• amerika kırsalında geçen, oduncu gömlekli adamların her gün aynı saatte uyanıp, aynı saatte karısı ve çocuklarıyla yaşadıkları izole müstakil evlerine geldikleri ve hayatları boyunca asla uzun cümleler kurmadıkları filmler ilk dakikasından ilgimi çekmeye başlamıştır. izlanda arka planlı filmler için de geçerlidir bu. istanbul gibi bir şehirde yaşayıp dünyada bir yerlerde bu kadar sade yaşamların olabildiğini filmler aracılığı bile olsa hayal edebilmek şaşırtıcı gelir. take shelter tüm bu rutin kasaba hayatı içerisinde her sabah bir fırtına kabusuyla uyanan, riskli genetik mirasa sahip bir "iyi adam" hikayesi anlatıyor bizlere. michael shannon'ın defalarca değinilen sarsıcı oyunculuk performansından sonra beni filmde en çok etkileyen şey sinema dünyasının işlemeyi pek sevdiği psikiyatrik hezeyanlar temasının bu filmdeki anlatım sadeliği oldu. rüya ile gerçeği ayırt edemediğimiz iç darlatıcı sürreal görüntülerle, foley artist'lerin fazla mesai yaptığı anlamsız ses efektleriyle dolu benzer konulu filmlerden en büyük farkı da bu take shelter'ın. karısını ve kızını seven, her gün düzenli işine giden ve böyle yaşlanmayı isteyen bir iyi adamın, ansızın kendisine musallat olan büyük bir fırtına paranoyası nedeniyle önce ailesini tehlikeli sandığı dış dünyadan sonra da kendisini tedirgin edici iç dünyasından kurtarma çabası. filmde sağdık eş rolündeki jessica chastain performansını da göz ardı etmeyelim.

    filmin, amerikan sağlık, bankacılık ve iş sisteminin çarpıklığı, medyanın bir korku toplumu yaratılmasındaki payı ve bu yayınlarla amerikan halkının felaketler konusunda hastalık hastası yapılması, kasaba hayatının acımasızlığı ve farklı olanın derhal dışlanışı gibi konularda da beni düşündürdüğünü söyleyebilirim. senenin izlediğim en iyi filmlerinden.
  • rahatsızlık veren film. michael shannon ve aynı noktaya bakmayan gözleri ile bize içimizdeki delilik noktalarına tek tek baktıran, o kara bulutlu ufka dalıp gittiğinde bize birikmiş endişelerimizi karartıp gözümüzün önünden geçiren bir gerilim filmi. 21. yüzyıl ve modern insan paranoyası ekseninde dönerken bir insanın içini kemiren sıkıntıları ilk elden deneyimlemeye başlıyoruz. bu bağlamda inanılmaz başarılı, ki verdiği sıkıntı da bu başarının kanıtıdır zaten.

    gerilim vermek için büyük canavarların, derin deniz ahtapotlarının ve teenager doğrayan maskeli lavukların gerekmediğini, bir insanın beyninin içinin aslında en korkunç hislerin yatağı olduğunu da kanıtlıyor take shelter. sonu ile ilgi söylenebilecek şeyler mevcut, fakat onu ayrıca irdelemek lazım. sakin evler, gergin köpekler, sondaj makinaları, motor yağı yağmurları, sabunlu eller, ve tüm yavaşça delirenler için gelsin.

    edit: michael shannon'ı bu filmle oscar'a aday bile göstermeyen akademiye kafam girsin.
  • başroldeki curtis'in bilinçdışı vasıtasıyla izleyeni gerim gerim geren bir psikolojik gerilim filmi. tehlikeli bir genetik mirasa sahip bir adamı saplantılı paranoyakça düşüncelerin nasıl kısa bir zamanda esir aldığını, gerçeklikle bağlantısını nasıl flulaştırdığını, dışarıdan bakıldığında "iyi bir hayata" sahip olduğu izlenimi veren aile düzenini nasıl bozduğunu başarılı oyunculuklarıyla oldukça güzel işlemiştir film.

    --- spoiler ---

    filmin sonuyla ilgili herkesin olduğu gibi benim de bir teorim var: (bkz: paylaşılmış psikoz)
    karısının da curtis'in tarif ettiği şekilde "motor yağı" gibi yağan yağmuru deneyimlemesi bana direkt bunu çağrıştırdı.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    paranoid şizofren biriyle 3-4 ay yaşamış biri olarak haddinden fazla etkilendiğim film oldu galiba. filmin son sahnesini izlerken aklıma kendi hastamızın psikiyatristinin dedikleri geldi: "biraz daha aynı evde kalsaydınız sen de bu sanrılara inanmaya başlayabilirdin". ki o doktora zaten etkilenmeye başlamış olduğumu söyleyememiştim. o yüzden o ihtişamlı sona rağmen bir "acaba mı?" geçip gidiyor içimden hâlâ.

    --- spoiler ---

    bunun yanında curtis'in "there's a storm coming!" diye başladığı ve tüylerimi diken diken eden bir konuşma yaptığı sahnede aklıma donnie darko'yu getirmeden edemedim. ayrıca jessica chastain ne kadar şanslı olduğunu biliyor mu bilmem fakat bu sene izlediğim en baba filmlerde bu hanım kızımızı ve o muhteşem yatıştırıcılıktaki sesiyle güzel yüzünü gördüm. eskiden ne yapardı ne ederdi bilmem ama sırf o muhteşem ses tonunu duyduğum an "aaa bu o kız" diyebiliyorum artık.

    değinmeden geçemeyeceğim bir şey daha var. brad pitt'in oyunculuğunu çoğunlukla beğenmişimdir ama moneyball'u mecburiyetten ötürü birden fazla izlemiş biri olarak, filmde oyunculuğuna dair aman aman bir şey dörmedim. bugüne kadar pek çok filmde çok iyi işler çıkarmıştır mutlaka fakat moneyball'daki performansında oscar adayı olabilecek düzeyde bir şey yoktu. bunun yanında, ağzım bir karış açık izlediğim michael shannon'ı adaylar arasında görememek içimi parçaladı filmden sonra.
  • bizlere oscar denen şeyin ne kadar adaletsiz ve gereksiz olduğunu gösteren filmdir. 1 milyon dolarlık bütçe ile bir başyapıt nasıl çekilir bunu görüyorsunuz. michael shannon'ın oscarlık performansı ile aday bile olamaması ve gerçekten büyük aktör brad pitt'in çok fazla zorlanmadan oynadığı moneyball filmindeki rolü ile bu adaylıkta yer alması, oscar adaylarının hangi odunlar tarafından belirlendiğini sorgulattırıyor. jessica chastain'in oyunculuğu ise ayrıca bir konu başlığı. filmin oyunculuklar konusundaki üstünlüğüne, kurgu, ses, ve senaryonun işlenişi detaylarındaki başarı da eklenince ortaya büyük bir yapıt çıkıyor.
  • daha kısa olsa tadından yenmeyecek film. zira sıkıcı olduğu için demiyorum, aksine insanda yaratılan huzursuzluk filmin sonunu öyle merak ettiriyor ki, ileriye sarıp sonunu görme istediği uyandırıyor..

    --- spoiler ---

    bana kalırsa filmin sonunda gerçekten fırtına kopuyor. olayın paylaşılmış psikotik bozukluk olma ihtimali yok gibi. şu açıdan yok, kadının delirmesini anlarım. yani etkilenerek o da psikoz olmuş olabilir.. ama filmin sonunda ilk tepkinin çocuktan gelmesi bizi gerçekliğe götürüyor. zira kız olan bitenden habersiz. çünkü kız sağır. babasının yaşadıklarını görüyor ama olan bitenin ne olduğunu tam olarak algılayamıyor. algıladığı kısmıyla da kızın psikoz paylaşma olasılığı çok düşük. eğer filmin sonunda kızdan bir tepki gelmeden adam tribe girse, kızı kucaklasa, sonra kadında tribe girse bu varsayım doğru olabilirdi. ama küçük kızın sağır oluşu bana kalırsa tüm ailenin delirdiğine değil gerçekten fırtına koptuğuna delalet..

    bu arada adamda paranoid bozukluk olabilir. onu inkar etmiyorum. ama adamı o noktaya bir gerçeklik sürüklüyor. yani adam filmin başında gerçekten bir takım fırtına belirtileri görüyor ve takıntısı böylece gelişiyor..

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    fırtına geliyor dedim dedim inanmadınız, bakın ne oldu şimdi.

    --- spoiler ---
  • oldukça dolu bir film. hareket var, heyecan var, gerilim oldukça var.

    bu tarz filmleri sevenlerin oldukça hoşuna gidecektir.
  • --- spoiler ---

    sonuyla ilgili teoriler muhtelif, hepsi de mümkün. ancak ben en basit ve sade olanını tercih ediyorum kendimce.
    ezcümle; sahil evine gidilmiştir ve fırtına gerçekten gelmiştir. adamımız deli değildir sadece fırtınayı önceden hissetmiştir*.
    benim endişem gittikleri yer evlerine ne kadar uzaktadır, yetişebilecekler mi sığınaklarına.

    --- spoiler ---
  • eleştirel bir yanı var bu filmin;genel anlamda sağlık,çalışma sistemleri,aile bağları,klise ye bağlılık yani sıradan bir amerikalı yasamı....çalış,kliseye git köpek bak aksamları bira içerken hayatı sorgula.. sağlık sigortan herşeyindir kaygısı değil curtis in şizofrenisi kaygılandırıyor bizi;diğer kaygılarını curtis gibi göz ardı ediyoruz,sistem carklarının bozukluğunu curtis gibi bizde normalleştirmişiz; asıl kaygılanmamız gereken deliliğimiz çünkü delirirsek arkadaslarımız sosyal çevremiz bizi kabul etmez...curtis e kabul ettiren söyleten o kaygı değilmiydi beni ne zaman bırakacaksın cümlesini kurdurtan,hepimiz düşündük aslında tokatla birlikte gelmesi gereken terketme duygusunu.... hastalıktan daha önemlidir hastalıklı kaygılarımız olan sosyal hastalığımız...bir kucaklama herşeyi halledebilirdi oysa herşeyi...spesifik olarak ise insanın öncelikli ve güçlü içgüdülerinden koruma korunma yı sistemin nasıl da kolaylıkla yönetebildiğini, bu iç güdüleri insanın sınırda gezen davranışlarıyla deliliğin o ince noktalarında anlatabileceğini göstermiş filmdir,bunu göstermede michael shannon ın üstün oyunculuk sergilemesinin çok büyük katkısı var mutlaka...ayrıca onların sığınak anlayışı sanırım bizde kiler yapma kaygısı..biz sıgınakta yapsak onu kilere ceviririz mutlaka..içgüdüsel farklılık yada öncelik sıralaması olsa gerek. kiler,sığınak,wc değildir önceliğimiz oysaki,kapıyı actıran bitti dedirten güçtür o...

    doyasıya bir kucaklaşma aslında herşeyi halledebilirdi...

    --- spoiler ---

    bence bir adama yapabileceğin en iyi iltifat;onun hayatına bakıp,iyi olduğunu söylemektir.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap