• türkçede "bilmek" anlamına gelen tanımak, eski türkçede "konuşmak" anlamına gelen tanu- fiilinden kopup gelmiş.

    konuşmanın da komşu kelimesiyle akrabalığı var.

    yani önce komşu olmak: aynı havalinin, aynı flora ve faunanın adamı olmak. bunu sadece fiziksel mânâda düşünmeyelim. aynı frekansın adamı: havanın, suyun, coğrafyanın, tarihin, kültürün talim ettirdiği benzer hassasiyetlerin, duygu ve düşüncelerin, yaşanmışlıkların, hatıraların adamı olmak. "aynı cins kuşlar birlikte uçarlar" komşuluğu.

    sonra konuşmak: kelimenin kökenine göre, hakiki bir konuşma faaliyeti ancak komşular arasında olabilirmiş. zihindeki kavram ve imgelerin elbiseleri olan sözcükler, ancak o elbiselere aşina kimselerce doğru giyilebilirmiş. bir eskimo için mayo, bir bedevi için de leken bir anlam ifade etmezmiş. ne kadar anlatırsan anlat karşıdakinin anlayacağı kadar imiş.

    nihayetinde tanımak: komşu olmak, konuşmayı başarmak ve tanımak... evet, tanımağa çok uzun yoldan geldik. [bir de şıp diye tanımak var, ona kalbin tanıması demiş büyükler. kalbin tanı koyması: "ezelden ebede tanıyorum." kalbin tanı koyabilmesi demek, insanın kalbini, buyruklarını duyabilecek kadar iyi tanıması demek. tabii bu tanımanın everest'i olsa gerek.]

    tanımak, insan hayatının en önemli faaliyeti görünüyor. insan ömrü tanımakla geçiyor. önce ana babayı, aileyi, çevreyi, okulu, arkadaşları, bir sürü farklı yaşantıyı ve kendini...

    bir şey tanımadan sevilebilir mi?
    sanırım hayır. çoğunluk tanımanın imkânsızlığından dem vurmuş. o zaman sevmek de mi imkânsız? şiirle söylersek, sevmek de imkânsız sevmemek de... nasıl, bilmiyorum.

    tanımak için emek ve zaman harcamak, özen göstermek şart. öyleyse birini, bir şeyi tanımak arzumuzda, aslında onu sevmek arzumuz var. belki henüz ortada "sevgi" yok amma "içeriden gelen kuvvetli bir sevme isteği" var ve bu uğurda yapılan fedâkârlık var. içeriden geleni dışarıya çıkarabilmek... kendinden vermek, kendini vermek, kurban, yakınlık...

    biri için nefsimizden ne kadar kurban edersek, o kadar yakınlaşırız.
    yakınlaşmak, komşu olmak, konuşmak, tanımak ve sevmek...

    marifetullah, varlıkbilimi, ontoloji; yani allah'ı, varlık'ı bilmek/tanımak: insanoğlunun dünyadaki yolculuğunun sebebi. muhabbetullah, varlık sevgisi de ancak marifetullahın; insanın var oluş bilgisinin sonucu. sevgiden sevgiye olan bu yolculuğun anahtar eylemi bilmek/tanımak...

    tanımanın dönüp dolaşıp geldiği yer, kendini tanımak... kendini tanımanın en güvenilir yolu, aynaya bakmaktır. ayna, ötekidir. bütün bu birbirine dönüşen eylemler ışığında, birilerini gerçek anlamda tanıdığımız vakit kendimizi tanırız sonucuna varırız. "nefsini bilen rabbini bilir" ve "birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız" bingo! resulullah'ın beyan ettiği bu iki hakikati aynı potada düşünmenin gereğini kavrarız.

    bir ormandan ilk kez geçtiğimizi hayal edelim. bariz farklılar dışında her ağaç gözümüze aynı görünür. ikinci, üçüncü geçişimizde tonları ve formları fark etmeye başlarız. ormanı tanıdıkça formlar da farklılaşmaya, ağaçların kendine has özellikleri ortaya çıkmaya başlar. her ağaç bir ferdiyet kazanır. birkaçıyla özel bir münasebet bile kurarız, konuşuruz, sarılırız. sonunda o ağaç, bizim için "the ağaç" olur. "the ağaç", bizim ağaç olarak formlanmış hâlimizdir. fikrimiz, sözümüz, huyumuz, eğilimimiz, zevkimizdir o ağaç. aynamızdır.

    gelin tanış olalım
    işi kolay kılalım
    sevelim sevilelim
    dünya kimseye kalmaz

    yunus emre
  • ---bir kimse hazret-i ömer’in yanında başka birinden övgüyle bahsediyordu. ömer (ra):

    “–onunla hiç yolculuk, komşuluk veya ticaret yaptın mı?” şeklinde sualler sordu. adam her seferinde “hayır” cevabını verince hazret-i ömer:

    “–allah’a yemin ederim ki sen onu tanımıyorsun.” buyurdu.--- (gazali, ihyâ, ııı, 312)
  • mutlu: nice to meet you!

    mutsuz: kimseyi tanıyamıyorum!

    suçlu: kimseyi tanımıyorum!

    korkak: ben kimseyi tanımıyorum!

    yalniz: kimse beni tanımıyor…

    komik: ben bunu tanıyorum!

    bezgin: sen tanımazsın.

    sinirli: tanıdık tanımadık kim varsa!!

    sosyalist: tanımalısın.

    kapitalist: kesin tanımalısın!

    faşist: tanıyacaksın ulan!

    anarşist: tanımıyorum ulan!

    pragmatist: gerekirse tanırım?

    mizikçi: niye ben tanıyorum?

    filozof: niye tanıyoruz ki?

    alim: niye tanımıyorsunuz?

    peygamber: “niye tanımıyorlar?”

    mağrur: tanımıyomuymuş!

    mağdur: tanımıyomuş…

    polis: tanıyomuş.

    kıskanç: doğru tanı!

    cerrah: yanlış tanı.

    astronot: tanımlanamadı.

    ukala: kralını tanımam!

    sapik: tanışalım mı?!

    huysuz: tanımam etmem!

    umursamaz: tanıma!

    hain: tanımayın… tanımayın… tanımayın siz....

    bakire: daha seni tanımıyorum!

    fahişe: daha beni tanımıyorsun…
  • bir dizi çarpıtıcı prizma bir başkasını tanımamızı engeller. önce, imge ve dil arasındaki engel var. zihin imgelerle düşünür ama bir başkasıyla iletişim kurmak için imgeleri düşüncelere, sonra da düşünceleri kelimelere dönüştürmek zorundadır. imgeden düşünceye, düşünceden dile doğru bu ilerleyiş ihanetlerle doludur. kayıplar olur: imgenin zengin, yumuşak dokusu, olağanüstü esnekliği ve yoğurulabilirliği, özel nostaljik duygusal renkleri -tümü, imgenin dile tıkıştırılmasıyla kaybolup gider. bir başka neden de neleri açığa vuracağımız konusunda seçici oluşumuzdur. "gerçek" olanına hiçbir zaman yetişemeyecek oluş... tümüyle tanımaya bir diğer engel de paylaşan kişide değil, paylaşanın izlediği sırayı tersine çevirip dili imgeye -zihnin okuyabileceği metne- tercüme etmesi gereken öbür kişide, tanıyanda bulunur. alıcının imgesinin göndericinin özgün zihinsel imgesine uyması çılgınca olanak dışıdır...
  • tanıtmakla karıştırılır genelde..
  • limitin sonsuza gittiği yerin bir öncesi.
    bir duraktır hakeza.
  • bir insanin hayatinin tum karelerini, onun baktigi gibi gorebilmek.

    o kadar zor ki, neredeyse yok boyle bisii.
  • bir nevi tüketmek. öylece ortada bırakmak sonrasında. çaba harcamayı bırakıyorsun.
    ezberden konuşmaya başlayıp,"cepten yeme" tepkileri veriyorsun olan karşısında. üzücü tabi. şu an en güzel temenni tanışma heyecanın baki kalması.
  • onceden tanismis olma durumu. hakkinda bilgi sahibi olmak belki.
  • bir tur kesif.

    ben insanlarin birbirlerini ne zaman ve hangi anda tanidiklarini dusunduklerini bilemiyorum... bircogu icin "bir kere gormus olmak", "on yil onceden bilmek", "tanisali iki gun oldu evi arabayi ustune yapmak", 5 yildir beraber yasamak gibi kavramlarla pekistiriliyor ya da kucumseniyor. ancak ben bu tanimak lafinin altini bir turlu dolduramiyorum.

    icyuzu, asli, astari gibi laflar da sanirim bu yuzden ortaya atilmis. ic yuzu ne lan? aslinda ne demek?

    nedir ulan tanimak? bir insanin her duygusunun alt ve ust sinirlarini bilmektir ancak... neşeli, hüzünlü, sinirli, öfkeden kudurmuş, terkedilmiş, kovulmuş, banyo yapmış, birileriyle tartismis, evde donla otururken... ohooooo... daha gider bu...
    hangi zaman diliminde vakif olunabilir lan buna... ben bakkal ayse ablayi ne kadar taniyorsam, en hakiki oz acayip derecede yakin arkadasimi da o kadar taniyorum iste...

    bir insana neye gore deger veriyorsun diger insan?

    ne kadar seninle paralelse o kadar degil mi... vay korkak, vay cibilliyetsiz, vay kendine guveni sifirin altinda seyreden solucan, vay dumbuk vay. oburlerinin olmesi lazim di mi? vay insanliktan nasibini almamis, kendi bilincine guvenmeyen, nefsine hakim olmaktan aciz zavalli insan kardesim benim... sen kendinden eminken seni digerlerinin varligini neden rahatsiz eder... neden nefret edersin anlamiyorum ki... nasil oyle bi duyguyu benliginde barindirirsin bilmiyorum... birbirimize cok ihtiyacimiz var oysaki... tanimak gibi korkularimiz olmadiginda ancak gercekten anlayabilecegiz birbirimizi.

    acayip kotu manada kullanildigi da var
    - vaaaaaaay necatiiiiii seni de tanidik

    aynen bu kalibiyla gunluk hayatta kullanildigina cok kez sahit oldum... dunyada boyle bir cumle uretilebilmesinin tek nedeni, birliktelige olan ihtiyac, adam necatiye bir deger vermis, necati adamin kalbini kirmis ve o deger yikildigi icin bunu soylerken guce ihtiyac duyuyor ve kendini cogul kiliyor... cok komik bir guc gosterisi oldugu icin ben buna guluyorum*... akli sira bu cumleyle necatiye counterspell tabir ettigimiz buyuyu yapiyor.

    nedir ulan bu tanimak, kancali dehset gibi birsey! bir insani essek yerine koyup uzerine semer vurabilmeye basladigi, iyi veya kotu niyetle bir takim uzuvlarini dayayabildigi zaman tanidigindan bahsediyor resmen.

    - aaa necatimi, ben onu on yil onceden tanirim

    bu ne lan, niye boyle bir cumle kuruyorsun? sen neden bahsediyorsun? daha da guzeli niye bahsediyorsun? bana neyin reklamini hangi sebeple yapiyorsun?

    birak bunlari insanlik... tanimak diye yok oyle bisii.
hesabın var mı? giriş yap