• cumartesi günü kuzenimle telefonda konuşurken; ikimizin de çok sevdiği fakat mücbir sebeplerden ötürü birkaç aydır yüz yüze görüşemediğimiz, ortak bir arkadaşımızın pazar günü doğum günü olduğunu hatırladık. hay allah nasıl yapalım, ne edelim derken, birden aklımıza onun cumartesi gününü gezmeye, pazarı ise tamamen yatışa ayırdığı ve pazarları neredeyse dışarı hiç çıkmadığı geldi. tamamdır işte bu, nefis bir fırsat! o halde sürpriz zamanı; özlemimizi allar pullar, bahanelere sarar, işi tesadüfe bağlar "geçerken uğradık" der, böylelikle eve kendimizi kolayca atarız diye sözleştik. pastamız, çiçeğimiz ve seveceğini düşünerek aldığımız hediyelerle birlikte yola çıktık. ve nihayet, akşama doğru arkadaşımızın yaşadığı mahalledeydik.

    bizi hemen fark eder ve yapacağımız sürpriz bozulur diye arabayı evden biraz ilerde bıraktık. çiçek, pasta ve diğer torbalar elimizde, tıpkı sürpriz yapan diğer insanlar gibi havalı havalı yürümeye başladık. o da ne? daha bir iki adım atamadan, hayli irice iki sokak köpeği hırlayarak üzerimize doğru atıldı. ilk başlarda saf saf "canım benim ya, ne sevimliler değil mi?" diye düşünüyorken, ilerleyen dakikalarda onların niyetlerinin hiç de sevimli olmadığını anladık. ikisi de yatışmaz, deli bir öfke içindeydiler. birden neye uğradığımızı şaşırdık. birbirimize "çabuk kaç, hemen koş!" demekten başka bir şey yapamadık. en son elimde bulunan çiçeklerle yaptığım geri püskürtme çabam yanıt verdi ve böylece biraz gerilediler. çok şükür kolu, bacağı eksiltmeden kendimizi evin dış kapısından içeri attık. vallahi elimizdeki torbalara mı, çiçeklere mi yoksa bize mi sinir oldular bilmiyorum, orasını tam anlayamadım. ama gerçekten çok korkutucuydu.

    neyse efendim, ben önde kuzenim arkada eve doğru adım alırken, birdenbire paldır küldür bir şeyler oldu. arkamı dönünce ne göreyim? kuzenim yerde boylu boyunca yan yatıyor ve bir dizi kan içinde. giriş merdivenlerinden hemen sonra gelen küçük seti fark etmediği için takılıp pat diye yere yığılmış kızcağız. onu yerden kaldırdım, bahçenin kenarında bir bank var oraya oturduk, dizini filan sildi. biraz soluklandık. ardından ben kapıya geçtim. haliyle kapı açılsın diye zile basıyorum; zile basıyorum, basıyorum, bir, iki, üç, dört.... artık kaç defa bastığımı hatırlamıyorum. fakat lânet olası zil sessizlik yemin etmişcesine nedense bir türlü çalmıyor. bu arada hâlâ arkadaşımızı telefon ile aramamak konusunda ısrarcıyız. neden? çünkü yapacağımız sürprizi bozmak istemiyoruz.

    ev apartman dairesi değil. öyle olsa sağında solunda bir komşusu ya da görevli biri filan olur ve bir şekilde bilgi alabilir insan. ama bahçe içinde müstakil bir ev olduğu için bunlar imkansız seçenekler. ben ümidimi kaybetmeden sağa döndüm, sola döndüm, sonra evin arka tarafına geçmek için bakınıyorken bunun sesini duydum. biriyle konuşuyor gibi "hay allah, ya misafiri varsa?" diye düşündüm. arka bahçeyle aramda yüksekçe bir duvar var ama boyum kâfi gelmediği için ardını göremiyorum. duvarın önünde dekoratif amaçlı yapılmış eğreti konulan rengarenk çitler var bilirsiniz, hani bir çocuk bile yerinden kolaylıkla çıkarabilir. öyle emaneten duruyor. o an cesaret iksiri içmiş gibi dedim "ben bunlara çıkarım ya" hay çenem tutulsun. bir ayak, derken ikinci ayak ve ben hop çitlerle birlikte sırtüstü yerdeyim. taze su yemiş çim ve toprak kokusunu derinliğine hissettim. saçlarım başta olmak üzere, her yerim çamur içinde kaldı. zar zor ayağa kalktım. kolumdan sıcacık bir şeyler süzülüyor, baktım sağ dirseğim epey bir sıyrılmış, inceden kanıyor. kolumu tutarken, çitlere güvenmekle hata yaptığımı anlıyorum. bu arada benim cesur hamlemi izleyen kuzenim dizinin acısını unutmuş bile. benim halime gülmekten kendini alamadığı için neredeyse banktan düşmek üzere.

    "dağıttığını, toplamak gerek" mantığıyla çitleri yerden aldım, yine olduğu duvar dibene dayadım. kuzene dönerek "hadi kalk artık hemen gidelim, bu rezil halimizi nasıl açıklarız?" dedim. sonra neyimiz varsa yanımıza aldık, tam demir kapının önündeyken bizim letafet arkamızdan seslendi. "hey! doğum günümü kutlamadan nereye gidiyorsunuz?"
    meğer bu hatun kişisi evin güvenlik kamerasından bizim bahçede yaşadığımız tüm rezilliği, elinde kahvesi ile canlı yayın olarak izlemiş. bir de pişkin pişkin "iki sakarı izlemeye doyamadım vallahi" diyor kahkahalar içinde. gülmeyi bırakıp konuşmaya geçtiği saniyelerde "ay siz bana doğum günü sürprizi mi yapacaktınız, yerim ben sizi" demez mi. dedim "hay ben senin doğum gününe de, bizim yapacağımız sürprize de ......"
    sonra efendim bu tuttu kolumuzdan bizi eve götürdü. güzelce bir yıkanıp temizlendikten sonra, sağ olsun üzerimize giyecek bir şeyler de verdi. ve nihayet, o görmek için uğruna çamurlara bulandığım bahçede, onca arbedeye rağmen mucizevi bir şekilde bütün kalmayı başaran doğum günü pastasını kesti. sonrası sohbet ve muhabbet..
    "en kötü günümüz böyle olsun" temalı bir günü de böylece hep birlikte geride bırakmış olduk. son olarak diyeceğim o ki; birine hoş bir sürpriz yapmadan önce, karşılacağınız tatsız sürprizlere de hazırlıklı olmakta fayda var.
  • hayatımda en unutulmaz olanlarından birini bundan takriben 32 sene önce babam yapmıştı.

    aylarca vitrinde baktığım, her geçişimizde fiyatını sordurduğum bir bebek vardı. öyle alelade bir oyuncak bebek de değil, o ara eskişehir'e yeni açılmış olan meşhur italyan bebek mağazasının* vitrin mankeni olarak getirtilmiş, acayip gerçekçi, yaklaşık 3 aylık bebek boyutlarında ve görünümünde bir bebek. bir tane zenci var, bir de beyaz var. beyaz olanı bu. mağaza sorumlusu kadın satılık olmadığını söylemişti önce, sonra da korkunç bir fiyat vermişti. paraya kafam basmıyordu, çok küçüktüm ama anladığım kadarıyla alınabilir bir şey değildi. rüyalarıma giriyordu, baya kara sevda çeker gibi ağlıyordum düşünüp düşünüp. son bir kez daha geçerken babama "fiyatını sor belki ucuzlamıştır" dedim. babam bağırdı "sormuyorum da almıyorum da, yeter artık" diye. eve gelene kadar sümüğümü çeke çeke, içli içli ağladım, kafamdaki hayalle de vedalaştım artık olmayacağından kesinlikle emin ve umudumu yitirmiş olarak girdim eve.

    o gün akşam üstü babaanneme gelen kömürleri taşıyordu üzerinde tulumla, sonra bir ara eve girdi, üzerini filan değiştirmeden çıktı, sonra yok oldu. annem "nerede bu adam, yemek vakti nereye kayboldu üzerinde tulumla" derken çıktı geldi elinde kocaman bir poşetle. bak bakalım ne var bu poşette dedi. herhalde o poşetin içinde o bebeğin fırfırlı şapkasının ucunu gördüğümde yaşadığım şaşkınlığı ve sevinci ölene kadar unutamam.

    ben o bebeğin fiyatının, babamın maaşının yarısından fazla olduğunu yıllar sonra öğrendim.
  • hani doğum günleri vardır, kimse hatırlamaz ama eve bir gelirsin ki sürpriiiiz, ya da yıldönümleri, ya da kabotaj bayramları gibi. aslında severim sürprizleri, hazırlamayı da. iyide hazırlarım, hayatta açık vermem. sadece organizasyonda değil, hediye konusunda da sürpriz yapabilenlerdenim, ayrıntılara dikkat ettiğimden herhalde. hani seni seviyorsam, çok istediğin bir şeyi alakasız bir zamanda bana anlattıysan ve elimden geliyorsa hiç beklemediğin bir anda karşına çıkartabilirim. bunu da büyük bir mutlulukla yaparım, hiç karşılık beklemedim şimdiye kadar ama düşününce evet bana hiç böyle bir sürpriz yapan da olmadı. hiç beklemediğim zamanda istediğim bir şeyi bana getiren (ki burada maddi olmayan şeylerde var, hatta çoğunlukta), benim için bana hiç çaktırmadan organizasyon düzenleyen olmadı. bazen öylesine zamanlarda çiçek alan insanlara imrenirim… biri de bana alsa diye... yani bana bir çiçek alsanız ne mutlu olacağım, hatta para verip almayın, şimdi masraf olur, yan bahçeden koparın o da yeter be… ama beklemediğim insanlardan gelen doğum günü kutlama mesajları sürpriz gibi geliyor bana, mutlu oluyorum. sürprizler güzeldir, insana kendini iyi hissettirir, değerli hissettirir, bana yapmasanız da ben size yapacağım, hem de hiç beklemediğiniz zamanlarda.

    ya bu an gitsin
    tortusu yerinde kalsın

    ya da dursun
    anlamı bizde kalsın
    (bkz: özdemir asaf)

    edit : bu gece ilk gerçek sürprizimi yaşattılar bana, üstelik bırak buraları*sosyal medyayla hiç alakası olmayan insanlar tarafından*. bildiğin mala bağladım, duygulandım, şaşırdım... seviyorum lan sizi dedim...
  • teoman'ın eskiden cidden cok guzel sozler yazdığına bir ornek teşkil edecek $arkı.

    muzigi ile butunle$mi$ olması, insana her dinlediğinde ayrı ruh haline goturen muthi$ parca.
  • kötü olanına sürpriz denmez, siktir denir.
  • teoman' ın ince hüzün ve biraz umut içeren, ya da bana öyle gelen şarkısı. dinleyince aptal bir sırıtma oluşur yüzümde. sözleri gerçektir, çok güzeldir...

    derler ki , bir yerden sonra
    acımaz daha fazla
    zaten aşk kötü bir şaka
    anlamaya çalışma
    her güzel sey bitermiş
    aşk nedensiz sevmekmiş
  • bir yerden sonra daha fazla acımaz diyor ya sözlerinde, haklı.
    niye acımıyor bilinmiyor, şalterleri indiriyor olsa gerek insan.
    iğnenin batacağını bildiğin zaman sıkarsın ya kendini, onun gibi.
    enteresan bir ruh hali. sadece birkaç damla yaş. hepsi o. o da hatırı kalmasın diye belki de.
  • bana hep olabilecek en güzel ilişkinin diyalogu gibi gelmiştir bu şarkı kadın ve erkek arasında:

    erkek:
    ne güzel sürpriz bu böyle
    hoş geldin
    boşver çabalama, konuşmak zorunda değilsin
    hem hareketlerinden,
    küçücük mimiklerinden kalbini okurum ben.

    kadın:
    bütün gün yataktaydım, yüzümde yastık izi
    seninse geçmişinde binlerce ağır yenilgi
    çok şaka yaptıysam
    aslında korktuğumdan
    beni zaten tanırsın sen...

    sonra ama o tatlı çalgı sesleri gider, o sütlü çikolatanın yerini bitter alır bir anda bozulur huzur...

    derler ki , bir yerden sonra
    acımaz daha fazla
    zaten aşk kötü bir şaka
    anlamaya çalışma
    her güzel sey bitermiş
    aşk nedensiz sevmekmiş

    hep kızardım bu kadar güzel bir aşk şarkısını neden bu nakaratla bozmuş diye teo'ya ama belki de o önceden anlamıştır, her güzel şey bitmek zorundadır... belki de nedenli sevmişizdir, kötü bir şakayızdır...
    ama teselli mi bilinmez, bir yerden sonra acımayacak merak etme..
  • tekerleme gibi şarkıları oldum olası seven lanet olası kulaklarımın nakaratını sevdiği şarkı... n'apalım, demek gülban argan şarkısı sevmek de varmış kaderde...

    bu arada eklemeden geçemeyeceğim: "bir kibrit çaksana" bölümü gerçekten iğrenç... "yıldızlar kayarken bize" kısmına ise hiç girmiyorum...
  • şahsımca biraz geç farkedilmiş, önce sözleri itibariyle pek sevilmiş, teoman şarkısı.
    her dinlediğimde garip bir şekilde, içindeki suyu akıtıp, bomboş kaldıktan sonra tıpası yerine yerleştirilmiş küvet aklıma geliyor.*

    "her güzel sey bitermiş
    aşk nedensiz sevmekmiş"
hesabın var mı? giriş yap