• içki masası arkadaşım: süleyman. hayır içmiyor da!
    ömrüm boyunca tanıdığım en garip adamlardan biriydi süleyman. akla hayale gelmeyecek ne kadar saçma şey varsa hepsine inanırdı. 50'lerinin ortasında, eskinin milli görüşçülerinden, dindar bir makine mühendisiydi. kesinlikle yobaz değildi. sözüm ona, ağzından allah-kitap eksik etmeyen, fakat gizliden gizliye her türlü pisliği ruhunda barındıran o riyakar kimselerle zerre alakası yoktu. özetle samimi biriydi işte. eminim ki merak ediyorsunuz, içinde "milli görüş" geçen herhangi bir karakter nasıl ilginç olabilir diye. açıklayayım. görünen o ki: ekşi sözlük'te açtığım din ve politika ile ilgili başlıklar birilerinin fena halde zoruna gitmiş olacak, birkaç ay boyunca başlık açamama cezasına çarptırıldım. olsun, canları sağ olsun. ömrü hayatım bu türden cezalarla geçti benim. fakat yine de, bu entry'i kendi açtığım bir başlığa yazmak hoşuma giderdi. neyse ki: bu başlık da son derece cazip görünüyor. çünkü baştan aşağı ilginç bir olay bu! öyleyse lafı uzatmadan başlayalım. süleyman'la 2003 senesinde, kaptanlığını yaptığım ve bizim meslekte panamax olarak bilinen yük gemilerinin birinde tanıştım. afrika'dan çin'e kömür taşıdığımız zamanlarda başlayan ilişkimiz giderek garipleşmiş, bir ritüel halini almıştı sanki. hint okyanusu'nun ortasında ne zaman bir kaçamak yapıp alkolün dibine vurayım desem, hep süleyman'ı arardı gözlerim. sağ olsun o da kırmazdı beni, katılırdı. "aman alkol masası, maazallah günaha girerim" diye kaçınmaz, içmese dahi otururdu. sonra başlardı konuşmaya. durmadan konuşurdu; saatlerce, günlerce, yıllarca belki. sürekli anlatırdı. bense dinlerdim. o anlattıkça dinlerdim. süleyman anlatırdı ben gülerdim. güldüğümü görünce cesaret bulur, daha da anlatır, anlattıkça o da gülerdi. ve öldü. sevgili dostum süleyman, 2021 baharında, 2. votka şişesinin dibini gördüğüm bir mayıs gecesi öldü, toprak oldu, deniz oldu belki...
    ------------------------------------------------------------------

    -tabancan kaptan?
    +kamarada bıraktım, çekmecede kilitli.
    -ya tansiyonun?
    +13'e 8, iyi durumda.
    -maşallah. bugün ne var menüde?
    +ukrayna votkası, limon ve turşu. turşu bizim memleketten.
    -afiyet olsun, başlayalım mı?
    +başlayalım. o hırkayla güvertede üşümeyeceğine emin misin?
    -dert değil. sen içtikçe ben de ısınıyorum.
    +aman günah yazmasın sonra?
    -yazmaz yazmaz! amenerrasulü'nü okuduk evelallah.
    +allah kabul etsin süleyman.
    -amenna yosun amca...
    ------------------------------------------------------------------

    hani bazı insanlar vardır, bilirsiniz: dindar gibidirler, ama değil gibidirler aynı zamanda. konuştuğunuzda fark edersiniz bunu. "bu adam kesinlikle boş biri değil" dersiniz, fakat birdenbire tutar, size şer'i hukuk'tan bahsediverir. nitekim bizim hakan yılmaz çebi hayranı süleyman, kesinlikle şer'i hukuk'tan bahsedecek kadar alelade biri değildi. ben ilk şişenin aşağı yukarı 14. yudumuna erişinceye kadar cin'lerden, evanjelist'lerden, küreselci'lerden, dünyayı yönettiğine inandığı ailelerden biri olan rothschild'lerden, mehdi ve mesih'ten, hatta donald trump'ın ne denli vatansever bir abd evladı olduğu ve yürüttüğü çin politikası sebebiyle küreselcilerin baskısıyla nasıl başkan seçilmesinin önüne geçildiğine dair 2 buçuk saatlik bir söylev bekliyordu beni. ta ki gözlerimin kan bürüdüğü, yeşil ve kırmızının iç içe geçtiği o an geldiğinde, patavatsızca kestim süleyman'ın sözünü. konuşma sırası artık benim! mey nihayet almıştı beni. kendimden bile almıştı beni. karanlık, yıldızlar ve esen rüzgardan bile almıştı beni. söz sırası artık benim! göz ucuyla bakıverdim süleyman'a, hakan fidan'a dair bir şeyler geveliyordu.
    ------------------------------------------------------------------

    +sen şimdi diyorsun ki: milli istihbarat teşkilatı kesinlikle cinleri kullanıyor.
    -hem de nasıl! sepher yetzirah ve zohar kitaplarını hiç duydun mu?
    +kabala mistisizmine dair bir şeyler mi?
    -tam olarak değil. ahit sandığı'nın içinde harut ve marut'a indirilen ve en tehlikeli sihir ilimlerine dair bilgiler içeren antik el yazmaları, mossad'ın eline geçti. bugün her önüne gelen "ekonomi" diye kıvranıyor ama, türk milletinin şunu anlaması gerek: armageddon savaşının kuzey suriye dolaylarında patlak vermesine ramak kaldı ve türkiye cumhuriyeti, bu savaşta islam dünyasının öncüsü olmaya kararlı.
    +istihbarat üzerine düşeni yapabiliyor mu sence?
    -nakşibendi tarikatlarıyla neden görüşmeler yapılıyor sanıyorsun? ta kundaktan yetişmiş, vefk ve ebcet hesabı'nda ilim-irfan sahibi nice gençlerimizin yürüttüğü akıl almaz bir savaş var ortada, ki rahmetli erbakan* hoca da bu savaşı öngörmüştü.
    +sen hiç deniz kızı gördün mü?
    -yavaştan kafa gidiyor belli ki kaptan.
    +dur bakalım, o kadar uzun boylu değil!
    -öyle olsun. pekala. ben hiç görmedim.
    +neyi görmedin?
    -e deniz kızlarını! ben hiç görmedim.
    +"seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım" derdi biliyor musun?
    -öyle mi?
    +evet. resim yapmayı sevdiği halde denizin mavisini hiç bilemezmiş...
    -dur dur! senin kadın söylüyor, dinle!
    ------------------------------------------------------------------

    mayıs gecesi ılık. sol kolumu dayadığım vardaveladan seyrediyorum güney hudutlarını. doğu rüzgarı, müzeyyen senar'ın 6 sene önce toprağa karışan dudaklarından savruluyor hint okyanusu'na doğru. bilmem doğu rüzgarı mıdır, yoksa müzeyyen midir titreşen şu dalgaların müsebbibi? ta ki "hasret kaldım" diyor şair, gözlerinin rengine. içten içe bir gülme geliyor. yeniden konuşmaya başlayan süleyman'a kafa sallıyorum onaylarmışçasına. gözlerimde bir tebessüm! neden? neden olacak canım, benim şarkı listesi yüzünden. sene olmuş 2021, hala şu taş plaktan iyisini bulamadım. analog dinleyeceksin! müziğin hası analog'ta gizlidir. fakat neden gülüyorum hala? tabi ya, benim meşhur şarkı listesi! melancholy man'den sonra, aşık mahzuni şerif'in "bir elinde kadeh var, nereden gelirsin canım" demesi bir garip kaçıyor memleketimden yedi deniz kadar uzakta. hemen ardından tom waits "well, it's just an invitation to the blues" deyivermesin mi! bizim müzeyyen durur mu "evlerinin önü mersin"miş, hadi oradan! münir nurettin selçuk ne zaman gelecek bir tatlı huzur almak için kalamış'tan? ukrayna votkasının sonu göründü, keşiş deresi'nin berrak suları misali el sallıyor bana. bir bulut, ansızın çekiliyor gölgesi karanlığı önünden yakamozun. ve nihayet, bir yalnızlık şarkısı çalıyor zeki müren'in sazı. heyhat, sözüm taşa geçiyor belki ama, kendime geçmiyor...
    ------------------------------------------------------------------

    -ve sonra, karia dedi. işte o günden beri hep tetikteyiz! ta ki gelecek olan o mehdi üzerimizde elini kaldırdığında, bütün müminler selam duracağız uçsuz bucaksız kuytu gölgelerinde!
    +evet! "tekeli li" diye haykıracağım ben de antarktika'nın nice isimsiz kıyılarına!
    -o ne demek?
    +hafide...
    -ne alakası var onunla?
    +neden boşandınız hafide'yle?
    -sırası mı şimdi yosun amca?
    +ulan bir soru sorduk alt tarafı!
    -ağzın da bozulduğuna göre, artık uyku vakti gelmiş belli ki.
    +benim sıram!
    -ne?
    +konuşma sırası artık benim!
    -buyur kaptan...
    ------------------------------------------------------------------

    +karia dedin ya, nedir karia? çarpacak olan o felaket nedir?
    -anlamıyorum...
    +ve ma edrake mel karia?
    -yevme yekunün nasü kelferaşil mebsus!
    +ve tekunül cibalü kel ıhnil menfuş.
    -fe emma men sekulet mevazınüh,
    +fe hüve fi ıyşetir radıyeh!
    -ve emma men haffet mevazınüh,
    +haviye...
    -ah be yosun amca! ve ma edrake mahiyeh?
    +narun hamiyeh...
    -nereden çıktı şimdi bu?
    +ben karanlıktan korkarım, biliyor musun...
    -ee?
    +haviye'den, karanlıktan korktuğumdan daha fazla korksaydım mesele yoktu.
    -aman, boş versene kaptan!
    +o niye?
    -çünkü korkacak hiçbir şey yok. tıpkı uykuya dalmak gibi.
    +ama ben uyumaktan da korkuyorum çocuk...
    ------------------------------------------------------------------

    süleyman sustu. hay allah, tabii susmasa olmazdı! 2021 mayısının, bilmem kaçıncı peşembe'sindeyim! peki ya kaçıncı yudum? sayamadım. fakat 34'ü geçmiştir, eminim buna. allah kahretsin, ben bir yalancıyım. neden? yalancıyım işte! ne önemi var? onu da bilmediklerin arasına yaz, olsun bitsin kaptan! tabancam... "kamarada bıraktım, çekmecede kilitli" demiştim. ama ikimiz de bunun doğru olmadığını biliyoruz yosun amca. ah soğuk demir! o soğuk demir yok mu! o soğuk demir var ya süleyman: bütün sıcaklığını çekip alıyor insanın! hadi oradan, sanki yapacakmışsın gibi... hiç belli olmaz! sen böyle avutmaya devam et kendini! doğu rüzgarı, bu defa keskin bir ıstırapla vuruyor yüzüme. hava soğudu. senin sesin kadar soğuk olamaz ya kaptan! ne önemi var? rüzgar kendime getirdi beni. artık uyku vakti! dur biraz, ne diyor şair? bir sürü mesele varmış ortalıkta! fakat yine de, bir yer bulabilse mesele yokmuş kan tarlası gelincik şafağında. o halde devam et süleyman, söz senindir...
    ------------------------------------------------------------------

    -...
    +neden susuyorsun?
    -...
    +seni kırdıysam özür dilerim. sözüm söz, bu defa ben de katılacağım!
    -2014'teki bilderberg toplantıları'nda alınan karar...
    +başlarım bilderberg'lere! politikanın bu tekelci tröst'lerin iki dudağı arasında olduğuna gerçekten inanıyor musun?
    -tröst dediğin o yapılar, avrupa'da 2 dünya savaşı çıkardı yosun amca!
    +katılmıyorum. birinci dünya savaşı, deniz dibi cinleriyle evlenen karamanlı uzun veli'ye dair hatıralarımda bahsi geçen şeytanlar tarafından çıkarılmıştı. ikincisi ise, köyre'de shubniggurath için boğazladığım kara keçi'yi kurban etme sebebim olan ve eski tanrıları* diriltme arzusu güden hain oğlu hain heinrich himmler gibi paganlar tarafından başlatıldı.
    -iyi de bunlar, yalnızca hikaye kaptan...
    +sen, sana anlattığım anılarımın uydurma hikayelerden ibaret olduğunu mu düşünüyorsun?
    -başka ne türlü olabilir ki? akla hayale gelmez, saçma sapan şeyler anlatıyorsunuz her seferinde!
    +böyle mi düşünüyorsun?
    -evet öyle! hatta çoğu zaman uydurduğunuzu düşünüyorum, sırf konuşmak için konuştuğunuzu...
    +mossad'ın cinleri kullanarak istihbarat topladığını düşünen biri için fazla cüretkar sözler sanki.
    -belki öyle ama, en azından bir mantığı...
    +başlarım mantığına! ah be süleyman, sağdan soldan duyduğun saçmalıklarla karşıma geliyorsun, bir de utanmadan benim naçizane hatıralarıma "mantıksız" deme cüretini gösteriyorsun...
    ------------------------------------------------------------------

    -bu ilhamı kimden alıyorsun, ah bir bilsem kaptan!
    +rahman'dan.
    -rachmaninoff mu?
    +ne rachmaninoff'u be adam! ondan ilham alsam beethoven elleriyle boğar beni!
    -...
    +rahman...
    -...
    +böyle bir şey var mı ya? nasıl bir ahenk bu, nasıl bir şiir?
    -o bir şair sözü değildir kaptan!
    +neden? halbuki bir şair olsa gece gündüz okurdum şiirlerini...
    -heyt be! kaptan imana geldi. kısa vadeli hafızan kötü sanıyordum oysa.
    +bugün biri daha öyle söyledi ama, malum yaşlılık. belki senin de başına gelir süleyman, şansın varsa...
    -o ne demek şimdi?
    +fiha fakihetuv ven nahlu zatul ekman!
    -vel habbu zul asfi ver rayhan! o halde gözünü seveyim be yosun amca, febieyyi alai rabbikuma tukezziban?
    +seninki kalbimi kör etmiş, kapatmış!
    -yine de biliyorsun: halekal'insane min salsalin kelfahhar!
    +ve hale kalcanne min maricin min nar! ama ben hiç görmedim?
    -neyi görmedin?
    +görünmeyenleri! insana baktım, insanı gördüm. cini-şeytanı değil, sadece insanı gördüm! gördüklerimden korktum, karanlığa çekildim...
    -ya doğru yere bakmadıysan be kaptan?
    +nereye baksaydım, senin baktığın yere mi?
    -ne varmış o yerde?
    +mehdi diyorsun, mesih diyorsun, ahir zaman diyorsun! ulan ben buna inansaydım, varımı yoğumu satar şehit olmak için giderdim uğruna! kapısında kul olurdum, köpek olurdum süleyman!
    -herkesin bir kaderi...
    +başlatma kaderine! ben senin kadar içten inansaydım, kanımın son damlasına kadar koşardım üzerine doğru! yecüc mecüc kim köpek? deccal'ına kadar yolu var! tabancam belimde, ufukta gözlerim, uğruna bütün kanımı dökerdim! sen dökmüyorsun...
    -...
    +insansın çünkü! insansın. adam şair, sen insansın! bana bir kanıt getir, şöyle elle tutulur, gözle görülür bir kanıt getir, ben de bu geminin rotasını çevirmezsem kaptan değilim!
    -heyhat, senin kaderinde de musa kadar talihli olamamak varmış...
    +amenna süleyman, amenna...
    ------------------------------------------------------------------

    +pered boyem tikhiye, toplyye vechera, ı pokryt trevozhnoyu son tishinoy! u vcherashnikh mal'chikov gimnastorki novyye, ı pis'mo ot mamy s soboy...
    -senin uyku vaktin gelmiş kaptan.
    +öyleyse kamarama götür beni çocuk!
    -ben değil, tapındığınız o eski tanrılar götürse ya sizi?
    +ömrümde böyle saçmalık duymadım! sırf tapınıyorum diye, her arzuhalimi yerine getirecek kölelerim değiller ya! sizde böyle mi yoksa? ama tabii, sırf doğru tanrıya tapındığından, kendini cennetin en yüce makamlarına layık gören bir adamın umurunda olmasa gerek...
    -...
    +ne oldu, yine alındın mı yoksa?
    -...
    +tamam, özür dilerim. niyetim aşağılamak değildi.
    -...
    +demek susuyorsun. yoksa, aklımdan geçenleri bile duyamadın mı?
    -...
    +tabancam hala belimde...
    -...
    +pekala, yalan söyledim. çekmecede bıraktım. lütfen devam et!
    -...
    +yeter artık! yalvarırım devam et...
    -...
    +seni öldürürüm çocuk! neden susuyorsun...
    -...
    +kim götürecek şimdi beni yatağıma?
    -...
    +öyle ya, keşiş deresi sanki bir berrak sudur mayıs geceleri...
    -...
    +neredesin süleyman...
    -...
    ------------------------------------------------------------------

    -kaptan!
    +...
    -efendim, kamaranıza dönmek ister misiniz?
    +süleyman götürür beni!
    -ben, sizi götürürüm efendim.
    +ne dedim ben yüzbaşı? süleyman götürecek!
    -efendim, siz sarhoş olmuşsunuz.
    +o kadar uzun boylu değil! süleyman nereye gitti?
    -burada bizden başka hiç kimse yok yosun amca...
    +hadi ya...
    -izin verin, destek olayım size.
    +ol bakalım...
    ------------------------------------------------------------------

    +öldü demek. yoksa ben mi öldürdüm?
    -görünen o ki sarhoşluğunuzun hakkını veriyorsunuz kaptan!
    +veriyorum değil mi?
    -hem de nasıl...
    +...
    -tam dört saattir izliyorum sizi. bu listeyi plağa nasıl doldurdunuz?
    +analog dinleyeceksin yüzbaşı, işin sırrı budur! müziğin hasını istiyorsan, analog dinleyeceksin...
    -amenna kaptan.
    +tabancam, çekmecede...
    -tabancanız bende yosun amca, bana emanet etmiştiniz, unuttunuz mu?
    +aşağılamak, görevinin bir parçası mı yüzbaşı?
    -değil efendim!
    +öyleyse görevinin başına! tam yol ileri...
    -baş üstüne kaptan...
    ------------------------------------------------------------------

    sevgili dostum süleyman, acep neredesin? biliyorum ki bana şimdi bir uzak yerdesin. ama neredesin? heyhat, nerede olduğunun ne önemi var? mey nihayet aldı beni. sadece kendimden değil, senden bile aldı beni. bir sonraki faslımızda kaldığımız yerden devam edelim, olur mu? aksi taktirde kim bilir, şeytan ne haberler gönderir bize! iyisi mi, biz devam edelim. ah süleyman, sen bir gece yarısı vardavelaya yaslayarak dirseklerini, ellerinin arasına yerleştirdiğin yüzünle karanlık ufka bakarken dinlediğin gökyüzü şarkılarının içine doldurduğu ürperti ve umut dolu özgürlük duygusu ne anlama gelir bilir misin yürekte...
  • ne zamandır düşünüyorum bu entry'yi yazmayı ama çok uzun olacağından üşeniyordum hep. bu geceye kısmetmiş.

    yıl 2009. lise son sınıf bitti bitecek yaz havaları. liseyi ist'da okuyorum ancak ailem sakarya'da yaşıyor. ehliyetim taze. (okula geç başladığım için lisede ehliyeti olan nadir insanlardanım o zaman sağlam havası vardı)
    biraz da araba kullanma sevdasına her fırsatta gidip geliyorum istanbul-sakarya arası.
    bu arada ruh sağlığı çok da yerinde olmayan bir ebeveynin çocuğu olarak ve 14 yaşında kaçıp kurtulmuş, ergenliğini bir başına geçirmiş, istanbul gibi yerde tek başına ayakta kalmaya çabalamış hem okumuş hem çalışmış bir insan olarak benim de ruh sağlığım hiç iyi değil o sıralar. depresyon tedavisi görüyorum.

    yine ist'dan sakarya'ya geldiğim bir gün. otobuste sağ caprazımda bir sıra geri hizzamda yaşlı bir adam genç bir çocuk oturuyorlar. adamın çocuktan kalem istemesiyle diyologları başladı.
    adam çocuğa ne okuduğunu sordu. marmara üni'de tıp okuyormuş ve 3. sınıftaymış çocuk. adı da cumhur'du iyi hatırlıyorum.
    adam çocuğun tıp okuduğunu öğrenmesiyle birlikte sorulara başladı. önce beyin üzerinden. tüm latince isimlerini kullanarak beynin şu lobunda şu bilmem ne ne işe yarar. yok şurdan şu noktaya dokunulduğunda hangi sinir ucundan tepki alınır vs vs.
    çocuk bildiği kadarıyla cevaplamaya başladı.
    adam sürdürdü kalpte yaşanan xxxx karşısında (bunlar hep tıp dilinde tabi hatırlamam imkansız kusura bakmayın bu yüzden) nasıl müdahale edilmeli.
    çocuk cevaplamaya devam ediyor. arada bi adam çocuğun cevabını düzeltiyor yada daha da açıyor.
    ilgimi çekmesinin sebebi çocuk adama hocam nerede doktorsunuz uzmanlığınız ne diye sorduğunda adamın yeminler ederek elektrikçi olduğunu söylemesi ve çocugu buna ikna etmeye çalışması. adam gerçekten de doktora değil dilenciye benziyor ve çok enteresan bir kahkaha ile gülüyor.
    benim kulaklar orda tabi.
    konu böyle sürüp gidiyor. ordan ilaçlara geçiyorlar. ordan ilaçların bileşenlerine. otobüs terminale yanaşırken son dakika golü geliyor ve o sıra kullandığım depresyon hapının ismini zikrediyor. bunun yerine de sarı kantron otunun kullanılabileceğini ve o ilacın içindeki xxxx maddelerinin zararlarını söylüyor.
    hemen müdahil oluyorum konuya.
    - sarı kantron otu dediniz ya. nasıl kullanılır?
    + çay gibi kaynatıp içersiniz.
    - yan etkileri var mıdır?
    +koyunlara yedirilirse güneş altında kaldıklarında tüylerinde sararma yapıyor. (sonra yine o dünyada ondan başka allah kulu yokmuşçasına attığı kahkaha.)

    +neden sordun?
    -az önce bahsettiğiniz ilacı kullanıyorum ondan dikkatimi çekti.
    +adın ne?
    -nnnnn
    +sakaryalı mısın
    -evet
    +ailenin maddi durumu sonradan mı bozuldu?
    - (büyük bir şaşkınlıkla cevaplıyorum) evet
    +evde hiç huzurlu değilsin dimi?
    -evet
    +annen baban çok nadir kavga ederler senin. bu kavgalarda da asla şiddet yada küfür yoktur.
    - babamın anneme lan dediğini bile hatırlamam

    cumhur'a dönüp ahlaki değerlerin aşıri yüklenmesinden kaynaklanan beynin xxx hormonu yyyy islevi cart curt.
    cumhur mala dönmüş durumda.
    evet hocam evet hocam deyip duruyor.

    üçümüz birlikte iniyoruz otobüsten. isminin selahattin olduğunu öğrendiğim adam otobüsten indiğimiz yerde çantalarını beklememizi rica edip, yarın için izmir'e bilet alması gerktiğini, hemen döneceğini söyleyip gitti. cumhur'la ikimiz şaşkın. tabi ki doktor adayımız bana göre milyon kat daha şaşkın. dedi ki bu adamın bilgisine sahip olacaksam okulu bırakır bunun dizinin dibinde otururum.

    selahattin amca döndü. izmir'de yaşadığını istanbul'a iş için gittiğini sakarya'ya bir dostunu görmek için uğradığını öğrendik.

    bana benimle bir kaç saat konuşarak psikolojik sorunlarımı çözebileceğini söyledi. telefon numarasını aldım. bir sonraki gün öğlen 12'de aramamı söyledi ve ayrıldık.

    eve geldim adamın yüzüme bakarak babamın iflas ettiğini, annem babam arasında küfür ve şiddet olmadığını nasıl anlayabileceğini dahası gerçekten elektrikçi olmasını düşündüm durdum.

    sonraki gün 11:45 civarı aradım. bana bulvarda olduğunu teknosa'da bilgisayar baktığını oraya gelmemi söyledi. kapadim telefonu arabaya atladığım gibi bulvarda aldım soluğu. teknosanın önüne geldim elimi cebime attım telefonum yok. eyvah dedim nasıl bulacağım şimdi adamı. aceleyle daldım teknosadan içeri gördüğüm ilk personele buraya ilginç bi adam geldi mi diye sordum.
    -selahattin amcayı mi soruyorsun dedi adam. bana yeni bir şok daha.
    nerden tanıyorsun o nasıl bir insan ya dedi. yolda tanıştım bende dedim. ve arkamdan selahattin amca girdi dükkana. atm'den para çekmeye gitmiş o sırada aldıklarını hazırlamışlar.
    neyse çıktık ordan. hemen bulvarda bulduğumuz ilk banka oturduk. direk başladı anlatmaya.
    gençliğinde aç kaldığından bulaşıkçılık yaptığından filan bahsetti. anlam veremedim. dedi, mahallede bir kız vardı. deli divane aşıktım. kız da beni seviyor biliyorum. uzaktan uzaktan oynaşıyoruz öyle. askere gitmeden bir kez elini tuttum. ve bir kez sadece tuttuğum o elinden öpebildim. bütün askerlik boyunca aklımda o elleri vardı. dudağımda o elin tadı. askerde mektuplaştık bir kaç sefer. askerden döndüm. mahalleye bir girişim var gör. gözlerim her yerde onu arıyor fıldır fıldır. daha evime girmeden elimde valizimle gördüm onu. yıkık bir evin duvarına yaslanmış mahallenin çocuklarından biriyle sevişir gibi öpüşüyordu.

    üzüldüm adamın haline ama hani benim dertleri çözecektik diyorum içimden. dinlemeye devam ediyorum.

    "sonra uzun zaman atlatamadım. bir gün anneme bana bir kız bulmasını söyledim çok geçmeden buldular nişanlandık. evlenmeme çok az bir süre vardı. bizim evde bulaşıkları yıkıyordu. gittim arkasından sarıldım. oynaşmaya başladık ve bana döndü dedi ki hepiniz de seviyosunuz he bu arkadan sarılmayı. yüzüğü orada parmağımdan sıyırıp attım. "

    tepkisinin çok ağır olup olmadığını tartmaya çalıştım kafamda. önceki yaşadığının üzerine haklı olduğunu düşündüm.
    -sonra amca?
    +sonra bir kadın çıktı karşıma. hayata onla başlamışım gibi oldum. deli aşıktık ikimiz de. bir arkadaşımla ortak bir iş kurmuştuk. maddi durumumuz da o günün şartlarına göre hayli iyiydi. evleneli daha iki sene olmamıştı. bir gün kavga ettik. yoktan yere. bos yere. resmen bilerek çıkarmıştı kavgayı. kapıyı çarpıp çıktı. bu ay 3 oldu bu böyle diye düşündüm ve işkillendim. takip etmeye başladım. baktım benim iş yerime gidiyor. ofisin olduğu kapıyı anahtarla açtı girdi. bir şey alıp çıkacağını düşündüm. bekledim. çıkmayınca ardından kendi anahtarımla kapıyı açıp daldım içeri. yazıhanedeki koltuğun üzerinde ortağımla çırıl çıplaktı.

    bende artık tepki yok. sonra amca. sonra?
    +izmirde kaç kütüphane varsa o kütüphanelerde kaç tane psikolojiye ait kitap varsa hepsini okudum sonra.
    nedenini aradım. kadın denilen yaratığı biraz olsun anlayabilmek için okudum.
    -anlayabildin mi?
    +(o kötü kahkaha) anladım sana da anlatıcam merak etme.

    devam etti selahattin amca:
    sonra sağır ve dilsiz bir kadınla evlendim. bir kızım oldu. sonra bir oğlum ve bir kızım daha. büyük kızımi 12 yaşında lösemiden kaybettim. ta ki onun hastalığını öğrenene kadar tek derdim insan psikolojisiydi. ama kızımı kaybettiğimde anladım ki zaman kaybetmişim. hata yapmışım. onca yılımı o fahişelerin bana yaptığını anlamak için harcayacağıma tıp öğrenmek için harcasaydım belki kızımı yaşatabilirdim. bu pişmanlıkla mücadele edebilmemin bir tek yolu vardı o da tıp ilmini öğrenmek. ve o zamandan beri sağlık konusunda erişebildiğim her şeyi aklımın aldığı her şeyi öğrenmek için elimden geleni yaptım. ögrenmeye de devam ediyorum.

    benden göz yaşları döküldü dökülecek. titrek sesimle "helal olsun amca"
    o da hüzünlendi bi inceden. dağıtayım havayı diye
    amca çark mesiremiz var bizim gittin mi dedim. yok dedi. hadi gel sohbete orda devam edelim. hem bi çay kahve iceriz.
    kalktık çark mesire'ye oturduk. çayları söyledik. anlat bakalım dedi. o sıralar aklıma takılan ciddi sorunlar vardı. ahlaki değerler ile yaradılışın çeliştiği noktalar. iyi insan olmak-kötü insan olmak. erkekliğin doğal getirilerinden bazılarının kadını şiddetle aşağılaması ve diğer erkeklere karşı sinsi bir haksızlığa dönüşmesi vs. kafamda felsefik ne kadar soru varsa ne kadar ailevi maddi manevi sorunum varsa dökülmek istiyorum. ama adam beni konuşturmuyor. ne anlatmaya başlasam sözümü kesiyor. hatta bir soru soruyor bana cevap veriyorum. cevabımı bitirmeden bir yenisini daha soruyor. sonra ona cevap veremeden bir yenisini daha. iyice sinir bozucu bir hal alıyor bu karmaşık muhabbet.
    sonra selahattin amcam bir başlıyor konuşmaya. sanki ben sorduğu her soruya sonuna kadar cevap vermişim gibi. yarım bıraktırdığı yalanı bile tamamlayıp sonra da yalan olduğunu yüzüme vurdu adam.
    bak bu konuda böyle diyecektin ama aklından aslında bu geçiyordu bunu şu sebeple saklamak ihtiyacı hissettin.
    koltukta çakılıp kalmamak imkansız! adam kafatasım şeffafmış gibi beynimin içini görüyor resmen. elim ayağım boşalıyor aklımdan geçenleri yüzüme vurmasıyla.
    ben doğamızın getirdiği bazı kadını aşağılayan niteliklerden sorunca bana dedi ki bir dakika.
    telefonunu çıkarıp birini aradı.
    +elif. kızım biz çark mesiredeyiz hemen gelebilir misin çok önemli.

    yirmi dakika sonra kadın koptu geldi yanımıza. ney amca o kadar önemli olan.?

    bu arada elif abla 30 rahat var belki bir iki fazlası hatta. bir firmanın pazarlama müdiresi. selahattin amcanın yanına lise yıllarında gelip gidermiş depresyon muhabbetine. sakarya'ya iş için gelmiş. selahattin amcanın istanbul'da olduğunu öğrenince ısrar ısrar getirtmiş onu da sakarya'ya.
    +oğlum demin bana şu konudaki düşüncerini anlattığın gibi aynen anlat.
    -aynen anlatamam da anlatmaya çalışayım.
    +utanma oğlum hepsini harfi harfine aynen söyle.

    (19 yaşındayım masada 30 yaşında bi kadın var ve benden bel altı bi konuda tüm çıplaklığıyla yorum yapmam bekleniyor. bugünkü aklım olsa gerekirse çıkarır koyarım masaya da. o günkü ben için imkansız. ama adam resmen hipnoz etmis gibi beni. ne diyorsa yapıyorum.)

    neyse döküldüm bir güzel. kadın çok ağır bir şaşkınlıkla dinledi ve dedi ki eğer selahattin amcayi tanımasam bunları sana o söyletiyor sanardım.
    tabi ben anlamadım kadını önce.
    "ben senin gibi hassas düşünen, bu konulara ve kadınlara senin gibi bakan bir erkek olmadığı için evlenmedim. ve yer yüzünde de olmadığına şu yaşıma kadar emindim"
    selahatttin amcaya dönüp devam etti.
    "yine selahattin amcanın bir keramtiyle karşı karşıyayız. bizi bu sehirde bu çocukla nasıl denk getirdin ya" dedi.
    selahattin amca kader dedi.
    sonra elif abla bana selahattin amcanın bir çok arkadaşının kimle evleneceğini önceden bildiğini kendisine de 35 yaşından önce erkek ön yargısının kırılacağını ve 35 yaşında evleneceğini söylediğini söyledi.
    dedim geçmişimizden bazı şeyleri biliyor tamam. aklımızdan geçenleri okuyor onu da anlamıyorum ama ona da tamam. geleceğimizi nerden bilebilir.
    "o bilir dedi" elif abla.
    "olmaz öyle şey" dedi selahattin amca.
    geleceği allah bilir peygamberi bile bilmez dedi.
    elif abla itiraz etti.
    -sen mert'in aslı'ya (isimleri unuttum atıyorum suan) aşık olacağını evleneceklerini söylediğinde daha tanışmıyorlardı bile.
    +onlar tanışmıyorlardı ama ben ikisini de tanıyordum

    bana döndü selahattin amca. çocukluğunun en erken yaşlarını düşün dedi. sevdiğin çok sevdiğin bir kadın karakter o zamanlardan. annenin bir arkadaşı olabilir. komşu abla olur. akrabalarından olabilir. arkadaşlarından olabilir sende en çok yer eden kim var?
    dedim amca ilk aşkım var adı zülâl'di.
    anlat dedi ayrıntılarıyla.
    6-8 yaş aralığındayız. yan komşunun kızı zülal. bir de abisi var akif. bir kere ben zülal'i öperken yakaldı bizi kulağımı çekti. korkardım o yüzden. babası badana boya işi yapardı. o da severdi beni. annesi damat derdi bana. o zamanlar böyle gericilik yoktu tabi. haha. ben, sevgilim, onun annesi, benim annem beraber kahvalti edebiliyorduk. saklambaç oynarken hep beraber gider saklanırdık. birimiz bir çocuğa küserse diğerimiz de küserdi. bu arada benden iki yaş büyük abim var o okula başlayınca onunla birlikte okuma yazma öğrendim okula gitmeden. neyse okula başlama çağımız geldi. ben eklem romatizmasına bağlı bi nevi felc gibi bir hastalık geçirdim. bütün eklemlerim ters döndü. 4 ay hastanede yattım çıktıktan sonra da epey bebek arabasında gezdirdiler beni. tam o dönem zülal okula başladı. o okula gidiyor ben gitmiyorum okumayı o bilmiyor ben biliyorum ama yine de nasıl eziliyorum. artık o bir üst statüye sahip benle de eskisi gibi iyi arkadaş değil. bir müddet aşk acısı cektimsonra biz ordan taşındik zaten. öyle soldu gitti aşkımız.

    +nasıl bi kızdı zülal. zülal deyince gözünün önüne ilk gelen ne?
    -saçları. upuzundu. altın sarısı, kıvır kıvırdı.
    +başka?
    -boşnak kızıydı beyaz tenliydi. bi de çok merhametliydi. (bütün cocuklar gibi)

    selahattin amca yine aynısını yapmış elif ablanın actıgı konuyu saygısizca kesmis bana lap diye ilk aşkını anlat demiş oldu.

    ben bitirince elif ablaya döndü ve dedi ki. insan en büyük aşkını bu yaşlarda seçer. ve ömrü boyunca hep bu yaştaki aşkını arar. bu cocuk sansliymis ilk aski o kizmis. ama bazen bu bir komsu kadın bazen bi abla, abi, bazen uzaktan bir tanıdık belki misafirlige gidilen evde tek bir kere görülmüs bir karşı cinstir. çocukken aşık olur büyüyünce hep onu ararsin!
    ille ya elleri benzeyecek ya şacları ya konuşması ya herhangi bir şeyi. o bilinç altına yerleşene ne kadar çok benzerliği varsa o kadar kökten aşık olursun.

    onların (evleneceklerini önceden bildiği çiftten bahsediyor) ilk aşklarını biliyordum. onlar birbirlerini arıyorlardı. ilk buluşmalari yetti o yüzden.

    selahattin amcadan son show'u izledik derken. ızmir otobüsüne bırakmak üzere bizim arabaya atlayıp yola çıktık. yolda sohbet biraz daha devam etti. elif ablayla vedalastılar filan. terminale geldik. dün bilet aldığı kız bunu görünce üstüne atladı resmen. kızın yaninda gisede oturan çocuğa gece uyurken dişlerini gıcırdatiyosun sen demiş durduk yere. hatta biraz fazla evdekiler bile rahatsiz oluyor demis. çözümünü de söylemiş. çocuk donup kalmıs benim gün boyu kalmam gibi. sonra kız hakkinda bi yorum yapmış. o öyle afallamış. sonra o gişeci kız nişanlısının fotoğrafını göstermiş. tabi ki nokta atışı tespitler.

    neyse vedalaştık gitti selahattin amca.
    geriye keramet derecesindeki bilgisi becerisi önsezisi kaldı.

    -otobüse binmeden bana "senin bilinc altını fazla kurcaladım bu gece kabus göreceksin" dedi gördüm.
    -"sen de aldatılacaksın muhakkak" dedi aldatıldım.
    -hukukcu olmak istiyordum "ticaretle uğraşacaksin hukuk kazanamyacaksın" dedi aynen öyle oldu.
    -buraya yazamayacağım hatta ona bahsetmediğim hatta allahtan başkasınin biliyor olmasina ihtimal olmayan bir soruma "sen kendine bunu bunu soruyorsun ya" deyip benim yerime cevap verdi
    -sen çok zengin olacaksın ama o altın saçlı kızın statüsü senden yüksek olacak dedi?? bu beklemede.
    not: henüz zengin olmadım. altın saçlı kızlar heyecan yapmasınlar boşa.

    tanıştığım en ilginç insan selahattin amca idi işte. sağolsun sonra da yıllarca telefonla destek oldu bana.
  • bir arkadaşımın küçük kardeşi.

    çocuk çeşitli sınavlar ve testlerle kanıtlanmış üstün zekalı birisiydi. çevresindekilerle anlaşamıyor, hiçbir sohbet ilgisini çekemiyordu. nitekim oturduğumuz sırada ben de pek ilgisini çekemedim.

    sıkılgan bir şekilde oturuyor, ben de karşısında "e hadi üstün zekalı bişeyler yapmıyor lan bu hiç" filan diye onu inceliyordum. tam o sırada bu 12 - 13 yaşlarındaki çocuğun telefonu çaldı. açıp ingilizce konuşmaya başladı. sonra özür dileyip fransızca devam etti. oxforddan telefon bekliyormuş, o sanmış. fransada bilmem ne okulundan aramışlar meğer. yaz kamplarına davet etmişler. oxforda giderim heralde dedi. bir iki hafta sonra da gitmiş zaten.

    ben de gün boyu "telefonu açınca its xx dedi, i am xx demedi. doğru kullandı, ingilizce biliyor demek ki. evet." diye kendi kendime doğruladım çocuğun zekasını.
  • hiç yeterince ilginç bir insan tanımadım. bu yaşıma kadar neden hiç ilginç tanıdığım yok diye düşünürdüm, meğer ilginç olan benmişim.*
  • ülkemizden binlerce kilometre uzakta olduğum bir zaman diliminde, mahvolmuş bir halde, bir otobüs durağında bekliyor ve hayatı sorguluyordum. buradaki zamanım kısıtlıydı, bunun bilincindeydim, her anın tadını çıkarmayı planlamıştım ama işler hiç de öyle gitmiyordu. yalnız başıma beynimi bulandırıyordum işte. bulunduğum minik şehirde otobüsler hiç sık aralıklarla değildi ve çok az insan otobüs kullanıyordu, ki zaten bu yüzden otobüs seferleri nadir gerçekleşiyordu.

    hava kapalı, yağmur kapıda, çok belli. hüzünlü hüzünlü oturmuş bir vaziyette "ben n'apıyorum?" diye kendime soruyorum, "senin derdin ne oğlum, bıraksana bunları." diyorum. olmuyor tabii, pollyannacılığı pek başaramıyorum. forrest gump'ın otobüs beklediği durak nasıl ki hafızalara kazınmıştır, işte o durak da benim için öyle. yokuşun sağ tarafındaydı durak, arkasında walmart'ın bulunduğu, yolun karşısında ise koçtaşvari bir mağazanın yer ettiği...

    ellerindeki poşetlerle uzaklardan bir adam geliyor, evsiz olduğu her halinden belli bu adamın. ülkeye ve dinamiklerine aşina olmadığım için evsizler benim için güven veren tipler değiller. tabii üstünden yıllar geçti, ürkek bir ceylan gibiydim o zamanlar. ormanda kaybolmuş ve ne yapacağını bilmeyen bir ceylan...

    dikkatli bir şekilde, belli etmeden, adamı izledim. uzunca boylu, zayıf, 35-40 yaşlarında, saçı sakalı iç içe geçmiş, mavi gözlü, beyaz teni pislikten kara bir hale evrilmiş bir adam.

    bankın en ucunda oturuyordum. adam da diğer ucuna oturdu. ve bir süre böylece oturmaya devam ettik. dakikada yalnızca birkaç arabanın geçtiği sapa bir yerdi. marketten ayrılan insanları saymazsak neredeyse yalnızdık. uzay boşluğu gibiydi yani. duyduğum tek ses adamın hırıltıları ve bahsettiğim araçlardan yükselen seslerdi. insan beyni tuhaftır; bazen bir anı, kafada bir döngüye hapsedilir ve o anı istediğinizde yaşayabilirsiniz; işte bu da benim için öyle. en ince ayrıntısına kadar hatırlıyorum ve bu satırları yazarken yeniden yaşıyorum.

    "biliyor musun, yolcu otobüsleri ilk seferlerini yaptıklarında psikologlar bunun iletişime korkunç bir etki yapacaklarını düşünmüş." dedi adam kendi dilinde. "ikimiz de burada yalnızız, sence neden konuşmuyoruz?" diye sordu.

    mala bağladığımı itiraf etmeliyim, ne söyleyeceğimi bilemedim, evirip çevirip pek mantıklı olmayan cevaplar verebildim. zorlandığımı anlamış olacak ki, üstelemedi. "buralı gözükmüyorsun, kendinden bahsetmek ister misin?" dedi. ben de ne yaptığımı, burada çok fazla kalmayacağımı ve nereli olduğumdan söz ettim. asıl bomba burada geldi. evsiz adam hiç de fena olmayan bir şekilde türkçe konuşmaya başladı, bulunduğum şehirde neredeyse hiç türk yoktu. işte bu yüzden daha da çok şaşırdım.

    dumur denizlerinde haldır huldur kulaç atarken sorabildim türkçe mevzusunu. o da 8 ay boyunca otostopla türkiye'yi gezdiğini ve bu sırada epeyce şey kaptığını, ayrıca çat pat da olsa sekiz farklı dil konuşabildiğini söyledi. türkiye ile ilgili benim dahi bilmediğim şeyleri bilmesi, gitmediğim yerlere gitmesi şüphesiz ki durumu çok daha enteresan kıldı. bulunduğumuz şehirde ne yaptığını sorduğumda ise bir gruplarının olduğunu ve enstrüman çalarak yollarını bulduğunu söyledi. adamın mesleği ise yoga eğitmenliği ve aşçılıktı. sözünü ettiğim adamla neredeyse 35-40 dakika havadan sudan muhabbet ettik, otobüs ile şehir merkezine giderken yan yana oturduk, arkadaşlarının yanına beraber gittik, bir müddet bu modern zaman hippilerinin arasına dahil oldum, poşetlerin içindekilerinden ben de nasiplendim ve elveda diyip bu güzel anıyı zihnime yerleştirdim. birkaç gün sonra aynı noktadan geçtiğimde ise orada kimseler yoktu.
  • hâlâ en yakın arkadaşım olan tiptir.

    haram diye kredi çekmez, faize bulaşmaz ama kumar oynardı.

    ramazanda oruç tutar, iftardan sonra rakı içerdi.

    en garibi de umre'ye gidip dönüşte amsterdam'a uğramasıydı.
  • bugün araç kiralarken yanımda gözleri epey yorgun bakan 50 yaşlarında biri vardı.

    huyum kurusun, baktım bizim işlemler uzun sürecek, adama laf atmadan duramadım.

    dedim "gözleriniz çok yorgun bakıyor.."

    "sabahtan beri 22000 adım atmışım" dedi. bunu dediğinde saat 11 falandı sanırım.

    sonra öğrendim ki kendisi 67 yaşındaymış. emekli doktormuş. antalya'dan izmir'e gitmek için araç kiralamış. izmir'deki yatına atlayıp biraz denizde takılmak istiyormuş. seçimlerden bıktı herhalde ama soramadım. nereden geldi antalya havalimanına sormadım bile. o kadar adımı neden attığını da sormadım. muhabbetin doğal seyri oraya gitmiyor çünkü.

    nasıl geldi muhabbet oraya geldi onu da hatırlamıyorum. ama durduk yere eşinin kendisinden 23 yaş küçük olduğunu öğrendim. dedim eşinizin babasını nasıl ikna ettiniz. harika bir cevap beklerken "ikna etmedim çünkü ölmüştü.." deyiverdi.

    sanki tüm anketlerde önde tamamlarken birinci turda ikinci sıraya düşmüş kk gibi kaldım. hiç beklemiyordum bu cevabı.

    ulan dedim şans bu adamı karşıma çıkardı, bana bir yol gösterecek kader. herif babasını ikna etmedim dedi ya, ahahdfkjşdoflajfddaks.

    sonra muhabbet biontech, corona, phone hacking, phishing gibi bambaşka yerlere dağıldı.

    yani toplasan 15 dakikada adamla konudan konuya atladık. tam benim kafada çıktı herif. ve aramızdaki 30 seneye yakın yaş farkına rağmen sanki benden 6 yaş büyük abimle konuşuyor gibi hissettim. adam mı genç, ben mi yaşlıyım bilmiyorum.

    ama doğru yer, doğru zamanda olduğu için, şimdilik, tanıştığım en ilginç karakter nihat abi oldu.

    ve adam benim telefonumu istemedi. ben de sormadım. bazı muhabbetler hızlı gelişir ve aniden biter. bu onlardan biriydi ve ısrar etmek yersiz ve bu karşılaşmanın tabiatına aykırı olurdu.

    bazı muhabbetlerse hızlı gelişir ve sonsuza kadar sürer. onu zaten gördüğünüz zaman anlarsınız.

    tanıştığım en ilginç karakter nihat abi, çünkü en sevdiğim karakter hakkında iki saniye de olsa farkında olmadan konuştu benimle. doğru yer ve doğru zamanda.

    seni seviyorum.
  • son çalistigim is yerine surekli ugrayan can adinda bir kiz.. yeminle bundan garibini gormedim bir ruj sürüsü var joker daha guzel sürüyor.ayni zamanda sahsina münhasir konusmasinin düzgünlügü. tezatliklar kraliçesi..zamanla en sevdigim arkadaslarimdan oldu, böyle insanlar tanidikca arkadas oluyorum ömrüm uzuyor
  • erkekler muhtemelen askerlikte tanımışlardır hayatlarındaki en ilginç adamı. ilginçten kasıt ötekileştirmek değil elbette, renkli, değişik kişiliğe sahip kimseler. tabiri caizse nevi şahsına münasır insan.

    neyse ben askerde değil de sivil hayatta can diye bir adam tanıdım, bu arkadaş içindeki girişimcilik ruhu bakımından tanıdığım en ilginç insandır. herife arkadaş gel bok üretip satacaz desen, o akşam uyumaz hemen bir fizibilite çalışması yapar ve sabah sana bu girişime dair bir sunum yapardı. hesapsızca girişmek isterdi işe. bir çok iş kurdu, batırdı hala da bıkmadan devam ediyor.
  • eski işimde tanıdığım top class beyefendi onur bey.

    kendisinin bu kategoriye girmesine vesile olan özelliği ise golf oynaması. hayatımda gerçekten golf oynadığını gördüğüm ilk ve tek insandır kendisi.

    önceden kafamdaki spor dalları kast sisteminde en yukarda tenis mevcuttu. onur beyi tanıyınca dedim ki golf harbiden bir başkaymış. adamın mental hazırlığı bile imrendiriyordu. sayesinde klasik müzik kültürümüzü de geliştirmiştik.
hesabın var mı? giriş yap