• dayanmaktır - katlanmaktır - kaldırmaktır. ama asla ve alsa hoşgörmek ile karıştırılmaması gereken bir kavramdır. bazı insanlarda tahammül sınırı geniştir, sabrederler, bu hoşgördükleri anlamına da gelir. ama hoşgörülen her şeye tahammül edilecek diye bir şey yoktur. hoşgörürsün ancak senden uzakta olmasını istersin. özellikle etrafımızdaki salak insanlar için bu böyledir. canım yaa, iyidir ama mümkünse görüşmeyelim, tahammül edemiyorum zira dersin. tahammül etmek esasında biraz da ümit olduğunun göstergesidir, acaba düzelecek midir? acaba geçici bir dönemi midir? tahammül edemediğiniz şeyin tanımı eksiz olarak varsa ve kişi bu "şeyi" taşıdığını artık kuşkuya gerek kalmayacak şekilde ispatlamışsa şu şarkının çalması an için uygundur: "eline gözüne dizine dursun".
  • övündüğümüz vasıflarımızın başında gelen hoşgörünün uygulamada sıklıkla dönüştüğü eylemdir. şöyle ki, aynı güneşin altında ısınıp, aynı toprağın kollarında sonsuz uykularımıza daldığımız ama bize benzemeyen, bizim gibi düşünmeyen, bizim gibi inanmayan, kısacası bizim gibi olmayana karşı beslediğimizi iddia ettiğimiz duyguların çoğu zaman tahammülden ibaret olmasıdır. "babamın en yakın arkadaşı da x'dir", "benim çok y arkadaşım var", "z'ler iyi insanlardır", "a yapmak b ise, biz de b'yiz o zaman" gibi durumu kurtaran, gerçek düşünceyi perdeleyen, "ben çok hoşgörülü bir insanım" savıyla söylenmiş cümleler bu hissiyatla ilgili en tipik söylemlerdir. hoşgörüden ziyade tahammül olduğu ise, en ufak kızgınlık anında, en küçük sabır taşkınında, ilk bulunan aynılık/çoğunluk ortamında açığa çıkan tepki ile anlaşılır. teşhir ederek ötekileştirme ve karalayarak öcüleştirme en kolay ve en çok başvurulan tahammülsüzlük ve onun beraberindeki cezalandırma yöntemidir.
  • yanlis anlasilan bir davranis bicimidir cogu zaman. hosa gitmeyen seylere bile sabir göstermek, karsidakini kirmamaktir.
    onun icin bu davranis, istedigini yapabilecegi ve tahammül eden kisinin her seye ragmen, onu asla birakmayacagi anlamini tasir, bu yüzden yanlis anlasilir.
    tahammülün tükendigi noktada bir daha geriye dönüp bakilmaz, ki onca zaman tahammül edilen kisiyi sudan cikmis baliga cevirir bu durum.
    sizi yanlis tanidigini düsünür, herseye "tamam, peki, uzatmayalim, kirmayalim birbirimizi" diyen birinin, bir noktadan sonra neden cekip gittigini anlayamaz.
    o zanneder ki, siz onun her yaptigina tahammül etmek icin varsinizdir, siz ise sevdiginiz icin, elinizden gelen her seyi yapmaya hazir oldugunuz icin, sabirli bir yapiya sahip oldugunuz icin idare edebileceginizi düsünürsünüz. idare edemeyeceginizi anladiginiz anda da bu güzel özelliklerinizi, degerini anlamayacak olan insanlar icin kullanmak ve vaktinizi bosa harcamak istemezsiniz. bu da "tahammülün bir sinirinin" oldugunu kanitlar.
  • hayatımın neredeyse iki yılını tahammül sınırımı arttırmak, sabrımın hudutlarını en tepelere çıkarmak, kabul edemediğim/etmediğim şeylere katlanmak için harcadım.
    çünkü genel olarak sinirlilik hali beni ince ince bitiriyor, hayatımın gidişatını bozuyordu. ben de felsefeye yöneldim, zihnimi boşaltmanın yollarını felsefenin derinliklerinde aradım. çok kıymetli filozofların önce en önemli eserlerini, sonra da kıyıda kalmış eserlerini okudum ve işe yaradı. tabi sadece bu da değil, iç huzurumu sağlamam da etkili oldu.
    çok ekstra haller dışında sinirlenmiyorum bile. çok ekstra haller de şunlar:

    • türkiye'de ve dünyanın çoğu yerinde deşarj organizasyonu olan futbol maçları
    • istanbul trafiği
    • şahsıma yersiz suçlama

    kısaca şeytanlarımı içime topladım, dışarı çıkarmıyorum diyebilirim. yıllar sonra bugün ilk kez tahammül edemedim. tam anlamıyla. baktım kendimi kontrol edemeyecek raddeye geliyorum, ortamdan dışarı attım kendimi.

    arkadaşlar ne garip insanlar var yav. az kalsın küfür kafir olup üstüne atlayacaktım, o kadar kaybediyordum kendimi. afedersiniz, "lan dalyarak bize ne? biiizeee neeeeee?" dememek için zor tuttum kendimi.

    şu toplumda zaten zar zor yaşıyoruz. yarına çıkacağımızın garantisi yok. ölüm en alakasız yerde gelip bulabilir bizi. bu kadar zorlu bir toplumda böyle itliklere* ne gerek var? ulan sus da adam sansınlar be.

    çok doldum, kimseye de anlatamadım. içimi döktüm, beğen geç, yorum yapma...
  • bazı insanlara tahammülüm olmasa da mecburiyetten katlandığımı düşünmeden edemiyorum. insan olan sorar nerden geliyo bu mecburiyet diye? sevdiğim insanların sevdikleri kişiler olarak karşıma çıkıyorlar genelde, hal böyle olunca da çocukluktan oluşturmaya başladığım o çizgilerin üstünü karalayarak devam etmek durumunda kalıyorum her ne kadar bu durum hoşuma gitmese de. çünkü sevdiğim insanların mutluluğu kısmı daha koyu kalemle yapılmış bi' çizgi onu karalamak diğerlerine göre daha zor.
  • çoğu zaman mecburiyetten olmuştur benim için
  • katlanmak, sabır göstermek, dayanmak.

    "hiçbir sanatoryumun onu iyi edeceğine kesinlikle inanmıyorum. bu korkusu olduğu sürece hiçbir zaman sağlıklı olmayacak max. hiçbir ruhsal yardım da bu korkunun üstesinden gelemez* çünkü korku yardım alınmasına* da engel oluyor. bu korku sadece bana yönelik değil, arsızca yaşayan her şeye karşı var, mesela ete de. et o kadar çıplak ki onu görmeye bile tahammül edemiyor. o zaman ete karşı olan bu tiksintisini gidermeyi başarmıştım. ne zaman bu korkuyu hissetse, gözlerimin içine bakar, birimizin ayağı incinmiş ya da nefesimizi tutuyormuş gibi bir süre beklerdik ve o sürenin sonunda korkusu geçerdi." milena jesenska - briefe an milena (max brod'a, 1921)
  • hamal kelimesi ile ayni kökenden gelir, başkalarının duygularını, içerik bakımdan negatif duygularını, sırtımızda taşımaktır, başkalarının negatifitesinin hamalliğini etmektir.
  • tolere ettiğimi düşündüğüm şeylerin içimde hiç küçülmeden kaldığını, ve ufacık bir cümleyle alevlendiğini görmek, tahammül etme yeteneğimin tamamen kaybolduğunu farketmemi sağladı. bir anda olmuyormuş böyle şeyler. yavaş yavaş, insanı içten içe zehirleyerek oluyormuş.
    bir cümle, bir ima, geçmişe dair bir anı, ufak bir şaka canlandırıyormuş kül haline getirdiğine inandığın acılarını.
    neden tahammül eder insan sahi?
    aşk, sevgi, fedakarlık, güçsüzlük, mecburiyet, aile bağları, saygı..?
    ve en sevdiklerine bile nasıl tahammülsüz hale gelir insan? izi silinmeyecek acılar bıraktıkları için mi, veya asla eskisi gibi olamayacağınızı farkedince mi?
  • kavga edilen bir evde büyüdüğüm için, tahammül etmenin bir sevgi yolu olduğunu kodlamıştım. farkında bile olmadığım bu yanlış kodlama, ilk kez aşık olduğumda, bizzat aşık olduğum kişi tarafından çürütülmüştü. ben sevgiyi yine her şeye rağmen gibi bir tanımla anlatmaya çalışırken araya girip, asıl tahammül etmek zorunda olmamaktır sevgi demişti.

    üstünden on yıldan fazla geçti, bir an bile unutmadım bu doğru tanımı. çünkü beni şu hayatta en çok etkileyen şey, doğru kurulmuş bir cümledir. bütün ışıklar, şimşekler yanmış, patlamış, ortalık yüksek sesli bir şekilde aydınlanmıştı. evet yahu, sevgi denen şeyin içinde tahammül olamazdı. tahammül ederek sevdiğin şey sevdiğin değildi. sevmeye çalıştığın belki, ama sevdiğin değil. o çalışma da kim bilir senin içine toplum mu, aile mi, çevre mi, kim tarafından çakıldığı meçhul çivilerdi.

    fedakarlık yapmak, bir şeylere katlanmak, sonunda mutluluk olacak diye o anki mutsuzluğa katlanmak... en kötüsü birini sevmeyi, yaptığın bu fedakarlık sanmak. fedakarlıklarının toplanıp senden birine giden yol olacak sanmak. halbuki yersizce verdikçe kendinle arandaki köprüleri yıkmak. belki birilerinin edeceği densiz birkaç yargıdan korktuğun için, belki başka türlüsünü bilmediğin için, belki maddi ya da manevi kaygılar için yakasına tahammül iliklenmiş umutsuzluklardan kurtulamamak.

    geçenlerde bir şey duydum kanım dondu; tanıdığım birine eşi, biraz zayıflasan ben de seni arzularım belki demiş. düşündüm şöyle bir, bir insanın zamanı daha fazla nasıl ziyan olabilir, bir insanın vakit kaybı daha fazla nerede yaşanabilir. katlandığımız şeylere bakar mısınız, duymayı kendimize reva gördüğümüz şeylere. muhtemelen bu bilmeden yaşanıyor. yani orada, arzulanırım belki umuduyla kilo vermeye çalışan kişinin yaptığı şeyin saçmalığından haberi yok.

    peki soruyu beklenen yerden değil de tam tersinden soralım, kendisini arzulamayan biri ile insan neden beraber kalır demeyelim de eşini arzulamayan biri neden hala onunla birlikte kalır diyelim bir de. bu da tıpkı diğeri gibi bunu neden yaptığının farkında değil belki de. öyle ezber bir yerden yapılıyor ki yaşamın en önemli konuları. o kadar çok insan, biriyle neden beraber olduğundan, neden beraber olmaması gerektiğinden, gerçek bir ilişkiyi var eden dinamiklerden habersiz yaşıyor ki. her türlü insan ilişkisinde hem de. öyle yanlışları normalize etmiş ki.

    sevgiyi şu bu sanarak karşısındakini incitmek ya da onun tarafından sevgiyi yine şu bu sanarak incitilmeyi katlanılması gereken bir sevgi fedakarlığı sanmak ve dahası. bana kıyısından döndüğüm kişiyi hatırlatıyor, ben de böyle olabilirdim biliyorum, hatta oldum belki bir zaman onunla yüzleşiyorum. neyse ki, bütün yanlış algılarımın doğrularına rastladım. daha aşkın ilk kırıntısında bile bulutlar dağılmaya başlamıştı, gerçek hayat gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. sevmek insanın kendisini tanımasının en zorunlu yolu. kendini tanımak da insanı tanımak için en birincil şart.

    kendini tanıyan, insanı tanır. insanı tanıyan, dünyayı tanır. dünyayı tanıyan da bütün insani yönleriyle gerçek duyguları da gerçek insanları da tanımaya daha yetenkli hale gelir. o zaman bilir neyi yapmak zorunda değil, neyi yapmakta özgür. o zaman bilir, sevgi koşullu bir arzunun karşılığında satılan zaman fedakarlığı değil. şimdi hala birileri tahammül ederek seviyorlar, çünkü henüz gerçek sevginin koşulsuz, kendiliğinden, şüpheye yer bırakmayan sahiciliğini tatmadılar. doğrular daha yaşanmadığı için, yanlışlarda çırpınarak doğruyu arıyorlar.

    benim bakıp yazık oluyor dediğim zamanlarında saatler daha gerçeği göstermedi. ben ne desem de, uyarsam da, öğüt versem de göstermez o saat. ancak insanın kendisi tecrübe eder gerçek sevginin tahamülle olan akrabasızlığını. sevgiye buradan dost çıkmaz. bir cümle, bir şiir dizesi, o kitaptaki paragraf, yeni bir insan, çok güzel bir film repliği ya da ya da benzer birçok şey ama illa ki ya sanat ya insan onlara kimin dost kimin düşman olduğunu gösterecektir.

    tüm herkesin, çocukluk travmalarından, psikolojik şiddetlerden, bozulan algılardan, öğrenilmiş çaresizliklerden, kırarak sevdiğini iddia edenlerden ve kırılarak bedel ödeyip sevgiyi hak edeceğini sanmaktan, kafasında lambaları yakacak cümleye varmasını dilerim.
    bana şimdi korkunç gelen ama onlar için normal olan tüm bu tahammüle gebe şartlı sevgisizlikler, bir araya hiç gelmemesi gereken beraberlikler, sevginin yerini almış zaman hırsızları için doğru cümle illa ki kurulacaktır. bana kurulduğu gibi;

    'tam tersi asıl içinde tahammül etmeyi barındırmayan şeyin adı değil midir sevgi?'
hesabın var mı? giriş yap