• suriye’de devam eden iç savaş yaklaşık 7 senedir devam ediyor ve taraflar halen savaşacakmış gibi duruyor. halihazırda süren bu iç savaş birçok mültecinin doğmasına ve ölümlerle karşılaşmamıza neden olan vahim bir tablo çıkmıştır. bu çatışmalar her ne kadar suriye içinde sürüyormuş gibi gözükse de global ve bölgesel güçlerin çekişmelerine sahne olduğu da yadsınamaz bir gerçektir. özellikle batılı kuvvetlerle, rusya’nın suriye için yaşadığı çekişme her geçen gün yeni bir boyut kazanmakta ve daha kanlı günler yaşanmasına neden olmaktadır. bununla birlikte fransa’nın yaptığı son açıklamalarla suriye’nin kuzeyinden çekilmeyi reddetmesi aklıma fransızların 1. dünya savaşından sonra ingilizler ile gizlice imzaladığı sykes-picot anlaşmasını ve suriye’nin fransız sömürgesi olduğu günleri getirdi. aslında 1. dünya savaşı öncesinde ‘’suriye’’ ismi verilen bir devlet hiçbir zaman var olamamıştı. kısaca suriye devleti, ırak gibi bana göre fransız ve ingilizler tarafından oluşturulmuş yapay bir devlettir ve sadece sınır çizgilerinden oluşmaktadır. buna en iyi örnek şu sıralar suriye ile ırak içerisinde yaşanan mezhebi veya etnik çatışmalar gösterilebilir. bu çatışmalardan ise 1. dünya savaşında görebileceğimiz gibi batılı kuvvetler yararlanmıştır. osmanlı yönetiminin suriye’den çekilip fransız sömürge yönetimi altına girmesiyle yaşanan olaylarda buna en iyi örnek olarak gösterilebilir. aslına bakılacak olursa günümüzde yaşanan bu çatışmalar tarihin tezahüründen başka bir şey değil.

    işte iç savaşın yıl dönümünün yaklaştığı şu sıralar, fransa’nın bölgeye olan ilgisinden başlayarak hafız esad döneminin başına kadar gerçekleşen olayları sizlerle bu yazımda kısaca paylaşacağım.

    ***osmanlı dönemi fransa’nın suriye topraklarına olan ilgisi***

    fransa’nın suriye’ye olan ilgisi haçlı seferlerine kadar dayanmaktadır. haçlı seferleri sırasında fransız şövalyeleri suriye’de krallıklar kurmuşlardır. bunu bir basamak olarak kullanan fransızların bir kısmı 1. dünya savaşı döneminde dahi suriye’yi fransa’nın bir parçası olarak görüyorlardı. bu görüş çerçevesinde fransa, suriye’deki lübnan dağı kıyısındaki marunilerle sıkı bir bağ kurmaya çalışmıştır. ayrıca fransa, osmanlı yönetimi altında bulunan suriye’deki ekonomik çıkarlardan da faydalanmak istiyordu. bu yüzden fransızlar, kanuni sultan süleyman döneminden itibaren akdeniz’de koloniler kurmak için türk-fransız dostluk siyasetini bir vasıta olarak kullanmıştır. fransa kapitülasyonlarla suriye’ye girerek, bölge ile iktisadi bir bağ kurmuştur. osmanlı imparatorluğu ile avrupa arasında çıkan bazı mücadelelerde bu dostluğu ileri süren fransa, menfaatleri uyarınca osmanlı imparatorluğuna yardımlarda bulunmuş, menfaatinin olmadığı yerde hristiyanlık davasını ileri sürerek, osmanlı imparatorluğu’na düşman milletlere yardım etmiştir. sömürgecilik yarışında ingiltere’ye en zengin ve en büyük kolonilerini kaptıran fransa, türkler ile olan bu dostluğunu bir tarafa bırakarak, akdeniz’de osmanlı imparatorluğu yönetimi altında bulunan arap topraklarına göz dikmiştir. bu amaçla osmanlı yönetimi altında bulunan cezayir, tunus ve fas’ı işgal ederek, bir sömürge imparatorluğu kurmak istemiştir.

    fransa, suriye üzerindeki emellerini gerçekleştirmek amacıyla bölgedeki misyoner rahiplerin sayısını arttırmaya çalışmıştır. bu misyonerler dini yaymanın yanı sıra tabi oldukları ülkenin çıkarları ve emelleri doğrultusunda faaliyet gösteriyorlardı. misyonerler suriye ve beyrut’ta osmanlıların idare ve eğitim yetersizliğinden faydalanarak burada okullar açtılar. bu okullar mısır valisi kavalalı mehmet ali paşanın oğlu ibrahim paşanın bölgeyi yönettiği sıralarda suriye’de yaşayan yabancılara osmanlılardan daha çok ayrıcalıklar tanıması ile beyrut, şam ve halep gibi merkezlerde bu eğitim kurumları açılmaya başlanmıştır. bu okullarla fransa, suriye’nin en küçük köylerine kadar sokulma fırsatını yakalamış oluyordu. bu okulların asıl amacı insanlara hizmet değil, suriye üzerindeki fransız emellerini gerçekleştirmekti. dolayısıyla, bahsi geçen fransız okullarına giden arap öğrencilere, türk düşmanlığı aşılanmaya başlamıştı. fransızların buradaki amacı ise türkler ile arapları birbirine düşman edip, bölgede karışıklık çıkararak bölgeye hakim olmaktı. fransızlar, okulların yanı sıra hastaneleri de bölgeye yerleşme aracı olarak kullanıyorlardı. hastanelere giden suriyelilere fransa’nın iyiliği ve merhameti sergilenirken, osmanlı devleti’nin yetersizliği lanse ediliyordu. fransa misyoner propagandası ve açtıkları okullar vasıtasıyla uzun süre türklerle bir arada yaşamış olan arap halkının arasına nifak tohumları ekilmeye başlanmıştı. fransa, arap bağımsızlık hareketini ajanları vasıtasıyla yayarken bunda da hiçbir menfaat beklemediğini iddia ediyordu. bu bağlamda, arap bağımsızlık hareketini destekleyen şahısların fransız okullarında yetişmiş olması fransızların bu yöndeki çalışmalarını bize daha iyi kanıtlamaktadır. ayrıca, fransız ajanlar, suriye’deki taraftarları ile birlikte sık sık bekaa’nın cebel-i lübnan’a ilhakı ve fransızların suriye’ye asker çıkaracağı söylentisini yayarak, sanki fransa’nın suriye’yi işgal hakkının olduğu gibi bölge halkını etkileyip, bölge üzerinde bu fikir taraftarı kamuoyu oluşturmaya çalışmıştır. bununla birlikte fransızlar bölgedeki marunileri devamlı surette dürzilere karşı desteklemişlerdir. bu desteklemeden ötürü fransızlar, maruniler üzerindeki etkisini her geçen gün arttırmış ve maruniler'in, olası bir fransız işgalini desteklemesi sağlanmıştır. bu yüzden ilerleyen dönemde fransa’nın suriye işgali sırasında en büyük destekçisi maruniler olmuştur. fransa bölge üzerindeki emperyalist hedeflerini gerçekleştirmekte suriye basınını da kullanmıştır. el-ahval, en-nasır, zahletü’l-günah, es-sebat gibi gazeteler fransız yanlısı yayınlar yaparak kamuoyunu etkilemeye çalışıyordu. fransa, suriye üzerindeki emellerini gerçekleştirmekte arap bağımsızlık taraftarı kişileri de kullanmak istediğinden dolayı bu fikri korumaya ve yaymaya çalışmıştır.

    arap bağımsızlık fikri taraftarı kişilerin ve cemiyetlerin osmanlı topraklarında organize etmek istedikleri kongreye izin verilmeyince, bu kişilere fransa kucak açmış ve 1913 yılının haziran ayında paris’te suriye'nin bağımsızlığı için bir kongre gerçekleştirilmiştir. osmanlı hükümeti kongrenin toplanmasını önlemek amacıyla fransa nezdinde bazı girişimlerde bulunmuşsa da kongrenin toplanmasını önleyememiştir. kongrenin fransız hükümeti destek ve himayesinde yapılması, osmanlıları, fransızların suriye’ye bilfiil müdahalesine sebep olacağı yönünde bir görüntünün ortaya çıkacağı yönünden endişelendirmiştir.

    ***arap milliyetçiliğinin suriye'deki etkileri ve bağımsızlık hareketleri***

    bağımsızlığa giden yolda en önemli itici gücün arap milliyetçiliğinin uyanışı olduğu görülmektedir. 19. yüzyıldan itibaren avrupalılar ya da amerikalılar tarafından idare edilen üniversitelerde eğitimlerini tamamlayan suriyeli entelektüeller, arap tarihi, dili ve edebiyatı üzerine yaptıkları çalışmalarla arap milliyetçiliğinin fikri zemininin oluşumuna katkıda bulunmuşlardır. ayrıca bazı suriyeliler açıkça idari reform isteyip, osmanlı idaresinin merkeziyetçi bir yapıya bürünmesini talep ederek siyasi faaliyetlere de girişmişlerdir. daha sonra bu gurupların bir kısmı yer altına inerek bağımsızlık için çalışmaya başlamışlardır. ilk gizli cemiyetlerden birisi mekke şerifi hüseyin’in oğullarından faysal’ın da üyesi olduğu el-cemiyye el-arabiyye el-fetat’tır. ismi zikredilmesi gereken bir diğer önemli gizli cemiyet ise osmanlı ordusundaki arap subaylarının bir araya gelerek kurdukları el-ahd isimli örgüttür. daha sonra yaşananlarla birlikte düşünüldüğünde, hem hristiyan araplardan müteşekkil olan lübnan hareketinin, hem de hristiyanlarla müslümanların bir arada yer aldıkları suriye arap hareketinin, 1. dünya savaşı öncesinde osmanlı devletinden daha fazla özerklik koparmak için sık sık fransa’nın kapısını çalmaları oldukça anlamlıdır. cemal paşa, ayrılıkçı arap hareketine karşı düzenlenen aliye divan-ı harbi örfisi üzerine yazdığı kitabında, fransa’nın mısır’daki siyasi memurunun ağzından şu cümlelere yer vermektedir:

    “şayet suriye bir gün ecnebi himayesi altına girecek ise suriyeli hıristiyanlar hemen müttefikken bu himayenin fransa himayesi olmasını arzu edeceklerdir. müslümanlar arasında ise gayet hatırı sayılır bir kısım ingiltere himayesini tercih, diğer bir kısmı da fransa himayesini kabul edip geri kalanlar kendilerinin gıyabında takarrür edecek herhangi bir himayeyi kayıtsız kabul ederler."

    gerçi araplar, fransa’nın suriye üzerindeki emellerinden rahatsızlık duymuyor değillerdi. ancak batılıların desteğinin istanbul’dan taviz koparmakta oldukça yararlı olduğunu düşünüyorlardı. fransızlar da bir yandan bölgeyle olan bağlarını milliyetçilere verdikleri destekle güçlendiriyorlar, diğer yandan da “milliyetçiliğin” dozunu ayarlamaya çalışıyorlardı. suriye’deki arap milliyetçiliği ayrılıkçı bir karaktere bürünür, hedeflerine de ulaşırsa, bölgenin ingiltere’nin eline geçeceğinden endişeliydiler. bu yüzden fransızlar, arapların daha çok idari reform ve merkeziyet taleplerini teşvik ederken; gizli örgütler aracılığıyla halkta fransa’ya yönelik sempatiyi arttırmaya çalışıyorlardı.

    ***1. dünya savaşı ve arap isyanı***

    osmanlı devletinin 1. dünya savaşına almanya'nın yanında girmesiyle birlikte sina ve filistin cephesi açılmıştır. (bkz: sina ve filistin cephesi) böylece savaşın önemli cephelerinden biri suriye bölgesini içine almış ve fransızların emellerinin gerçekleşmesine zemin hazırlamıştır. suriye’nin geçici bağımsızlığına imkan verecek gelişmeler ise ingilizler tarafından arap yarımadasında başlatılmıştır. 1. dünya savaşı esnasında osmanlı devleti’ne karşı arapların desteğini almak ve ortadoğu’da fransızlar karşısındaki konumlarını güçlendirmek isteyen ingilizler, osmanlılar tarafından hicaz’ın idaresi kendisine verilen haşimi sülalesinin lideri şerif hüseyin’le irtibata geçmiştirler. ingilizler, şerif hüseyin’in desteği karşısında kendisine bazı garantiler verdiler. temmuz 1915’te arabistan, suriye ve mezopotamya dahil olmak üzere arap topraklarının hepsinin bağımsızlığını isteyen şerif hüseyin’e ingilizler, kendisiyle bütün arapların temsilcisi olarak ilişki kurduklarını söylemiştiler. hüseyin’in ingilizlerle yaptığı görüşmeler sonunda vardığı sonuç da kendisinin arapların kralı olarak kabul edildiği şeklindeydi. araplara, isyan karşılığında bağımsızlık sözü veren ingilizler, savaştan sonra ise “hüseyin’in kendilerini yanlış anladığını” ileri süreceklerdir.

    birinci dünya savaşı devam ederken ingiltere ve fransa arasında gizli olarak imzalanan sykes-picot anlaşmasıyla lazkiye, trablusşam, beyrut ve sur gibi liman şehirleri de dahil olmak üzere suriye kıyılarında fransızlar kendilerine bağlı dolaylı ya da dolaysız idareler kurabileceklerdi. ayrıca fransa, şam, hama, humus ve halep gibi şehirlerde bir arap emrinin yönetiminde kurulacak bir arap devletini ya da arap devletler federasyonunu tanımaya ve himayeye hazır olduğunu açıklamıştır. daha savaş bitmeden fransa, suriye üzerindeki emellerini ingiltere’ye kabul ettirerek, bölgenin gelecekte fransa himayesine verileceğinin garantisini almıştır. ancak araplar, sykes-picot anlaşmasıyla ortadoğu’nun nasıl şekilleneceğinin karara bağlandığını çok daha sonra öğreneceklerdir.

    ***1. dünya savaşı sonrası kral faysal dönemi***

    şerif hüseyin, ingilizlerin çağrısını kabul edip 5 haziran 1916’da oğullarının liderliğindeki hicaz kabileleriyle birlikte türklere karşı isyan etmiştir. ekim 1918’de türk ordusunun şehri boşaltmasının ardından da şerif hüseyin’in oğlu faysal, emrindeki kuvvetlerle şam’a girmiştir. savaş sonucunda osmanlı kuvvetleri suriye’den çekilince fransa, suriye üzerindeki emperyalist emellerinden dolayı ingiltere’nin davetine bakmaksızın suriye’nin işgali için hemen bir kuvvet hazırlamıştır. sykes-picot anlaşmasıyla fransa’ya bırakılan suriye’de ingiltere’nin bulunmasını fransızlar tarafından iyi karşılamamıştı. eylül 1919 da le temps gazetesinin yazdığına göre fransız kamuoyu ingilizlerin suriye'deki işgal ve idareyi, fransızlara devretmekte geciktirmesini kabul edemiyordu. paris ve diğer şehir gazeteleri her fırsatta suriye'nin metotlu bir şekilde ingilizleştirildiği konusunu işlemeye de devam ediyordu. fransız basınına göre ingiltere, suriye’de fransa’ya karşı muhalif bir politika izliyordu. ancak fransız yöneticiler suriye üzerindeki istekleri hususunda direnince suriye itilafnamesi ile suriye sahil kesimini beyrut da dahil olmak üzere bölgede bir fransız idaresi kuruldu. ancak fransızlar, iç kesimlerde kalan şam, hama, humus ve halep gibi şehirleri kapsayan alanda ise bir arap devleti kurulmasının önüne geçemedi. bununla birlikte anlaşma metninde bu arap devletinin yabancı müşavir ve öğretmen ihtiyacının ise fransızlar tarafından karşılanması ingilizlerce kabul edilmiştir.

    suriye’de ise kral faysal yönetiminde yaklaşık iki yıl sürecek fiili bağımsızlık dönemi başlamıştı. askeri bir yönetici olarak faysal, fransız birliklerinin bulunduğu sahil şeridi hariç, bütün suriye’yi kısa zamanda kontrolü altına almış, temmuz 1919’da büyük suriye kongresini toplayarak suriye’nin egemen ve özgür bir ülke olduğunu tescil etmiştir. 1920 yılının mart ayında düzenlenen bu kongrede alınan kararla faysal’ın suriye kralı olduğunu dünyaya duyurmuştur. faysal ve suriyeli destekçileri kısa süreli bağımsızlık döneminde ülkeyi yeniden inşa etmek için ilk adımları atmışlardır. arapçayı resmi dil ilan etmişler, aralarında suriye üniversitesine bağlı bir hukuk fakültesi ile şam’daki arap akademisinin de yer aldığı okullar açmışlardır. ayrıca faysal, anayasa hazırlanması için bir komite oluşturmuştur. faysal yönetimi altında suriye’de bütün iç ve dış zorluklara rağmen yeni bir idari yapılanmanın inşası için çalışıldığı, değişik seviyelerde birçok memurun kamu hizmetine alındığı görülmektedir. ancak bağımsız arap devleti çok fazla yaşamayacaktır.

    ***kral faysal'ın düşürülmesi***

    bu dönemde başlıca üç kuvvet, arap milliyetçiliği ve faysal’ın genç arap krallığı’nın aleyhine çalışmıştır. bunlardan ilki, ingilizlerin hem kuzeydeki rus nüfuzunun yayılmasını durdurmak, hem de bölgedeki petrol çıkarlarını korumak için doğu mezopotamya’yı kontrol altında tutma isteğidir. ikincisini de siyonizm ve filistin’deki yahudi emelleri oluşturmaktadır. her ne kadar ingiltere, 16 mayıs 1916’da imzalanan sykes-picot antlaşmasında bağımsız bir arap devleti ya da arap devletleri federasyonunu tanıyacağını ifade etmişse de, 1917’deki balfour deklarasyonuyla siyonistlere de filistin’de bir “milli yurt” vadetmişti. dolayısıyla ingilizlerin bu iki taahhüdü, birbirleriyle çatışmaktaydı. kısacası ingilizler yine her millete mavi boncuk dağıtıyordu. üçüncü kuvvet ise, fransızların ortadoğu’da bir güç olarak kalmaktaki kararlılıklarıydı.

    yukarıda da işaret edilen sykes-picot antlaşması, fransız mandası yönünde atılan en önemli adımlardan birini teşkil etmektedir. savaşın başlarında gizlice bir araya gelen fransızlar, ingilizler, italyanlar ve ruslar, arap topraklarının kaderiyle ilgili önemli kararlar almışlardır. dünya kamuoyu, bu gelişmelerden ancak 1917’den sonra haberdar olmuştur. rus devrimini takiben bolşevikler, aralarında sykes-picot antlaşmasının da yer aldığı gizli diplomatik belgeleri yayınlamışlardır. bu anlaşma, ingilizlerin şerif hüseyin’e belirsiz bir şekilde arap krallığı sözü vermelerinden altı ay sonra imzalanmıştı. böylece ingiltere ile fransa, suriye ve lübnan’ın fransız, ırak ve ürdün’ün ise ingiliz nüfuzuna bırakılması hususunda anlaşmış oluyorlardı.

    bölge ile ilgili bir diğer önemli dönüm noktası ise 1. dünya savaşının ardından düzenlenen konferanslar oluşturmuştur. 1919’daki versay barış konferansı sırasında abd başkanı woodrow wilson, arapların bağımsızlık taleplerini gündeme getirmiş ve kral faysal, arap bağımsızlık tezlerini savunmak ve açıklamak için konferansa davet edilmiştir. ancak faysal, bu konferans sonunda ilettiği taleplere karşılık bulamamıştır. oysa aynı dönemde bölgeyi gezen amerikalı heyet tarafından hazırlanan raporda suriye’nin faysal yönetiminde bağımsız olması ya da amerikan mandasına bırakılması tavsiye ediliyordu. versay’daki başarısızlığı sebebiyle hayal kırıklığına uğrayan faysal, şam’a dönerek her şeye rağmen suriye’nin bağımsızlığını sürdürebilmek için çalışmalarına devam etmiştir. ancak fransa ve ingiltere, suriye’nin bağımsızlığını tanımayı reddetmişlerdir.

    italya’nın san remo şehrinde 1920 yılı nisan ayında toplanan yüksek ittifak konseyi, sykes-picot antlaşması’na uygun olarak arap topraklarını manda yönetimlerine bölmüştür. san remo konferansında alınan kararlardan sonra fransız işgal kuvvetlerinin kumandanlığını yapan general henri gouraud ile faysal arasındaki münasebetler soğumaya başlamıştır. bununla birlikte fransızların suriye ve lübnan’daki tutumları sertleşmeye başlamıştır. lübnan idari meclisi temmuz 1920 de bağımsızlık fikrini savunma kararı alınca general gouraud harekete geçerek meclisi şiddet kullanarak dağıtmıştır. bununla kalmayan fransızlar bağımsızlık kararını imzalayan üyeleri yargılayıp, 6 ile 10 yıl arasında değişen sürelerde sürgüne mahkum etmişlerdir. bununla birlikte fransızlar bölge halkı üzerinde şiddet kullanmaya, hapis veya sürgün cezaları ile sindirmeye çalışmıştır. fransızlar, suriye’ye tam olarak hakim olmak amacıyla önce faysal'a, fransız hakimiyetini tanıması yönünde bir ültimatom çekmiş ve mühlet vermiştir. ancak fransızlar bu sürenin dolmasını beklemeden işgal için harekete geçmiş ve fransız orduları beyrut’tan hareket ederek şam’a doğru ilerlemeye başlamıştır. faysal'a bağlı kuvvetler, fransız askeri kuvvetlerine karşı direnmek istemişse de üstün teçhizata sahip fransız askerleri karşısında bu birlikler tutunamamıştır. yaşanan çatışmalarda, havadan fransız uçaklarının bombaları ve karadan askerlerin saldırıları sonucunda arap askerleri şiddetli bir şekilde imha edilmiştir. bu çarpışmada suriye kuvvetleri 3000 kişiden oluşurken, fransız kuvvetleri 900 kişi civarındaydı. bu çarpışmada, imha edilen arapların sayısı ise 1200 ölü, 400 yaralı ve 150 esirden oluşuyordu. fransızlar kısa zamanda zayıf olan arap direnişi kolayca kırılmış ve 25 temmuz 1920’de şam’a girmişlerdir. kral faysal ise avrupa’ya kaçmak zorunda kalmış ve ingilizler 1921’de onu ırak kralı yapana kadar da ortadoğu’ya geri dönememiştir.

    ***otonom bölgelerin oluşturulması***

    fransa, suriye’de faysal krallığına son verip, suriye’yi mandasına alınca burada “böl ve yönet” anlayışına dayanan bir politika izlemiştir. bu anlayış kapsamında fransızlar, suriye’de dini ve etnik azınlıkları desteklemek suretiyle arap milliyetçiliğini zayıflatmak ve konumlarını güçlendirmek için gayret sarf etmeye başlamıştır. zira bir yandan ingilizlerin arap milliyetçiliğini kendilerine karşı kullanabileceğinden endişe etmekte olan fransızlar, diğer yandan da suriye’de alevlenebilecek milliyetçilik ateşinin kuzey afrika’daki sömürgelerine sıçrayarak bir yangına dönüşmesinden korkmaktaydılar.

    fransızların bu endişelerle şekillenen suriye’ye yönelik orijinal planlarında mezheplere dayalı devletler kurulması öngörülmekteydi. bu politikanın bir sonucu olarak lübnan’da, büyük lübnan devleti, lazkiye ve çevresinde aleviler devleti, cebel-i druz’da da dürzi devleti ve suriye’nin diğer kesimlerinde de şam ve halep devletlerini kurdular. daha sonra şam ve halep devletleri suriye devleti adı altında birleşmiştir. ayrıca fransa, manda idaresi sınırları içerisinde bulunan lübnan çevresinde bir hristiyan devleti inşa etmiş, ayrı bir müslüman devletinin teşekkülüne ise izin verilmemiştir. maruni liderlerle işbirliği yapan fransızlar, bunun yerine 1926 yılında “lübnan” devletini kurmak için mevcut hristiyan devletinin sınırlarını genişletmişlerdir. doğuda ezici çoğunluğunu müslümanların oluşturduğu bekaa ile batıda sahil bölgelerini, beyrut, trablusşam, tire ve sayda’yı içine alan topraklar hristiyan devletinin sınırları içine dahil edilmişlerdir. lübnan devletine fransızlar 1943 yılında bağımsızlık vermelerinden sonra, 1947 yılında fransız kuvvetleri lübnan’dan tam olarak çekilerek mevcudiyetlerine son vermişlerdir.

    suriye’nin geri kalan kısmı, dini ve bölgesel farklılıklar esasında beş ayrı otonom bölgeye ayrılmıştır. bunlar, cebel-i dürzi, halep, lazkiye, şam ve iskenderun’dur. suriye’nin geri kalan kısmı, dini ve bölgesel farklılıklar esasında beş ayrı otonom bölgeye ayrılmıştır. böylece arap birliğini arzulayan milliyetçi duyguların zayıflatılması hedeflenmiştir. cebel-i druz devleti süveydiye merkezli kurulmuş olup, havranı kapsamıştır. bölge fransız ajanlarınca yönetilirken, fransa burada asker bulundurmaya önem vermiştir. dürzilerin bu bölgede yaşadığına bakılarak, bu devlet oluşturulmuştur. bu bölgede nüfuzlu bir kişi olan salim atraş’ın ölümünde fransızların rol aldıkları ve zehirlettirdikleri görüşü ağırlıktadır. fransızlar bölgede hakimiyetlerini sürdürmek için her türlü şiddetin yanı sıra yukarıda zikredilen şekilde suikast girişimlerinde bulunmaktan çekinmemişlerdir. lazkiye merkezli olarak kurulan alevi devleti sahasında alevilerin çoğunlukta olması nedeniyle devlete fransızlar bir alevi kimliği kazandırmaya çalışmışlardır. fransa, suriye devletindeki idari organizasyonu yerli yönetim ve manda servislerince yaparken, alevi devleti ile cebel-i druz'daki yönetim ise direk manda ajanlarının elindeydi. fransızların oluşturduğu bu suriye devletine 1942 yılında alevi ve cebel-i druz devletlerinin katılması ile bugünkü suriye devleti oluşmuştur.

    ***fransız sömürge yönetiminin karıştığı şiddet olayları***

    parçalama siyaseti, sömürgecilerin sınırlar belirlenirken coğrafya üzerinde yaşayan toplumların istek ve beklentilerini değil, kendi hedef ve çıkarlarını önceleyen yaklaşımlarının tipik bir örneğini teşkil etmekteydi. manda yönetiminin sonuna kadar da fransızlar, yerel otonomi taleplerini desteklemeye devam etmişlerdir. bu politikanın sebepleri arasında yukarıda işaret edilen suriye milliyetçiliğine dayalı daha büyük arzuların önüne geçilmesi ihtiyacının yanı sıra, bölgenin küçük siyasi birimlere ayrılmasıyla gurupları birbirlerine karşı kışkırtmanın, ödüllendirmenin ya da cezalandırmanın kolaylaşması da yer almaktaydı. ancak fransızların kötü yönetimi nedeniyle suriyeliler her fırsatta bölgede fransız sömürge yönetimini istemediklerini dile getirmişlerdir. bunun üzerine suriye’deki fransız yönetimi bu isteklerin gündeme gelmesini önlemek amacıyla her türlü şiddetin yaşanmasına müsamaha göstermiş ve bu şiddet olaylarına bizzat katılmıştır. örneğin, nisan 1922 de suriye’deki fransız yönetimini kınayan bir grev yapılması nedeniyle fransa şüphelendiği tüm ileri gelen suriye liderlerini tutuklamıştır. bunun üzerine cuma günü cuma namazından sonra ümeyye camisinde dağılan cemaat ile şam halkı 10.000 kişiye ulaşan bir kalabalıkla fransızların şiddet politikasını ve yönetimini protesto etmiştir. fransızlar her zaman yaptıkları gibi bu sefer de şam halkının bu protesto yürüyüşünü engellemek amacıyla şiddet kullanmışlar ve 46 şamlı tutuklanırken birçok insan da yaralanmıştır. fransızların bu şiddet kullanımı üzerine gösteriler sakinleşmişse de tutuklananların yakınları 11 nisan 1922 de tekrar bir gösteri yapmışlardır. fransızlar bu gösteriyi de bastırırken şiddet kullanarak üç kişinin ölümüne ve içlerinde kadınlarında olduğu birçok kişinin yaralanmasına neden olmuşlardır. bu olaylar sonrası fransızlar tutukladıkları kimseleri muhakemeye çıkartarak 5 ile 15 yıl arasında hapis cezasına çarptırıp, tartus sahilindeki arvad adasına hapsetmişlerdir.

    fransızlar nasıl ki günümüzde ermenileri destekleyici ve onları kullanarak bazı emellerini gerçekleştirmek istiyorsa manda döneminde de aynı şekilde ermenileri destekleyici faaliyetlerde bulunmuşlardır. ermenileri silahlandırarak, türkiye sınırı üzerinde bir zincir gibi kurdukları köylere yerleştirmişler ve fırat-dicle arasındaki sahada kendilerine bir devlet kurulacağı vaadiyle onları avutmuşlardır. ayrıca fransızlar önceden suriye kumandanlığı kuvvetlerine aldıkları müslümanları terhis ederek, onların yerlerine ermenileri ve hıristiyanları istihdam etmişlerdir. fransızlar cebel-i lübnan’da, lübnanlı hıristiyanlardan yüksek ücretle oluşturdukları gönüllü kuvvetler ile bölgede kendilerine taraftar edindikleri gibi bu kuvvetlerin desteğinde suriye’de çeşitli bölgelerde yerli halka karşı bazı şiddet eylemlerinde bulunmuşlardır. bilhassa kuzey suriye’de, ermeni gönüllülerden oluşan çeteler fransızlarla birlikte müslüman halka ve türklere karşı silah toplama bahanesiyle işkencelerde bulunmuşlardır.

    bu şiddet eylemlerine en iyi örneklerden biriside, antakya’nın karbeyaz köyünden küçük muhammed oğlu rasim ağa ve com köyünden hasan oğlu rıfat ağa fransızlara karşı silah kullandıkları gerekçesiyle 26 haziran 1923 de kurşuna dizilmişler ve daha sonra rasim ağa’nın cenazesi fransızlar tarafından taşla ezildikten sonra kuyuya atılmıştır.

    fransızlar buna benzer şiddet hareketlerini devam ettirmişler ve tesadüfen aldıkları bir ihbarı dayanak göstererek, tahkikat için suriye sınırları içerisindeki vukuf köyüne gelen fransız komutan, tercümanı ibrahim zakakat ve 60 kadar süvari köyü sarıp ibiş ağazade ibrahim halil’i tutuklamıştır. tarihte emsali görülmemiş bir takım işkencelerden sonra ibrahim ağanın çocukları 17 ve 18 yaşlarındaki muhammed hayri’nin ve kadir’in el ve ayaklarını bağlamak suretiyle bağda topladıkları üzüm çöplerini yakarak, çocukları el ve ayakları bağlı olduğu halde ateşin üzerine atmak gibi akıllara gelmeyecek bir vahşilik uygulayarak çocukları yakmış ve köylerinden türk çetesinin geçtiğini söyletmişlerdir. bu işkencelerle çocuklardan alınan ifade üzerine ibrahim ağa işkence ve ızdırap içerisinde el-bab’a kadar götürülüp, burada 17 gün tutulmuştur. daha sonra fransızlar bu yaptıkları işkence ve mezalimin açığa çıkarılmasını önlemek amacıyla tekrar 15 süvari kuvvetiyle tercüman ibrahim ve ulan köyü ahalisinden bilal ağazade muhammed ağa ile vukuf köyüne gelerek, birçok tehditten sonra;

    ''bizim gerek ibrahim halil ve gerek çocukları muhammed hayri ile kadir’e kesinlikle hakaret edilmediğini ve ateşle yakılmadıklarını söyleyiniz. böyle bir açıklamada bulunmazsanız hepinizi yakacağız.'' tehdidinde bulunmuşlardır. hatta zorla bir de bu yönde bir yazı alarak işi garantiye alıp, yapılacak şikayetlerin önü alınmıştır.

    ***manda yönetimi sırasında suriye ekonomisi***

    fransa, suriye’de bu kötü idari politikayı uygularken, ekonomik yönden de suriye’nin ekonomik yapısını ve geleneksel ticaret şeklini sistematik bir şekilde ortadan kaldırmıştır. idari açıdaki bölünmeler sonucu ortaya çıkan gümrük vergileri ve idari bürokrasi ekonomiyi kötü etkilemiştir. fransa’nın avrupa mallarına düşük gümrük vergisi uygulaması sonucu yerli sanayi ise çökmüştür. bununla birlikte fransız frank’ı, suriye ekonomisinin merkezine yerleştirilmiş, para mekanizmasının yönetimi de suriyelilerin değil, fransız bankerlerinin ellerine bırakılmıştı. sömürge idarecileri kuzey afrika’da uygulayarak geliştirdikleri yönetim tekniklerini daha yüksek bir hayat seviyesine sahip olan suriye arapları üzerinde tatbik etmeye çalışıyorlardı. suriye’de hayatın neredeyse her cephesi fransız kontrolü altına alınmıştı.

    aynı dönemde fransa gelir getiren liman ve demiryolları gibi işletmecilikleri fransız şirketlerine vermiştir. ayrıca fransa bu dönemde suriye’deki askeri birliklerinin masrafını da suriye gelir kaynaklarından karşılamıştır. fransa tarım alanında ise büyük toprak sahiplerini koruyan bir politika izlemiştir. bu yüzden suriye’de üretilen tahıllardan fransız tüccarlar çok kar elde etmişlerdir. dolayısıyla fransa, piyasa ve pazarları yöneterek fransız tüccarların büyük karlar elde edilmesi sağlamıştır. birçok defa fransa çeşitli söylentiler yayarak, suriye’den tahıl ihracının yasaklanmasını da sağlamıştır. böylece tahıl fiyatları düşmüş ve fransız tüccarlar çok ucuza fazla miktarda tahıl almışlardır. hemen ardından fransızlar söylentilerin yanlış olduğunu duyurarak, ihraç yasağını kaldırtıp, fransız tüccarların ihraç ettikleri mallardan büyük kazanç elde etmelerini sağlamıştır.

    ekonomik açıdan bölgenin iki önemli merkezi olan halep ve şam, osmanlı devletinin çökmesiyle beraber tabii ekonomik çalışma alanlarını yitirmişlerdi. ekonomik parametreler açısından bakıldığında şam’ın en önemli ticari bağlantıları filistin ve beyrut’la iken, halep’in ekonomik çalışma alanı kuzeye ve doğuya, yani ırak ve güneydoğu anadolu’ya doğru uzanmaktaydı. ayrıca iskenderun limanı, halep’in akdeniz’e açılan kapısı konumundaydı. ekonomik çalışma alanları arasındaki bu farklılık, kullanılan ölçülere, para birimlerine ve fiyatlara kadar yansımaktaydı. osmanlı devleti döneminde, ekonomik ve siyasi önemleri dolayısıyla bu iki şehrin istanbul ile doğrudan kurdukları ilişkiler, kendi aralarındaki bağlantıların zayıf kalmasında da etkili olmuştu.

    geçmişi yüzyıllara dayanan ekonomik ilişkiler ağı, bölgede türkiye’nin tesirinin manda yönetiminin kurulmasının ardından da uzun süre devam etmesini sağlamıştır. örneğin 1930 yılında suriye’de fransız idaresine karşı patlak veren isyanın gerekçesini, maaşların ödenmesinde kullanılan gümüş osmanlı mecidiyelerinin ayarının düşürülmesi oluşturmuştur. (bkz: osmanlı imparatorluğu'nda paranın tarihi) fransızları suriye üzerinde hakimiyet kurmaya sevk eden sebepler arasında ekonomik faktörlerin önemli bir yeri bulunmaktaydı. öncelikle fransa, bölgede osmanlı idaresi zamanından kalma yatırımlara sahipti. ipek ve tütün endüstrilerindeki bu yatırımların yanı sıra beyrut limanını, beyrut-şam demiryolu ile şam ve halep’i birbirine bağlayan yolu fransızlar inşa etmişlerdi. bu yollar üzerinden gerçekleştirilen taşımacılık faaliyeti de fransızların tekelindeydi. ayrıca fransızlar, bölgede üretilen pamuk ve ipek gibi hammaddelerle de ilgilenmekteydiler. fransa’da sömürgeciliği destekleyen guruplar, ekonomik çıkar beklentilerini başka argümanlarla da birleştirerek savunmaktaydılar. bunların en önemlileri, kuzey afrika’nın işgalinin ardından fransa’nın çıkarları açısından hayati bir önem kazanan akdeniz’in doğusunda da sömürge edinmenin zorunlu hale geldiğini savunan jeopolitik tezlerdir. jeopolitik bakış açısı ekonomiyle eklemlenmekte; kuzey afrika ile yapılan ticaretten sağlanan karlar, sömürgelerin genişletilmesinin ticari açıdan ne kadar hayati olduğunun göstergesi sayılmaktaydı. bu yaklaşım, imparatorluğun büyümesinin getireceği milli prestij ya da fransa’nın “medeniyet götürme misyonu” gibi ideolojik gerekçelerle de desteklenmekteydi.

    ***sömürge yönetiminin eğitimde yaptığı değişiklikler***

    fransızlar idari alanda olduğu gibi eğitimde de her türlü dini ve ırki eğilimleri körükleme politikası gütmüşlerdi. buna bağlı olarak eğitim alan gençlere milli duyguyu aşılayan resmi okulların bütçelerinde kısıntı, sayılarının azaltmasına çalışılırken, fransız emellerine hizmet eden özel katolik okulların sayıları ve ödenekleri ise arttırılmaya çalışılmıştır. böylece fransızlar, suriye’de manda idaresine sadık kişiler yetiştirecek eğitim politikaları uygulamaya çalışmışlardır. sömürge yönetimi, fransızcayı arapça’ya eşit dil yaparken, arap-islam kültürü yerine fransız klasikleri, fransız tarih ve coğrafyasını yerleştirmeye çalışmıştır. ayrıca, suriyeli öğrenciler fransız bayrağını selamlamaya ve fransız marşını söylemeye mecbur edilmişlerdir. bununla birlikte fransa, kültürel alanda suriye gazetelerini de kontrol altına almıştır. sömürge yönetimi, gazete basımı için ruhsatları sınırlandırıp izin vermemeye çalışmış ve birçok gazeteyi kapatarak bu gazetelerin yazarlarını hapise atmıştır.

    ***sömürge yönetimine karşı gerçekleşen isyan ve grevler***

    fransızların uyguladığı dini politika sonucu maruniler ile dürziler arasındaki kin ve düşmanlık öyle arttırıldı ki bu düşmanlık çeşitli isyanların doğmasına neden olmuştur. isyanlar sırasında fransız taraftarı maruniler ile dürziler ve diğer suriyeli müslümanlar arasında marunilerin fransız taraftarı olması nedeniyle çeşitli çatışmalarda yaşanmıştır. örneğin, kasfara’da bulunan maruni sakinler ile fransa aleyhine ayaklanmış isyancılar arasındaki çarpışmalarda marunilerden 40, isyancılardan ise 150 kişi ölmüştür. fransızlar bu isyanı bastırmakta bile dini ve mezhebi farklılıkları kullanmanın yanı sıra kendilerine sempati besleyen suriyeli marunileri yine suriye’nin yerli halkına karşı kullanmışlardır. fransızlar, marunilerin yanı sıra kendi kuvvetlerini de isyancılar üzerine sevk etmiş ve bu birlikler maruniler ile birlikte hareket etmiştir. fransız kuvvetleri bu isyanları bastırmak için sadece karadan değil, havadan da dürzileri bombalamıştır. fransızlar, bu saldırılar sırasında bir tek isyancılara karşı değil, aynı zamanda onlara yardım ettikleri gerekçesiyle birçok dürzi köyüne de bombalar atıp, yakıp yıkmışlardır.

    bu isyanlar sırasında fransızlara karşı isyan eden ve suriye’nin bağımsızlığını isteyen kişiler hama ’da fevzi el-kavukçu liderliğinde idareyi kontrollerine geçirmişlerdir. ancak fransız uçakları ve kara kuvvetleri şehri bombardıman edince işgalciler şehrin harap ve halkın öldürülmesine fırsat vermemek amacıyla fevzi el-kavukçu liderliğindeki 1000 kişilik bir kuvvet şehirden dışarı çıkmıştır. fevzi el-kavukçu 1887’de trablusşam’da doğmuş olup, türkmen kökenli bir suriyeliydi. aynı zamanda fevzi el-kavukçu daha önceden osmanlı ordusunda subaylık yapmış bir kişiydi. ayrıca fevzi el-kavukçu bu isyan sırasında sultan el-atraş ve diğer suriyeli milliyetçiler ile işbirliği içerisinde hareket etmiştir. bu bombardıman sırasında çarşıda çıkan yangından dolayı 115 dükkandan fazlası yanmış ve iki pazar harap olmuştur. fransızlar bu isyan sırasında bilhassa barazi, geylani, azm ve tayfur gibi güçlü ailelerin nüfuzunu kırmaya çalışmışlardır. en fazla tahribatı da bu ailelerin sahip oldukları ticari merkezlerde yapmışlardır. fransızların hiçbir sivil asker ayrımı yapmadan gerçekleştirdikleri bu bombardımanda 7.344 kişi ölmüştür. ölenlerin çoğunluğu da silahsız sivil kişilerdi. ölenler arasında 65 kadın ve çocuk vardı. fransızların bu saldırısının ekonomiye zararı ise 150.000-200.000 sterlin arasındaydı.

    şam’da da fransızlara karşı başkaldırıyı hasan el-harrat organize etmiştir. zaman içerisinde şam’da da milli heyecan artınca fransızlar gece sokağa çıkma yasağı gibi tedbirlerle olayların kontrolden çıkmasını önlemeye çalışmışlarsa da etkili olamamışlardır. sonuçta şam’da da başkaldıranlar şehri kontrol altında tutmuşlardır. fransızlar 18 ekim 1925 tarihinden itibaren iki gün şam’ı havadan ve karadan bombardıman etmişler ve bu bombardımanda şehir çok büyük hasar görmüştür. emir said el-cezairi’nin de aralarında olduğu bir grup lider şehrin daha fazla tahrip olmasını önlemek amacıyla fransızların bombardımanı durdurmaları için aracı olmuşlardır. bunun üzerine isyancılar şam’dan ayrılmaya veya bazı mahallelerde saklanmaya başlamışlardır. bombardıman sırasında birçok sivilde ölmüştür. frans'da komünistlere yakınlığıyla bilinen l’humanite gazetesi, şam belediye idaresinin açıklamasına göre 1.416 kişinin öldüğünü ve bunun 336'sının kadın ve çocuklardan oluştuğunu yayınlamıştır. fransız bombaları hamidiye ve mithat paşa pazarı gibi iki büyük ticaret merkezi arasındaki bölgeyi harap etmiştir. şuğur’un belirli bölgelerinde medinetu el-şam, el-harab ve bab el-cabiyya’da 150 ev tamamen veya kısmen bombalama sonucunda yanmıştır. el-kanavat, bab el-sarica, el-süveyka ve meydan’dan daha aşağı 98 ev bombardımanda zarara uğramıştır. ayrıca fransızlara muhalif olarak bilinen kuvvetli, bekri ve rikabi gibi ailelerin evleri tamamen tahrip edilmiştir. tüm bu bombalamalar sırasında tahrip olan ev ve işyerlerinin toplam zararları ise yaklaşık olarak 100 milyon frankı bulmuştur. bu isyan sırasındaki fransızların bombardımanı nedeniyle azm sarayı, sinaniye camiside tahrip olmuş ve sanayi, ticaret ile tarım kötü yönde etkilenmiştir. fransızların bu saldırısı sırasında en çok tarımsal alanlar tahrip edilmiş ve güvenlik sebebiyle guta bölgesindeki meyve ağaçları kesilmiştir. bundan ötürü fransız askerlerinin bu saldırıları nedeniyle köylerdeki tarımsal faaliyetler durma noktasına gelmiştir. ayrıca fransızlar bu saldırılar sırasında müslüman isyancılara karşı ermeni taburlarını kullanmışlar ve bu sırada şam’daki hristiyan nüfusu silahlandırmışlardır.

    fransızlar, 13-14 ekim 1925 tarihleri arasında askerlerini cisrin, el-melliha ve diğer guta köylerine göndermişlerdir. köy evlerindeki hayvanları, elbiseleri, yiyecek ve içecekler ile tüm kapkacakları yerli halkın elinden aldıktan sonra köyleri yakmışlar, kadın ve çocukları evsiz olarak ortada bırakmışlardır. yine benzer vahşeti 15 ekimde de bir dürzi köyü olan cermana köyünde tekrarlamışlardır. bu köyde ilaveten ırza geçme olayları da görülmüştür. bu vahşeti yapan askerlerin çoğu fransız yönetimi tarafından orduya alınan ve fransız subayların komutasındaki ermenilerdi. tüm bu anlatılanlardan da görüldüğü gibi fransız askeri kuvvetleri direniş çeteleri ile başa çıkamayınca terör ve vahşetle halkı sindirmeye çalışmışlar, her gün şam’ın sokaklarından topladıkları günahsız bir çok kimseyi muhakeme etmeden merc meydanında kurşuna dizmişler, ya da emniyet müdürlüğünün gizli işkence odalarından kazığa oturtma da dahil akla gelmedik işkencelerle öldürmüşlerdir.

    bu isyanda sayısız akınlarıyla fransızlara kayıplar verdirmiş olan ve sonradan fransızlar tarafından öldürülen ahmet müreved adındaki çocuğun cesedi, o zaman yüzbaşı olan collet tarafından ayağından tutularak, şam’ın hicaz istasyonundan merc meydanına kadar yerde sürüklenip götürülmüş ve burada tekrar asılıp halka gösterildikten sonra tekrar yaylım ateşine tutulmuştur. yine şam isyanında büyük rol alan hasan el-harrat da kendisine hazırlanan bir komplo neticesinde, öldürüldükten sonra fransızların şiddetli eziyetlerine maruz kalmıştır. 1925 yılı isyanını fransızların bastırmaları iki yıl gibi bir süre almış olup, isyanın tam olarak bastırılması ise 1927 yılında gerçekleşmiştir.

    fransızların bu tür şiddet hareketlerine rağmen yine de suriyelilerin direniş gücü kırılmamıştır. artık suriyeliler, fransızlara karşı olan tepkilerini dükkanlarını kapatmak ve grev yapmak suretiyle göstermişlerdir. bu grevlerin en uzunu 1936 yılında yapılmış ve 72 gün sürmüştür. bu süre içerisinde şehrin mahalleleri ayrı ayrı mitingler tertip edip, halkın istekleri yabancı devlet temsilcilerine bildirilmiştir. bu mitinglere kadınlar ile çocuklar da iştirak etmiş ve mitinglerin birçoğunda fransızların zırhlı vasıtalarının yaylım ateşi altında halk can vermiştir. fransızlar halkın bu silahsız protestosunu akla gelmez şiddetli tedbirlerle önlemeyi adet edinmiş, mitinge katılanların üzerine ateş açmışlar ve toptan tutuklama ve sürgün etmek suretiyle halkı yıldırmak istemişlerdir. şam’ın, mezze ve beyrut’un, erremil zindanları ile çöldeki kamışlı, denizdeki arvad adası hapisleri yüzlerce defa suriyeli tutuklular ile doldurulmuş ve buralarda akla gelmedik işkencelerde bulunulmuştur. ayrıca fransızlar, şam sokaklarında rastgele suçsuz kişileri tutuklayıp, en ağır cezaları vermiştir. isyanın bitiminden sonra fransızların gerçekleştirdiği bu eylemler mahkemelere intikal etmiş, fransızlar ise suçu masum olan sabri elhulvani adında bir polis komiseri ile birkaç emniyet memurunun üstüne atmak suretiyle işin içinden sıyrılmışlardır.

    ***sömürge yönetimi döneminde suriye’deki siyasi elitler***

    manda yönetimi döneminde iç siyasetin yapısına bakıldığında, yerel düzeyde siyasi gücün kullanımı açısından osmanlı devleti zamanıyla fransız idaresi arasında bir devamlılık bulunduğundan söz etmek mümkündür. her iki dönemde de gücü ellerinde toplayanlar aynı kişiler ya da aileler olmuşlardır. osmanlı idaresinde siyasi gücün merkezinde şehirler yer almaktaydı, güç merkezden çevreye doğru yayılıyordu. bu durum fransız yönetimi sırasında da devam etmiştir. devamlılık yapısal özelliklerin yanı sıra kadrolar açısından da söz konusudur. nitekim manda yönetiminin ardından ön plana çıkan siyasi figürler arasında birçok eski osmanlı idarecisi de yer almaktaydı. örneğin yeni kurulan halep devleti’nin başına getirilen kamil el-kudsi, eski bir osmanlı paşasıydı. fransızlar, kurdukları beş devleti kendi çatısı altında toplayan bir suriye federal konseyi oluşturmuşlardı. her devletten bir üyenin yer aldığı konseyin ilk toplantısında yapılan seçimde başkanlık görevine getirilen subhi berekat’ın, kökeni, kariyeri ve kullandığı dil itibariyle “arap’tan daha çok türk” olarak tarif edilmekteydi. 1925 yılı aralık ayına kadar vazifesine devam eden berakat, devlet makamlarına “türk” dostlarını getirmekle suçlanmıştı. berekat’ın ardından geçici devlet başkanı olarak atanan ahmed nami bey de halife abdülmecid efendi’nin damadıydı. bu devamlılık başka alanlarda da gözlenmekteydi. örneğin, suriye’de türklerin arkalarında bıraktıkları yargı sistemi, hem faysal idaresi hem de manda yönetimi döneminde bazı değişikliklerle kullanılmaya devam edilmiştir.

    suriye’deki fransız idaresi siyasi hayatın temel karakterini değiştirememişti, ancak yönetilenlerin nazarında yeni emperyalist otoriteyle eskisi arasında çok önemli bir fark bulunmaktaydı. fransızlar, halife sıfatını taşıyan osmanlı sultanları gibi meşru bir otorite olarak kabul edilmemişlerdir. ülkedeki fransız varlığı, halk tarafından ne olduğu pek fazla anlaşılamayan manda sistemine dayanmaktaydı. fransızların tarihi olarak bölgedeki hristiyanların koruyuculuğu rolünü oynamaları, müslüman çoğunluğun kendilerine güven duymalarını imkânsızlaştırmaktaydı.

    ***sömürge yönetiminin hukuki yapısı***

    kısmen bu meşrutiyet problemleri yüzünden, kısmen de manda sisteminin getirdiği uluslararası ve ahlaki sınırlamalar ile fransa’nın savaş sonrasındaki kırılgan ekonomik ve siyasi yapısının neticesi olarak, fransızların suriye’deki varlığı başından itibaren “istikrarsız” bir karaktere sahip olmuştur. manda idaresi, tanımı itibariyle “geçici” bir yönetimdi ve mandacı devlete önemli sınırlamalar getirmekteydi. örneğin, milletler cemiyeti’nin suriye’deki fransız mandasıyla ilgili kabul ettiği belgede, fransa’nın kendi çıkarlarını kollamaması talep edilmekteydi. mandacı devlet, diğer büyük devletlere karşı ayrıcalıklı gümrük tarifeleri uygulayamayacaktı. mandacı devlet, üç yıl içerisinde bir anayasa hazırlanması, manda yönetimi altında yaşayanların hakları, çıkarları ve arzularının gözetilmesi, bağımsız bir devlet olma yönünde ilerlemelerinin sağlanması, şartlar elverdiği ölçüde de yerel otonominin teşvik edilmesi gibi sorumlulukları üzerine almaktaydı. dış ilişkiler ve suriye’de bulunan yabancı misyonla kurulacak münasebetler tamamen fransa’nın yetkisi dahilindeydi. ülkenin hiçbir parçası bölünerek başka bir devlete verilemeyecekti. yabancı dini misyonlar, faaliyetleri dini alanla sınırlı kalmak kaydıyla tam bir özgürlüğe sahip olacaklardı. resmi diller ise fransızca ve arapça olarak belirlenmişti. suriye ve lübnan’a ilişkin manda belgesinin beşinci maddesi, kapitülasyonların manda dönemi boyunca uygulanmayacağını, ancak manda idaresi sona erdiğinde yeniden yürürlüğe konulacağını belirtmekteydi. her ne kadar kağıt üzerinde yazılanlara harfiyen bağlı kalmak durumunda olmasalar da zamanla hukuki taahhütler büyük devletlerin kendi aralarındaki ilişkilerinde birbirlerine karşı kullandıkları önemli kozlar haline dönüşmüşlerdir. büyük devletler arasındaki rekabet, söz konusu dönem boyunca bölge politikalarının belirlenmesinde çok önemli roller oynamıştır. “müttefikler”, aralarındaki rekabet yüzünden zaman zaman birbirlerine karşı bölgesel aktörlerle işbirliği içine girmekten çekinmemişlerdir.

    ***1925-1927 isyanına türkiye’nin etkisi***

    manda yönetiminin hukuki çerçevesinden de yararlanarak şehirli elitler, osmanlı idaresi zamanında devlet yönetimiyle tebaa arasında yerine getirdikleri “aracılık” görevi yerine, bu kez muhalefet rolünü üstlenmişlerdir. yeni rejim tarafından ciddiye alınabilmek için de, hem toplumdaki aktif güçleri harekete geçirmek hem de daha önce olmadığı kadar geniş siyasi ittifaklar içine girmek ihtiyacını hissetmişlerdir. yeni dayanışmayı ifade edecek ideolojik dil olarak milliyetçilik, iki savaş arası dönemde suriye’deki siyasi hayatın eksenini oluşturmuştur.

    milliyetçilik kentli bir ideoloji olarak dört şehirde, şam, halep, hama ve humus’ta daimi bir taban bulmuş, bağımsızlık hareketinin kırsal kesimle ve diğer bölgelerle olan ilişkileri ise kesintilerle devam etmiştir. fransızlar, milliyetçiliğin yaygın olduğu şehir merkezleriyle kırsal kesimler arasındaki ayrılıkları körükleyerek bağımsızlık hareketinin yayılmasının önüne geçmeye çalışmışlardır. bu amaçla birçok girişimde bulunulduğunu görmekteyiz. bunlar arasında şüphesiz en önemlisi başarısızlıkla sonuçlanan toprak reformu girişimidir. manda dönemi boyunca yapılan seçimlerde fransız idaresi, şehirlerdeki milliyetçi elitlerle taşralı köylüler arasındaki ilişkinin en alt seviyede kalması için çaba sarf etmiştir. uygulanacak seçim sistemleri belirlenirken bile bu durum göz önünde bulundurulmuştur. suriye’deki siyasi mücadele, her zaman mandacı devletin çizdiği hukuki yapı içerisinde cereyan etmemiştir. bölgesel ayaklanmalar yukarıda zikrettiğimiz şekilde 1925’le 1927 arasındaki büyük isyan, fransızlar karşısındaki direnişin önemli dönüm noktaları arasında yer almaktadır.

    ayaklanmalar sırasında türk-fransız ilişkilerinin seyrine göre ağırlığı değişmekle birlikte türkiye’nin bölgedeki varlığının kendisini her zaman hissettirdiği görülmektedir. örneğin suriyeli liderlerden şeyh salih ibn ali’nin liderlik ettiği, alevi bölgelerinde fasılalarla devam eden isyanın ankara hükümeti tarafından desteklendiği bilinmektedir. fransızların isyanı bastırabilmeleri ancak ankara anlaşması’nın imzalanmasıyla birlikte yardımın kesilmesi sayesinde mümkün olmuştur. milliyetçi lider ibrahim hannanu’nin halep civarında fransızlara karşı verdiği mücadeleyi de neredeyse türkiye’deki milli mücadelenin bir uzantısı gibi değerlendirmek mümkündür. halep ve civarı suriye’nin diğer bölgelerine nazaran türk kültürünün çok yoğun etkisi altındadır. bölgeden 1. dünya savaşı’ndaki arap isyanına katılanların bile fransız işgaliyle birlikte yüzlerini türkiye’ye döndüklerini görmekteyiz. türkiye ile birleşme fikri, 1920’lerin başında halep’te hakim düşünce haline gelmiştir. hatta bu yaklaşımın yalnızca kuzey suriye’de taraftar bulmadığı, kral faysal’ın bile türkiye ile federasyon fikrini desteklediği ileri sürülmektedir. ankara hükümeti, bölgedeki türklerin tıpkı anadolu’daki gibi müdafay-ı hukuk cemiyetleri kurmalarına ön ayak olmuştur. anadolu’daki istiklal savaşı ve suriye’deki türklerin örgütlenmeleri, fransızlara karşı verdikleri mücadelede suriyelilere örnek teşkil etmiştir. özellikle halep’teki direniş ankara hükümeti tarafından desteklenmiş, zaman zaman kuvây-ı milliye birlikleri bölgede fransızlarla doğrudan çatışmalara girmişlerdir. hatta ibrahim hannanu, yakalandıktan sonra çıkarıldığı mahkemede askeri operasyonların doğrudan ankara’daki mustafa kemal hükümetinin emrinde yapıldığını söylemiştir. ankara anlaşması’nın ardından yardımın kesilmesi ise halep’te büyük infial uyandırmış, direnişe katılan milliyetçi çevreler ihanete uğradıkları hissine kapılmışlardır. bu tarihten sonra halep yüzünü şam’a dönmeye başlayacak, türkiye ile birleşme fikrinin yerini de birleşik suriye hedefi alacaktır. ayaklanmalar suriye’nin kuzeyiyle sınırlı kalmamıştır. şeyh ismail, havran ve cebel-i dürzi bölgelerinde isyan etmiş, dürzilerin önde gelen kabile reislerinden sultan paşa el-atraş da aynı bölgede, özellikle 1925’te direniş hareketinin liderliğini yapmıştır. ancak 1920’lerdeki isyanların temel hedefinin, birleşik bir suriye’nin bağımsızlığının kazanılması olduğunu söylemek zordur. bunları aleviler, dürziler ya da bedeviler gibi tek tek gurupların yabancı müdahalesine karşı ayaklanmaları şeklinde yorumlamak daha doğru olacaktır.

    güney suriye’de ise bağımsızlık hareketinin merkezinde şam’ın yer aldığı görülmektedir. şam’da arap milliyetçiliğinin liderliğini daha önce faysal’ı destekleyen eğitimli zengin müslümanlar yapmaktaydı. fransızlara karşı yürütülen siyasi muhalefetin temel gündem maddeleri arasında gazetelerin, siyasi faaliyetlerin ve medeni hakların baskı altına alınması ile “büyük suriye” nin parçalanması yer almaktaydı. ayrıca milletler cemiyeti’ne bağlı bir manda yönetimi olmanın gereği olarak nihayetinde suriye’yi bağımsızlığa götürecek anayasanın yapılmasına fransızların bir türlü yanaşmayışları da mücadelenin şiddetini arttırmaktaydı. özellikle ıraklıların 1924 yılının mart ayında ingilizlerden seçilmiş bir parlamento oluşturma hakkını almalarıyla birlikte suriyeli arapların fransız idaresinden duydukları rahatsızlık daha da artmıştır. yükselen talepleri bastırmak için fransızlar, 9 şubat 1925’te milliyetçilerin, fransa’nın suriye’nin nihai bağımsızlığı ile ülke bütünlüğünü tanımasını ve medeni hakların garanti altına alınmasını talep eden faris el-huri liderliğindeki halk partisi’ni kurmalarına izin vermişlerdir.

    fransızlar ülkeyi altı ayrı parçaya böldükleri için bu dönemde milliyetçiler açısından en acil ve temel meselenin suriye’nin bütünlüğünün sağlanması olduğu görülmektedir. nihayetinde 1925’te halep ve şam vilayetleri birleştirilmiş, ancak 1926’da lübnan, fransız kontrolü altında bağımsız bir cumhuriyet haline getirilmiştir. şam’daki milliyetçiler, bölgesel gerginliklere ve isyanlara fransa’ya karşı milli direniş karakteri kazandırmayı zaman zaman başarabilmişlerdir. yukarıda kısaca bahsedilen 1925’teki dürzi isyanı bu durumun önemli bir örneğini teşkil etmektedir. içişlerine yapılan müdahalelerden rahatsız olan dürziler, aralarındaki ihtilafları bir kenara bırakarak yabancı idaresine karşı direnmek için bir araya gelmişlerdir. daha sonra ise sultan paşa el-atraş’ın liderliğinde 20 temmuz 1925’te selahd’i, 2 ağustos’ta da dürzi bölgesinin başkenti konumunda bulunan süveyda’yı ele geçirmişlerdir. dürzi isyanına dair haberlerin suriye’de yayılmasıyla birlikte suriyeli milliyetçiler tarafından halep ve şam’da da isyanlar başlatılmıştır. milliyetçiler şam’a saldırması için atraş ile anlaşmışlar, ekim ayında milliyetçilerin yaptıkları gösteriler eşliğinde atraş, şam’ı işgal etmiştir. bunun üzerine fransızların yoğun bombardımanına maruz kalan şam’da beş bin kişi hayatını kaybetmiştir. şam bombardımanı yüzünden fransa’yı eleştiren amerika ve ingiltere’nin harap olan tarihi ve arkeolojik eserlerden bahsetmeleri, ancak can kaybına hiç değinmemeleri oldukça anlamlıdır. yılsonunda ayaklanma bastırılmış ve zoraki düzen açık isyanın yerini almıştır.

    ***1927-1939 yılları arası suriye’deki gelişmeler***

    düzenin yeniden sağlanmasının ardından fransız askeri yönetimi, milletler cemiyeti tarafından fransa’dan talep edilen bir yükümlülük olan “kendi kendini idare” yönünde adımlar atmaya başlamıştır. 1927’de fransızlar, şam’daki değişik milliyetçi guruplardan oluşan “vatan kitlesi/el-kitle el-vataniyye / national block”nin kurulmasına izin vermişlerdir. milliyetçi ittifakın başında ibrahim hannanu ve haşim el-atasi bulunmaktaydı. ayrıca büyük toprak sahibi ailelerin ileri gelen üyeleri de ittifak saflarındaydılar. vatan kitlesi içinde yer alan en radikal unsur, şükri el-kuvvetli’nin liderliğini yaptığı gizli bir cemiyet olan el-fetat’ın devamı mahiyetindeki istiklal partisi’ydi. aynı yıl kurucu meclis için yapılan seçimler vatan kitlesini iktidara taşımış ve hannanu bir anayasa yazma işine girişmişti. hazırlanan anayasa suriye’nin bütünleşmesini öngörmekte ve fransız otoritesini yok saymaktaydı. fransız yüksek komiseri, parlamentodan ya anayasaya doğrudan manda yönetimine atıf yapan bir maddenin konulmasını ya da manda yönetiminin işleyişini etkileyen maddelerin çıkarılmasını talep etmiştir. bu istek reddedilince suriye parlamentosunun kabul ettiği anayasa metni yürürlüğe girememiş, manda yönetimi meclis çalışmalarını süresiz tatil etmiştir. fransızlar suriye parlamentosunu benzer sebepler yüzünden 1933 yılı kasım ayında bir kez daha kapatacaklardır.

    suriyeli milliyetçiler, fransızlarla en azından fransa’nın suriye’deki hedeflerini ortaya koyan bir anlaşma imzalamak için ısrarlı taleplerde bulunmaya devam etmişlerdir. benzer bir anlaşma ingilizlerle ıraklılar arasında daha 1922’de yapılmıştı. 1935’de hannau’nin ölümünün ardından meydana gelen karışıklıklar ve 1936’daki genel grev, anlaşmayla ilgili tartışmaların canlı bir şekilde ülke gündemine oturduğu dönemlerdir. nihayet, 22 aralık 1936’da fransa’da leon blum’ın liberal-sosyalist hükümeti döneminde suriye-fransa ittifak anlaşması imzalanabilmiştir. bu gelişmeler sırasında suriye’de haşim el-ataşi’nin başkanlığında milliyetçi bir hükümet kurulmuş, ancak fransız parlamentosu anlaşmayı onaylamamıştır. bundan sonra anlaşmanın onaylanması yönündeki talepler, artarak yükselmeye devam etmiştir. anlaşma metninin, ingiliz-ırak anlaşması model alınarak hazırlandığı görülmektedir. anlaşmaya göre, suriye ve lübnan bağımsız devletler olarak milletler cemiyeti’ne katılırken, fransa’da bölgedeki bazı ayrıcalıklarını korumaya devam edecekti. belge, içinde savunma, barış zamanında danışma, savaş zamanında ise karşılıklı dayanışma gibi unsurları barındıran bir ittifak, barış ve dostluk anlaşması mahiyetindeydi. suriye, savaş dönemlerinde deniz, hava ve kara sahası ile imkanlarını fransa’ya açarak yardımcı olacaktı. fransa, anlaşma yürürlükte kaldığı müddetçe kuzeydeki iki hava üssünü kullanacak, beş yıllık bir süre için de bazı bölgelerde kara birlikleri bulundurmayı sürdürecekti. suriye, fransız askeri misyonunun yardımı ve fransız ekipmanları kullanılmak suretiyle milli bir ordu kuracaktı. bütün danışmanların ve teknisyenlerin fransa’dan getirtilmeleri zorunluydu. fransız diplomatik misyonları suriye vatandaşlarının haklarını kollayacak, suriye’deki fransız büyükelçiliği diğerlerinin üzerinde yer alacak, fransa ile suriye para birimleri arasındaki değer eşitliği korunacaktı. ayrıca ülkedeki yabancı kurumlar, daha önceki imtiyazlarını muhafaza edeceklerdi. yirmi beş yıl süreli anlaşmayla kapitülasyonların yeniden yürürlüğe konulmayacağı taahhüt altına alınıyordu. fransa, alevi ve dürzi bölgelerinin “özel bir idari yapılanma” çerçevesinde suriye ile bütünleşmelerini kabul ediyordu.

    1937 yılı boyunca da suriye’nin bağımsızlık mücadelesinde vatan kitlesi’nin liderliğinde önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. fransızlar cebel-i dürzi ve lazkiye’nin merkezi suriye hükümetine bağlanmasını kabul etmiş ve yerel yönetimlere ait birçok yetkinin suriye hükümetine devredilmesini onaylamışlardır.

    hatay meselesi, filistin’deki arap isyanı ve fransız frankı’nın değer kaybetmesi yüzünden meydana gelen ekonomik krizler ile suriyelilerin kendi aralarındaki ayrılıklar, bu dönemde suriye hükümetini istikrarsızlaştıran ana unsurlar olarak göze çarpmaktadır. nitekim vatan kitlesi rekabet yüzünden bölünmüştür. ileri gelen milliyetçi liderlerden abdurrahman şehbender, 1939’da rakip bir teşkilat kurmuş, ancak bir sene sonra suikasta kurban gitmiştir. cebel-i dürzi’deki ayrılıkçı hareket de fransızların desteğiyle milliyetçilere karşı düşmanlık yapmaya başlamıştır. ayrıca hatay meselesinin kızıştığı dönemlerde türkiye’nin faaliyetleriyle cezire’de karışıklıklar çıkmış, bölgenin türkiye’ye bağlanması yönünde talepler yükselmeye başlamıştır.

    manda dönemi suriye’sinde siyasi hayatın eksenini oluşturan milliyetçiler arasındaki bölünmelerin başka yapısal sebepleri de bulunmaktadır. vatan kitlesi, fransızlarla birlikte ülke yönetiminde söz sahibi olduktan sonra yetersizlik belirtileri göstermeye başlamıştır. fransız idaresine karşı muhalefetle hükümet etme sorumluluğunu yüklenmek arasında ciddi farklar bulunmaktaydı. nitekim suriye halkını etkileyen somut, sosyal ve ekonomik sorunlarla ilgili olarak çok az şey yapabilmişlerdir. ülkede bulunan dini azınlıkların arzularına cevap vermek konusunda da yetersiz kalmışlardır. ayrıca manda döneminde geliştirilen daha geniş siyasi örgütlenme şekillerine rağmen birçok milliyetçi lider, tabanlarını şehirlerin dışında yeterince genişletememişlerdir. vizyon eksiklikleri kendisini hissettirmiş, milliyetçilere destek veren dört şehir dışında kalıcı ağırlık sağlayamamışlardır. eski ayrılıklar da, değişen siyasi coğrafyaya ve şartlara rağmen varlıklarını sürdürmüşlerdir.

    şam ile halep arasındaki siyasi rekabet, manda döneminde yaşanan gelişmeler üzerinde etkileyici olmuştur. her ne kadar halep, bağımsızlık mücadelesinde hayati bir rol oynamış olsa da, siyasi hayatın hemen her cephesinde şam’ın gölgesi altında kalmıştır. vatan kitlesi’nin halep kolu, bir yandan şam koluyla rekabet içerisindeyken, diğer yandan da kendi içinde bölünmüş bir vaziyetteydi. nitekim 1940’larda vatan kitlesi’nden kopuşlar halep merkezli yeni bir partinin doğmasına yol açmıştır.

    bu dönemde hatay meselesi, gerek suriye’deki siyasi oluşumlar gerekse de suriye-fransa ilişkileri açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. suriye-fransa anlaşmasının 1936’daki müzakereleri esnasında türkiye, hatay’daki durumun yeniden gözden geçirilmesi talebinde bulunmuştur. konu milletler cemiyeti’ne götürülmüş, cemiyet de 1937’de hatay’ın ayrı, kendi kendini idare eden bir devlet olmasına karar vermiştir. türkiye ile fransa arasındaki doğrudan görüşmeler, fransa’nın hatay’ın türkiye’ye ilhakını kabul edişiyle 13 temmuz 1939’da sona ermiştir. bunun üzerine, suriye’de fransa’yı ve milli çıkarları iyi kollayamadığı için hükümeti hedef alan gösteriler yapılmış, ülkedeki kargaşa artmıştır. suriye devlet başkanı ataşi istifa etmiş, parlamento feshedilmiş ve fransa suriye’yi yöneticiler konseyi aracılığıyla idare etmeye başlamıştır. lazkiye ve cebel-i dürzi yeniden ayrı birimler haline getirilmişlerdir. suriye hükümeti, suriye-fransa anlaşmasını onaylanmak üzere bakanlar kuruluna getirmeyeceklerini resmen ilan etmiştir.

    ***manda yönetiminin sona ermesi***

    2. dünya savaşı başladıktan sonra fransa’nın haziran 1940’ta almanlar tarafından işgal edilmesinin ardından iktidara gelen vichy hükümeti, suriye’ye yeni bir yüksek komiser atamış ve toprak zengini köklü bir şamlı aileye mensup olan halid azm liderliğinde bir hükümeti işbaşına getirmiştir. başka cephelerde devam eden alman askeri başarılarına rağmen ürdün’deki arap lejyonu tarafından da desteklenen ingiliz ve özgür fransa birlikleri, vichy kuvvetlerini hem suriye’de hem de lübnan’da yenilgiye uğratmışlardır. bunun ardından kontrol özgür fransa otoritelerine geçmiştir.

    suriye’nin müttefikler tarafından işgalinin öncesinde, özellikle ingilizlerin bir bölge gücü olarak türkiye’nin devreye sokulması için planlar yaptıklarını görmekteyiz. askeri kuvvetlerinin çok fazla yayıldığını düşünen ingilizler, kendileri bölgeye güneyden girerlerken türkiye’nin de halep dahil olmak üzere kuzey suriye’yi işgal etmesinin işlerini kolaylaştıracağını düşünmüşlerdir. bu plan, müttefiklerin haziran 1941’de suriye’yi işgallerine kadar gündemde kalmış, hatta ankara’daki ingiliz büyükelçisi işgalden birkaç gün önce türkiye’yi, suriye’ye girmesi için teşvik etme amacıyla türk makamlarıyla bazı temaslarda bulunmuştur.

    ittifak kuvvetlerinin bölgeye girişiyle general de gaulle, suriye’nin nihai bağımsızlıpı için söz vermiş, ancak manda yönetiminin fransız hükümeti tarafından resmen sona erdirilinceye kadar devam edeceğini de eklemiştir. suriye’deki 1943 seçimlerinde vatan kitlesi iktidara gelmiş ve el-kuvvetli suriye devlet başkanı olmuştur. 1944 yılı boyunca suriye hükümeti, 1920’den bu yana fransızların kontrolünde olan 14 idari daireyi kendi bünyesine almıştır. bunlar arasında gümrükler, sosyal işler, emtia vergileri, şirket imtiyazlarının kontrolü ve kabilelerin denetimi de yer almaktaydı. fransa’ya da sosyal, kültürel işler, eğitim hizmetleri ve güvenlik işlerinde kullanılan “levant özel kuvvetleri”nin sorumluluğu kalmıştır. fransa’nın muhalefetine rağmen temmuz 1944’te sovyetler birliği, eylül’de abd, ertesi yıl da ingiltere, suriye ile lübnan’ı şartsız bir şekilde egemen devletler olarak tanımışlar, fransa’ya da suriye’yi boşaltması için baskı yapmaya başlamışlardır. yeni suriye hükümeti “levant özel kuvvetleri”nin derhal ve koşulsuz bir şekilde ya suriye’ye devredilmesini ya da dağıtılmasını talep etmiş, aksi takdirde milli bir ordu oluşturulacağını ilan etmiştir. ancak fransa, birliklerin çekilişini kendisine suriye’de imtiyazlı bir konum sağlayacak olan anlaşmanın imzalanmasına bağlamıştır. “levant özel kuvvetleri”, suriyelilerden oluşan birliklerdi. fransızların azınlıklar politikasının etkisini en derin şekilde hissettirdiği alanlardan birisini de bu askeri yapılanma oluşturmaktaydı. fransızlar, ağırlıklı bir şekilde kırsal kesim ve azınlık kökenlilerden oluşan bir ordu kurmuşlardı. bu dağılım özellikle rütbeli subaylar açısından geçerliydi. manda yönetimi sona erdiğinde suriye ordusunun çekirdeğini oluşturacak bu birliklerin bazıları tamamen azınlıklardan müteşekkildi. bu durum suriye rejiminin yapısı üzerinde, etkileri günümüze kadar devam eden belirleyici bir rol oynamıştır. süreç içerisinde baasçılık, ordudaki alevi, dürzi ve kırsal kökenli sünni subayları birleştiren bir ideoloji olarak doğacaktır.

    1945 yılı ocak ayında suriye hükümeti milli ordu kurma kararı almış, şubat ayında da ittifak devletlerine savaş ilan etmiştir. bu gelişmelerin ardından mart ayında suriye, egemenliğinin bir göstergesi olmak üzere kurucu üye sıfatıyla bm’ye kabul edilmiştir. nisan ayında da arap ligi anlaşmasını imzalayarak arap birliği fikrine olan sadakatini teyit etmiştir. aynı dönemde fransızların suriyelilere sundukları anlaşmanın mandacı devlete karşı duyulan nefret hissini alevlendirdiği görülmektedir. fransa ise kuvvetlerini çekmeden evvel kültürel, ekonomik ve stratejik çıkarlarının bir anlaşma ile korunmaya alınması hususunda tavizsiz davranmıştır. mayıs 1945’te şam ve halep’te gösteriler yapılmaya başlanmış, fransızlar da şam’ı bir kez daha ağır silahlarla bombardımana tutmuşlardır. hama ve humus’ta da ciddi çarpışmalar yaşanmıştır. ancak ingiltere başbakanı winston churcill’in şam’a kuvvet gönderme tehdidinin ardından general de gaulle ateşkes ilan etmiş ve 15 nisan 1946’ya kadar bütün fransız kuvvetleri suriye topraklarını terk etmişlerdir. manda döneminin sona erdiği tarih olan 17 nisan’da da suriye’de halen milli tatil olan kurtuluş günü kutlanmıştır.

    ***1957 suriye buhranı***

    ikinci dünya savaşı sonunda suriye fransa'dan yakasını tamamen kurtararak tam bağımsızlığına kavuşmakla birlikte, uzun müddet içerde siyasi istikrara kavuşamamıştır. 1945-1949 arasında nispeten sakin geçen suriye'nin siyasi hayatı, 1949'dan itibaren tam bir karışıklık ve düzensizlik içine girmiştir. 1949-1953 yılları arasında suriye'de üç defa hükümet darbesi, 21 kabine değişikliği olmuş ve bu arada iki defa askeri diktatörlük kurulmuştur.

    1949 yılı başlarında albay hüsnü zaim bir hükümet darbesi yaparak iktidarı ele geçirmişse de, iktidarı uzun ömürlü olmamış ve 14 ağustos 1949 da albay sami hınnavi tarafından devrilmiştir. fakat hınnavi'nin iktidarı da uzun sürmemiş ve 20 aralık 1949 da albay edip çiçekli, hınnavi'yi devirmiştir. çiçekli'nin iktidarı biraz daha uzun ömürlü olmuştur. fakat 1953 ekiminde yapılan genel seçimlerde çiçekli'nin kurtuluş hareketi partisi’nin çok büyük çoğunluk elde etmesi, çiçekli'nin diktatörlüğüne ve baas partisi de dahil diğer siyasi partilerle arasının açılmasına sebep olmuştur. bunun neticesi olarak da, çiçekli, 25 şubat 1954 de askeri bir darbe ile iktidardan düşürülmüştür. bu tarihten sonra suriye'nin siyasi hayatında baas partisi'nin birinci plana çıktığını görüyoruz. bu gelişmede, baas'ın 1955'ten itibaren nasır'ı desteklemeye başlaması bilhassa büyük rol oynamıştır. nasır'ın bağdat paktı’na cephe alması ve silah alışverişi ile sovyetlere doğru kayması, baas ile nasır'ın münasebetlerinin gelişmesine yol açmıştır. 1956 nisanından itibaren de baas, mısır'la birleşme fikrini savunmaya başlamış ve bu konuda bir çok gösteriler düzenlemiştir. 1956 süveyş buhranı ile ingiltere ve fransa'nın mısır'a saldırmaları, baas ile mısır'ı birbirine daha da yaklaştırdığı gibi, arap dünyasında hem batı aleyhtarlığını ve hem de sol akımların tesirini arttırmıştır.

    nitekim 1957 yılı başından itibaren suriye'nin gittikçe sola kaymaya ve bu ülkede komünistlerin tesirinin artmaya başladığını görüyoruz. bu gelişmenin liderliğini suriye kabinesinin kuvvetli adamlarından ve komünist sempatisi ile tanınan halit el-azm yapmaktaydı.

    halit el-azm 1956 temmuzunda savunma bakanı olarak bir heyetle moskova'ya gitti ve orada sovyetlerle bir takım anlaşmalar imzaladı. bu anlaşmaların 6 ağustosta açıklanması iledir ki, 1957 suriye buhranı patlak verdi. zira bu anlaşmalara göre, sovyetler suriye’ye 500 milyon dolarlık ekonomik ve askeri yardım yapacaklardı bu yardım, lazkiye’de yeni bir limanın yapımı, suriye'de karayolları ve demiryolları inşası, sulama ve enerji projelerinin finansmanı ve yine suriye'de 6 tane yeni havaalanı inşası için kullanılacaktı. ayrıca suriye'nin silahlandırılması da bu yardım çerçevesi içinde yer alıyordu.

    anlaşmaların açıklanmasından bir süre sonra, 17 ağustosta, ılımlı bir kişi olarak bilinen suriye genelkurmay başkanı general nizameddin, emekliye sevkedildi ve yerine, gençliğinde fransız komünist partisine üye olmuş bulunan albay afif el-bızri getirildi.

    bu gelişmeler, suriye'nin komşuları türkiye, ırak ve ürdün ile israil ve lübnan'da büyük heyecan uyandırdı. bu ülkelerin inancı sovyetlerin şimdi suriye'de bir "köprübaşı" kurdukları ve suriye'nin bir "moskova uydusu" haline geldiği idi. israil başbakanı ben gurion başkan eisenhower'e gönderdiği mesajda,

    "suriye'nin milletlerarası komünizmin bir üssü haline gelmesi, zamanımızda hür dünyanın karşısına çıkan en tehlikeli hadiselerden biridir" diyordu.

    gerçekten, işin aslına bakılırsa, çarlık rusyası zamanındanberi ilk defa olarak sovyetler bu anlaşma ile bir orta doğu ülkesine ayak basmak imkanını elde ediyorlardı. zira, bu anlaşma ile bir çok asker ve sivil sovyet uzmanı suriye'de bulunmak imkanına sahip oluyordu.

    ağustosun son haftasında, ırak kralı faysal ve ürdün kralı hüseyin istanbul'a gelerek türkiye cumhurbaşkanı celal bayar ve başbakan adnan menderes ile görüşmelerde bulundular. bu görüşmelere amerika dışişleri bakan yardımcısı loy henderson da katıldı. başkan eisenhower ise, başbakan menderes'e gönderdiği mesajda, suriye'nin bir saldırısı karşısında türkiye ırak ve ürdün'ün bu ülkeye karşı askeri bir harekata girişmek zorunda kalması halinde, amerika'nın kendilerine derhal silah yardımı yapacağını bildirdi. amerika batı avrupa'daki hava kuvvetlerinden bir kısmını adana hava üssüne gönderdiği gibi, vi'ıncı filo da doğu akdeniz'e gelmek üzere harekete geçti. türkiye ise, bir yandan ihtiyatları silah altına çağırarak,bir yandan da suriye sınırları yakınında askeri manevralar düzenleyerek, suriyeye bir uyarmada bulunmak istedi. zira şimdi türkiye, yıllardan beri kuzeyden hissettiği baskıyı, aynı zamanda güneyden de hissetmek durumunda kalıyordu. yani türkiye, sovyetlerin hem kuzeyden ve hem de güneyden baskısı altına girmek üzereydi.

    lakin, türkiye'nin bu tedbirleri suriyeyi yumuşatmak yerine, aksine türkiye-suriye münasebetlerini gerginleştirdi. gerek bu gerginlik, gerek amerika birleşik devletlerinin ağırlığını türkiye tarafına koyması, sovyetleri suriye tarafında bütün ağırlıkları ile yer almak üzere harekete geçirdi. zira sovyet başbakanı bulganin, 10 eylül 1957 de türkiye başbakanı adnan menderes'e gönderdiği mesajda, türkiye’nin suriye sınırlarına yaptığı kuvvet yığınağı ile amerika'nın türkiye’ye yaptığı silah sevkiyatından sovyetlerin duyduğu endişeyi belirtti ve suriyeye karşı girişilecek askeri bir "macera"nın mahalli çapta kalacağı sanılıyorsa, bu hesabın çok tehlikeli olduğunu, zira 1. ve 2. dünya savaşlarının böyle mahalli askeri hareketlerden çıktığını söyledi. yani bulganin, türkiye'nin herhangi bir askeri hareketinin bir dünya savaşına yol açabileceği tehdidinde bulunmaktaydı.

    başbakan menderes, bulgan'in mesajına 30 eylül’de cevap verdi. menderes, cevabında, suriye'nin "makul savunma" ölçülerinin dışında silahlanmasının türkiye bakımından uyandırdığı endişeleri belirterek, suriye'nin "ihtiyaç halinde muhtemelen başkaları tarafından kullanılabilecek bir silah deposu" haline getirildiğine dikkati çekti ve türkiye'nin sovyetler birliği ile iyi komşuluk münasebetlerini arzu ettiğini, lakin 2. dünya savaşı sonundan beri sovyet rusya'nın takip ettiği baskı politikasının karşılıklı itimadın yerleşmesine engel olduğunu ifade etti.

    sovyetler bu şekilde türkiye üzerinde baskı yoluna giderken, öte yandan da suriye’yi destekleme gösterilerine giriştiler. eylül ortalarında bir sovyet ekonomik ve teknik heyeti suriye’ye geldi. bazı sovyet savaş gemileri de lazkiye limanına demir attı. ekim ayında türk-sovyet gerginliği ve suriye krizi daha da şiddetlendi. kruşçev 9 ekim’de bir amerikan gazetecisine verdiği bir demeçte,

    "eğer savaş patlak verirse, biz türkiyeye daha yakınız ve siz değilsiniz. silahlar ateş almaya başlayınca roketler uçacak ve o zaman düşünmek için vakit çok geç olacak" diyordu.

    kruşçev'in bu demecine amerika dışişleri bakanlığı 11 ekim’de yayınladığı bir bildiri ile cevap verdi. bu bildiride, "aradaki mesafeye rağmen", amerika birleşik devletlerinni, bir müttefiki ve dostu olan türkiye’ye karşı nato içinde yüklenmiş olduğu taahhütleri "hafife alamayacağı" belirtilmekteydi.

    sovyetlerin tehditleri karşısında amerika'nın türkiye’yi destekleyen bu tutumu sovyetleri yumuşattı. diğer yandan, suudi arabistan, suriye ve türkiye arasında aracılık teşebbüslerine giriştiği gibi, suriye üzerinde yatıştırıcı faaliyetlerde de bulundu. buna karşılık, ürdün kralı hüseyin de, içerden gelen baskılar dolayısıyla, tutumunu değiştirerek suriye’ye karşı yumuşak bir tavır aldı. bütün bu faktörler birleşince, ekim ayı sonunda buhran ortadan kalktı.

    buhranın sona ermesinde rol oynayan bir başka sebep de, 14 eylül 1957 de suriye ile mısır'ın imza ettikleri bir anlaşma ile, 1 şubat 1958'den itibaren birleşik arap cumhuriyeti adı ile bir birlik kurmaya karar vermeleri idi. başkan nasır bu birleşmeyi kabul konusunda uzun müddet tereddüt etmiştir. lakin suriye'nin, bilhassa 1957 yazında, bir komünist kontrolü altına girmesi ihtimali, nasır'ın kararını kesinleştirdi. nasır, suriye’yi kendi kontrolü altına almak suretiyle, bu ülkenin komünizmin kucağına düşmesini önlemek istemiştir.

    fakat bu yeni birleşik devletin ömrü uzun olmadı. birleşik arap cumhuriyeti'nin kurulması üzerine, suriye devlet başkanı şükrü el-kuvvetli başkan nasır'a şöyle demişti:

    "siz bir politikacılar milleti devraldınız. bunların % 50'si kendilerini milli lider sanır. % 25'i kendilerini peygamber ve en azından % 10'u da kendilerini allah sanır".

    gerçekten, daha ilk günden itibaren suriye ile mısır arasında sürtüşmeler başladı. çünkü, mısır suriye’yi mısır’ın bir eyaleti gibi idare etmeye başladığı gibi, suriye’deki bütün siyasi partilerin faaliyetine son verdi. hele baas'cılar kısa zamanda gördüler ki, kendilerinin sosyalizm anlayışı ile nasır'ın sosyalizmi arasında büyük farklılıklar vardır. birlik bu şartlarda fazla dayanamadı ve suriye’de 1961 eylülünde muhafazakarlarla askerler tarafından yapılan bir darbe neticesi suriye, mısır'dan koptu ve birleşik arap cumhuriyeti de sona erdi.

    ***hafız esad’ın darbesi ve esad döneminin başlaması***

    suriye’nin 1961’de birleşik arap cumhuriyetinden ayrılmasını izleyen iki yıllık siyasi karışıklık döneminden yararlanan hafız esad ve subay arkadaşları 1963 yılında yaptıkları bir darbe ile baas’ı iktidara getirdiler. böylelikle suriye’de günümüze kadar devam edecek olan esad hükümdarlığı başlamış oldu. 1963’teki darbe ile birlikte üç alevi subay (hafız esad, muhamme umran, salih cedit) iktidarı ele geçirmiş oldu. devle başkanı sünni emin el-hafız olmasına rağmen iktidar bu üç gencin elindeydi. salah cedit ve hafız esad’ın 23 şubat 1966 yılında yaptıkları darbe ile emin el-hafız’ı devirdiler ve böylelikle nusayri subaylar ilk kez ordu ve hükümet içerisinde bu kadar etkin bir pozisyona gelmiş oldular. iktidarı tamamen ele geçiren nusayri gençlerden olan esad savunma bakanı olarak silahlı kuvvetlerin tek hakimi olmuştu. arkadaşı alevi cedit ise baas partisini kontrol ediyordu. 1966 darbesinden bir yıl sonra yapılan ve yenilgi ile sonuçlanan altı gün savaşları sonucunda suriye’deki mevcut rejim ve savunma bakanı gözden düştü. ancak esad yenilginin kendisinden değil arkadaşlarının yanlışlıklarından kaynaklandığını düşünüyordu; bunun üzerine suriye’deki bütün karar mekanizmalarını kendi elinde toplayarak 1970 darbesini gerçekleştirdi.

    hafız esad’ın kurduğu bu hükümet 1973 yılında yeni bir anayasa getirdi. bu yeni anayasa halk konseyi denilen seçilmiş bir meclisin oluşturulmasını öngörüyordu. aynı zamanda bu anayasa cumhurbaşkanı’na o kadar geniş yetkiler veriyordu ki halk konseyi formaliteden ibaret kalmıştı. aynı zamanda bu anayasa ile birlikte ‘’cumhurbaşkanı müslüman olmalıdır.‘’ ibaresi kaldırıldı ancak halktan çok büyük tepkiler alan esad, bu ibareyi geri koydurmak zorunda kaldı ve bunun peşinden gidip bir şii ulemasından ‘’aleviler müslümandır ‘’ fetvası alarak kendi yerini sağlama getirmeye çalıştı. böylelikle günümüze kadar sürecek olan esad dönemi başlamış oldu.
hesabın var mı? giriş yap