünde birinci ağızdan konuşan kişi st.john yani yuhanna, burada konuştuğu kişi ise isa'dır, bir sonraki bölümde john incili ile ilgili açıklama olacak). yani şarkıda bir sonraki bölümde kıyametin anlatılacağını incil'de olduğu gibi "burası karışacak vaziyet alın *" şeklinde anlatmak için düdük metaforu kullanılmış olabilir.

    and all of us fit in our places. (67)
    {ve hepimiz yerimize sığacağız}

    (67)zamanında hep daha fazlasını isteyen, bulunduğu yere sığamayan açgözlü insanların nasıl da küçücük mezarlarına sığdıkları/sığacakları dile getirilmiş.

    vi. apocalypse in 9/8 (co-starring the delicious talents of gabble ratchet [wild geese]) (68)
    {9/8'lik kıyamet} (başrolü paylaşan gabble ratchet(vahşi kazlar)'ın lezzetli yetenekleri}

    (68)şarkının sözlerinde gabble ratchet yazıyor fakat el broşüründe wild geese (vahşi kazlar) ifadesi de kullanılmış. "gabriel's hounds" yani gabriel'in av köpekleri gabble ratchet olarak da isimlendirilirmiş. ayrıca vahşi kazlar ile de ilişkilendirilirmiş. tarla kazların uçarken çıkardığı ses köpek sürüsünün ağlamasına benzermiş. efsaneye göre kazlar, vaftiz edilmemiş çocukların kıyamet gününe kadar hava vasıtası ile dolaşan ruhlarıymış. (kaynak)

    ayrıca galler mitolojisinde de gabriel'in av köpekleriyle aynı olan annwn'ın av köpekleri bulunmakta ve bu köpekler de göç eden kazlarla ilişkilendirmekte. vaftiz edilmemiş çocukların ruhlarının dolaşmasını göçmen kazlar daha iyi ifade edeceği için bu ek bilgiyi verdim.

    kazlar için lezzetli denmesinin nedeninin ingilizcedeki "he's cooked his own goose" deyimine gönderme yapmak olduğunu düşünüyorum. deyimi türkçeye çevirirsek "o kendi kazını pişirdi" anlamı çıkıyor. kazın deyimdeki gerçek anlamıyla pişmiş olmasını da grup "lezzetli" diyerek ifade etmiş. deyimin anlamı da "kendini gerçekten belanın içine soktu." şeklinde. şarkı içerisindeki belayı da bu bölüm başlığının kıyamet olup, kıyamet zamanı yaşanacak olayların anlatılmasıyla görebiliriz. niye kendi başını belaya soktuğuna da analizin ilerleyen bölümlerinde değineceğim.

    son olarak da kazların yeteneklerine değinmek istiyorum. diğer göçmen kuşlar gibi kazlar da göç esnasında sürü halinde olurlar ve uçarlarken v-şeklinde uçarlar. bunun nedeni aeordinamik olarak; arkadaki kuşun önündekinin hava boşluğuna girerek, daha az sürükleme kuvvetine maruz kalması sonucu daha az enerji harcayarak daha uzun mesafe uçabilmesi içindir. 25 kuşluk bir sürü, tek bir kuşun uçmasına göre %71 daha fazla mesafe kat edebiliyormuş (bu araştırma albümle yakın zamanda yapılmış, 1970'te). tabi göçmen kuşlar bunun formülünü bilmiyor, içgüdüsel olarak yapıyorlar; bu da onların yeteneği oluyor.

    kazların yeteneğinin göç ederken daha az enerji harcamaları olması; efsaneye göre vaftiz edilmemiş çocukların kıyamet gününe kadar hava vasıtası ile dolaşan ruhlarının göçmen kazlarla olan ilişkisini pekiştirmektedir. (bu bilgilerin ardından snow goose aracılığıyla gitarların da duyguları olduğunu bize gösteren andrew latimer'e selam olsun *)

    at one whistle the lovers become seeds in the soil, where they recognise other seeds to be people from the world in which they had originated. while they wait for spring, they are returned to their old world to see apocalypse of st john in full progress. the seven trumpeteers cause a sensation, the fox keeps throwing sixes, and pythagoras (a greek extra) is deliriously happy as he manages to put exactly the right amount of milk and honey on his corn flakes. (69)

    (69) bir düdük sesi ile aşıklar topraktaki tohumlara(69.1) dönüşürler, diğer tohumların yaratılmış oldukları dünyadaki insanlar olduklarını fark ederler. ilkbahar için beklerken(69.2), st john'un (yuhanna) vahyinin(69.3) tüm gelişmelerini görmeleri için eski dünyalarına geri döndürülürler(69.4). yedi borazancı heyecana neden olurlar(69.5); tilki, altılar fırlatmaya devam eder(69.6) ve pisagor(69.7), mısır gevreğine tamı tamına doğru miktarda süt ve bal koymayı başardığı için (69.8) çılgına dönmüş gibi sevinmektedir.(69.9)

    burada açıklamalara geçmeden önce incil'de vahiy kitabına göre isa'nın ikinci kez dünyaya gelişinin, yeniden dirilişin vs. hangi sırayla olacağını açıklamak istiyorum. ileride buraya tekrar dönüp bakabilirsiniz (bu kaynaktan faydalanacağım fakat birebir bu kaynağı kullanmayacağım. çünkü bazı olayların olup olmayacağı hristiyanlar arasında uzlaşılamamış. o nedenle sıralamayı incil'de vahiy kitabına göre açık olan olayları, pasajları belirterek pasaj sırasına göre yapacağım).

    - afterlife (life after death) ölümden sonraki yaşam
    - cennet ve cehennem
    - second coming (resurrection of jesus) vahiy 19:11-15 isa'nın dirilişi, yeniden dünyaya gelişi
    - first resurrection(ilk diriliş) vahiy 20:5-6 isa'ya tanıklık edip, ikinci ölüm sonucu ateş gölüne atılmayacak, yeni kudüs'te yaşayacak kişilerin dirilmesi
    - millennialism vahiy 20:6 ilk dirilişte gelen insanların isa ile birlikte, dünya üzerinde bin yıllık egemenlik süreceği altın çağ.
    - dünya'nın sonu vahiy 20:11
    - ikinci diriliş, son yargı ve ikinci ölüm vahiy 20:12-15 kıyamet sonrası ölen herkesin yeniden dirilmesi, herkesin yargılanması ve yaşam kitabında adı olmayanların (isa'ya tanıklık etmemiş olanların) ikinci kez ölüp ateş gölüne atılması
    - dünya'ya gökten inecek kutsal kent (new jerusalem) vahiy 21:1-2 yeni kudüs, son yargının ardından yaşam kitabında adı olanlar için dünya'ya tanrı tarafından gökten indirilecek olan kutsal kent.
    - eternal life (sonsuz yaşam) vahiy 21:3-6 sonsuz yaşam, ölümden sonraki yaşamın devamı olacak. artık ölümün veya acıların olmayacağı bir dünya olacak. sonsuz yaşam da yeni kudüs'te olacak. ikinci bölümde paylaştığım yuhanna 4:14 ile vahiy 21:6'ya bakarsanız sonsuz yaşamın yeni kudüs'te olacağı daha net anlaşılmakta.

    (69.1) (69.2) bu bilgilerden sonra topraktaki tohum ve ilkbaharı beklemeleri ifadelerine değinmek istiyorum. tohum nedir sorusuyla başlayacağım. tdk'da tohumun tanımlarından biri "ortaya bir sonuç çıkaran, bir sonucun oluşmasına sebep olan şey". o zaman tohumu şu an olmayan ama olacak bir şeyin simgesi olarak düşünebiliriz. ikinci olarak da ilkbahar neyi simgeler? sonbahar ve kış ile beraber ölen doğanın yeniden canlanmasını. peki toprak bir önceki bölümde ne için kullanılmıştı? dünyaya gelen ve vaktini geçiren insanların gittikleri yer, yani ölüm.

    şimdi bunları birleştirelim. topraktaki tohumla ölen insanlara bir şey olacağı; ilkbahar için beklemeleriyle de, ölen insanlara olacak şey için yeniden canlanmayı beklemeleri ifade edilmiş. bu da bizi son yargı için ölen insanların yeniden dirileceği zamana çıkarır (son yargı öncesi dirilme bizi ikinci dirilişe çıkarıyor; internette yeniden dirilişi araştırınca, yeniden diriliş teriminin genellikle son yargı öncesindeki diriliş için kullanıldığını gördüm).

    (69.3) "apocalypse of john" yani john'un vahyi; "book of revelations" (vahiy kitabı) olarak geçen, incil'in son bölümü olan, kıyamet zamanı yaşanacak olayların anlatıldığı bölümdür. incil'in son bölümü olmasının yanı sıra "new testament"ın (yeni ahit) da son kitabıdır. vahiy kitabı'nın yazarı olan john'un, yunanlı john of patmos mu yoksa john the apostle mı olduğu tartışma konusu olsa da 1 2, şarkıda st. john (yuhanna) diyerek vahiy kitabı'nın yazarının isa'nın 12 havarisinden biri olan john the apostle olarak düşünüldüğünü görüyoruz. şarkının ilerleyen bölümlerinde anlatılan olayların büyük bir kısmı incil'in son bölümü ile ilişkili olacaktır.

    (69.4)şarkının ilk bölümünde ölen ve ölümden sonraki yaşama geçen aşıklar, yeniden dirilecekleri günü beklerken; yuhanna vahyi'nin tüm gelişmelerini görmeleri için eski (öldükleri) dünyalarına geri döndürülürler.

    yuhanna vahyi'nin incil'in son bölümü olduğunu açıklamıştım. vahiy bölümünün başında (vahiy 1:12-19) isa'nın kıyamette gerçekleşecek olayları gösterdiği yuhanna ile dünyadaki ilk karşılaşmaları anlatılmakta. daha sonra isa, vahiy 4:1'de yuhanna'yı kıyamette gerçekleşecek olayları göstermek için göğe çağırıyor. göğe çağıran kişinin kim olduğu net belirtilmemiş ama tanrı'nın peygamber olmayan biriyle konuşmayacağını düşününce bu kişinin isa olacağı sonucu çıkıyor. internetteki yorumlarda da bu kişinin isa olduğu söylenmekte. (incil'in bu kısmındaki isa'nın dünyaya gelişi isa'nın ikinci gelişi olarak kabul edilmiyor, çünkü burada isa'nın sadece yuhanna ile diyaloğu var. isa'nın ikinci gelişinin incil'de nerede geçtiğini daha önceden belirtmiştim)

    sonuç olarak burada aşıklar, isa'ya benzetilip; isa'nın dünya'ya dönerek yuhanna ile karşılaşması ve ona kıyametin gelişmelerini göstermesi gibi, aşıklar da dünya'ya döndürülmüşler. bir önceki bölümdeki düdük sesini yorumlarken de incil'deki bu pasajları paylaşmıştım; burada da aynı pasajlara çıkılması düdüğün bu pasajlar için kullanılmış olma ihtimalini arttırmakta.

    ayrıca normalde aşıkların tanrı ve isa olması gerekirken burada isa'nın dünyaya dönmesi anlatılırken neden aşıklar denmiştir? burada aşıklar yerine aşıklardan biri dense şarkıda bu zamana kadar hep aşıklar denildiği için şarkının anlam bütünlüğü bozulurdu demeyeceğim. bu durumu da bağlayabileceğimiz bir dayanağımız var.

    hristiyanlıkta teslis yani üçlü birlik inancı var. çoğumuz baba-oğul-kutsal ruh olarak biliriz bunu. bu inanışa göre tek tanrı vardır, bu tek tanrı üç ilahi kişinin içindedir ve bu üç kişi birbirinden farklı kişilerdir. bu inanıştan hareketle tanrı, üç ilahi kişiden biri olan oğul isa'dır. bu kısımda da dünya'ya geri dönen oğul isa'yı aynı zamanda üçlü birlik inancından hareketle tanrı olarak düşünebiliriz. buradan hareketle tek bir aşığın değil de ikisinin birlikte dünya'ya dönmesinin nedeninin üçlü birlik inancının vurgulanmak istenmesi olarak yorumlayabiliriz.

    (69.5)dünya üzerinde felaketlere neden olan altı mührün ardından açılan yedinci mühür ile birlikte, tanrı'nın önünde duran yedi meleğe yedi borazan verilir. ve yedi borazancı melek tek tek yedi borazanı çalarak dünya üzerinde yaşanan felaket silsilesini devam ettirir. (konu ile ilgili detaylı bilgi edinmek isteyen arkadaşlar buradan faydalanabilir)

    (69.6)2007 yılında yapılan bir röportajda peter gabriel, bu kısmı rakamların matematiksel değerlerini kullanarak oluşturduğunu söylemiştir. ingiliz alfabesindeki harfler sırasına göre 1-26 arasında numaralandırılırsa; fox kelimesine bakıldığında, f harfi 6. sırada yer aldığı için f=6 olur. o harfi alfabede 15. sırada yer aldığı için o=1+5=6 olur. x 24. sırada yer alır ve onun için yapılan hesapta da =2+4=6 sonucuna ulaşılır. peter gabriel, bu numerolojinin amacının, pagan ve hristiyan dinlerinin harmanlanmasını göstermeye çalışmak olduğunu söylemiştir (bu numaralandırma pisagor numerolojisi olarak adlandırılmakta).

    hristiyanlığın pagan dinleri ile olan benzerliği düşüncesine, şarkı içerisinden birkaç örnek vermek istiyorum. (bu benzerlik için kullanacağım kaynaklar yine albümün yayınlanmasından önceki kaynaklar olacak).

    ilk olarak "supper" kelimesi ile başlayacağım. şarkının ilk bölümünde açıklamıştım; mısır mitolojisinde set'in osiris'e komplo kurmak için düzenlediği akşam yemeği ile isa'nın havarileri ile olduğu ve "sizden biri bana ihanet edecek" dediği son akşam yemeği benzerliği şarkıya ismini vermiştir.

    ikinci olarak isa gibi osiris'in de göklerde çarmıha gerildiği, ayrıca horus'un da aynı kaderi paylaştığı söyleniyor.

    üçüncü olarak isa'nın ikinci kez dünya'ya geleceğine inanıldığı gibi; mısır mitolojisine göre set, osiris'i öldürdükten sonra onu parçalara ayırmış, sonrasında karısı isis, osiris'in parçalarını sarmış ve yeniden doğmasını sağlamış. osiris'in yeşil teni onun yeniden doğuşunu sembolize etmekteymiş.

    dördüncü olarak hristiyanlıktaki üçlü birlik inancı olan baba-oğul-kutsal ruh (tanrı-isa-kutsal ruh) inancı, mısır mitolojisinde osiris-isis-horus olarak geçmekteymiş.

    son olarak da şarkıda ilk bölümde geçen haç'a değinmek istiyorum. o bölümü analiz ederken, haç ifadesinin ankh olabileceğinden bahsetmiştim. peter gabriel'in de haç'ın mısır mitolojisine bağlanmasını anlatmaya çalıştığını düşünüyorum, hatta bu düşüncesinin havada kalacağını düşünmüş olacak ki düşüncenin pekiştirilmesi adına bir örnek daha vermiş:

    (69.7)ankh sembolü venüs'ün astronomik sembolü olarak kullanılmakta (kaynağa bakanlar için "crux ansata"nın ankh sembolü olduğunu dipnot düşeyim). pisagor da venüs'ün hem sabah hem de akşam yıldızı olduğunu keşfeden kişiymiş.

    ayrıca şarkının ilerleyen bölümünde(80) pisagor'dan bahsederken dolunayı yansıtacak ayna aradığı söylenerek, hem onun astronomik kişiliği vurgulanmış hem de sol gözü ayı sembolize eden horus'un sahip olduğu ankh ile ilişkisi olduğu belirtilmiş.

    (69.8)mısır gevreğine doğru miktarda süt ve bal konması, bizi bernard of morlaix'in jerussalem the golden (altın küdus) şiirine götürüyor. şiirin ilk dizesi süt ve bal ile kutsanan altın kudüs olarak başlıyor.

    o zaman süt ve bal ile yapılan mısır gevreği ile altın kudüs birbiriyle ilişkili. şöyle ki mısır gevreğinin ilk üreticisi olan john harvey kellogg bir "adventist". "adventist"ler protestanlar arasında isa'nın ikinci kez geleceğine inanan grup, yeni kudüs de isa'nın ikinci gelişinden sonra dünya'ya gökten ineceğine inanılan kutsal şehirdi. bu kutsal şehir olan yeni kudüs, şiirde altın kudüs olarak geçmekte.

    "adventist" olan john harvey kellogg, ayrıca "seventh day adventist church" (yedinci gün adventist kilisesi) üyesidir. bu kilise vejetaryen beslenmeyi savunmaktadır. mısır gevreğinin kellogg tarafından üretimi de kilise tarafından önerilen vejetaryen diyete bağlı kalmak için yeni bir besin geliştirme çalışmasıyla olmuştur. kilise vejetaryen beslenmeyi yaratılış 1:29 pasajına dayandırmıştır. yani mısır gevreğinin üretim amacının dini bir boyutu da var. ayrıca kellogg ürettiği mısır gevreğinin hazımsızlığın yanında, yedinci gün adventistlerine uygun olarak mastürbasyon ve cinsel ilişkiyi azaltacağını umduğunu söylemiştir.

    mısır gevreği ile ilişkilendirilen pisagor da john harvey kellogg gibi besinsel yasakları yaşam tarzı edinmiş. geleneksel bilim adamları bu yasakların vejetaryenliğin içerisinde yer aldığını söylemekte fakat modern bilim insanları pisagor'un tam vejetaryen olduğunu savunmakta.

    ayrıca süt ve bal ile kutsanan altın kudüs dışında, 1957 basımlı bir kitapta california eyaleti de süt ve bal toprağı olarak geçmekte. yani california dünya üzerindeki yeni kudüs olarak ifade edilmiş.

    (69.9) beşinci bölümde "happy" kelimesiyle bağlantı kurduğumuz (45) ve (49) gibi, burada da "happy" kelimesiyle çılgına dönmüş gibi sevinen pisagor ile yine (49)'daki balık kadar mutlu dizesi arasında bağlantı kuracağım. ayrıca bu bağlantıda suyun kaldırma kuvvetini bulduktan sonra eureka(buldum) nidasıyla sokağa çıplak şekilde çıkan, bu nedenle çılgına dönmüş gibi sevindiğini düşünebileceğimiz arşimet de yer almakta.

    pisagor'un balıklarla olan ilişkisi şu şekilde geçmekte. pisagor sybaris'ten crotona'ya yolculuk ederken, kıyıya yakın yerlerde bazı balıkçılar ile karşılaşmış. balıkçılar suyun derinlerinden balıklarla yüklü ağlarını çekiyorlarmış ve pisagor onlara yakalamış oldukları balık sayısını tam olarak bildiğini söylemiş. balıkçılar pisagor'un tahmininin doğru olması halinde ne emir verirse versin yerine getireceklerine dair söz vermişler. pisagor'un tahmin doğru çıkmış ve denize canlı olarak dönmeleri için balıkları doğru şekilde numaralandırmışlar. pisagor kıyıda durduğu süre boyunca, hatrı sayılır süre sudan uzak kalmalarına rağmen şaşılacak şekilde balıkların hiçbiri ölmemiş.

    incil'de geçen bir hikaye de pisagor'un bu hikayesine benzemekte. yuhanna 21 1:14 pasajları şu şekilde geçmekte (hikayeyle uyuşan kısımları işaretledim). "1-2 bundan sonra isa taberiye gölü'nün kenarında öğrencilerine yine göründü. bu da şöyle oldu: simun petrus, “ikiz[a]” diye anılan tomas, celile'nin kana köyü'nden natanel, zebedi'nin oğulları ve isa'nın öğrencilerinden iki kişi daha birlikte bulunuyorlardı. 3 simun petrus ötekilere, “ben balık tutmaya gidiyorum” dedi.
    onlar, “biz de seninle geliyoruz” dediler.
    dışarı çıkıp tekneye bindiler. ama o gece bir şey tutamadılar. 4 sabah olurken isa kıyıda duruyordu. ne var ki öğrenciler, o'nun isa olduğunu anlamadılar. 5 isa, “çocuklar, balığınız yok mu?” diye sordu.
    “yok” dediler.
    6 isa, “ağı teknenin sağ yanına atın, tutarsınız” dedi.
    bunun üzerine ağı attılar. `o kadar çok balık tuttular ki, artık ağı çekemez olmuşlardı`. 7 isa'nın sevdiği öğrenci, petrus'a, “bu rab'dir!” dedi.
    simun petrus o'nun rab olduğunu işitince üzerinden çıkarmış olduğu üstlüğü giyip göle atladı. 8 öbür öğrenciler balık dolu ağı çekerek tekneyle geldiler. çünkü karadan ancak iki yüz arşın[b] kadar uzaktaydılar. 9 karaya çıkınca orada yanan bir kömür ateşi, ateşin üzerinde balık ve ekmek gördüler.
    10 isa onlara, “şimdi tuttuğunuz balıklardan getirin” dedi.
    11 simun petrus tekneye atladı ve tam yüz elli üç iri balıkla yüklü ağı karaya çekti. bu kadar çok balık olduğu halde ağ yırtılmamıştı. 12 isa onlara, “gelin, yemek yiyin” dedi.
    öğrencilerden hiçbiri o'na, “sen kimsin?” diye sormaya cesaret edemedi. çünkü o'nun rab olduğunu biliyorlardı. 13 isa gidip ekmeği aldı, onlara verdi. aynı şekilde balıkları da verdi. 14 işte bu, isa'nın ölümden dirildikten sonra öğrencilere üçüncü görünüşüydü. (balık hikayesi ayrıca luka 5:1-11 pasajlarında da geçmekte. hikayeyi burada paylaşmayacağım, isteyen o hikayeyi de okuyabilir).

    görüldüğü üzere iki hikaye de balıklar üzerinden geçmekte. ayrıca ilk hikayede pisagor'un ikinci hikayede de isa'nın kıyıda durduğu söylenmekte (iki metinde de "stood on the shore" ifadesi bulunmakta). iki hikayede de balıklar ağ ile yakalanmakta ("net"). bunun yanında 12. pasajda "yemek yiyin" ifadesi farklı çevirilerde farklı şekilde geçmekte fakat incil'in yetkili versiyonu kabul edilen king james versiyonunda "dine" olarak geçmekte. "dine" kelimesi "yemek yemek" anlamına geldiği gibi "akşam yemeği yemek" anlamına da gelmekte.

    devam edersek, 13. pasajda balıkları vermeden önce verdiği ekmeği de incil'de akşam yemeğinin (supper) geçtiği pasajlardan biri olan luke 22:19-20'de "bu benim bedenim" diyerek verdiği ekmek olarak görebiliriz. bu da "dine" kelimesinin öğün olarak akşam yemeğini belirttiğini desteklemektedir.

    pisagor m.ö 570 - m.ö 495 tarihleri arasında yaşamış. pisagor'un yaşadığı tarih, john (yuhanna) incili'nin (gospel of john) günümüzdeki haline ulaştığı m.s 90 - 110 tarihinden önce olmasına rağmen; pisagor'un balık hikayesinin yazarı iamblichus m.s 245 - 325 tarihleri arasında, yani john incili yazıldıktan sonra yaşamış. balık hikayesinin geçtiği bir kaynağa daha denk geldim, fakat o kitabın yazarı olan porphyry de m.s 234 - 305 tarihleri arasında yaşamış.

    (burada benim kafamı karıştırdığı için sizin de kafanızın karıştırabileceğini düşündüğüm bir bilgiyi vermek istiyorum. apocalypse of john (john vahyi) ile gospel of john (john incili) birbirinden farklı. ikisi de yeni ahit'te yer almakta fakat john incili ile john vahyi yeni ahit'in farklı bölümlerini oluşturmakta. buradan yeni ahit'in bölümlerine bakabilirsiniz.)

    hikayede john incili'nin yazılmasından önce yaşayan pisagor'un hayatı anlatılmasına rağmen; hikayenin john incili'nden önce yazıldığı bir kaynak bulamadım (bulan veya bilen varsa benimle paylaşabilir). bu kaynakta da pisagor'un hikayesinin yazarı olarak bu iki filozof belirtilmiş. bu hikayenin pisagor zamanında yaşanıp yaşanmadığına veya incil'in bu kısmının gerçekten bu hikayeden etkilenip etkilenmediğine girmeyeceğim; şarkıda grup bize hikayeye atıf yaparak incil'deki pasajların, pisagor zamanında yaşanan bu hikayeden etkilenerek yazıldığını vurgulamış.

    balığın dini yönden başka sembollerine bakacak olursak, bu kaynakta balığın, dini yazılarda çok az yerde isimlendirildiği yazmakta ve aynı kaynakta kutsal kabul edilen üç tane balık örneği verilmekte. ilki "dag", ikincisi "ichthys", üçüncüsü de "vesica piscis". ben "ichthys" ile "vesica piscis" e değineceğim.

    ichthys yunanca'da balık anlamına gelmekte. bu sembol erken hristiyanlar tarafından kullanılmış ve inançlarının simgesiymiş. ayrıca yunanca olarak ichthys kelimesinin baş harfleri kullanılınca "jesus christ, son of god, savior" (isa, tanrı'nın oğlu, mesih) kelimeleri çıkmaktaymış. bu da isa'nın hem tamamen insan, hem de tamamen ilahi olarak iki yönlü doğası olduğunu ifade etmekte ve isa'nın iki yönlü doğası olduğu inancını ilk hristiyanlar'ın da taşıdığını bize göstermekte. isa'nın iki yönlü doğası olduğu inancı da teslis (üçlü birlik) ile örtüşmekte. sonuç olarak ichthys sembolü, şarkıdaki aşıklar ile ifade edilen tanrı ve isa'nın (69.4)'te ikisinin birlikte dünya'ya dönmesi üzerine yorumladığımız teslis inancının tarihsel olarak kökenini göstermekte.

    vesica piscis'in de hristiyanlıkla ilişkisi ichthys gibi teslis inancını ifade etmek için kullanılmasıymış. vesica piscis kelime anlamı olarak da "fish's bladder" türkçesi balığın (hava) kesesi demek.

    "vesica piscis" in hristiyanlıkla ve balıklarla ilişkisinden sonra geometri ile olan ilişkisine de değineceğim. vesica piscis, birbirlerinin merkezlerinden geçen iki dairenin kesişiminin oluşturduğu bölge olarak tanımlanmaktadır (1 2). ayrıca "vesica piscis" olarak adlandırılan bu kesişim bölgesinin boyunun enine oranı karekök 3 olarak hesaplanmakta. şarkıdan önce yayınlanan bir kaynakta boyunun enine oranı yerine, eninin boyuna olan oranından giderek "1/(karekök3)" değerindeki 1 ve 3 rakamlarını üçlü birlik (teslis) inancına bağlamış (tabi biraz hayal gücünü de kullanmış *)

    şimdi de karekök 3 sayısının "çılgına dönmüş gibi sevinen" arşimet ile ilişkisine geçelim. arşimet karekök 3'ün kesir olarak hangi sayılar arasında olduğunu hesaplamış. 1351/780 ile 265/153 kesirleri arasında bir değer olduğunu bulmuş. bu oranlardan sonra incil'deki balık hikayesine geri dönelim. daha önce paylaştığım yuhanna 21:11 pasajını yazacak olursam "simun petrus tekneye atladı ve tam yüz elli üç iri balıkla yüklü ağı karaya çekti. bu kadar çok balık olduğu halde ağ yırtılmamıştı." hikayesinde neden özellikle 153 balık olduğunun gruba göre açıklaması karekök 3 değerinin arşimet'in hesapladığı 265/153 değerine dayanmakta. vesica piscis'in kelime anlamının balığın (hava) kesesi olması, yunanca balık anlamına gelen ichthys gibi vesica piscis'in de teslis inancını ifade etmesinin yanında vesica piscis'in incil'deki balık hikayesine de dayanması, vesica piscis'in balıklarla olan üçlü ilişkisini göstermekte *

    arşimet m.ö 288 - m.ö 212 tarihleri arasında yaşamış, yani bu hikayenin geçtiği john (yuhanna) incili'nden önce. sonuç olarak grup incil'deki hikayenin matematiksel orana dayandığını bize göstermeye çalışmakta. g.e.s.m'in bilim adamı olmasının altında yatan nedenlerden biri de, incil'in geometriden ve matematikten etkilendiği düşüncesi olabilir.

    with the guards of magog, swarming around, (70)
    {magog'un muhafızları ile çevresinde toplanıyorlardı}

    (70)ezekiel 38'de gog and magog anlatılırken; gog'tan bir kişi olarak, magog'tan da gog'ın yaşadığı ülke olarak bahsediliyor. ezekiel 38:7-8 pasajlarında "hazır ol! çevrende toplanmış büyük kalabalıkla birlikte hazırlan. onları sen gözeteceksin. uzun zaman sonra savaşa çağrılacaksın..." dize yer alan magog'un muhafızlarının toplanması bu pasajda da geçmekte.

    vahiy 20:7-8'de "bin yıl tamamlanınca şeytan atıldığı zindandan serbest bırakılacak. yeryüzünün dört bucağındaki ulusları –gog'la magog'u– saptırmak, savaş için bir araya toplamak üzere zindandan çıkacak. toplananların sayısı deniz kumu kadar çoktur." bu pasajda gog ve magog uluslarının şeytan'ın saptırdığı uluslar olduğu yer almakta.

    hezekiel 39:1-6 pasajlarında da bu ulusların karşılaşacakları sonun ne olacağı yazmakta.

    şarkının bu bölümünde olayların anlatılış sırası incil'deki olay sırası ile bazı noktalarda uyuşmamakta (aslında gog ile magog yedi borazancıdan sonra çıkıyor) fakat incil'de geçen olaylarla şarkıda bir hikaye oluşturulmuş ve o şekilde anlatılmış.

    the pied piper takes his children underground. (71)
    {fareli köyün kavalcısı çocuklarını yer altına götürüyor}

    (71) analize geçmeden önce bu kısmın yazıdaki okuması en zor kısım olarak gördüğümü belirteyim. bunu önceden belirteyim ki yazının bu kısmını okurken yorulursanız bunun bilincinde olun.

    fareli köyün kavalcısı masalını özet şeklinde anlatayım. hamelin köyünü fareler basar. bir gün köye bir adam gelir ve bir torba altın karşılığında köyü farelerden kurtaracağını söyler. anlaştıktan sonra kavalının melodisi ile fareleri takip ettirip köyü farelerden kurtarır fakat muhtar kendisine bir torba altın vermez. bunun üzerine köyün 130 çocuğunu kavalıyla peşine takar ve ormana götürür. kavalcı uyurken yolu bilen çocuklardan biri kavalı alır ve çocukları tekrar köye götürür. olayı duyan köy halkı muhtara kızar ve kavalcıya anlaştıkları altını verirler. (hikayenin ardından tekrar bir selam yollamak istiyorum, bu sefer de progressive rock'ın pied piper'ı olan ian anderson'a selamlar *)

    hikayeden sonra şimdi de şarkıda bu hikaye ile nelerin söylenmek istendiğine gelelim:

    -ilk olarak fareli köyün kavalcısı, çocukları kavalı ile peşine takarak köylerinden uzaklaştırmış. buradan çocukların yollarını kaybetmelerine neden olduğunu düşünebiliriz ve bu da bizi ikinci bölümdeki g.e.s.m'in yollarının birçoğunu kaybettirdiği çocuklara çıkarır (18). şarkıda geçen dördüncü kişi ismi de bizi yine g.e.s.m'e çıkarmakta.

    -ikinci olarak bu dizede geçen "yer altı" ifadesini düşündüm, iki sonuca vardım ama sonraki açıklamalarla bağlantı kurabileceğim, daha sağlam temelli sonucu paylaşacağım. hikayede kavalcı çocukları köyden alıp ormana götürüyordu. normalde hikayenin tamamı dünyada geçiyor fakat şarkıda götürdüğü yer, yer altı olarak geçmiş.

    köyü hikayenin geçtiği dünya olarak düşünürsek, o zaman çocukları götürdüğü orman yer altı olacak. bu düşüncede kavalcının çocukları yer altına götürmelerini, çocukları kıyametin yaklaştığı dünyadan uzaklaştırıp yer altına sığınmaları için götürmesi olarak düşünebiliriz.

    ormanı hikayenin geçtiği dünya olarak düşünelim. kavalcının götürdüğü orman şarkıda yer altı olarak geçiyordu. bu düşüncede orman yer altı olarak ifade edilen dünya olacağı için kavalcının çocukları gökten dünya'ya indirmiş olması gibi bir sonuca ulaşabiliriz. bunu da dini boyutta ölülerin diriliş zamanı olarak düşünebiliriz. mantık sınırlarını zorlarsak, gökten çocukları indiren fareli köyün kavalcısının ya tanrı olduğu, ya da uzaydan gelen biri olduğu sonucuna ulaşabiliriz. albümden altı sene sonra olsa da "pied piper from space" (uzaydan pied piper) adında super friends çizgi filminin bir bölümü var.

    şimdi de pied piper hakkında 1956 yılındaki bir dergide geçen şarkıdaki diğer unsurlarla bağlantı kurabileceğimiz bir yazıyı paylaşacağım. metnin orijinal halini buradan bulabilirsiniz.

    "bir süre önce, "fareli köyün kavalcısı" hikayesinin başlangıç noktası hakkında yapılan ilginç araştırma özgün bir animizmin bir masal oluşturabileceği aşamaları göstermekte. hikayenin 1212'deki "çocuk haçlı seferi" ile bağlantılı olmasına, en eski örneğinin 1259 olmasına rağmen, esasında hikaye bundan daha eski. tüm dünyada müziğin musibetleri yok ettiği veya ölüm alameti olduğu birçok masal var. orpheus, trakya'nın savaşçılarını ve hayvanlarını; davud, saul'un kötü adamlarını büyülemiştir. bu fikir dr. f. w. faber'in "işit, işit ruhum. meleklerin şarkıları yükseliyor." ilahisinin temelini oluşturmaktadır. elfenreigen ve odyssian sirens masalları da bu doğrultudadır. bu hikayelerin kökeni; ölenlerin, özellikle de vaftiz edilmemiş çocukların, ruhu olarak tutulan bazı ağaçlardaki ve denizdeki rüzgarın sesleridir(71.1). söğütlükte rüzgar dama tahtası gibi her yönden gelir(71.2), animizm aracılığı ile apollo smintheus, phrygia'nın müzikal fare avcısı olur, hatta kavalcının geleneksel adı olur(71.3). "bunting" (kelimesi) bu fikri desteklemekte: almanca olarak "bunt" 'rengarenk, alacalı, damalı.' (anlamlarına gelmekte)(71.4)"

    (71.1) (68)'de gabble ratchet (wild geese) kısmını açıklarken efsaneye göre (göçmen) kazların, vaftiz edilmemiş çocukların kıyamet gününe kadar hava vasıtası ile dolaşan ruhları olduğunu; tarla kazlarının çıkardığı sesin köpek sürüsünün ağlamasına benzediğini açıklamıştım. dergideki yazıda pied piper hikayesinin ve yazıda bahsedilen diğer hikayelerin kökeninin; ölenlerin, özellikle de vaftiz edilmemiş çocukların ruhu olarak tutulan bazı ağaçlardaki ve denizdeki rüzgarın sesleri olduğu yazmakta.

    (68) ile (71) i birbirine bağlayacak olursak; (71.1) pied piper'ın da yer aldığı hikayelerin kökeninin vaftiz edilmemiş çocuklar ile ilişkili olduğunu, (68) vaftiz edilmemiş çocukların ruhlarının kıyamet gününe kadar göçmen kazlar aracılığıyla hava vasıtası ile dolaştığını, (71) şarkıda pied piper'ın çocuklarını yer altına götürmesi ile hava aracılığıyla dolaşan bu ruhların artık havadan yere indiğini; kıyamet gününe kadar havada dolaşacak ruhların artık havada dolaşmadığını, yani kıyametin geldiğini bize göstermektedir.

    (71.3) fareli köyün kavalcısının orijinal ismi "pied piper of hamelin", geleneksel ismi de "rat-catcher of hamelin" türkçesi "hamelin'in fare avcısı"dır.

    (71.4) pied piper, "bunting" ismini kıyafetinden dolayı aldığı kaynakta geçmekte. 1'de pied piper'ın rengarenk ve alacalı olarak resmedilmesini, 2'de damalı olarak resmedilmesini görebilirsiniz. ismindeki "pied" kelimesi de alacalı demek.

    ayrıca pied piper'ın rengarenk kıyafetinden dolayı "bunting" ismini almasının yanında, bunting kelimesinin türkçe çevirisine bakarsanız "bayraklık kumaş" anlamına gelmekte. bu iki unsuru şarkıda bağlayabileceğimiz yere gelelim.

    winston churchill'in geçtiği dizeleri tekrar hatırlatayım. (46) "drag" kadın elbisesi giyiyordu ama elbisenin renklerine bakınca parlak renkli elbise olduğunu görmüştük. sonraki dizede de (47)"önceden ingiliz bayrağıydı" denmekteydi. winston churchill ile ilgili olan bu iki dizedeki parlak renklerin ve bayrağın pied piper için isimlendirilen "bunting" kelimesi ile bağlantılı olduğunu görmekteyiz.

    peki şarkıda bu bağlantıyı bize niye verdiler? öncelikle winston churchill'den bahsedildiği kısımların tekrar üzerinden geçersek, (46)'da g.e.s.m ile ilişki kurarken ikisinin de savaşı başlatan ve kaybeden taraf olduğundan bahsettiğimizde, winston churchill için bu savaşın çanakkale savaşı olduğunu yazmıştık. ayrıca kadın elbisesi giymesiyle, iskoç ulusal giysisi "kilt" çağrışımı yapıldığını, g.e.s.m'in bilim adamı olması nedeniyle winston churchill'in üniversitelerle olan ilişkisine değinerek iskoç üniversitesi olan aberdeen üniversitesi'nde 1914-1918 yılları arasında yani birinci dünya savaşı esnasında rektörlük yaptığını belirtmiştik.

    dergideki yazıda pied piper hikayesinin çocuk haçlı seferi ile ilgili olduğu yazmaktaydı. pied piper ile winston churchill için kurulan bağlantının da şarkıda winston churchill dizesinde yaptığımız çıkarımlar olan çanakkale ve birinci dünya savaşlarına katılan çocuk askerlerin vurgusunun yapılması için olduğu yorumunu yapabiliriz. birinci dünya savaşı'nda ingiliz ordusuna 18 yaşından küçük 250000 kişi katılmış. en genç savaşa katılan asker 12 yaşındaymış (haber 1916 yılında daily mirror gazetesinde yayımlanmış). sonuç olarak bu bağlantı bize vaftiz edilmemiş çocukları ifade etmek için verilmiş.

    (71.2) pied piper'ın kıyafetinden dolayı "bunting" ismini aldığını ve "bunting" in kelime anlamlarından birinin de damalı olduğunu (71.4)'te belirtmiştim. "söğütlükte rüzgar dama tahtası gibi her yönden gelir." cümlesinde dama tahtasıyla damalı pied piper'ın, söğütlükte rüzgar ile "the wind in the willows" kitabının (dergideki metnin orjinalinde de "the wind in the willows" şeklinde geçmekte) ifade edildiğini düşünüyorum. ayrıca "gibi" benzetme edatıyla da bu iki unsur arasındaki benzetmenin vurgulandığını görebiliriz. dergideki yazıda bu iki unsur arasındaki benzerliğin niye üstü kapalı olarak anlatıldığını anlamamakla birlikte yazıya devam ediyorum (ben mi analiz sınırlarını zorluyorum diye düşünüyorum ama yazının devamında analizi temellendirecek bilgiler sonucunda umarım sizi de tatmin etmiş olurum).

    kitabın tamamını okumadım fakat buradan bakarsanız kitapta dört ana karakter olduğu yazmakta. ben bu ana karakterlerden üçüne değineceğim. değineceğim karakterler "mole" türkçesi köstebek, "rat" (fare) ve "mr. toad" (bay kara kurbağası). kitapta yan karakterlerden de birisine değineceğim. o karakter de "pan". aslında kitapta pan ismiyle geçmiyor, kitabın bir yerinde pan-pipes'a (pan flüt) sahip olduğu söyleniyor. karakter tanıtımını daha fazla uzatmadan kitapta paylaşacağım yerleri yazayım.

    kitabın yedinci bölümün başında, "willow-wren, nehir kıyısının karanlık kenarlarında gizlenmiş hafif şarkılarını çalıyordu." cümlesi geçmekte. willow wren söğütbülbülü kuşu anlamına gelmekte fakat kitapta ilk harfleri büyük, bu da human bacon gibi özel bir ismi ifade ettiği düşüncesi yaratıyor. ayrıca "...şarkılarını çalıyordu" ifadesindeki çalma kelimesinin orijinali "piping", türkçesi hem kaval çalma hem de kuş ötmesi anlamına gelmekte. cümlede geçen willow-wren ve piping kelimeleri bu şeyin kuş mu yoksa başka birisi mi olduğu ikilemini yaratiyor. bölümün ilerleyen kısmında "ışık gittikçe güçlendi, gün doğumu yaklaştığında hiçbir kuş bu şekilde ötmezdi. ama cennet gibi müzik hayret verici bir şekilde devam ediyordu." ilk cümlede willow-wren ile kuşun mu yoksa büyük harfle yazıldığı için birisini mi nitelediği ikilemi hikayenin içerisindeki anlatımda da verilmekte ve gün doğumuna yakın kuşların bu şekilde ötmeyeceği belirtilerek yavaş yavaş bu ikilemin hangi yönde netlik kazandığı da ortaya çıkmakta. kitapta bu ikilemi yaşayan karakterler ise mole (köstebek) ile rat (fare). bu iki karakter sesin nereden geldiğini bulmaya çalışmaktalar.

    bölüme devam edersek, " 'burası benim şarkı-rüyamın yeri, müziğin benim için çaldığı yer' fare transa girmiş gibi fısıldadı. 'burada, bu kutsal yerde, burada bir yerde, elbette o'nu bulacağız!' " bu kısımda müziği çalanın orijinal metinde "he (o)" kişi zamiri ile ifade edilerek kuş ikileminden çıktığı, birini ifade ettiği anlaşılmakta ve farenin söylediği cümlede transa girmiş gibi konuştuğu ifade edilmekte. bu hikayede fareyi transa sokan müziği çalan kişi ile geleneksel adı "hamelin'in fare avcısı" olan, kavalının melodisi ile fareleri takip ettirip köyü farelerden kurtaran pied piper'ın ilişkisini görebilirsiniz.

    bölümün ilerleyen kısmında fare ile köstebek "o"nu bulduklarında bu kişinin elinde pan-pipes (pan flüt) tuttuğu yazmakta. vikipedi'de karakterleri paylaşırken değineceğim yan karakterin isminin "pan"olarak geçtiğini fakat kitapta adına hiç değinilmediğini söylemiştim. ve kitapta "pan" kelimesi de sadece burada geçmekte. peki bu karakter "pan" ismini sadece pan flüt tuttuğu için almış? "sorunun cevabı evet olsa bu soruyu sorar mıydın?" diyenleri duyar gibiyim *

    kitabın ilk basımının kapağına bakarsanız boynuzlu, sakallı, büyük kulaklı, büyük burunlu, elinde pan flüt tutan kişiyi ve önündeki köstebek ile fareyi görebilirsiniz. fare ile köstebek kitapta bu karakteri bulduklarında bu kişinin pan flüt tuttuğunu yazmadan önce de karakter ayrıntılı bir şekilde tasvir edilmiş, orada da boynuzları, sakalı ve burnundan söz edilmiş.

    şimdi bu karaktere vikipedi'de "pan" ismini veren yunan tanrısı "pan" a geçeyim. açılan sayfadaki ilk resme bakarsanız, kitabın kapağındaki çizimin'in m.ö 100 yılındaki pompei'de bulunan heykele ne kadar benzediğini görebilirsiniz (boynuz, saç, sakal, burun). heykelin açıklamasında pan'ın yanındaki çobana pan flüt öğrettiği yazmakta.

    burada bir parantez açıp kitaba devam etmek istiyorum (biraz uzun bir parantez olacak, parantezi kapattığımızda nerde açmıştık demeyin *). pied piper'ın vaftiz edilmemiş çocuklar ile ilişkisini anlatan dergi yazısıyla başladık, o yazıdan pied piper ile the wind in the willows'un ilişkisinin üstü kapalı bir şekilde anlatılması ile bu kitabı inceledik, kitapta da pied piper ile ilişkilendirilen kişinin tasvirinden yunan tanrısı pan'a geçtik. bu geçişi yaparken the wind in the willows kitabı ile şarkıdaki unsurlar arasındaki bağlantılara değinmedik. şimdi de o kısmı dolduralım.

    ama doldurmadan önce pink floyd'a ilk albümünün adını veren, hikayesinden kesitler paylaşığım the wind in the willows kitabının yedinci bölümü olan "the piper at the gates of dawn" aracılığıyla gençken güneş gibi parlayan, ilerleyen zamanda gözlerindeki bakış gökyüzündeki kara delik gibi olan, balık fanusunda yüzen iki kayip ruhtan biri, grubun kavalcı lakaplısı (s)hine(y)ou(d)iamond barrett'i saygıyla anıyorum *

    syd barret'i andıktan sonra kitap ile şarkı arasındaki bağlantılara değinebiliriz. ilk olarak şarkının beşinci bölümünün ismi olan "willow farm" 'a ismini sadece "peace among the willows: the political philosophy of francis bacon" kitabı değil, "the wind in the willows" kitabı da vermiş. bu iki kitap arasındaki ilişkiye de yazının ilerleyen kısmında değineceğim.

    ikinci olarak ismini kitapla ilişkilendirdiğimiz willow farm bölümüne geçmek istiyorum. (48)'de dönüşüm halkalarında "kurbağa prens idi, prens tuğla idi, tuğla yumurta idi, yumurta kuş idi" yazmaktaydı. buradan bölümdeki karakterlerden birinin bir zamanlar kuş olan kurbağa olduğunu söyleyebiliriz. kitaptaki ana karakterlerden biri de mr. toad (bay kara kurbağası) idi. ayrıca (4)numaralı dizede otomobil çevirisinin orijinali "motor car" olarak geçmekteydi. otomobil kelimesi daha çok kullanılan "car" veya "automobile" olarak değil de niye özellikle "motor car" olarak verilmiş? bunun da mr. toad'ın mesleğinin "motor car" sürücüsü olması nedeniyle olduğunu düşünüyorum.

    son olarak bu kitabın yedinci bölümünde de "supper" kelimesinin geçtiği kısım var. o kısmın orijinal metnini paylaşıp yazıya devam edecegim. fakat öncesinde "piper at the gates of dawn" bölümünün bu çıkarımı yapabileceğimiz derinlikte olduğunu size göstermek için internette kitap ve bu bölüm için yapılan analizlerden birinin başlığını paylaşmak istiyorum.

    kitap hakkında yapılan analize buradan ulaşabilirsiniz. analizin başlığı "kenneth grahame tarafından the wind in the willows: kelimeler ve simgeler arasındaki hayvanların hikayesi". analizin başlığından, analizi yapan kişinin kitabın anlamsal derinliğe sahip olduğunu ve kitapta sembolizmlere yer verildiğini öne sürdüğünü görebilirsiniz.

    şimdi kitapta "supper" kelimesinin geçtiği kısımdan yaptığım çıkarımı sizinle paylaşmak istiyorum. aslında tam olarak benim çıkarımım olmayacak; şarkının bu zamana kadarki alt metinleriyle bu kısmı birleştireceğim bir analiz olacak, yani aslında grubun yaptığı çıkarım olacak. kitabın orijinal metnini paylaşacağım fakat metni şimdi atlasanız da olur, ben metinde kullandığım yerleri sizinle paylaşırken metne dönüp bakabilirsiniz.

    the rat's light footfall was presently heard approaching over the parched grass. 'o, the blessed coolness!' he said, and sat down, gazing thoughtfully into the river, silent and pre-occupied. 'you stayed to supper, of course?' said the mole presently. 'simply had to,' said the rat. ' they wouldn't hear of my going before. you know how kind they always are. and they made things as jolly for me as ever they could, right up to the moment i left. but i felt a brute all the time, as it was clear to me they were very unhappy, though they tried to hide it. mole, i'm afraid they're in trouble. little portly is missing again; and you know what a lot his father thinks of him, though he never says much about it.' 'what, that child?'

    kitabın yedinci bölümünde "supper" kelimesinin geçtiği bu kısımdaki çıkarımı tek cümlede yazacak olursam; metindeki "supper" kelimesini şarkıdaki gibi isa'nın son akşam yemeği ile, "blessed air" (kutsanmış hava) kelimesini incil'de son akşam yemeğinin anlatıldığı pasajlardan biri olan matthew 26:26 pasajında isa'nın ekmeği "bu benim bedenim" diyerek kutsarken, kutsamak kelimesi olan "blessed" ile, "jolly" (keyifli) kelimesini bir harfini değiştirerek "holly" (kutsal) kelimesi ile, "you know what a lot his father thinks of him" (babasının onu ne kadar çok düşündüğünü bilirsin) cümlesindeki "baba"yı da şarkıdaki (9)(10)'da babasının sıcak kollarından uzak kalan isa yorumundaki "baba"ile ilişkilendirebiliriz.

    robin hood romanındaki gibi, bu kitapta da "supper" kelimesi geçtiği için ben bu analizi yaptım. ancak grup da kitapta bu metni görmüş ve böyle analiz yapmış olabilir mi; yaptıysa bunu bize metinde başka bir bağlantıyla bunu göstermişler mi? ben iki sorunun da cevabının evet olduğunu düşünüyorum. kitaptaki gibi, şarkıda da kitaptaki kadar olmasa da metinde anlatılmak istenen şey kesitler içerisine gizlenmiş. peki bu dizenin karakteristik özelliği var mı? kitaptaki gibi kesitler içerisine gizlenen bu dizede; kitaptaki "parched grass" (çok kuru otlak) ifadesine karşılık, bu dizede "green grass" (yeşil otlak) ifadesi yer almakta.

    dizeyi yazacak olursam (36)"to a plateau of green grass, and green trees full of life" dizede gizlenen kelime grubu da "tree of life" (hayat ağacı). hayat ağacı adem ile havva'nın yasaklı meyveyi yedikten sonra kovuldukları "garden of eden" (aden bahçesi)'in ortasındaki iki özel ağaçtan biridir.

    aden bahçesi'nin ortasındaki ikinci ağaç ise "tree of knowledge of good and evil" (iyi ile kötüyü bilme(anlama) ağacı) (yaratılış 2:9). iyi ile kötüyü bilme ağacı adem ile havva'nın aden bahçesinden kovulmasına neden olan yasaklı meyveyi veren ağaç (yaratılış 2:16-17)

    incil'de ve dizede(36) ortak olan hayat ağacı dışındaki diğer unsurları bağlayacak olursak, dizede tırmandıkları platoyu incil'deki aden bahçesi olarak, platodaki yeşil otlağı da iyi ile kötüyü bilme ağacı olarak düşünebiliriz.

    iyi ile kötüyü bilme ağacı "law of duality" (dualite prensibi) ve "pairs(unity) of opposites" (karşıtların birliği) ile özdeşleştirilmekte. karşıtların birliği ile özdeşleşen iyi ile kötüyü bilme ağacının şarkıdaki dizede(36) karşılığı olan "green grass" (yeşil otlak) ve "green grass"ın "the wind in the willows" kitabındaki bağlantısı "parched grass" (çok kuru otlak) arasındaki karşıtlığı görebiliriz.

    şarkı ile kitap arasındaki bağlantılardan sonuncusuna da kitap için yapılan analizlerinden birini daha paylaşarak değineceğim. analizin ilk paragrafında "romanda ben merkezli ve inatçı birinin nasıl değişebileceği ortaya konmakta" deniyor. (bahsedilen karakter mr. toad) bu cümle de "willow farm" bölümüne geçmeden hemen önceki dizede(37) ben merkezlilik ve inatçılıkla paralel olan narsizmin mitolojik kökenindeki karakter narcissus ve onun şarkıdaki çiçeğe dönüşümü, kitap analizinde yazılan cümledeki "değişim" ile örtüşmekte (fark ettiyseniz "willow farm" bölümüne geçmeden hemen önceki dizeler olan (36) ve (37)'de "willow" ile ilişkilendirdiğimiz iki kitaba da atıf yapılmakta; birini şimdi açıkladım, diğerini de human bacon analizinde açıklamıştım).

    the wind in the willows kitabı ile şarkıdaki unsurlar arasındaki bağlantılara değinmek için açtığımız uzun parantezi kapattıktan sonra, şimdi de kitapta pan flüt çalan karakterin kitaptaki tasviri ve kitap kapağındaki resminden bağlantı kurduğumuz yunan tanrılarından biri olan "pan" ı şarkıdaki unsurlar ile bağlayacağım.

    "pan"ı şarkıda bağlayacağım unsurlar için daha önce de iki kitabın ilişkisini yazmış olmama rağmen burada da "willow farm" bölümünün ismi ile ilişkili iki kitap olan "peace among the willows the political philosophy of francis bacon" ile "the wind in the willows" kitaplarının ilişkisinin önemli rol oynayacağını belirtmem gerek. ayrıca pan "the wind in the willows" kitabında yer aldığı gibi, francis bacon'ın "the wisdom of the ancients" kitabının altıncı bölümünde de yer almakta. fakat ben pan'ı fareli köyün kavalcısı'nda olduğu gibi, fareyi transa soktuğu kitap olan "the wind in the willows" kitabı üzerinden ele alacağım (yazının devamında ilişkileri yazarken bu ilişkileri bu iki kitabın karşılaştırması şeklinde de düşünün).

    öncelikle osiris'in mısır mitolojisinde doğa tanrısı olması gibi, "willow farm" ile ilişkilendirilen kitaplardan birinin kahramanı pan da yunan mitolojisindeki doğa tanrısı. yani "pan"ı da osiris gibi çiftlik ile ilgilenen çiftçi olarak düşünebiliriz. öteki yandan da "willow farm" ile ilişkilendirilen diğer kitabın anlattığı kişi olan francis bacon'ı da ateş ile ilgilenen g.e.s.m ile ilişkilendirmiştik.

    ikinci olarak (francis bacon'ın yazdığı "the wisdom of the ancients" kitabının ikinci bölümündeki) typhon'un zeus ile savaşı antik yunanlılar zamanında farklı şekillerde anlatılmış. 2. yüzyılda yaşayan yunanlı şair oppianus, pan'ı zeus'un kurtarıcısı ve typhon'un yok edicisi olarak adlandırmış. oppianus versiyonunda typhon'un mağaradan çıkması için pan onu yemek ile kandırmış. pan typhon'u sahile çekince de zeus typhon'u kolaylıkla yenmiş.

    bu hikayeyi de set'in osiris'i öldürmek için düzenlediği akşam yemeği ve isa'nın "sizden biri bana ihanet edecek" dediği akşam yemeğine benzetebiliriz, tek farkı buradaki yemek akşam yemeği olarak geçmiyor. ayrıca pan'ın typhon'u kandırmak için kullandığı yemek balıkmış.

    pisagor'un balıklarla olan ilişkisini ve incil'de balık hikayesinin anlatıldığı pasajları (69.9)'da yazmıştım. bu hikayeden balığın ayırca antik yunan tanrıları'nın hikayelerinde de kullanıldığını görmekteyiz. pisagor'un hikayesinin yazarları gibi, bu hikayenin yazarı olan oppianus da john (yuhanna) incili'nin günümüze ulaştığı tarihten sonra yaşamış (m.s 2. yüzyıl). (69.9)'daki gibi analizin boyutunu değiştirmemek adına incil ile kıyaslamasına girmeden, hikayenin pagan tanrıları ile ilişkili olduğu için ve analizle de örtüştüğü için paylaştığımı belirteyim.

    son olarak echo'nun narcissus ile ilgili karşılıksız sevgisinin anlatıldığı hikayesinin yanında, başka kaynaklarda geçen hikayelerde pan'ın echo'ya olan aşkı anlatılır. bu hikayelerde pan ve echo'nun iynx ve iamble isimli iki kızı da vardır. (narcissus ve pan'ı "willow" ile ilişkili kitapların iki tarafı olduğunu göz önünde bulundurun).

    dragons coming out of the sea, <--(72)
    {ejderhalar denizden dışarı çıkıyorlar}
    shimmering silver head of wisdom looking at me. <--(72)
    {bilgeliğin parıldayan gümüş başı bana bakıyor}

    (72)ejderha, incil vahiy 12:9'da eski serpent, şeytan ve iblis olarak geçmekte ve bu ejderha vahiy 12:3'te yedi başlı olarak tasvir edilmekte. vahiy 13:1-2 pasajlarında şarkıdan farklı olarak, ejderha deniz kıyısında durmakta ve denizden çıkan ise şeytanın gücünü ve yetkisini verdiği canavar olarak yer almakta.

    bilgelik ile ilgili pasaj da vahiy 13:18'de yer almakta, fakat 11. pasajdan itibaren bu kısmı analiz edeceğim. önceki bölümlerle ilgili incil'de geçen kısımların toparlaması olacak.

    13:11 "bundan sonra başka bir canavar gördüm. yerden çıkan bu canavarın kuzu gibi iki boynuzu(72.1) vardı, ama ejderha gibi ses çıkarıyordu." burada şeytanın yetki verdiği denizden çıkan canavar dışında başka bir canavar daha çıkıyor. fakat bu ilk canavarın aksine denizden değil, yerden çıkıyor (yer ifadesi ingilizce'de earth olarak geçiyor. earth kelimesinin toprak anlamı da var). ilk insanın topraktan geldiğini düşünecek olursak, canavarın topraktan çıkması onu insan olarak düşünebilmemizi sağlar.

    (72.1)kuzu gibi iki boynuzu olması da matta 7:15'te geçen sahte peygamberlerin kuzu postuna bürünerek yaklaşacak olmasına bağlayabiliriz. ayrıca isa'nın yani mesih'in, yahya tarafından tanrı kuzu olarak ifade edildiği yuhanna 1:29la da ilişkili olabilir. topraktan çıkan insan olarak tasvir edebileceğimiz bu canavar, kuzu olarak görülen isa'nın kılığına giren ama ejderha gibi ses çıkaran sahte peygamberdir.

    13:13 "insanların gözü önünde, gökten yere ateş yağdıracak kadar büyük belirtiler gerçekleştiriyordu." ikinci bölümde incilin açıklamasını yaparken çiftçinin tarla ile ilgilenmesini, sonsuz yaşam için ürün eken kişi olması ile görmüştük. bu pasajda da g.e.s.m'in ateşle ilgilenmesinin dayandığı yeri görmekteyiz.

    13:14 "ilk canavarın adına gerçekleştirmesine izin verilen belirtiler sayesinde, yeryüzünde yaşayanları saptırdı. onlara kılıçla yaralanan, ama sağ kalan canavarın onuruna bir heykel yapmalarını buyurdu." ikinci bölümdeki g.e.s.m'in çocukların yollarını kaybettirmesini bu pasaja bağlayabiliriz. dikkat ederseniz pasajlarda da bunları yapan topraktan çıkan sahte peygamberdir.

    13:15 "canavarın heykeline yaşam soluğu vermesi için kendisine güç verildi. öyle ki, heykel konuşabilsin ve kendisine tapmayan herkesi öldürebilsin." bu pasajda da şarkının üçüncü bölümünde g.e.s.m'in adamlarının g.e.s.m'in emri ile güncel "sonsuz yaşam" lisansı olmayanlara saldırması yer almakta.

    13:16 "küçük büyük, zengin yoksul, özgür köle, herkesin sağ eline ya da alnına bir işaret vurduruyordu." bu pasajda da dördüncü bölümdeki "human bacon" damgasını görmekteyiz.

    13:17-18 "öyle ki, bu işareti, yani canavarın adını ya da adını simgeleyen sayıyı taşımayan ne bir şey satın alabilsin, ne de satabilsin. bu konu bilgelik gerektirir. anlayabilen, canavara ait sayıyı hesaplasın. çünkü bu sayı insanı simgeler. sayısı 666'dır." buradan da 666 sayısının denizden çıkan şeytanın gücünü ve yetkisini verdiği canavarın simgesi olduğunu görüyoruz. ayrıca bu sayının insanı simgelediği yazmakta.

    sonuç olarak vahiy 13:11-18 pasajları şarkının ikinci, üçüncü ve dördüncü bölümün iskeletini oluşturmuş.

    bunların dışında, peter gabriel'in röportajında söylediği pagan ve hristiyan dinlerinin benzerliği burada da geçmekte. "shimmering silver head of wisdom" (bilgeliğin parıldayan gümüş başı) ifadesindeki "wisdom" kelimesi ile, francis bacon'ın "the wisdom of the ancients" (antiklerin bilgeliği) kitabının çağrışımı yapıldığını düşündüm. bu kitabın ikinci bölümünde "typhon" un geçtiğini daha önce söylemiştim ve typhon'un yunan mitolojisinde çok büyük "serpentine" yani yılana benzeyen canavar ve yunan mitolojisindeki en ölümcül yaratık olarak geçtiğini belirtmiştim (mitolojideki en ölümcül yaratık olması sebebiyle onu şeytana benzetebiliriz). ayırca typhon'un omuzlarında yüz tane yılan başı olduğu yazmakta (shimmering silver head - parıldayan gümüş başı bu başlardan biri olarak görebiliriz). incil'de de şeytan serpent olarak geçmekteydi ve yedi tane başı vardı.

    dizede francis bacon bağlantısı yapıldığı gibi "willow" kelimesinin diğer unsuru olan "the wind in the willows" kitabından da bir bağlantı yapılmakta. shimmering ve silver kelimelerinin bu kitapta, hem de yedinci bölüm olan "the piper at the gates of dawn"da aynı paragraf içerisinde geçmesinin tesadüf olmadığını düşünüyorum.

    he brings down the fire from the skies, (73)
    {gökyüzlerinden ateşler indiriyor}
    you can tell he's doing well by the look in human eyes. (73.5)
    {insanın gözlerine bakarak onun iyi yaptığını söyleyebilirsiniz}

    (73) bir önceki dizede bahsettiğim pasajları yeniden kullanacağım. bu dize ile vahiy 13:13'te "insanların gözü önünde, gökten yere ateş yağdıracak kadar büyük belirtiler gerçekleştiriyordu." pasajı bağdaştırılabilir. tekrarlamış olacağım fakat bu pasaj ile de (13)ateşle ilgilenen itfaiyeciyi bağdaştırabileceğimizi söylemiştim. bu dize de de aynı şekilde g.e.s.m ve onun ateşle ilgilenmesi belirtiliyor.

    vahiy 13:11-18 pasajlarından 13:12'yi yazmamıştım onu da bu dizeyle ilişkilendireceğim.
    vahiy 13:12'de "ilk canavarın bütün yetkisini onun adına kullanıyor, yeryüzünü ve orada yaşayanları ölümcül yarası iyileşen ilk canavara tapmaya zorluyordu."

    bu pasajda da yalancı peygamber olarak kabul edebileceğimiz, topraktan çıkan canavarın; şeytanın yetkisini verdiği ilk canavara tapmaları için insanları zorlaması ifade edilmiş. ve (73.5)'te yalancı peygamberin insanları tapmaya zorlaması sonucu ona inanan ve onun iyi yaptığını düşünen insanları görmekteyiz. bu dizenin devamında (74) ve (75)'te de bu kişilere yönelik uyarılar yapılmakta oraya da geleceğim. ancak önceki dizelerde bu dizeye yönelik, gökyüzünden ateşler indiren yalancı peygambere yani (13)ateşle ilgilenen itfaiyeciye inanan insanlara yönelik (14)"hepinizi kandırdığını göremiyor musunuz?" şeklinde sitem ediliyordu.

    better not compromise. <--(74)
    {anlaşmaya varmamak daha iyi}

    (74)burada anlaşma dediği şey bir önceki dizede belirttiğim yalancı peygamber olarak kabul edebileceğimiz, topraktan çıkan canavarın; şeytanın yetkisini verdiği ilk canavara tapmaları için insanları zorlaması olarak görülebilir. anlaşmaya varmak şeytanın yanında yer almak olacağı için anlaşmama varmamak daha iyi olacaktır.

    it won't be easy. <--(75)
    {bu kolay olmayacak}

    (75)vahiy 13:14'te "ilk canavarın adına gerçekleştirmesine izin verilen belirtiler sayesinde, yeryüzünde yaşayanları saptırdı..."
    anlaşmaya varmamak daha iyi olacak fakat yalancı peygamber de boş durmuyor tabi. gökten yere ateş yağdıracak kadar büyük belirtiler ile insanların aklını çeliyor ve yeryüzünde yaşayanları saptırıyor. bu yüzden anlaşmaya varmamanın kolay olmayacağı söyleniyor.

    666 is no longer alone, (76)
    {666 artık yalnız değil}

    (76)denizden çıkan, şeytanın yetkisini ve gücünü verdiği canavara ait sayı 666 idi. artık yalnız olmaması ile, daha sonra yalancı peygamber olarak ifade ettiğimiz topraktan çıkan ve bu canavarın yanında yer alan diğer canavarın anlatıldığı düşünülebilir.

    he's getting out the marrow in your back bone, (77)
    {o sizin omurga iliğinizden çıkıyor}

    (77)bu dize havva'nın adem'in kaburga kemiğinden yaratılmasını anımsatıyor. yalancı peygamber olarak ifade ettiğimiz topraktan çıkan bu canavarın şarkıda, havva'nın adem'in kaburga kemiğinden yaratılması gibi insanın bir parçasından yaratılması anlatılmakta (burada parantez açıp araya girmek istiyorum. bu dize hakkında yapılan analizi, dizedeki tasvirlerden yola çıkarak yazdım. ilerleyen paragraflarda analizin incil analizine kayıyormuş algısı oluşturabileceğini düşündüm. yani burada yazdıklarım, grubun bu dizeyi yazarken incil hakkında yapmış olabilecekleri yorumlamaları içermektedir).

    vahiy 13. bölüme ayrıntılı bakarsanız, bölümün başında ilk olarak denizden çıkan şeytanın yetkisini verdiği canavar görülmekte ve hemen ardından 13:11'de "bundan sonra başka bir canavar gördüm" şeklinde devam edip yer altından çıkan canavar anlatılmakta. yani burada da sanki adem'in yaratılışı ve ardından havva'nın yaratılışının başka şekilde tasviri anlatılmakta.

    şarkıya göre eşleştirme yaparsak eğer, kaburga kemiğinden yaratılan havva ile, omurga iliğinden yaratılan topraktan çıkan canavar eşleştirilebilir. o zaman havva'dan önce yaratılan adem ile de önceden denizden çıkan 666 sayısının simgelediği canavar eşleştirilebilir.

    bu eşleştirmeyi yapmamın nedeni, grubun bu dizede anlatmak istediği şeyin bu olduğunu düşündüğüm sonuca çıkacağım. biraz uzatacağım ama konunun daha net anlaşılması için (72)numaralı dizeyi anlatırken paylaştığım 13:16-18 pasajlarını burada tekrar paylaşmam gerekecek (sizin tekrar oraya dönmemeniz için oradan buraya kopyala yapıştır yapacağım).

    "13:16 "küçük büyük, zengin yoksul, özgür köle, herkesin sağ eline ya da alnına bir işaret vurduruyordu." bu pasajda da dördüncü bölümdeki "human bacon" damgasını görmekteyiz."

    "13:17-18 "öyle ki, bu işareti, yani canavarın adını ya da adını simgeleyen sayıyı taşımayan ne bir şey satın alabilsin, ne de satabilsin. bu konu bilgelik gerektirir. anlayabilen, canavara ait sayıyı hesaplasın. çünkü bu sayı insanı simgeler. sayısı 666'dır." buradan da 666 sayısının denizden çıkan şeytanın gücünü ve yetkisini verdiği canavarın simgesi olduğunu görüyoruz. ayrıca bu sayının insanı simgelediği yazmakta."

    devam edecek olursam, son pasajdaki insanı simgelemesi ifadesi incil'in ingilizcesi'nde "...for it is the number of a man..." olarak geçmekte. "human" yazsa kesin insan diyebilirdik ama "man"in hem erkek hem insan anlamı var. o yüzden burasının tartışmaya açık olduğunu düşünüyorum.

    grup da işte tam burada adem ile havva eşleştirmesini, denizden ve topraktan çıkan canavarlar için yaptırmakta ve adem ile 666 sayısının simgelediği canavarı eşleştirmekte. yani grup da 666 sayısının canavar dışında simgelediği "man" ifadesini adem eşleştirmesiyle insan olarak değil de erkek olarak gördüğünü bize anlatmakta.

    peki grup bunu bize ne amaçla anlattı? 13:17'de "öyle ki, bu işareti, yani canavarın adını ya da adını simgeleyen sayıyı taşımayan ne bir şey satın alabilsin, ne de satabilsin." yazıyor. yani canavarın adını simgeleyen sayı ile işaret aynı şeyler. 13:16'da bu işaretin şarkıdaki "human bacon" olduğunu söylemiştim.

    şimdi de "human bacon" işareti ile işaretin (canavarın adını simgeleyen sayının) simgesi olan "the number of a man" ilişkisine geçeyim. bu ilişkiyi yazınca daha rahat görüldüğü üzere, grup bize "the number of a man" i adem ile 666 sayısının simgelediği canavar eşleştirmesiyle bu numaranın insanın numarası değil de erkeğin numarası olduğunu anlatmış ve üçüncü bölümdeki "human bacon" işaretinin (damgasının) simgesinin erkekler olduğunu bize bir kez daha göstermiştir.

    sonuç olarak grup, "francis bacon" yerine "human bacon" ismini kullanarak human'ın çevirisinin insan olmasıyla, bu damganın tüm insanlara vurulduğunu; fakat "the number of a man" ile damganın erkekleri simgelediğini incil'de geçtiği şekilde göstermektedir. üçüncü bölümde damganın erkeklere vurulduğunu söylemiştim fakat bu bölümdeki analizin ardından, incil ile yapılan bağdaştırma sonucu damganın tüm insanlara vurulup, erkekleri simgelediği sonucuna çıkılmakta. ama bu farklılık üçüncü bölümdeki analizi etkilemiyor. çünkü herkese vurulsa da hem şeytanın yetkisini verdiği canavarı hem de erkekleri simgelemesiyle, bu damga erkeklerin kötülüğünü gösteren bir unsur olarak kullanılmaktadır. bu nedenle üçüncü bölümdeki "human bacon" damgası, francis bacon'ın, günümüzde onun kadar olmasa da, kadınları aşağılayan düşüncesini taşıyan günümüz toplumuna yapılan eleştiri olarak görülebilir.

    bu çözümlemenin ardından 666'yı insanın numarası olarak görenler var mı diye araştırdım, 1611 ylında bastırılan, incil'in " yetkili versiyonu" kabul edilen king james versiyonunda "the number of a man" ifadesinin, incil'in 1954 yılındaki bir çevirisinde "the number of a human" olduğunu gördüm. bazı çevirilerde "human" yazdıklarına göre "man" kelimesinin erkek mi insan mı olduğu konusunda böyle bir anlaşmazlık varmış.

    and the seven trumpets blowing sweet rock and roll, (78)
    {yedi borazan güzel bir rock and roll esintisi veriyor}

    (78)yedi borazancının sırasıyla çaldığı borazanla yedi mühürle başlayan felaket silsilesinin burada da devam ettiğinden bahsetmiştim. burada bu felaket silsilesi rock and roll (sallan ve yuvarlan) ifadesi ile müzikal bir terimle betimlenmiş.

    gonna blow right down inside your soul. (79)
    {ruhunun tam içerisine doğru üfleyecek}

    (79)burada üflenen şeyin tanrı'nın nefesi olarak düşünebiliriz ve bunu eyüp 4:8-9 pasajları ile ilişkilendirebiliriz. "benim gördüğüm kadarıyla, fesat sürenler, kötülük tohumu ekenler ektiklerini biçiyor. tanrı'nın soluğuyla yok oluyor, öfkesinin rüzgarıyla tükeniyorlar."

    yalancı peygamberin belirtileri sonucu yeryüzünde saptırdığı insanlar, tanrı'nın soluğuyla yok olup, öfkesinin rüzgarıyla tükenecektir.

    pythagoras with the looking glass reflects the full moon, (80)
    {pisagor ayna ile dolunayı yansıtıyor}

    (80) (69.7)'de bu dizeyi bir yönüyle açıklamıştım. devam edecek olursam;

    vahiy 19:11'de "bundan sonra göğün açılmış olduğunu, beyaz bir atın orada durduğunu gördüm." bu pasaj isa'nın mesih olarak yeniden dünya'ya gelişinin geçtiği ilk pasajdır. beyaz at parlaklığından dolayı dolunayla ifade edilmiş. ayrıca ilk bölümde ay çok parlak dizesinde ilişki kurduğumuz horus ile burada dolunay ile ilişki kurulan isa'nın, peter gabriel'in pagan ve hristiyan dinlerinin harmanlanmasını göstermek için ay ifadesini fox dışında kullandığı başka bir unsur olarak görebiliriz.

    ayrıca dizede geçen "looking glass" ifadesi ile "through the looking glass" kitabına atıf yapılmıştır. bunun bize ne ifade ettiğini burada bir yönüyle açıklayacağım. yazının devamında diğer yönüne de değineceğim. kitabın yazarı lewis caroll'dır. lewis caroll da dizede geçen pisagor gibi geometri ve matematik alanında da çalışmış ve bu alanda yaklaşık bir düzine kitaba sahipmiş. kitapla ilgili çıkarıma da yazının ilerleyen bölümünde değineceğim.

    in blood, he's writing the lyrics of a brand new tune. (81)
    {kan içinde, yeni melodi damgasından şarkı sözleri yazıyor}

    (81)vahiy 19:13'te "kana batırılmış bir kaftan giymişti. tanrı'nın sözü adıyla anılır." bu pasaj da isa'nın yeniden dünya'ya gelişinin anlatıldığı pasajın içerisinde geçer. dizede geçen kan ile kana batırılan kaftan, şarkı sözleri ile de tanrı'nın sözü anlatılmaktadır.

    ikinci olarak pisagor'un müzikte "pythagorean tuning" adında, birbirleri ile 3:2 frekans oranındaki notalardan oluşan sistemi var. bu sistem müzisyenler tarafından 1600lü yılların başına kadar kullanılmıştır. konuyla ilgili ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler burayı inceleyebilirler.

    üçüncü olarak hikayenin doğru olduğunu düşünmeyenler olsa da yaygın efsaneye göre pisagor, pisagor teoremini keşfettikten sonra tanrı'ya bir öküz veya yüz hayvanlık sürüsünü kurban etmiş. pisagor'un kan içinde şarkı sözlerini yazması bu hikaye ile de bağlantılı olabilir.

    son olarak pisagor'un teorik matematiğe birçok katkısı olmuş ve bu nedenle pisagor'u teorik matematiğin babası olarak kabul edenler var. matematiği bilim dalı olarak görürsek (görmeyenler de astronomi ile ilgili çalışmalarını göz önüne alırsa), şarkıda geçen beşinci kişiyi yani pisagor'u bilim adamı olması yönünden g.e.s.m ile ilişkilendirebiliriz.

    ayrıca bu yazdıklarımın yanında (80) ve (81)'i tekrar ele alacağım başka bir çıkarım yapacağım. (80)'de pisagor ayna ile dolunayı yansıtıyordu. bu söylediğim şey şu an biraz garip gelecek, ilerleyen kısımda netlik kazanacak. dolunay, ayna ve pisagor'un aynı hizada olduğu senaryoda pisagor'un ayı yansıtması için aynayı nasıl tutması gerekli? aynanın yansıtıcı olmayan yüzeyini kendisine tutup, yansıtıcı yüzeyini aya çevirerek. bu üçlünün aynı hizada durduğu varsayımına devam edersek, pisagor aynayı dolunaya tutarsa, nohut büyüklüğünde bir ayna kullanmadığı sürece perspektif olarak pisagor aynadan dolayı dolunayı göremeyecek. yani bir nevi ay tutulması oluşturacak.

    bu dizenin ardından (81) "in blood" ifadesi de blood moon terimini ifade etmektedir. blood moon da ay tutulması sırasında tam tutulma gerçekleştiğinde ayın kırmızı görünümüne verilen isimdir. bu da pisagor'un ayna ile dolunayı kapatmasının tutulmayı nitelediğini desteklemektedir.

    burada atlamadan geçemeyeceğim çok güzel bir detay var. bu dizeler bize ay tutulmasını ifade etse de bu durum aslında ay tutulması kadar basit değil. ay, güneşten gelen ışınları bize yansıtır; yani ayın güneşe bakan tarafı yansıtıcı yüzey gibi, güneşe bakmayan tarafı da yansıtıcı olmayan yüzey gibi düşünebiliriz. bu yönüyle ay aslında ayna gibidir. kendisinin ışık kaynağı olan güneşi yansıtan ay, güneşi kapattığında nasıl güneş tutulması oluşuyorsa, ayı yansıtan aynayla da ayı kapattığımızda da ayı aynanın ışık kaynağı olan güneş gibi düşünüp, aynayı da ay gibi düşünerek güneş tutulmasının ikinci bir boyutu oluşturulmuş oluyor. bilmiyorum ne kadar anlaşılır anlatabildim fakat aynanın ayı kapatması ay tutulmasından farklı bir şey, çünkü ay tutulmasında güneş ile ayın arasına dünya yani biz giriyoruz; fakat burada biz ay ile ayna arasına girmiyoruz, ayna ay ile bizim aramıza giriyor. güneş tutulmasının ikinci boyutunun oluşmasından kastım da ayın güneş ışığını yansıttıktan sonra, ikinci olarak güneşten yansıtarak oluşturduğu kendi ışığının yansıttığı aynanın tutulmayı oluşturması. aynanın güneş ışığını yansıtan ayı kapatması nedeniyle dolaylı yoldan güneş tutulması, ancak ayna direk güneşi kapatmadığı için güneş tutulması da değil. ama dediğim gibi ay tutulması da değil çünkü güneş, ışığını aya yansıtıyor; ancak ay tutulmasında güneş, ışığını aya yansıtamıyor çünkü araya dünya giriyor. ben ne kadar anlatmaya çalışsam da kelimeler konuyu tam olarak anlatmaya yetmiyor, konunun derinliği üzerine bir düşünün, gerekirse burayı bir daha iyice sindirerek okuyun çünkü burada ayna çok güzel düşünülmüş (önceki paragraflarda açıklarken bir nevi ay tutulması dememin nedeni ayna veya dünya olsun, her iki durumda da ayın ışığının kapanması ve şarkıdaki "in blood" ifadesiydi. ancak bu iki durumda ayın ışığı farklı şekilde kapanıyor, o nedenle o duruma ay tutulması demek durumu basitleştirmek olurdu. grubun da bu ayrımın farkında olduğunu düşünüyorum yoksa özellikle aynanın yansıtıcı özelliğine değinmezlerdi).

    ayrıca "in blood" olarak ifade edilen "blood moon" yanında, ay doğarken de sarı-turuncu bir renge sahiptir. bu renk tonları her ayın dolunay zamanı değişiklik gösterir. sonbahar ekinoksuna en yakın dönemdeki dolunayın doğuşunda ayın ışığı, ışığın dalga boyundan dolayı kırmızıya en yakın rengine ulaşır. kırmızı renge en yakın renge sahip olan sonbahar ekinoksuna en yakın dönemdeki bu aya "harvest moon (hasat ayı)" adı verilir.

    işte burada ifade edilen "harvest moon" ile matta 9:38'de "lord of the harvest" olarak ifade edilen isa'nın ikinci gelişiyle beraber dünyada üzerindeki insanların hasat zamanının geldiği ifade ediliyor.

    dolunayı yansıtan pisagorun burada bir anlamı daha olduğunu düşünüyorum. burada yansıttığı ayı "harvest moon" olarak ele alıp, pisagor numerolojisini "harvest moon" için uyguladığımızda elde edeceğimiz sonuç 6 oluyor (h=8, a=1, r=1+8=9, v=2+2=4 olarak gidip rakamları toplarsak 51, yani 5+1=6 oluyor)

    bu kısımda yazılanlardan bağımsız olarak son bir çıkarımda daha bulunacağım. burada yapacağım çıkarım "brand new tune (new tune damgası)" kısmı özelinde olacak. (80)'in incil'deki çıkarımında isa'nın mesih olarak beyaz at üzerinde geldiği pasajın anlatıldığını söylemiştik.

    brand kelimesinin çevirisi marka, damga demek. biz damgayı daha önce bir yerde daha görmüştük; o damga da "human bacon" damgasıydı ve francis bacon'ı nitelemekteydi. "new tune" a gelelim şimdi de. burada çıkarım yapacağımız isim francis bacon'dan daha kolay olacak. belki de bunu söyleyince fark etmişsinizdir, o isim newton.

    francis bacon ile newton'un ortak özellikleri g.e.s.m gibi ikisinin de bilim adamı olması (şarkıda geçen altıncı kişi olan newton'u da g.e.s.m ile ilişkilendirebiliriz). ayrıca isa'nın mesih olarak beyaz at üzerinde gelmesinin yanında, bu dizedeki newton bağlantısıyla da newton'un şövalyelik nişanı verilen ikinci bilim adamı olması vurgulanmıştır. ve ayrıca "brand" kelimesinden tekrar bağlantı kurduğumuz francis bacon'ın da şövalyelik nişanı verilen ilk bilim adamı olması vurgulanmıştır 1.

    and it's hey babe, with your guardian eyes so blue, (82)
    {selam masmavi koruyucu gözleri olan bebeğim}

    (82)dizenin açıklamasına geçmeden önce dünya'nın sonu ve son yargı ile ilgili birkaç pasaj paylaşacağım. romalılar 2:16'da "yaydığım müjde'ye göre tanrı'nın, insanları gizlice yaptıkları şeylerden ötürü isa mesih aracılığıyla yargılayacağı gün böyle olacaktır." bu pasaja göre son yargıyı yapacak kişi tanrı'nın yetkisini verdiği isa olacaktır.

    vahiy 20:11-12'de "sonra büyük, beyaz bir taht ve tahtta oturanı gördüm. yerle gök önünden kaçtılar, yok olup gittiler. tahtın önünde duran küçük büyük, ölüleri gördüm. sonra kitaplar açıldı. yaşam kitabı denen başka bir kitap daha açıldı. ölüler kitaplarda yazılanlara bakılarak yaptıklarına göre yargılandı." burada da yerle gök yok olmadan yani kıyamet gerçekleşmeden önce yargıyı yapacak kişinin yani isa'nın büyük, beyaz bir tahtta oturduğu yazmakta. yerle gök önünden kaçtılar ifadesi ile de isa'nın kıyametten önce göğe yükseldiğini görebiliriz.

    şimdi dizenin açıklamasına geçecek olursam, ilk bölümde aşıkların ölümden sonraki yaşama geçtiklerinde "merhaba bebeğim" ile ölümden sonraki yaşamda sevdiğini selamlıyordu. bu dizede de ikinci kez dünyaya gelen anlatıcının (isa mesih'in) tekrar göğe yükseldiğini ve sonrasında sevdiğini (tanrı'yı) selamladığını görmekteyiz.

    hey my baby, don't you know our love is true,
    {hey bebeğim, aşkımızın gerçek olduğunu bilmiyor musun?}
    i've been so far from here,
    {buradan çok uzaktaydım}
    far from your loving arms,
    {senin sıcak kollarından uzakta}
    now i'm back again, and babe it's gonna work out fine. (83)
    {şimdi tekrar geri döndüm, bebeğim her şey iyi olacak}

    bu dizelerde (83) dışında diğer dizeler ilk bölümde öldüklerinde olduğu gibi burada da aynı şekilde geçmektedir. (83) dizesinde de "tekrar geri döndüm" diyerek isa'nın ikinci kez tanrı'nın yanına dönmesi vurgulanmıştır. her şey iyi olacak ifadesi ile de herkesin yargılanacağı, yaşam kitabında adı yazmayanların ikinci kez öleceği, yaşam kitabında adı yazanların kutsal kent yeni kudüs'te, tanrı ile beraber yaşayacakları belirtilmiş. yani son yargı ile herkesin hak ettiğini bulacağı ifade edilmiş.

    vii. as sure as eggs is eggs (aching mens' feet) (84)
    {yumurtaların yumurta olduğu kadar emin (84.1) (ağrıyan erkeklerin ayakları) (84.2)

    above all else an egg is an egg (85)
    {hepsinin ötesinde yumurta yumurtadır}

    (84.1) (85) albümün çıkmasından 10 ay önce the new york times gazetesinde beyaz ve kahverengi yumurtalar ile ilgili haber yapılmış. haber londra'da ingiliz gazeteci tarafından kaleme almış. haberin bir kısmını çevrirecek olursam:

    "biz ingilizler kahverengi yumurtaları beyaz yumurtalara tercih ederiz. amerika'da kahverengi yumurtalar hor görülür, ucuza satılır, bazen de çöpe atılır. bu tuhaf farklılıktan dolayı tat yönünden farklı bir anlam çıkarılabilir mi? çıkarılabileceğine inanıyorum.
    biz ingilizler kahverengi yumurtaları tercih ederiz çünkü kahverengi yumurtalar kırsallık yönünden daha güvenilir gözükür. onlar doğaya daha yakındır, içinin daha zengin ve daha besleyici olduğunu bize vadeder. beyaz yumurtanın aksine o, fabrika çiftçiliğinden, makinalardan ve seri üretimden kaçmıştır."

    şeklinde devam eden yumurtanın kabuk renginin tat farkına neden olduğunu öne süren bir haber yapılmış. grup da kabuk renginin yumurtanın tat farkına neden olmadığını düşünerek habere olan eleştirisini, "yumurtaların yumurta olduğu kadar emin" ve "hepsinin ötesinde yumurta yumurtadır" diyerek dile getirmiş olabilir. buna ek olarak "hepsinin ötesinde yumurta yumurtadır" ifadesinde yumurta metaforu ile insan kastedildiği düşünülürse, haberde geçen amerikalılar'ın yumurtalara ırkçı yaklaşması da eleştiriliyor olabilir. (48)'de kuştan kurbağaya olan dönüşüm anlatılırken dönüşümün halkaların biri de yumurtaydı ve yumurta tuğlaya, sonrasında prense yani insana dönüşüyordu. bu nedenle buradaki kahverengi yumurta ve beyaz yumurtayı insan olarak düşünürsek grubun ırkçılığı eleştirdiği düşüncesi güçlendirilebilir.

    ayrıca yumurtayı (48)'deki dönüşüm halkalarında yeni bir hayatın sembolü olarak yorumlamıştık. burada da yumurta sembolünü dini açıdan yorumlayacak olursak yeni kudüs'te başlayacak olan sonsuz yaşamın sembolü olarak görebiliriz.

    'and did those feet ............' making ends meet. (86)
    {'ve o ayaklar........' sonların karşılamasını yapıyor}

    (86)'and did those feet', william blake'in jerussalem şiirinin ilk dizesinden. şiirin çevirisi ise şöyle:

    "antik zamandaki ayaklar onlar mıydı?(86.1) / ingiltere'nin yeşil dağları üzerinde yürüyen(86.1) / tanrı'nın kutsal kuzusu (isa) muydu? / ingiltere'nin güzel meralarında görülen

    ilahi çehre miydi? / bulutlu tepelerimizin üzerinde parlayan / kudüs buraya mı inşa edildi? / bu karanlık şeytani değirmenler arasına

    bana yanan altından yayımı getirin / bana arzu oklarımı getirin / bana mızrağımı getirin: bulutlar açılıyor / bana ateşten savaş arabamı getirin

    ruhsal savaştan vazgeçmeyeceğim / elimdeki kılıcım uyumayacak / biz kudüs'ü inşa edene kadar / ingiltere'nin yeşil ve güzel topraklarında"

    (86.1)dağ üzerinde yürüyen ayaklar incil'de iki yerde geçmekte.

    ilk olarak nahum 1:15'te "işte, müjde getirenin ayakları dağları aşıp geliyor, ..."

    ikinci olarak da yaşeya 52:7 pasajında "dağları aşıp gelen müjdecinin ayakları ne güzeldir! ..."

    bu dağdan gelen müjdecinin kim olduğunu incil'den çıkaramadım ama "making ends meet" (sonların karşılaması) ifadesiyle bu ayakların gruba göre kim olarak görüldüğü anlaşılabilir.

    selanikliler 4:16-17 pasajlarında yaşayanların bulutlar içinde götürülecekleri, sonrasında isa'yı havada karşılayıp sonsuza dek onunla birlikte olacakları söylenmekte. bu karşılama son karşılama olarak düşünülebilir (şarkıda "sonların karşılaması" ifadesinde kullanılan "meet" kelimesi, incil selanikliler 4:17'de "havada karşılamak" ifadesi için de kullanılmış. ayrıca şiirde 2 defa geçen bulut kelimesi de bu pasajda kullanılmıştır).

    sonuç olarak (86)'daki ifade ile müjdecinin ayaklarının gruba göre isa olarak yorumlandığı anlaşılmakta.

    son olarak (84.2) ağrıyan erkeklerin ayaklarına değinmek istiyorum. "aching mens' feet" ile "making ends meet" ifadeleri yine fonetik olarak benzerlik oluşturan ifadeler. yani bu yüzden bunların birbiriyle ilişkili olduğunu düşünüyorum. bir önceki paragrafta sonların buluşmasını gerçekleştiren kişinin gruba göre isa olduğunu soylemiştim ve müjdecinin ayaklarına sahipti. (84.2)'de niye ayakların ağrıdığı belirtilmiş? şöyle ki isa'nın yuhanna ile dünya'da buluşmasının anlatıldığı pasajın bir kısmı şu şekildedir:

    vahiy 1:15 " ayakları, ocakta kor haline gelmiş parlak tunca benziyordu..." isa'nın ayaklarının kor haline geldiği vurgulanmış, yani ağrıyor olarak ifade edilebilmesi için geçerli bir sebep.

    jerusalem = place of peace. (87)
    {jerusalem = huzurun yeri}

    (87) william blake'in şiirini incelerseniz, ingiltere'yi karanlık şeytani değirmenlerin olduğu yer olarak görüyor ve biz ingiltere'de yani dünya üzerinde kudüs'ü inşa edene kadar mücadelemiz durmayacak diye devam ediyor. bu dizeleri yorumlayacak olursak, ingiltere'yi bu şeytanilikten kurtarıp huzurun olduğu yer yani kudüs'ü inşa edeceğiz düşüncesini görebiliriz. şiirde kudüs'ün huzurun yerini ifade eden metafor olarak kullanılması (87)'de de belirtilmiş. burada kudüs ile dünya üzerinde ilişkilendirilen ingiltere gibi, (69.8)'de de süt ile bal ile kutsanan altın kudüs'ü de dünya üzerindeki california ile ilişkilendirmiştik.

    can't you feel our souls ignite (88)
    {ruhlarımızın ateşlendiğini hissedemiyor musun}

    (88)"ignite"(ateşleme) kelimesinin anlamı "yanmanın başlamasına neden olan, ateşin veya büyük ısının sebebi". "ignition system"(ateşleme sistemi) de "kıvılcım ateşlemeli"(spark ignition) içten yanmalı motorlarda, sıvı ve gaz yakıtlı kazanlarda, roket motorlarında vs. hava-yakıt karışımını ateşlemek(ignite) için kıvılcım üreten veya bir elektrodu yüksek sıcaklığa ısıtan sistemdir. yani "ignite" kelimesi roketin ateşlenmesinde de kullanılmaktadır. burada da ruhun ateşlenmesini roketin ateşlenmesi gibi düşünürsek, aşıkların ruhlarının göğe yükseldiği sonucuna varabiliriz. önceki bölümün sonunda aşıklar ifadesi ile isa'nın son yargı öncesi göğe yükselişini açıklamıştım, burada da bu durum başka bir benzetme ile anlatılmıştır.

    shedding ever changing colours, in the darkness of the fading night, (89)
    {her zaman değişen renklerin ışık tutması, parlaklığını yitiren gecenin karanlığındaki}

    (89)gecenin karanlığındaki renklerin ışık tutması ifadesi, aynı ilk bölümdeki arabanın farlarının geceyi aydınlatması gibi aynı anlamda kullanılmıştır; yani sonsuz yaşam anlamına gelmekte. son yargıdan sonra kutsal kentte yaşayacaklar, yani ölümden sonraki yaşamın devamı olan sonsuz yaşama ulaşanlar ifade edilmiş.

    like the river joins the ocean, as the germ in a seed grows (90)
    {nehrin okyanusa katılması gibi, büyüyen tohumun içerisindeki öz gibi}

    (90) tohumların büyüyor olması altıncı bölümde açıkladığım ilkbaharı bekleyen topraktaki tohumlar için ilkbaharın geldiği yani son yargı öncesi yeniden dirilişin gerçekleştiği ifade edilmiş.

    nehrin okyanusa karışmasının anlamını araştırdım fakat konu bütünlüğünü sağlayan bir sonuç bulamadım. araştırma sırasında aklıma gelen fikri paylaşmak istiyorum sizinle. burada nehir de okyanus da "the" kelimesi ile ifade edilmiş. "the" kelimesi belli bir objeyi/kişiyi/yeri nitelemek için kullanılır. bu nedenle nehrin de okyanusun da belirli bir kişiyi nitelediğini düşündüm. burada nehrin okyanusa katılması ile kıyamet ve son yargı öncesi göğe yükselen isa'nın tanrı ile buluşması olarak ifade edildiğini düşündüm.

    burada analiz dışına çıkarak bir selam daha yollayacağım. ocean'ı tanrı, river'ı isa olarak görebileceğimiz bu şarkıdan 5 sene sonra çıkan, "we are a particle in the ocean" diyerek bizim de okyanustaki bir parçacık olduğumuzu anlamamızı sağlayan, tanrı'nın (zeus) oğlu poseidon'un da yer aldığı, insanın yaratılışının destansı bir şekilde anlatılmasının yanı sıra; şarkıda geçen re'nin gözüyle, horus'un gözü ile aynı kabul edilen ra'nın gözünün ifade edildiği ve ra'nın gözünün dünya'ya inerek felaketlere neden olmasıyla yaşanacak kıyametin anlatıldığı ocean albümünün sahibi eloy'a selamlarımı iletiyorum *

    we have finally been freed to get back home. (91)
    {sonunda eve dönmek için serbest bırakıldık}

    (91)son yargı'da ismi yaşam kitabında yazanların sonsuz yaşamdaki evleri olan yeni kudüs'e ulaşmaları için artık geçmeleri gereken bir sınav kalmadığı yani bu kişilerin yeni kudüs ile aralarında hiçbir engel olmadığı belirtilmiş.

    there's an angel standing in the sun, and he's crying with a loud voice, <--(92)
    {güneşte duran bir melek var, ve o yüksek sesle bağırıyor}
    "this is the supper of the mighty one", <--(92)
    {bu kudretli olanın akşam yemeğidir}
    lord of lords, <--(92)
    {rab'lerin rabbi}
    king of kings, <--(92)
    {kralların kralı}

    (92)bu dizelerde isa'nın dünya'ya ikinci kez dönüşünün geçtiği pasajlara bir kez daha yer verilmiş. vahiy 19:16-18 "16 kaftanının ve kalçasının üzerinde şu ad yazılıydı:
    kralların kralı ve rablerin rabbi
    17-18 bundan sonra güneşte duran bir melek gördüm. göğün ortasında uçan bütün kuşları yüksek sesle çağırdı: “kralların, komutanların, güçlü adamların, atlarla binicilerinin, özgür köle, küçük büyük, hepsinin etini yemek için toplanın, tanrı'nın büyük şölenine gelin!”
    (tanrı'nın büyük şöleni incil'in ingilizcesi'nde "great supper of god" olarak geçmekte)

    (81)'de yorumladığımız isa'nın ikinci gelişinin dünyadakiler için hasat zamanı olmasını burada bir daha görüyoruz. dünya üzerinde hasat edilen ürünlerin bizim yemeğimiz olması gibi, burada dünyada üzerindeki insanların hasatının da göğün ortasındaki kuşların büyük şöleni olduğu ifade edilmekte.

    has returned to lead his children home, <--(93)
    {çocuklarını eve götürmek için geri döndü}
    to take them to the new jerusalem. <--(93)
    {onları yeni kudüs'e götürmek için}

    (93)buradaki çocuklar ifadesi ile isa'ya tanıklık edenler yani yaşam kitabında adı olanlar ifade edilmiş (91)'deki "eve dönmek için serbest bırakılanlar"ın bu dizedeki isa'nın çocukları olduğunu görmekteyiz). isa'nın ikinci kez dünya'ya dönüş amacının kendisine tanıklık edenleri yeni kudüs'e götürmek olduğu son dizede belirtilmiş. şarkıyla paralel olarak incil'de geçen son olay da yeni kudüs'ün cennetten indirilmesidir.

    şarkının sonunda şarkıyı farklı yönden tekrar ele alacağım kapsamlı bir analizin olacağını belirtmiştim. burada da o yazıya yer vereceğim. yazı sırasında sizin geri dönmemeniz için ilgili dizeyi tekrar yazarak ilerlemeye çalışacağım.

    look, look into my mouth he cries, (17)
    {ağzıma bakın diye bağırır}

    (17)'de dini liderin "ağzıma bakın" derken bir konuşma yapacağı anlaşılmakta ve bu konuşmada;

    and all the children lost down many paths, (18)
    {tüm çocuklar, yollarının birçoğunu kaybetti}
    i bet my life you'll walk inside (19)
    {hayatım pahasına bahse girerim içeri yürüyeceksiniz}
    hand in hand, (20)
    {el ele}
    gland in gland (21)
    {bez beze}
    with a spoonful of miracle, (22)
    {kaşık dolusu mucize ile}

    (21) insanda yaklaşık 10 tane endokrin bez bulunmakta, bu nedenle şarkıda hangisine değinildiğini anlamamız gerekli. şarkıda bahsedilen bezin epifiz bezi olduğunu düşünüyorum.

    bu bezi epifiz bezi olarak düşünme nedenlerini yazayım. ilki epifiz bezinin "üçüncü göz" olarak da adlandırılması. şarkının ilk bölümünde göz ifadesine iki kez vurgu yapılmıştı. ikinci olarak da sadece omurgalı hayvanlarda bulunan epifiz bezine, (77)'de "o sizin omurganızdaki ilikten çıkıyor" diyerek atıfta bulunulmakta. bu iki neden şu an biraz havada kalmış olabilir fakat yazının devamında daha net anlaşılacak.

    üçüncü göz aynı zamanda "dharma ruhani gelenekleri"nde de kullanılan bir terim. dharma da hint dinleri için kullanılmakta. hint dinlerinden en bilinenleri de hinduizm budizm. bu dinlerdeki meditasyon uygulamalarına da yoga adı verilmekte.

    yogadaki yedi çakradan altıncısı olan "ajna" çakrasının diğer ismi üçüncü gözdür.

    yoga felsefesine göre vücuttaki enerji üç kanal ile taşınır. bunların ikisi pingala ve ida'dır. vücudun sağ tarafında bulunan pingala'nın simgesi güneş, sol tarafında bulunan ida'nın simgesi aydır (aynı horus'un sağ gözünün güneş, sol gözünün ayı sembolize etmesi gibi). ayrıca pingala eril aktif enerjiyi, ida dişil pasif enerjiyi temsil eder. pingala ve ida kanalları omurga etrafında yer almaktadır. yoga felsefesine göre bu iki kanalın her insanda bulunduğu kabul edilmektedir.

    üçüncü enerji kanalı ise, herkeste bulunan pingala ve ida kanallarını yönlendirerek omuriliğin merkezinden geçirip yeni bir geçit açabilenlerin oluşturduğu sushumna'dır. yogada üçüncü göz olan "ajna" çakrası ve diğer altı çakra omuriliğin merkezinden geçen sushumna kanalı üzerinde yer almaktadır. (77)'de "o sizin omurganızdaki ilikten çıkıyor" ifadesinin yogayla ilişkisi burada biraz daha netlik kazanıyor.

    omurganın altında kuyruk sokumu kemiğinin yakınında cinsel enerji üretici öz olan, üçgen simgesi ve içerisinde kıvrılmış küçük "serpent" sembolize edilmektedir. bu uyuyan "serpent"e kundalini adı verilmektedir. kundalini, sushumna kanalı boyunca yavaşça yukarıya doğru kıvrılarak aşama aşama en yükseğe ulaşır
    üretilen bu cinsel güç, yukarıya, insan sisteminin büyük üreteci olan beyne gönderilir ve orada depolanarak ruhsal güce dönüşür (kaynak sayfa 3147).

    (19) (20) (21) ve (22) numaralı dizelerde de hem üretilen cinsel gücün hem de depolanan ruhsal gücün ifadelerini görebiliriz.

    (19) "inside" içeri yürümek ifadesi cinsel birleşme için kullanılmakla beraber yoga aracılığıyla insanın kendi içine yönlenmesi olarak da kullanılmakta.

    (20)'deki "el ele" dizesinde, sushumna kanalı boyunca yer alan yedi çakranın aynı zamanda elimizdeki belirli noktalarda yer alması, ruhsal gücün ifadesi olabilir.

    (20) ve (21) numaralı hand in hand / gland in gland dizeleri ve "hand to gland combat" teriminin ingilizcede mastürbasyon yapmak anlamına gelmesi cinsel gücün ifadesi olarak düşünülebilir.

    (22) bu dizedeki kaşık dolusu mucize metaforu ile hem üretilen cinsel gücün hem de depolanan ruhsal gücün ifade edildiğini düşünebiliriz. kaşık dolusu mucize metaforu cinsel güç yönünden sperm olarak düşünülebilir. (20) ve (21) numaralı dizelerde hand in hand / gland in gland ifadelerinin geçmesi ve "hand to gland combat" teriminin ingilizcede mastürbasyon yapmak anlamına gelmesi kaşık dolusu mucizenin sperm olduğu düşüncesini desteklemektedir.

    kaşık dolusu mucize metaforu ile ruhsal güç yönünden de şarkının üçüncü bölümündeki analizde değinilen, ruhsal tecrübe yaşatan iksir olan ayahuasca ifade edilmiş olabilir. (29)'da "onlar bana harika bir iksir veriyor" ifadesi yer almaktaydı.

    dizelerin açıklamasının ardından analizi biraz daha derinleştirmek istiyorum. şarkıda gland ile ifade edilen epifiz bezinin "üçüncü göz" olarak da adlandırıldığını, üçüncü gözün ayrıca yogada kullanılan çakralardan birine verilen isim olduğunu belirttik. ayrıca şarkının ilk bölümünde de göz ifadesinin iki defa geçtiğini belirtmiştim ve birinci bölümün analizinde buradaki gözü horus'un gözü'ne bağlamıştım. bu bağlamda şarkıda horus'un gözü ile üçüncü göz olarak adlandırılan epifiz bezinin ilişkisinin ifade edilmek istendiğini düşünüyorum.

    1943 yayım tarihli a treatise on yoga kitabının bir bölümünde "insan fiziksel gözleriyle tanrı'yı algılayamaz, fakat üçüncü gözünü açarsa algılayabilir. yoga bilimine göre, bir insan için tanrı'yı görmek mümkündür, fakat ilk olarak ilahi veya bilgenin gözü olarak adlandırılan üçüncü gözün konumunu öğrenmesi gerekir. o zaman onu uyandırır ve böylece ilahi tarafa erişir."

    şarkıda da bu düşünce doğrultusunda horus'un gözü ve üçüncü göz olan epifiz bezi ilişkisi verilerek üçüncü göz aracılığıyla tanrı'ya ulaşılabilmesi durumu şarkı içerisinde bize belirtilmek istenmiştir.

    üçüncu göz olan epifiz bezi ile (77) numaralı dizenin ilişkisine gelirsek; peki (77)topraktan çıkan canavar için neden "o sizin omurganızdaki ilikten çıkıyor" denmiştir? bu dizenin geçtiği bölümde topraktan çıkan canavarın; ayrıca topraktan çıkan bu canavar dışında canavarın hemen öncesinde denizden gelen 666 sayısı ile ifade edilen canavarın, hatta şarkıda ejderha ile ifade edilen şeytanın yer aldığı, incil'in son bölümü olan vahiy kitabındaki olaylar anlatılmaktaydı. ve vahiy kitabı da kıyamette gerçekleşecek olayları isa'nın vahiy 4:1'de “buraya çık! bundan sonra olması gereken olayları sana göstereyim.” diyerek bu olayları yuhanna'ya göstermesi sonucu yazılmıştı.

    şarkıdaki düşünce yuhanna'nın bu kitaptaki yazdığı olayların aslında isa'nın göstermesiyle değil de, epifiz bezi olan üçüncü göz aracılığıyla yaşadığı tanrı'yı görebilmenin bile mümkün olabildiği ruhsal tecrübe ile kendisi tarafından yaratıldığı düşüncesi olabilir. "o sizin omurganızdaki ilikten çıkıyor" dizesinde de vahiy kitabında geçen topraktan çıkan canavarın ve diğerlerinin insan tarafından yaratıldığı düşüncesi görülebilir. grubun bu düşünceyi incil'in tamamı için taşıyıp taşımadığının yorumunu size bırakıyorum.

    "o sizin omurganızdaki ilikten çıkıyor" derken "o" zamiri, 666 sayısının simgelediği canavar veya şeytan değil de neden özellikle topraktan çıkan canavar olabilir? hatırlarsanız topraktan çıkan canavar aynı zamanda sahte peygamberdi. bu canavarın sahte peygamber olması da grubun incil'in vahiy bölümünün veya tamamının ruhsal tecrübe sonucu yazıldığı düşüncesini güçlendirmektedir. burada da sahte peygamber olarak sadece havari yuhanna'nın mı görüldüğünü yoksa isa'nın da mı ifade edildiği yorumunu da size bırakıyorum.

    ayrıca (73.5)'te onun (yalancı peygamberin) iyi yaptığını söylerken insanların gözlerine bakması şarkıda yalancı peygamber ile üçüncü göz ilişkisinin tekrar vurgulanmasını sağlamıştır.

    şarkının ilerleyen kısmında, (19) (20) (21) ve (22) dizelerinde olduğu gibi hem cinsel güç hem de ruhsal gücün birlikte anlatılmak istendiği bir bölüm/dize daha görülmekte.

    (88)'de "ruhlarımızın ateşlendiğini hissedemiyor musun" dizesinde ateşleme anlamında kullanılan "ignite" kelimesi roketlerin ateşlenmesinde de kullanıldığı için bu ateşlemeyi roketin ateşlenmesine benzetmiştim. bu dizedeki ruhun ateşlenmesini roketin ateşlenmesine benzetip, aşıkların ruhunun göğe yükseldiği sonucuna varmıştım. aşıkların ruhunun göğe yükselmesini de isa'nın son yargı öncesi ikinci kez tanrı'nın yanına geri dönmesine bağlamıştım.

    burada ruhların ateşlenmesini de yine isa'nın tanrı'ya ulaşması gibi, ruhsal tecrübe sonucu tanrı'yı görmenin mümkün olabildiği üçüncü gözün açılması sonucu yaşanan ruhsal ateşlenme ile tanrı'ya ulaşma olarak düşünebiliriz. buradaki ruhsal ateşlenmeyi önceki paragraflarda anlattığımız şarkıya göre yuhanna'nın yaşadığı ruhsal tecrübeyi kaleme aldığı, incil'in vahiy bölümündeki kıyamette yaşanacak olayları gösteren isa'nın yuhanna'yı vahiy 4:1'de "buraya çık..." diyerek yanına getirmesinin bir ifadesi olarak görebiliriz.

    ruhsal gücün ardından şimdi de cinsel gücün ifadesine gelelim. şarkıda kullanılan "ignite" kelimesinin hem ingilizce'deki kullanımı, hem de şarkı içindeki anlamı bizi roketin ateşlenmesine çıkarmıştı. şarkıda "ignite" kelimesinin bizi özellikle rokete çıkarmak istediğini düşünüyorum. şöyle ki ruhun ateşlenmesinde kullanılan roket, aynı zamanda erkeğin boşalması olarak da kullanılan bir metaformuş. bu da bize dizede hem ruhsal güç hem de cinsel gücün ifadelerinin yer aldığını göstermekte.

    şarkıda sahte peygamber olarak geçen g.e.s.m için de ruhunun ateşlenmiş olduğunu düşünebiliriz. (16.5)'te de g.e.s.m için "o süpersonik bir bilim adamı" denmekteydi. g.e.s.m için süpersonik ifadesinin kullanılmış olması ile bu dizeye atıf yapılarak "ignite" kelimesinin roket bağlantısının güçlendirilmesini sağlamıştır.

    roket çıkarımını güçlendirebileceğimiz diğer ilişki de (31)'deki "ibadet kapsülü". kapsül kelimesi ilaçlar için kullanıldığı gibi uzay kapsülü için de kullanılmakta. uzay kapsülü de kısaca uzaya fırlatılan roketin ucunda bulunan, roket atmosfer dışına çıktığı zaman roketten ayrılan, astronotların içinde bulunduğu uzay aracıdır. yani ateşlenen roketin kendisinden bir parça olarak kapsül bırakması gibi, ruhsal olarak ateşlenen peygamberin de kendisinden bir parça olarak kitap bırakması, bu kitabın "ibadet kapsülü" olarak tanımlanmasına neden olmuş. (analizin önceki kısımlarında ibadet kapsülünü ilaç kapsülü olarak dini bilgilerin kitaplaştırılıp belli bir boyuta sıkıştırılması olarak açıklamıştım. şarkıyı ilk analiz ederken ilaç kapsülü çıkarımını yapmıştım, bu analizden sonra iki çıkarımın da yapılabileceğini düşündüğüm için öncekini silmedim).

    (88)'deki cinsel güç ve ruhsal gücün ikisinin de ifade edilmiş olması, bu dizenin isa'nın tanrı'ya ulaşmasının ifadesinin yanı sıra üçüncü gözün açılması sonucu tanrı'ya ulaşmanın da anlatılmak istendiğini bize göstermektedir.

    ...............

    şarkının ikinci bölümünde (14.5) numaralı dizede g.e.s.m için "evet, o tekrar burada, hepinizi kandırdığını göremiyor musunuz" cümlesini ele almak istiyorum. bu cümle, g.e.s.m'nin yalancı peygamber olmasına ve g.e.s.m için "o tekrar burada" denmesi de yalancı peygamberlerin tarihin belirli dönemlerinde yeryüzünde bulunmasına bağlanabilir.

    bu düşünceyi de üçüncü bölümün ismi olan (25) "ikhnaton and itsacon and their band of merry men" ile güçlendirebiliriz. üçüncü bölümde ikhnaton'a değindiğimde onu yalancı peygamber olarak ele alabileceğimizi belirtmiştim. ayrıca ikhnaton'u tarihteki ilk bilim adamı olduğunu düşünen james henry breasted, aynı zamanda onun ilk monoteist (tek tanrıcı) olduğunu da düşünmüş.

    band of merry men'i yorumlarken de kilisenin günahları silmek için tanrı'yı aracı olarak kullanmasına yani endüljans'a çıkmıştık. tanrı'dan böyle bir yetki alamayacaklarına göre, kendi yarattıkları tanrı'nın yetkisine dayanarak günahları affettikleri için onları da sahte peygamber olarak düşünebiliriz.

    ikhnaton ile band of merry men'i bağlayacak olursam; tarihteki ilk tek tanrıcı sahte peygamber olan ikhnaton ve hıristiyanlıktan (hatta müslümanlıktan) sonra orta çağ'daki endüljans ile şarkıda sahte peygamberliğin tarihsel olarak iki ucunu oluşturan iki örneğe yer verilmiş, g.e.s.m için de "o tekrar burada" diyerek bu iki zaman aralığındaki sahte peygamberlerden birinin şarkıdaki temsili örneği oluşturulmuştur.

    ...............

    şimdi de (41) herkesin yalan söylediği beşinci bölüm olan "willow farm" 'ı incelemek istiyorum. (41) numaralı dizede "gözlerini aç, burası sürprizlerle dolu, herkes yalan söyler." denmekteydi. buradaki gözlerini açmayı önceki çıkarımların ardından üçüncü gözünü açmak olarak düşünmemize itiraz eden çıkmaz sanırım. bu dizede geçen yalanların neler olduğunu (42) ve (43)'te bahsetmiştim. ayrıca (42) numaralı dizeyle bağdaştıracağımız üçüncü göz ile bağlantılı bir yalan daha bulunmakta.

    şarkıda yuhanna'nın incil'in vahiy bölümünün üçüncü gözünün açılması sonucu yaşadığı ruhsal tecrübe sonucu yazdığı sonucuna varmıştık. yani bu dizede gözlerinin açılması ile ifade edilen yalanla tekrar buraya vurgu yapılmaktadır. (42) "kayadaki tilki gibi" ile albüm kapağı ifade edilmekteydi ve kayadaki tilkinin "tilki avı" ile ilişkisini önceden açıklamıştım. ayrıca tilki figürünün ve atlıların dini yönden de açıklaması var, hatta yuhanna'nın yazdığı vahiy bölümüyle ilişkili. onu da albüm kapağını açıklarken ifade edeceğim ama şimdilik bu ilişkinin olduğunu söyleyeyim.

    üçüncü göz ve ayahuasca'nın yaşattığı ruhsal tecrübeye aynı zamanda psychedelic tecrübe de denilmekte (çoğumuz psychedelic rock aracılığıyla bu isme daha aşinadır). psychedelic rock için genelde lsd etkisiyle yazıldığı bilinir fakat o dönemlerde üçüncü gözün de psychedelic tecrübe yaşattığı bilinmekteymiş, aynı durum ayahuasca için de geçerli. (lsd'den bahsetmişken (l)ucy in the (s)ky with (d)iamonds aracılığıyla the beatles'a da selamlarımı ileteyim *)

    (39.1) beşinci bölümün el broşürü kısmında da "on binlerce parlak rengin, her tarzda cisimlerin, bitkilerin, hayvanların ve insanların doldurduğu bir yerin tam ortasındaydılar." yazmaktaydı. "psychedelic experience" görsel sonuçlarına veya ayahuasca'yı deneyimlenleri yazarken ikinci arkadaşın yazdıklarına tekrar bakarsanız bu bölümdeki renklerin, cisimlerin vs. psychedelic tecrübe'nin yansıması olduğunu görebilirsiniz. (46) winston churchill'in giydiği "drag" elbisesi de parlak renklerden oluşmaktaydı.

    ayrıca broşürün devamında (39.2) "life flows freely (hayat özgürce akıyor)" denmekte. hayatın özgürce akması, bu kısmın şarkının yazıldığı dönemdeki hippi hareketi ile ilgili olduğu fikrini getirdi. sonrasında şarkı içerisindeki bazı ifadelerin de hippiler ile bağdaştığını gördüm.

    ilk olarak hippiler o dönemde yaşanan vietnam savaşı'na karşı gösteriler düzenlemiştir ve bu gösteriler hippi hareketinin güçlenmesinde etkili bir rol oynamıştır. barış sembollerine (1 2) o dönemdeki hippi araçlarında sıkça yer verilmiştir.

    şarkıya dönersek eğer üçüncü bölümde topraktan çıkmak için çağrılmayı bekleyen grilerle ve morlarla örtülü kişilerin (g.e.s.m'in adamlarının), toprağın içerisinden çıkarak başlattığı savaş anlatılmaktaydı. ayrıca "toprağın içinden"(bowels of the earth) ifadesiyle de "solucanlar"(worms) bağlantısını kurmuştuk. oradan da martin luther'in worms kenti'nde savunmasını yaptığı meclis olan "diet of worms"e çıkmıştık.

    şimdi de solucanları hayvan olarak ele alacağız. solucanların da aynı g.e.s.m'in adamları gibi toprağın içinden çıktıkları zaman vardır. peki solucanlar ne zaman topraktan çıkarlar? yağmur yağdıktan sonra.

    o zaman topraktan çıkmak için çağrılmayı bekleyen g.e.s.m'in adamlarını savaş için topraktan çıkaran şeyin yağmur olduğu sonucuna varabiliriz. yağmurun savaşla ne ilgisi var peki? bu sorunun cevabı için de ileride daha detaylı değineceğim şarkının canlı versiyonun başında peter gabriel'in yaptığı konuşmadan bir kesit paylaşacağım (konuşma metni videonun açıklama kısmında mevcut).

    "toprağın altında, genellikle bizim 'solucanlar' olarak bildiğimiz bu aşağıdaki yaratıklar, 'pitter-patter[1]'ı yağmur olarak yorumladılar."

    [1] pitter-patter, hızlı ve hafif vurma sesi olarak geçmekte. yağmurun cama vurma sesi de pitter-patter ile ifade edilmekte. fakat yerin altındaki solucanlar, yağmurun cama vurma sesini değil, ancak toprağa vurma sesini duyabilirler.

    şarkıda toprağa vuran, "pitter-petter" sesi çıkaran yağmurun savaşla ilişkisinin verilme nedeninin ise 1971 yılında 92. amerikan kongresinde geçen "uçaklar kuşlar gibi geldi, bombalar yağmur gibi düştü" cümlesinde yattığını düşündüm. peki bu cümle hangi savaş için geçmekte? hippilerin karşı gösteriler düzenlediği vietnam savaşı.

    ayrıca "bombalar yağmur gibi düştü cümlesi" 1968 yılındaki bir dergide de geçmekte. yağmurun bu anlamda kullanılma ihtimali olan ccr'ın iki şarkısı var. ilki temmuz 1970'te çıkan "yağmuru kim durduracak?" diye soran "who will stop the rain". ikincisi aralık 1970'te çıkan, "güneşli bir günde hiç yağmurun yağdığını gördün mü?" diye soran "have you ever seen the rain" şarkısı. (grubun en bilinen şarkısı olan "fortunate son" ın vietnam savaşı'nı eleştiren bir şarkı olması, ccr'ın şarkılarındaki "rain" kelimesinin bomba metaforu olmasını desteklemektedir)

    üçüncü bölümde anlatılan, vietnam savaşı olarak yorumladığımız savaştan sonra; dördüncü bölümde savaş sonrası yaşanan manzaraya yer verilmekteydi. dördüncü bölümün sonunda ise narcissus çiçeğe(flower) dönüşmekte ve willow farm bölümüne geçilmekteydi.

    narcissus şarkıda niye mitolojideki gibi nergise değil de özellikle (flower) çiçeğe dönüşmüş olabilir? onun da nedeni "flower child" (çiçek çocuklar) ifadesinin hippi kelimesi ile eş anlamlı olarak kullanılmasında yatmakta. tarihte yaşanan vietnam savaşı'nın hippi hareketindeki gösterilere dönüşmesi, üçüncü bölümdeki savaşın en sonunda flower (child)'a bağlanmasıyla çok güzel şekilde ifade edilmiş.

    hippilerin vietnam savaşıyla ilişkisinin ardından, ikinci olarak vikipedi'deki şu cümlenin çevirisini yaparak devam edeceğim. " 'yeni sol' ve 'sivil haklar hareketi' ile beraber hippi hareketi 1960'lardaki karşı kültürün muhalif üç grubundan biriydi. hippiler kurulan kurumları reddetti, orta sınıf değerlerini eleştirdi, nükleer silahlara ve vietnam savaşı'na karşı çıktı, doğu felsefesini sahiplendi, cinsel özgürlüğü savundu, genellikle vejetaryen ve çevre dostuydular, bilinci arttırdığına inandıkları psychedelic uyuşturucuların kullanımını desteklediler."

    bu cümleden sonra şarkı içerisinde incelediğimiz ögelerden hippi hareketiyle ilişkili olanları görebilirsiniz. şarkıda doğu felsefelerinden biri olan yogaya ait unsurlara (21), (77) ve (88)'de, cinsel ögelere (19),(20),(21),(22) ve (88) numaralı dizelerde, psychedelic uyuşturuculara (22) ve (29) numaralı dizelerde ((88) ruhların ateşlenmesini burada da düşünebiliriz), vejetaryenliğe de (69.8)'de değinilmişti. ayrıca hippi hareketinin de içinde yer aldığı 1960'lardaki karşı kültürün savunduğu düşüncelerden biri de feminizm'dir. şarkıdaki feminizm düşüncesini de (36) ve (77) numaralı dizelerdeki "human bacon" analizinde görmüştük.

    şarkıdaki hippi ögelerinden sonra "willow farm" bölümü için analizin sınırlarını biraz daha zorlayacağım. (39.2) "hayat özgürce akıyor" derken özellikle 'flow' ve 'free' kelimelerinin kullanılmış olmasıyla da 1967 basımı 'the hippies' kitabına gönderme yapılmış olabilir. çünkü o kitapta da free flow kelimeleri yer almakta. kelimelerin geçtiği yerin çevirisi de "neşe, coşkunluk ve rüya algısı hissi fikirlerin serbest akışı ile eşlik eder." şeklinde. şarkının bu bölümü de aynı neşe ve coşkunluk hissini taşımakta.

    kitaba devam edecek olursak bir sonraki cümlede "zaman ve mesafe algısı, görme ve duyma duyuları bozulur." denmekte. zaman ve mesafe algısını ele alırsak eğer bu algılar ne şekilde bozulmakta?

    psychedelic tecrübelere yer verilen bir kitapta geçen lsd tecrübesinin anlatıldığı bir yazıya bakacak olursak "yürürken bir noktada saatin şömine rafının üzerinde durduğunu fark ettim. 12:25'i gösterdiğini açıkça anımsadım. daha sonra çeşitli labirentlerde binlerce saat boyunca binlerce yön içerisinde beni yönlendirecek gibi görünen düşünce treninin içine düştüm. sonra tekrar saate baktım, 12:28'di. bu durum 'tanrım, son üç dakika içerisinde ne kadar da çok şey oldu' diye haykırmama neden oldu."

    "the hippies" kitabında anlatılan 'bozulan zaman ve mesafe algısı'nın ne şekilde olduğunu burada anlamış olduk. kısa bir zaman aralığının çok uzun gibi gelmesi ve bu süre boyunca çok fazla şey yaşanmasından dolayı bu üç dakikanın çok yoğun geçtiğini görebiliriz. bu yoğunluk da şarkı içerisinde (39.3) "her şey akılsızca yoğundu" ifadesi ile anlatılmakta.

    "the hippies" kitabındaki ardışık cümlelerdeki ifadeler şarkıda da (39.2) ve (39.3) ile ardışık olarak geçmekte. şarkıda kitaba atıf yapılmamış olsa bile (39.3)'te ifade edilen psychedelic tecrübe ile hippi ögelerinden birine daha şarkıda yer verilmekte.

    ayrıca (39.3) psychedelic tecrübeyi lsd etkisinin yanında yogada üçüncü gözün açılması sonucu yaşanan ruhsal tecrübe olarak da görebiliriz. bu bölümde (41)'deki "gözlerini aç..." dizesini tekrar hatırlayalım. buradan hippiler ile doğu felsefelerinden biri olan yoga'nın birbiriyle olan ilişkisini bir kez daha görmekteyiz.

    hatırlarsınız ki yoga felsefesine göre açılan üçüncü göz ile tanrı'yı görmenin mümkün olduğunu söylemiştim. üçüncü gözün diğer ismi de epifiz beziydi ve epifiz bezi de psychedelic tecrübe ile ilişkiliydi. şarkının bu bölümünde psychedelic tecrübe ögelerine bu denli yer verilmişken tanrı'nın olduğu dizeye yer vermemek de olmazdı. bu bölümdeki tanrı'yı da (44) "oh, there's mum & dad..." dizesindeki baba ifadesi ile ilişkilendirebileceğimizi önceden açıklamıştık.

    (44)'ü bu yönden yeniden ele almak istiyorum. "mum" kelimesinin anlamının anne olduğunu fakat anneyi kastetmediklerini, aynı zamanda hanımefendi anlamı da olan bu kelimenin aslında kreşlerdeki dadılar için kullanıldığını anlatmıştım. bu bağlamda dizedeki "dad" kelimesi için de baba ifadesindeki tanrı ile gerçek tanrı'yı kastetmediklerini düşünüyorum. çünkü tanrı için kullanılan baba kelimesi "dad" olarak değil "father" olarak geçmekte. bu dizede de geçen baba gerçek tanrı değil, üçüncü gözün açılması sonucu görülen tanrı'ydı. şarkıda bu nüanslar güzel kelime oyunlarıyla sağlanmış.

    ...............

    willow farm bölümü ile ismi nedeniyle (71)'de ilişkilendirdiğimiz "the wind in the willows" kitabındaki şu cümleyi tekrar ele almak istiyorum. " 'burası benim şarkı-rüyamın yeri, müziğin benim için çaldığı yer' fare transa girmiş gibi fısıldadı. 'burada, bu kutsal yerde, burada bir yerde, elbette o'nu bulacağız!' "

    kitaptaki cümlede transa girmek ile epifiz bezi olan üçüncü gözün açılması sonucu yaşanan ruhsal tecrübenin anlatıldığı yorumu yapılabilir. ayrıca kutsal yer vurgusu ve o'nu bulacağız derken bulmaya çalıştıkları kişinin yunan tanrılarından biri olan "pan" olması, şarkı analizindeki düşüncenin kitaptaki alt metinle paralel olduğunu bize göstermektedir.

    kitap dışında 1949 disney yapımı "the wind in the willows" çizgi filmi var. orada da kitapta bahsettiğim üç karakter mole (köstebek), rat (fare) ve mr. toad (bay karakurbağası) var. oradaki bir sahne dikkatimi çekti, şarkıyla ve kitapla ilgili olduğunu düşündüğüm bir sahneyi paylaşıp analizini yapmak istiyorum.

    ilk önce o sahneyi paylaşayım, izledikten sonra yazıya devam etmenizi öneririm. sahneyi izleyince yazıyla paralel olarak ilk dikkati çeken şey motorcar'ı gören mr. toad'ın gözleri çizgi filmlerde transa girmeyi ifade eden şekle giriyor.

    fare de mr. toad'ın durumu mole'a şöyle ifade ediyor. "a new mania. motor mania (yeni bir mani. motor manisi)" mani de kişinin duygu durum bozukluklarından biri. uyuşturucu da manik semptomlara neden olan etmenlerden biri. yani mr. toad'ın durumunu uyuşturucu etkisi altında olarak görebiliriz. ve dikkat ederseniz motorcar'ın göründüğü sahne boyunca motor sesini arka planda duyuyoruz, ayrıca birçok kez de korna sesini duymaktayız. (4) numaralı dizede de "sound of motorcars (motorcar'ın sesi)" ifade edilmekteydi.

    "the wind in the willows"u anlatmışken, şimdi de daha öncesinde bir yönüyle anlatmış olduğum "through the looking glass" kitabına yeniden değinmek istiyorum. bilenler vardır elbet, bu kitap çok bilinen bir kitabın devam serisidir. serinin önceki kitabı "alice's adventures in wonderland (alice harikalar diyarında)"dır ve bu kitapta kahramanımız yine alice'tir.

    ayrıca bu yazıyı okuyanların çoğunun bildiğini düşündüğüm, psychedelic rock efsanelerinden, alice hikayesinin anlatıldığı jefferson airplane - white rabbit şarkısındaki white knight ve red queen de "through the looking glass" kitabındaki karakterlerdir (buradan onlara da selam olsun *). alice serisinin ilk kitabı alice's adventures in wonderland'te (seri olduğu için beraber almakta bir sakınca görmüyorum) alice'in tırtılla macerasının anlatıldığı bölümde alt metinde magic mushroom etkileri anlatılmaktadır. "white rabbit" şarkısında da bundan bahsedilmektedir. magic mushroom da lsd gibi psychedelic tecrübeye neden olan uyuşturuculardan biridir. sonuç olarak (80)'de atıfta bulunulan bu kitabı da şarkı içerisinde psychedelic tecrübeyi ifade eden bir diğer unsur olarak görebiliriz.

    -------------------------------------------------------------------------

    şarkı analizinin ardından değinmek istediğim bazı konular var. şarkı aslında birkaç koldan ilerliyor ancak şarkının dini yönde bir bütün olarak ne anlattığını anlamak için şarkıya biraz uzaklaşıp öyle bakmak istiyorum. şarkının hikayesinin bir kısmının vahiy 13:11-18'e dayandığını söylemiştim. ancak o pasajlar şarkıdaki olayların dayandığı pasajlardı, şarkının bütününün hikayesi hakkında pek bir bilgi vermiyordu.

    şarkıda kıyamet zamanı gerçekleşecek olan isa'nın yeniden gelişi, son yargı, yeni kudüs'ün kurulması gibi olaylar şarkının son iki bölümde, incil'in son bölümü olan vahiy'e dayanarak açık bir şekilde anlatılıyordu. peki öncesinde anlatılanları neye dayandırabiliriz? şarkının diğer bölümlerini incil'de dayandıracağımız bölümün temelinin matta 24 olduğunu düşünüyorum. bölümün başlığına bakarsanız "sonun belirtileri" ile isa'nın ikinci gelişinin hangi olaylara bağlı olacağı, isa'nın kendisinin ağzından anlatılmakta. bölümdeki pasajları paylaşıp şarkı ile bağlamak istiyorum.

    "6 savaş gürültüleri, savaş haberleri duyacaksınız. sakın korkmayın! bunların olması gerek, ama bu daha son demek değildir. 7 ulus ulusa, devlet devlete savaş açacak; yer yer kıtlıklar, depremler olacak. 8 bütün bunlar, doğum sancılarının başlangıcıdır."

    şarkıda savaş üçüncü bölümde batıya giderlerken karşılaştıkları koyu tenli savaşçılarla yapılan savaş olarak olay örgüsünde gösterilmekte. ayrıca winston churchill anlatılırken alt metinde bahsedilen ulusların uluslar ile, devletlerin devletler ile savaştığı, birincisinin anlatıldığı ama aslında ikisinin de kastedildiği dünya savaşlarına ve sonucunda yaşanan kıtlıklara vurgu yapıldığını düşünüyorum. bunun dışında otuz yıl savaşları, vietman savaşı'na da şarkıda değinilmekteydi.

    "11 birçok sahte peygamber türeyecek ve bunlar birçok kişiyi saptıracak."

    sahte peygamber, şarkıda hem olay örgüsünün büyük bir kısmında geçen g.e.s.m ile belirtilmiş hem de alt metindeki kilisenin para karşılığı af belgesi olan endüljanstan bahsederken dile getirilmiştir. ayrıca üçüncü bölümün isminde geçen "ikhnaton" ve "band of merry men" ile de sahte peygamberliğin tarihsel olarak iki uç örneği verilmekteydi ve şarkıda yuhanna için de sahte peygamber vurgusu yapılmaktaydı. ayrıca cadı avından bahsederken ibadet kapsülünün aktif edilmesiyle ifade edilen incil'in değiştirilmiş olması da yapılan sahte peygamberlik olarak görülebilir.

    saptırdığı kişileri de matta 18:14'te tanrı'nın kimsenin kaybolmasını istemese de (18)'de yollarının birçoğunu kaybeden çocuklar ile görmekteyiz.

    "12 kötülüklerin çoğalmasından ötürü birçoklarının sevgisi soğuyacak."

    willow farm bölümünde geçen ve tanrı'nın isa'ya olan merhametini göstermeyen çocuğun gözünde sinirli olup, ofiste çalışan baba figürü ile ev işleri ile uğraşıp çocuğuna zaman ayırmayan anne figürü anlatılmaktaydı. ve bu anne ile babaların çocuklarını kreşe götürüp hem çocuklarını gerçek anne ve baba sevgisinden mahrum bırakması hem de onların kreşte kötü muameleye maruz kalmasına sebep olması, hem bu şarkıda alt metinde ifade edilmiş hem de bir önceki albümde de ayrıca dillendirilmiştir.

    "36 “o günü ve saati, ne gökteki melekler, ne de oğul bilir; baba'dan başka kimse bilmez. 37 nuh'un günlerinde nasıl olduysa, insanoğlu'nun gelişinde de öyle olacak. 38 nuh'un gemiye bindiği güne dek, tufandan önceki günlerde insanlar yiyip içiyor, evlenip evlendiriliyorlardı. 39 tufan gelinceye, hepsini süpürüp götürünceye dek başlarına geleceklerden habersizdiler. insanoğlu'nun gelişi de öyle olacak."

    burada insanoğlu ile isa'dan bahsedilmekte. nuh'un günlerinde ne olduğunu öğrenmek için yaratılış 6:5-12 pasajlarına dönmemiz gerekiyor. "5 rab baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte." ben sadece 5. pasajı paylaştım diğer pasajlara ayrıca bakabilirsiniz.

    yaratılış 6:5'teki aklı fikri kötülük ifadesi ingilizce olarak "thoughts of his heart was only evil" olarak geçmekte. ingilizcesi'ni paylaşmamın sebebi bu kötülüklerin ne olduğunu yazdığımda bu ikisinin birbiriyle bağlantılı olduğunun daha rahat anlaşılması için olacak. markos 7:23'te kötü düşüncelerden bahsederken "out of a person’s heart, that evil thoughts come" ifadesi kullanılıyor (thoughts, heart ve evil kelimeleri iki pasajda da geçmekte). ilk pasajda kalbindeki kötü düşünceler deniyor, ikinci pasajda insanların kalplerinden çıkan kötü düşünceler deniyor. peki bu kötü düşünceler neler?

    markos 7:20-23'te bu düşünceler hristiyanlıktaki yedi ölümcül günah'ın da yer aldığı cinsel ahlaksızlık, hırsızlık, cinayet, zina, açgözlülük, hainlik, yalancılık, kıskançlık, iftira, kibir, ahmaklık olarak geçmekte.

    isa'nın nuh'un günlerinde olduğu gibi diyerek o günlerde aklı fikri kötülükte olan insanın sahip olduğu bu kötülüklere şarkıdan örnekler vererek devam edeyim.

    şarkıda en belirgin kötülüklerden biri olan yalancılıkla başlamak istiyorum. en başta g.e.s.m'in kendisi yalancı olarak nitelendiriliyordu. ayrıca willow farm'da "burası sürprizlerle dolu, herkes yalan söyler" dizelerinde yalancılığı görmekteyiz. daha sonra tilki avı ile ve musical box'taki ingiltere hakkında ingiltere ötesindekilere söylenen yalanlarla bu yalancılıkla ilgili verilen örnekleri görmekteyiz. ingiltere hakkındaki yalanlar şarkının daha sonraki bölümlerinde de dile getirilmekteydi. ayrıca dini yönden yalanları da yalancı peygamberlerin yaptıkları olarak görebiliriz, endüljans, cadı avı ve vahiy bölümü.

    ikinci olarak, g.e.s.m'in ikinci bölümde "hayatım pahasına bahse girerim" diyerek yaptırmaya çalıştığı cinsel ahlaksızlık da şarkıda geçen kötülüklerden ikincisi. bunun yanında hippiler'in savunduğu cinsel özgürlük ve roket metaforunun cinsel yönden ifadesi de bu konudaki diğer örnekler.

    üçüncü olarak kibir'e değinmek istiyorum. şarkıda insanların ömürlerini harcadığı "temiz zeminler" ve "daha çok alkış" ile gösteriş meraklısı olması ve saygınlık peşinde koşmasının temelinde, insanların kendini başkalarının gözünde daha yüksek mevkide göstererek, bu durumuyla üstünlük göstermesi yani böbürlenmesi yatar. böbürlenme de kibir göstergesi olarak ele alınabilir.

    dördüncü olarak hırsızlık, açgözlülük ve cinayete aynı örnekle değinmek istiyorum. aslında cinayeti yapılan savaşlar ile de görebiliriz ancak burada da ele almanın bir sakıncası olduğunu düşünmüyorum. dördüncü olarak ele alacağım unsur sömürgecilik. devletlerin, başka devletlerin topraklarına girip onların kaynaklarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaları, bu kaynaklar olmadan da devamlılığını sağlayabilecek olmasına rağmen bunları kendi menfaatleri için kullanmaları bizi bu ülkelerin açgözlülüğüne çıkarır. tabi bu kaynakları kullanırken izin almıyor olmalarını hırsızlık, sömürgeciliğin kaynakları kullanılan insanlar tarafından hoş karşılanmadığını düşünürsek onların direnişindeki sonuçları da cinayet olarak görebiliriz.

    beşinci olarak ahmaklığa değineceğim. savaşların ne kadar aptalca olduğu ingiliz bayrağının naylon poşet benzetmesinde belirtilmişti. (48)'deki dönüşüm halkalarındaki tuğla benzetmesi de aptal insanlar için kullanılan iki deyime bir göndermeydi ve zamanında öldürdükleri cadıların bayramlarını kutlayan aptallaşmış insanlar da belirtilmekteydi. ayrıca kazlar kadar muhteşem derken de kastedilen "silly goose (aptal kaz)" ile de ahmaklığa örnek verilebilir.

    son olarak iftira ve hainlikten bahsedeceğim. şarkıda yüzlerimize duygu takınırız ile ifade edilen ikiyüzlülük, iftira ve hainlikle bağlantılı olan bir kavramdır. sömürgecilikte anlatırken alıntı yaptığım "eğer dicle nehri'nde kavga eden iki balık görürseniz, bunun arkasında ingiliz vardır" sözü için de bu iki durum örneklendirilebilir. diğerlerine göre daha dolaylı olsa da bu kötülükleri de şarkıyla ilişkilendirebiliriz.

    diğer kötülükleri de bağlayabiliriz fakat temellendirmesi diğerlerine göre daha sönük kalacağı için onları geçmeyi tercih ediyorum.

    kazların lezzetli olmasını anlatırken kullandığımız "he's cooked his own goose" deyimin anlamı "kendini gerçekten belanın içine soktu" şeklindeydi ve bu ifade kıyamette yaşanacak olayların anlatılmadan hemen öncesindeki bölümün başlığında geçmekteydi. şarkı içerisinde geçen bu örneklerle de insanın kıyamet öncesi kendini belanın içine nasıl soktuğunu görmekteyiz.

    "yine çok uzattın bize şarkıyı tek cümle ile anlat *" diyenler için şöyle bir cümle kurabilirim. isa'nın peygamber olarak gelip birinci kez göğe yükselmesinin ardından, peygamberliği sırasında haberini verdiği üzere insanların yapacağı kötülüklerin yaşanması ve bu kötülüklerden sonra da kendisinin ikinci defa geleceğini haber veren isa'nın, bu sefer mesih olarak dünya'ya gelmesi ve bu kötülüklerin olduğu süreçte isa'ya tanıklık eden yani yaşam kitabında adı olanların yeni kudüs'te sonsuz yaşama kavuşmaları olarak uzun bir cümlede anlatabilirim.

    -------------------------------------------------------------------------
    şarkı analizinin ardından şimdi de albüm kapağı hakkında çıkarımlarda bulunmak istiyorum. ilk olarak internette bulabildiğim en yüksek çözünürlüklü fotoğrafı sizinle paylaşayım. ingilizce kaynak olarak albüm kapağıyla ilgili burada bir inceleme yapılmış. ilk paragrafta paylaştığım, şarkıyı türkçe analiz eden diğer arkadaş, buradaki bilgilerin üzerine katıp kendi analizini oluşturmuş. ben de bu bilgilerin üzerine katarak kendi incelememi oluşturacağım fakat analizin bütün olarak gözükmesi açısından diğer arkadaşın incelemesini tırnak içerisinde buraya aktarıp yorum kattığım yerleri belirterek bu kısmı ele alacağım.

    "bundan bir önceki albümleri olan nursery cryme albümünün resmine benzer olarak bu albümün resminde de şarkı sözleri içerisinde yer alan simgelere göndermeler ve eleştirdikleri konulara ait betimlemeler var. resimde ilk göze çarpan “supper’s ready” şarkı sözlerinde yer alan deniz üzerindeki bir buz bloğunda mahsur kalmış fakat buna rağmen oldukça karizmatik ve şüpheli bir duruş sergileyen kırmızı elbise giymiş insan kılığında bir tilki ve karşısında onu kapana kıstırmış dört adet dördü birbirinden şüpheli simalara sahip atlılar bulunuyor. nursery cryme albümünün resminde ingiliz soylularının oynadığı kriket oyunu eleştirel açıdan betimlenirken, bu albümde de yine bu soylu kısmının eğlence aktivitelerinden biri olan tilki avına gönderme yapılmış. atlıların giydiği kırmızı elbise ve şapka tilki avına çıkan ingiliz soylularının giydikleri elbise ile tamamen eşleşiyor."

    "bu açıdan incelediğimizde kapana kısılmış kadın elbiseli tilki de ingiliz soylu kısmının altında ezilen düşük sınıf ingiliz halkını temsil ediyor diyebilmemiz mümkün. tilkiler kurnazlıkları ile bilinir ve resimdeki tilki ise kendini kadın elbisesi ile kamufle edip deniz üzerindeki bir buzul parçasına kaçarak bize ne kadar akıllı olduğunu gösteriyor adeta. amerika’da zamanında güzel kadınlara tilki lakabı takarlarmış bu da albümdeki tilkiyi kadın elbisesi ile resmetmesine neden olan unsurlardan biri olmuş whitehead için. ayrıca “foxtrot” kelimesini türkçeye direk çevirecek olursak “tilki koşusu” olarak çevirebiliriz öte yandan aynı kelimenin farklı yerlerde kullanım alanları da vardır. ilk olarak foxtrot isimli bir dans çeşidini (tilkinin giydiği kırmızı elbise bir dans elbisesini anımsatmıyor değil) ikinci olarak ise askeri alfabede f harfi için kullanılan foxtrot kelimesi bu kelimenin diğer kullanım alanlarındandır."

    burada dipnot olarak tilkinin giydiği kırmızı elbise mart 1972 cosmopolitan dergisinin kapağında kullanılan elbise ile aynı kaynak

    "resime yeni bir boyut kazandırmak isteyen gabriel ve whitehead aynı simgelerle incil’e de göndermelerde bulunduklarını belirtiyorlar yapılan bir röportajda. bu dört atlı askeri incil’in son kısmında bahsi geçen kıyameti gerçekleştirmek ile yükümlü meleklerden olan mahşerin dört atlısı olarak görüp öte yandan köşeye sıkışmış kadın elbiseli tilkiyide yine incil’de birçok kötülükten sorumlu olan ve adı fahişe diye geçen kadın olarak görebiliriz ve incil’deki bu kadının kırmızı bir elbise ile betimlenmesi ise bu kanımıza destek çıkıyor."

    burada araya girip bu kısma yorum katmak istiyorum. incil'de yedi mühür tanrı'nın dünya üzerindeki gazabının başladığı ilk belirtilerdir. daha sonra yedinci mühürle beraber ortaya çıkan yedi borazancı ve yedinci borazancı ile beraber gelen yedi kase yedi mühürün devamında oluşan, birbirine bağlı olan felaketlerdir. yedi mührün ilk dördü vahiy 6:1-8'de geçen, her mühürle beraber gelen mahşerin dört atlısıdır.

    bu atlar sırasıyla beyaz, kızıl, siyah ve soluk renkli olarak anlatılan renklere sahiptir. albüm kapağında da mahşerin dört atlısındaki atların renklerini eşleştirmek mümkün.

    şimdi de incil'de fahişe olarak geçen kadına gelelim. bu kadın incil'de nerede geçiyor? yedinci kasenin dökülmesinden sonra yaşanan felaketin hemen ardından gelen vahiy 17. bölümde bu büyük fahişe kadın ifade ediliyor. ilk önce bu kadının incil'deki tasvirini açıklayayım.

    vahiy 17:3-4'te "bundan sonra melek beni ruh'un yönetiminde çöle götürdü. orada yedi başlı, on boynuzlu, üzeri küfür niteliğinde adlarla kaplı kırmızı bir canavarın üstüne oturmuş bir kadın gördüm. kadın, mor ve kırmızı giysilere bürünmüş, altınlar, değerli taşlar, incilerle süslenmişti. elinde iğrenç şeylerle, fuhşunun çirkeflikleriyle dolu altın bir kâse vardı."

    kadının üzerine oturduğu canavarın tasviri; denizden çıkan, şeytanın yetkisini verdiği canavarla aynı. canavarın tasvirine vahiy 13:1'de bakacak olursak "sonra on boynuzlu, yedi başlı bir canavarın denizden çıktığını gördüm. boynuzlarının üzerinde on taç vardı, başlarının üzerinde küfür niteliğinde adlar yazılıydı." yazmakta. iki pasaj arasında tek farkı vahiy 13:1' de canavarın kırmızı olduğu belirtilmemiştir.

    bu kırmızı canavarın simgesinin 666 sayısı olduğunu şarkının analizi sırasında belirtmiştim. büyük fahişe kadınla ilgili bir pasaj daha paylaşacak olursam vahiy 17:2'de "dünya kralları onunla fuhuş yaptılar. yeryüzünde yaşayanlar onun fuhşunun şarabıyla sarhoş oldular.” yazmaktadır. bu fahişe kadın, 666 sayısı ile ifade edilen canavarın üzerinde oturup, yeryüzünde yaşayanlarla fuhuş yapıp, onların yedi ölümcül günahtan birini işlemesine neden olmaktadır. yani yeryüzüne kötülük dağıtmaktadır. 666 üzerinde kötülük dağıtan bu fahişe kadın; şarkıda altıncı bölüm olan "apocalypse in 9/8" bölümünün el broşüründe geçen, altılar fırlatan tilkidir.

    bu bilgiler ışığında albüm kapağındaki kırmızı elbiseli tilki başlı kadın tasvirini sonuçlandıracağım. tilki başlı kadının giydiği kırmızı elbise, 666 sayısı ile ifade edilen kırmızı canavar olarak düşünülebilir. tilki kafası ise 666 sayısı ile ifade edilen kırmızı canavarın üzerindeki, şarkıda altılar fırlatan tilki ile anlatılan büyük fahişe kadın olarak düşünülebilir.

    peki albüm kapağında bu fahişe kadın neden mahşerin dört atlısı tarafından köşeye sıkışmıştır? buna geçmeden önce tekrar incil'e döneceğim. vahiy 17:5'te fahişe kadının alnında "büyük babil, dünya fahişelerinin ve iğrençliklerinin anası" yazdığı söylenir. yani fahişe kadının yaşadığı yer babil'dir.

    mahşerin dört atlısı, açılan yedi mührün ilk dördü olduğu için yedi mührün başlangıcı olarak kabul edilebilir. yedi mührün yedi kaseye bağlandığını da daha önce belirtmiştim. yedi kasenin hemen sonrasında incil'de (vahiy 17) fahişe kadın anlatılmaktaydı ve bu fahişe kadın tasvirinin hemen sonrasında vahiy 18'de de başlığa bakarsanız "babil'in yıkılışı" anlatılmakta. mahşerin dört atlısının fahişe kadını köşeye sıkıştırmasını, fahişe kadın için yaklaşan sonunun başlangıcı olarak düşünebiliriz.

    şimdi de mahşerin dört atlısının binicilerini yorumlayacağım. bu binicileri bir incil'deki anlamıyla bir de incil dışındaki bir anlamda düşündüm. incil'deki anlamıyla hepsine yorum getiremedim, o yüzden onu paylaşmıyorum. incil dışındaki anlamıyla bu dört atlıyı şarkıdaki g.e.s.m'in dört farklı tasviri olarak görüyorum. binicileri soldan sağa doğru g.e.s.m ile bağlantılarını açıklayarak analiz edeceğim.

    en soldaki atlının diğer arkadaşın da analizinde belirttiği gibi burnu pinokyo hikayesini anımsatacak şekilde uzun. yalan söyledikçe burnu uzayan pinokyoyu, yalan söyleyip herkesi kandıran g.e.s.m üzerinden burnu uzun binici ile ilişkilendirebiliriz.

    soldan ikinci biniciyi ağlarken görüyoruz ve omuzunda bir çıkıntı bulunmakta. ingilizce'de "have a chip on one's shoulder" deyimi varmış. mecaz anlamıyla bakılmazsa türkçesi "birinin omuzunda kırıntıya sahip olması" gibi bir şey. bu deyim incil'de de geçmekte fakat ilk olarak incil'in 1993 çevirisinde yer aldığı için o örneği kullanmak uygun olmaz. bu deyim "öfkesi burnunda olmak, kavgaya hazır olmak" anlamlarına gelmekte ve ilk olarak 1830 yılındaki bir gazetede geçmekte.

    deyim anlamına göre bu kavgacı kişilik g.e.s.m'in "eternal life" sahibi olmayanlara saldırmasına bağlanılabilir. ayrıca başka bir yönden de bu binici ile bağlantı kurabiliriz.

    g.e.s.m'in şarkıda konuştuğu tek kısım neresiydi? ağzıma bakın dedikten sonra hayatım pahasına bahse girerim içeri yürüyeceksiniz diye devam ettiği dizelerdi. ağzıma bakın derken ne yapıyordu? bağırıyordu. bağıran kişiyi öfkeli olarak düşünebiliriz. ayrıca bağırmanın ingilizcesi nedir? "cry". cry'ı diğer anlamı olan ağlamak olarak düşünürsek burada omuzunda çıkıntı olan binicinin ağlaması ile g.e.s.m ilişkilendirilebilir. bu durum grubun şarkıdaki anlamın üzerini örtmek için yaptığı kelime oyunu veya mizah olarak görülebilir.

    soldan üçüncü binicinin yüzü, kulakları ve sakalı olması yönünden keçiye benziyor ve kafasında da parlaklık var. g.e.s.m'in de özelliği olan yalancı peygamber incil'de topraktan çıkıyordu ve "kuzu gibi iki boynuzlu" olarak tanımlanmıştı. ayrıca yalancı peygamber kuzu postuna bürünecekti.

    matta 25:32-33'e bakılırsa koyunların (kuzuların) iyi, keçilerin kötü olduğu anlaşılmakta. buradan yalancı peygamber'in kötü olmasıyla, kuzu postuna bürünmüş keçi olduğu görülebilir.

    keçi yüzlü olması tamam ama kafasındaki parlaklık niye var? bunun için açıklamaya devam edeyim. yalancı peygamberin kuzu gibi iki boynuzlu olduğunu söylemiştim. yavru olan kuzuların boynuzları koyunlar kadar büyük değildir ve bu yüzden resimdeki binicinin kafasındaki şapka ile bu boynuzlar gizlenebilir. ve kafasının parlaması da şapkanın altındaki boynuzları belirtmek için kullanıldığı düşünülebilir.

    en sağdaki binici yeşil ten rengi ile uzaylı olarak görülebilir. albüm tarihinden önce uzaylıların yeşil ten rengiyle tasvir edilip edilmediğini araştırdım, çok fazla tasvir edilmiyormuş sanırım ki biraz zor buldum fakat yeşil renkle ilişkilendiriliyormuş.

    apocalypse in 9/8 bölümünde pied piper'ın çocukların yollarını kaybetmesi yönünden g.e.s.m ile ilişkisi olduğunu belirtmiştim. çocukları yer altına götürmesini de köyü dünya kabul ederek ve ormanı dünya kabul ederek iki şekilde yorumlamıştım. ormanı dünya kabul edersek, şarkıya göre orman yer altı olduğu için pied piper'ı ya tanrı olarak ya da uzaydan gelen biri olarak kabul edebileceğimizi belirtmiştim. grubun "cry" ile aslında bağıran g.e.s.m'i albüm kapağında ağlayarak betimlemesi gibi; aslında çocukları yer altına sığınmaları götüren pied piper'ı, yine benzer bir kelime oyunuyla uzaylı olarak göstermiş olabileceklerini düşünüyorum. oradaki uzaylı analizi de bu kısım ile ilişkili.

    ayrıca en sağdaki uzaylı binicinin üzerinde olduğu kızıl renkli atın bacaklarının arasına bakarsanız, büyük fahişe kadına en yakın at olmasıyla ilişkili olan bir durum var *

    diğer arkadaşın sözleriyle devam edecek olursam "resimdeki diğer simgelere bakacak olursak sağ üstte gözüken deniz altı görünümlü araç zamanında tartışmalar yaratmış amerikan nükleer denizaltısına bir gönderme imiş ve denizden başlarını adeta soluksuz kalmış gibi çıkaran bir yunus ile balık bu nükleer denizaltının suyu kirlettiğine ve canlılara zarar verdiğini anlatıyor." ayrıca dikkat ederseniz kızıl renkli balığın biraz üzerinde gümüş başlı ejderhaya benzeyen bir canavar daha var (dragons coming out of sea / shimmering silver head of wisdom looking at me).

    "“giant hogweed – devasa tavşancılotu“ şarkısına gönderme olarak bir tavşancılotu betimlenmiş." denizdeki tavşancıl otunu, kendisi de zehirli olan bu bitkinin denizin kirli olduğunu belirtmek için kullanılan bir unsur olarak görebiliriz.

    "dört atlının önündeki köpekler ise bakış açısına göre tilki avına çıkmış ingiliz soylularına yardımcı olan köpekler ya da incil’de geçmemesine rağmen onunla alakalı görülen, çeşitli mitolojilerde ve hikayelerde pek sık yer etmiş cehennem ile bağdaştırılan cehennem köpekleri olarak betimleyebiliriz." arkadaşın bu yorumundan yola çıkarak araştırma yaptım ve daha önceden gabriel'in av köpeklerinden bahsederken galler mitolojisindeki ismi olan "cwn annwn", ingiliz kültüründeki cehennem köpeğinin galler kültüründeki karşılığıymış. cwn annwn başlığında gabriel'in köpeklerinden bahsedildiğini de görebilirsiniz. sonuç olarak su kenarındaki köpekleri altıncı bölüm başlığındaki gabble ratchet olarak görebiliriz.

    "bu şarkının sözlerinde geçen kaftan giymiş 7 aziz görünümlü adam ise resmin arkalarına doğru deniz kıyısında yürürken görülüyor. son olarak “nursery cryme” albüm resminde bulunan bazı öğelere de yer verilmiş; arka plandaki kriket sahası ile deniz üzerindeki kriket sopası gibi."

    -------------------------------------------------------------------------

    şimdi de diğer arkadaşın analizinde yer verdiği şarkının ilk bölümündeki çift sesliliğin anlamına ben de kendi yorumumu katmak istiyorum. ayrıca bu analizle çok ilgili olmasa da şarkıdaki müzik aletlerinin izole edildiği, sadece peter gabriel'in sesinin olduğu versiyonunu dinlemenizi tavsiye ederim (https://www.youtube.com/watch?v=lpregpjrfwy).

    walking across the sitting-room, i turn the television off.
    sitting beside you, i look into your eyes.
    as the sound of motor cars fades in the night time,
    i swear i saw your face change, it didn’t seem quite right.

    bu kısma kadar şarkı peter gabriel'in ince ve kalın sesiyle devam ediyor. bu kısmı [1] numara ile ifade edeceğim.

    and it’s hello babe with your guardian eyes so blue
    hey my baby don’t you know our love is true.

    bu kısımda da ilk kısımdaki ince ve kalın sesin arasında bir sesle şarkıya devam ediliyor. [2] numara

    coming closer with our eyes, a distance falls around our bodies.
    out in the garden, the moon seems very bright,
    six saintly shrouded men move across the lawn slowly.
    the seventh walks in front with a cross held high in hand.

    burada tekrar çift sese dönülüyor. [3] numara

    and it’s hey babe your supper’s waiting for you.
    hey my baby, don’t you know our love is true.
    i've been so far from here,
    far from your warm arms.
    it's good to feel you again,
    it's been a long long time. hasn't it?

    burada tek sese dönüyor ve şarkı o şekilde devam ediyor. [4] numara

    şarkı analizinde [1] numaradan [2]'ye geçişteki "merhaba bebeğim" dizesinde aşıkların ölümden sonra yaşama geçtiğini, aşığın ölümden sonraki sevdiğini selamladığını söylemiştim. ve şarkı analizinde [4] numaralı kısmı isa'nın tanrı'nın sıcak kollarına kavuşması olarak yorumlayabileceğimizi belirtmiştim.

    çift seslilik de bu düşünceyle paralel olarak aynı dizelerde değişiyor. [1] ve [3] te çift sesli olan kısımlar, "hello babe" ve "hey babe" ile başlayan [2] ve [4] numaralı kısımlarda ölümden sonraki sevdiğini selamlayarak tek sese dönüyor.

    aşık tasvirini de bu çift seslilik açısından yorumlayacak olursam; [1] ve [3]'te şarkının hem ince hem kalın sesle söylenmesi yönüyle, bu aşıklar gerçek anlamıyla kadın ve erkek olarak düşünülebilir.

    diğer kısımlarda, şarkının tek sese döndüğü yerlerde ise aşıklar metaforu sadece isa olarak düşünülebilir, aşıkların tek kişiyi ifade etmesi de çift seslilikten tek sesliliğe dönüşerek ifade edilmiş. apocalyse in 9/8 bölümünün el broşüründe ilkbaharı beklerken eski dünyalarına gönderilen aşıklar ile isa'nın anlatılması da bu düşünceyi güçlendirmektedir.

    bu düşünce çerçevesinde, aşıkların öteki dünya'ya geçip sevdiğini selamlarken "hello babe" dediği kişiyi ifade eden tanrı'yı da aşıklardan farklı bir kişi olarak düşünmemiz gerekmektedir. çift sesliliğin olduğu yani kadın ve erkek aşıkların anlatıldığı [1] ve [3] kısımlarında, aşıkların birbirlerine "babe" ile hitap etmemiş olmaları da tek sesli kısımda "babe" ile ifade edilen tanrı'nın aşıklardan biri olmadığı ihtimalini artırmaktadır.

    -------------------------------------------------------------------------

    çift sesliliğin ardından diğer analizlerde de vurgulanan şarkıdaki karşıtlık konusuna değineceğim. muhtemelen çok uzun olmayan bir analiz olacak ama bunu şarkı sonunda yapmanın daha doğru olacağını düşündüğüm için burada yapıyorum.

    ilk olarak şarkıda karşıtlık konusu ile ilgili (36) "to a plateau of green grass, and green trees full of life" dizesinde bir çıkarım yapmıştık, ancak analiz (71)'in içerisindeydi, tekrar bakmak isteyenler orayı inceleyebilir. orada aden bahçesindeki iki ağaçtan biri olan iyi ile kötüyü bilme ağacının "law of duality" (dualite prensibi) ve "pairs(unity) of opposites" (karşıtların birliği) ile özdeşleştiğini açıklamıştık. ve bu ağacın şarkıdaki karşılığı olarak ele aldığımız "green grass (yeşil otlak)" ile yeşil otlağın "the wind in the willows" kitabındaki karşılığı "parched grass (kuru otlak)" arasındaki karşıtlığı da görmüştük.

    ikinci olarak şarkıdaki birbiriyle karşıt olan iki karakter vardı. çiftliği ile ilgilenen çiftçi ve ateş ile ilgilenen itfaiyeciydi. karşıt iki karakterin mısır mitolojisindeki karşılıkları olarak osiris ve set'i görmüştük. ayrıca çiftçi ile itfaiyeciyinin ilgilendiği unsurları dört element olarak ele alırsak çiftçiyi toprak ile itfaiyeciyi ateş ile eşleştirebiliriz. toprak ile ateş de birbirine zıt elementler olarak nitelendirilmekte 1 2

    şarkının beşinci bölümünün "willow farm" olmasıyla beraber "willow" isminin geçtiği iki kitaptan "the wind in the willows" kitabındaki pan karakterini yunan mitolojisindeki doğa tanrısı olması nedeniyle çiftçi ile, "peace among the willows: the political philosophy of francis bacon" kitabında ifade edilen francis bacon'ı da itfaiyeci gibi bilim adamı olması nedeniyle (hatta bazı çevrelerce modern bilimin babası olarak kabul edilmektedir) itfaiyeciye yani g.e.s.m'e benzetmiştik.

    bu iki kitabın karşıt iki karakteri örneklendirmesi gibi iki kitabın birbiri arasındaki karşıtlığa da yer vermiştik. pan ve typhon savaşı (pan'ın typhon'u balıkla tuzağa düşürmesi) ile pan ve narcissus'un echo üzerinden karşıtlıklarını anlattık.

    bunun dışında "willow farm" bölümünün tasviri "on binlerce parlak rengin, her tarzda cisimlerin, bitkilerin, hayvanların ve insanların doldurduğu bir yer" olarak geçiyordu. bu canlılığından dolayı burayı cennet olarak düşünebiliriz. ancak (40)'ta buraya girişin aşağıya inerek (go down) olduğu söylenmekteydi. incil'de proverbs 5:5'te "go down" ifadesi ile ölüm ve sonrasında cehenneme giriş ifade edilmekte.

    -------------------------------------------------------------------------

    son olarak şarkının canlı versiyonunun başında peter gabriel'in yaptığı konuşmayı inceleyeceğim. ilk önce çeviriyi okuyup sonrasında devam ederseniz daha anlaşılır olacağını düşünüyorum. konuşma metni videonun açıklama kısmında yazıyor.

    "yaşlı michael hiçbir zaman açık olmayan hayvan dükkanını geçti ve hiçbir zaman kapanmayan parka girdi[1.1] ve parkın yemyeşil, tertemiz ve dümdüz olduğunu gördü. tüm giysilerini çıkardı ve vücudunu temiz, nemli ve yeşil çimende sürtmeye başladı. kendisine güzel bir melodi ile eşlik etti. şu şekilde devam etti." (1) (devamında melodiyi söylüyor)

    "toprağın (yerin) altında, genellikle bizim solucanlar olarak bildiğimiz bu aşağıdaki yaratıklar, 'pitter-patter'ı yağmur olarak yorumladılar. yağmur (solucanlar için) iki anlama gelir: "çiftleşme ve banyo zamanı". her ikisinden de hoşlanırlar, eş zamanlı olarak. saniyeler içerisinde, parkın temiz, yeşil, düz zeminin tamamı kirli, kahverengi ve kıvrılan şeylerle doldu. (2)

    "yaşlı michael etini toprağa sürtmeye devam etti. bu sefer daha mutlu göründü ve kısa bir melodiyi ıslık çaldı. şu şekilde devam etti." (3) (ıslıkla melodiyi çalıyor)

    "bu (çaldığı ikinci melodi) bizim için kudüs dansı (jerusalem boogie). fakat kuşlar için bunun anlamı "akşam yemeği hazır" (4)

    (4) kuşlar için akşam yemeği incil'de vahiy 19:17-18'de geçmekteydi. ayrıca bu pasajın geçtiği dizeyi(92) yorumlarken kuşların akşam yemeği de isa'nın ikinci gelişinin ardından hasat zamanı gelen dünya'daki insanlardı.

    (1) buradaki hayvan dükkanını (4)'te bahsettiğimiz kuşların da satıldığı yer olarak düşünebiliriz. ancak buradaki hayvan dükkanı ile anlatılan dükkanın bizim ilk aklımıza gelenden biraz farklı olduğunu düşünüyorum. bu hayvan dükkanının kuşların satıldığı değil de, kuşların satın aldığı dükkan olarak düşünmek gerektiğine inanıyorum. peki kuşlar ne satın alıyorlar? isa'nın ikinci gelişinin ardından hasat edilmiş olan insanları. bu hayvan dükkanının hiçbir zaman açık olmaması, bizim bildiğimiz hayvan dükkanlarından farklı bir hayvan dükkan olduğu yorumunu yapmamızı sağlayabilir. peki vahiy 19:17'de bu kuşların nerede uçtuğu ifade ediliyor? türkçe çeviride göğün ortasında olarak geçse de incil'in king james versiyonunda "midst of heaven (cennetin ortasında)" olarak geçmekte. yani kuşların hasat edilen insanları satın aldığı bu hayvan dükkanının cennette olduğunu söyleyebiliriz.

    hayvan dükkanının ardından şimdi de parka değinelim. bu park yeşil, tertemiz ve dümdüz bir park ve michael parka girdiğinde giysilerini çıkartıp vücudunu bu zemine sürtmeye başlıyor. parkın, üzeri çimle örtülü toprak zemininde giysilerini çıkarıp çıplak bir şekilde toprakta sürtünmesi adem'in yaratılışını aklıma getirdi. michael'ın toprakta sürtünmesini adem'in topraktan yaratılmasının tasviri olarak görebiliriz. ayrıca incil'de adem yaratıldıktan sonra tanrı aden'de bir bahçe oluşturuyor. tanrı, aden bahçesini oluşturduktan sonra da havva'yı yaratıyor. adem ile havva burada "iyi ile kötüyü bilme ağacı"nın yasaklı meyvesini yemeden önce de ikisi de aden bahçesinde çıplak şekilde bulunuyorlar (aynı michael'ın toprağa sürtünürken çıplak olması gibi).

    bizdeki yaygın inanışa göre adem ile havva'nın yasaklı meyveyi yemeden önce bulundukları aden bahçesi'nin ölümden sonraki cennet olduğu düşünülse de aslında incil'de açık şekilde aden bahçesi'nin dünyada olduğu belirtilir (yaratılış 2:4-24). dipnot olarak, bizim cennet olarak çevirdiğimiz kelimenin aslında bahçe anlamında da kullanıldığı, aslında kur'an'a göre de adem ile havva'nın ölümden sonraki cennet'ten gelmedikleri, dünya üzerindeki bir bahçeden kovuldukları, yani kur'an'daki tasvirin incil ile çelişmediği yorumları mevcuttur ancak bu başka bir yazının konusu. sonuç olarak michael'ın girdiği bu park aden bahçesinin bulunduğu dünya'dır.

    şimdi de hayvan dükkanı ile parkın karşılaştırmasına geçelim. ilk olarak, hayvan dükkanının hiçbir zaman açık olmaması ve parkın hiçbir zaman kapanmamasıyla bu ikisi arasındaki karşıtlığı görebiliriz. ayrıca cennetin ölümü, dünya'nın yaşamı ifade etmesi ikisi arasındaki bir diğer karşıtlıktır. hayvan dükkanının hiçbir zaman açık olması ve parkın hiçbir zaman kapanmamasını da ölüm ve yaşam üzerinden yapılan bir bağlantı olarak görüyorum. ölümün hiçbir zaman açık olmaması aslında ölüm diye bir olgunun olmadığını, bizim ölüm olarak nitelendirdiğimiz şeyin yaşamın farklı bir mekanda, boyutta devamı olduğunu; yaşamın hiçbir zaman kapanmaması da yine aynı düşüncede yaşamın hiçbir zaman bitmediğini biz bitti sansak da farklı bir mekanda, boyutta devam ettiğini göstermektedir.

    bu kısımda incil üzerinden karşıtlık olarak yorumlayabileceğimiz bir durum daha vardır. (2) numaralı kısıma değineceğim ancak şu an sadece oradaki yağmur ifadesini kullanıp yaratılış 2:4-7 pasajları ile ilişkilendireceğim.

    parkta michael'ın çıplak bir şekilde toprakta sürtünmesi adem'in yaratılışı olarak yorumlamıştık. bakarsanız bu pasajlarda adem'in yaratılışı toprağa düşen yağmur ile birlikte olmakta. yani toprağa ekilen bir tohumun filizlenmek için suya ihtiyacı olması gibi adem'in topraktan yaratılışı da yağmur ile birlikte olmuştur. hayvan dükkanında ise dünya'da hasat zamanı gelmiş olan insanların satıldığını açıklamıştım. bu iki ifadeden parkta yağmur ile birlikte filizlenen ekinlere karşılık hayvan dükkanında hasat edilen ekinleri görebiliriz.

    [1.1] parka girdi derken konuşmada "walk into" ifadesi geçiyor. walk into kelimesinin girmek anlamı dışında "aşağılamak" anlamı da var. konuşmada aşağılanacak kişilere konuşmanın devamında değiniliyor.

    (2) buradaki ilk cümlenin açıklamasına analizin önceki bölümlerinde de değinmiştim ancak burada analiz bütünlüğünü bozmaması açısından ve bu çıkarıma nereden geldiğimizi hatırlatmak açısından kısa tutmaya çalışarak tekrar ele alacağım. (26)'da sonsuz yaşam lisansı olmayanlara saldırmak için g.e.s.m'in adamları toprağın içerisinden çıkmak için çağrılmayı bekliyorlardı. toprağın içerisi (bowels of the earth) kelimesinin bir diğer çevirisi toprağın bağırsaklarıydı ve bowels of the earth ifadesi 1559 basımlı bir kitapta solucanlar olarak geçmekteydi.

    solucanların da aynı g.e.s.m'in adamları gibi toprağın içinden çıktıkları zaman vardı, bu zaman da yağmurun yağdığı zamandı. bu konuşmada da solucanların pitter-patter'ı yağmur olarak yorumlayıp topraktan çıktıklarını görmekteyiz (pitter-patter'ın ne sesi olduğunu daha önce yazmıştım). ancak yağmur olarak yorumladıkları pitter-patter aslında bomba sesiydi, yağmur da vietnam savaşındaki bombalar için kullanılmaktaydı; aslında pitter-patter yağmur sesi değil, bombaların toprağa vurma sesiydi. bu düşünceye sahip olduğunu düşündüğüm ccr şarkılarından örnekler vermiştim.

    vietnam savaşı hippi hareketlerinin oluşmasını sağlayan etmenlerden birisiydi ve hippilerin diğer ismi de flower child (çiçek çocuklar)dı. vietnam savaşı'nın hippi hareketindeki gösterilere dönüşmesinin, üçüncü bölümdeki savaşın en sonunda flower (child)'a bağlanması gibi; burada da hippilerin yağmurun (vietnam savaşı'ndaki bombaların) çıkardığı pitter-patter sesi ile beraber ortaya çıkmasını görmekteyiz.

    ancak bu solucanlar çıktıktan sonra parkın temiz, yeşil, düz zeminin tamamı kirli, kahverengi ve kıvrılan şeylerle dolar. burada parkın zemini ile üzerindeki solucanlar arasındaki üç unsurla anlatılan karşıtlığa yer verilmekte. (1)'de "walk into" derken aşağılayacağı şeyin de kirli, kahverengi ve kıvrılan solucanlar ile ifade edilen hippiler olduğunu görüyoruz.

    ayrıca parktaki yeşil çimenler için (1)'de "green grass" ifadesi geçmekte. (36)'da geçen "green grass"ı (71)'de aden bahçesindeki dualite prensibi ile özdeştirilen iyi ve kötüyü bilme ağacı olarak yorumlamıştık. "the wind in the willows"daki "parched grass (kuru otlak)" gibi burada da green grass ifadesi karşıtlığın anlatıldığı unsurlar arasındadır.

    konuşmada aşağılanan solucanlar yani hippiler bomba seslerinin ardından vietnam savaşına tepki olarak ortaya çıktılar. bombanın ifade edildiği yağmur solucanlar için iki anlama gelmekteydi: "çiftleşme ve banyo zamanı, eş zamanlı olarak". hippiler savaşa tepki olarak ortaya çıktılar. ancak savaş zamanı yağmur yani bombalar yağarken, yani banyo zamanı; ortada bir savaş yokmuş gibi ve savaşa tepki göstermiyorlarmış gibi savaşla hiçbir ilgisi olmayan bir konu olarak cinsel özgürlüğü savunup, bu dönemde birbirleriyle sevişmişlerdir *

    (3) burada michael'ın daha mutlu olmasıyla hippiler'in eğlence düşkünü olmaları vurgulanmış. (4) ile de birleştirirsek hippiler uyuşturucu kullanıp kafaları güzelken dans edip eğleniyorlar. aynı zamanda savaş zamanı olmasına rağmen bu durumu umursamayıp birbirleri ile sevişiyorlar. yani dünya için hiçbir katkıları yok, aksine zararları var. temiz, yeşil ve düz dünya üzerindeki onu bozan kirli, kahverengi ve kıvrılan solucanlardan farksızlar.

    (4) "boogie" kelimesinin anlamı da tam olarak hippilerin durumuna uygundur. bu kelimenin bir anlamı dans etmek, diğer anlamı da seks yapmaktır. yaptıkları bu dans da "jerusalem boogie (kudüs dansı)" olarak isimlendirilmiştir. hippilerin sembolünün barış (peace) olması gibi (87)'de de jerusalem için "huzurun (barışın) yeri" (place of peace) denilmiştir. burada hippilerin kudüs dansı yapması; ayrıca barışın yeri olan kudüs gibi hippilerin de barış sembolünü kullanması hippiler'in kudüs'ü dünya üzerinde yaşadıklarını ifade etmektedir.

    1967 time dergisinde hippiler için yeni kudüs'ün sosyal şafağı olduğu ifadesi yer alan yazıya yer verilmiş. konuşmanın önceki kısımlarında hippilere yapılan eleştiri gibi, buradaki "jerusalem boogie" ifadesi de hippiler'in yeni kudüs ile ilişkilendirilmesine yönelik yapılan bir eleştiridir.

    konuşmadaki son cümleyi tekrar yazayım: "bu bizim için kudüs dansı. fakat kuşlar için bunun anlamı akşam yemeği hazır." hippiler'in yaptıkları bu eğlence, kuşların akşam yemeği ziyafetiyle sonlanacak isa'nın ikinci gelişine yönelik bir davettir. hippiler yani çiçek çocuklar da cinsel özgürlüğü savunan, (18)'deki yollarını kaybetmiş çocuklardır ve bu da isa'nın ikinci gelişi ile sonuçlanacak nedenlerden birisidir.
  • genesis grubunun şarkısı. şarkı demek hakaret gibi kalıyor farkındayım, progressive rock destanı belki daha iyi olur. nasıl ki tüm eski toplumların destanları kültürel birikimlerini ve zirvelerini yansıtıyorsa, supper's ready ve genesis için de aynısını söyleyebilirim. bu kadar geç dinlediğime üzülüyorum sadece.
hesabın var mı? giriş yap