• bizim sonsuz olmamızın gerçek, tüm bedeni hislerin, acıların yanılsama olduğu düşüncesine ters söylemdir.

    (bkz: we are eternal all this pain is an illusion)
  • tanrının varlığı acının yokluğuyla birarada bulunmak zorunda değildir, bu bir ön koşul, bir şart değildir. tanrı insanı yaratırken, bireyin antetli kağıda yazılmış "şu tarih, şu yer, şu saatte, şu şu isim ve soyadıyla, şu aileye mensup olarak, sarışın, yeşil gözlü ve uzun boylu olarak yaratılmak arzusundayım" konulu bi dilekçesine cevaben hareket etmez. zannımca, tam olarak da bu sebepten, yarattıklarına karşı bir sorumluluk taşır (insanın insana sorumluluğu gibi yüzeysel bişeyden sözetmiyorum), onlara verdiği bir takım özgürlükler, seçme şansları, akıl/beyin/idrak/yargılama gücü vs., ve şükür ve tövbe mekanizmalarıyla da tek taraflı bir ilişkiyle tüm haklarını saklı tutmaktan uzaklaşır.

    evet, alem acılarla doludur, ama "tanrı olsa bu kadar acı olmazdı" söylemi ancak her bir tek insanın çok da önemli olduğu varsayımıyla ayakta tutulabilir. koskoca evreni yaratmış bir varlığın karşısında bir tek insan çok da önemli değildir kanaatindeyim. dikkat edilirse görülecektir ki, indirilen kitaplar, gönderilen peygamberler paperback formunda, tek bi şahsa ışık tutmak, onu kurtarmak amaçlı değil, insanoğlunu genel olarak aydınlatma ve doğru yola çevirme amaçlı, kitlelere yönelik amaçlanmıştır. bir tek kişinin acı çekme nedeni, çoğunlukla, çevredeki bi sürü insanın kollektif olarak oluşturduğu toplumsal değerler, salak yargılar, konulma sebebi hatırlanamayacak kadar eski ve gereksiz kurallar değil mi ki? acının sebebi ne olursa olsun, kaynak bi sebepten diğer insanlar değil mi? hepsine verilen akıl, bilinç, mücadele hakkı, geniş bi topluluk içinde çoğunluk tarafından kullanılmayarak ortam suistimal (abuse) edilip içine ediliyorsa, eline verdiği imkanları kullanmayan insanoğlu karşısında tanrı izlemekten başka neden bir şey yapmak istesin ki?

    sonuçta her kitabında belirttiği bir ceza mekanizmasının yanında, bi ödül mekanizması da var, ve zaten vaat etmiş: adam olun ben size hakkınız neyse vermeyi taahhüt ediyorum demiş. acı çeken haketmediği bi acıyı çekiyorsa zaten ödüllendirilecek, hakettiyse cezasını çekmiş olacak? çektiren de bilahare gününü görecek. acı olmasa huzur ve mutluluğun değerini ne bilecektik diye de düşündüm bak şimdi yazarken? hem belki acı çeken, acıyı çekerken bir başkasının iyi şeyler yapmasına vesile oluyor, birilerinin şükretmesine yol açıyor, insan beyninin limitleriyle anlaşılması çok kolay olmayan bir mekanizma dönüyor apaçık ki? bekleyip görmek lazım.
  • "if there's a god then why has he let me die?" demiştir büyüklerimiz bu konuda.

    (bkz: hallowed be thy name)
  • dün bir sebepten sorduk bu soruyu kendimize; "insan neden bu kadar acımasız veyahut kötüleşebilen bir canlıdır?" o, aristoteles'in dediği gibi; politik bir hayvansa, politik niteliği midir onu diğer hayvanlardan ayırarak, yeryüzünde zeus'luğa meyilli hale getiren? gerçekten de ilginç, bu açıdan bakıldığında sadece ahlak yasaları çerçevesinde haddini aşmaya teşne bir canlıyla yüz yüze değiliz, aynı zamanda kabullerini adım adım "doğaya egemen olma" noktasına kendisi getirmiş, doğayı tanıdıkça daha çok onun üzerinde hakim olma düşüncesine saplanmış bir canlıyla karşı karşıyayız, bu zihin ortaçağ felsefesi'ni topyekün bir kenara atarak, yeniçağ'la birlikte insanın konforuna hapis bir yaşama sürmesini aydınlanma olarak görmektedir. konfor arttıkça inen ve çıkan yolun bir olduğunu unutan, bu haliyle de bütünüyle dual yaşamı iten kendi merkezinde kendidışındaki doğanın organlarını reddeden bu yüzden farkında olmadan kendi sonunu da hazırlayan bir acayip varlıkla karşı karşıyayız (örneğin bu ara pek moda bir terim olan: küresel ısınma ; http://www.kuresel-isinma.org/), devrim önce kendi evlatlarını yer ya, bu kafa yapısı da önce kendi dışındakileri yiyerek işe başlayıp, en sonunda kendisini bütün suçlunun tanrının ve dinin olduğuna inandırarak, veyahut bu kaçışı acılarından kurtuluş olarak görerek bambaşka bir hiççi yaşamaya adım atacaktır, atmıştır da nitekim. herakleitosçu görünen ve görünmeyen uyum fikrinin köküne kibrit çaktığınız vakit "acı varsa tanrı yoktur" der işin içinden çıkar veyahut "tanrı her şeyin nihai sebebi ve sonudur" diyerek bu sefer de inançlarınızla kendinizi saf ve masum göstererek, uyumun yok edilişinden başkalarını sorumlu kılarsınız.

    evet konumuza dönelim; hiristiyanlık düşüncesinde "ira enim viri iustitiam dei non operatur" ifadesiyle kendisine cevap verilmiş bir söylemdir "tanri varsa niye bu kadar aci var soylemi" ama "sorumlu insan" ı orada da gördüğümüzden *** açısından bakıldığında pek farklılık göremeyiz. işte bu entirimi alıntıladığım ifadenin üzerine yerleştirmek istiyorum, bakalım nerelere varacağız.

    "ira enim viri iustitiam dei non operatur" ifadesi neyi anlatıyor? nova vulgata, novum testamentum 'da (yeni ahit) epistula iacobi (yakup'un mektubu) 1.20'de karşımıza tüm heybetiyle dikilen, bugün ibrahim'in dinlerine getirilen eleştirilere hiristiyanlık düşüncesinden gelen cevaptır.

    ekşi sözlük'te tanri varsa niye bu kadar aci var soylemi üzerine çok konuştum farkındayım, gerek o başlıkta gerekse; tanrısızlık ve kotuluk dunyanin guzelligi icin zorunludur başlıklarında bu konuyu irdelemeye çalıştıkça aslında kafamda birçok yeni kapı açıldı, birçok çözemediğim problemin üstesinden geldim, sayılır. zira hangi açıdan bakarsanız bakın, hangi gözlüğü kullanırsanız kullanın sonuç itibariyle ahlak yasalarının gerekliliğiyle başbaşa kalıyorsunuz. çok fazla dağıtmadan konuyu, "ira enim viri iustitiam dei non operatur" sözüne döneceğim ama burada mühim gördüğüm bir parantezi açmak istiyorum. (yazıda parantez böyle açılır, ah şu benim retorik yanılgılarım yok mu...) nietzsche de aslında ahlaksız veya inançsız değildi, belki de felsefe tarihinde en ahlaklı en inançlı kişilerden biriydi, herakleitos'un yoldaşıydı bir kere, teoman duralı hocamın deyimiyle. oldukça basit cümlelerle anlatmaya çalışıyorum, yoksa mevzu daha derin ama burada yoğurdun kaymağıdır ilgi çeken (bayılıyorum şu tarz ifadelere) o yüzden basit ifadelere başvuruyorum; felsefede birbirini izleyen tartışmalarda her galip gelen düşünce, bir sonraki tartışmayı ve o tartışmada baskın gelecek ve etkisini yitirecek akımı, düşünceyi belirlemiştir; felsefe tarihi baskın çıkan düşüncelerin belirlediği bir tarihtir. işte böyle bir tarihte; yine teoman hoca'nın deyimiyle; felsefenin annesi bilgelik çağlarından platon'a, platon'dan descartes'a, descartes'tan ingiliz felsefesi'ne birbirini izleyen tartışmalarda baskın çıkan düşünce akımlarının ortaklaşa yarattıkları moral anlayışları çerçevesinde nietzsche ahlaksız veya inançsız sayılabilir. nietzsche bu baskın akımlar tarihinin ender çıbanbaşlarından biridir, o bu başlıktaki ira nın kendisidir, öfkedir o. çünkü o bu süreçte sırıtandır, diğerlerinden ayrılandır. o pravitas yani kuraldışılık, ahlaksızlık savunucusu değildir, zaten bu kavramlar bizzat önceki baskın düşüncelerin sebep olduklarıdır, diğer bütün kavramlar gibi. yani nietzsche örneğinden bir sonuç çıkarmamız lazım. o sonuç şudur; bizler yaşattığımız ve yaşadığımız düşünce dünyalarında, bizden önce yaşamışların baskın çıkmış düşünceleri üzerine yorum yaparken teori ile pratik arasındaki ayrımı iyi bilmemiz yanında, bir de bizi yorumlamamızda herhangi bir görüşe bir kritiğe iten asıl sebepleri de bilmemiz gerekir. ( en azından sağlıklı yorumlar yapabilmek için buna muhtacız. ingilizce terimler kullandığı diye insanın haklılığı kabul edilmez, en azından "ekşi sözlük'te insanlar benim yazdıklarımın fazla kovuşturmazlar, ben birkaç ingilizce terim serpiştireyim araya, bir şey bilmediğim halde bilgili gibi görüneyim." diyerek lupus in fabula'lığa sığınmış zihinlerin karşısına bilgi sunduğunuzda, her ne kadar o enirileri de baştan sona okumamış olan yığınlar tarafından bilgili kabul edilmiş olmalarına rağmen, sonuçta burada yazılan her şey kaydedildiğinden en amiyane tabirle kimin ne mal olduğu ortaya çıkacaktır er geç.) aksi taktirde her şey birbirine girer. örneğin; bir peygamberi eleştirirken abuk sabuk örneklerle insanlara inançlarını sorgulamalarını öğütleyen (inancın sorgulanması?) bir bilinç için, yukarıda altını çizdiğim felsefe tarihinin birbiri üstüne eklemeli ve kazanmalı niteliğinin bilmiyor demek uygundur. işte genelde din üzerine yapılan kritiklerde gözümüze çarpan eksiklik budur. işte başlıktaki ifade, hiristiyan cepheden, tıpkı pagan roma'sı cephesinden stoacı bir çerçeve içinde seneca tarafından verilmiş olan cevap gibi (bkz: tanri varsa niye bu kadar aci var soylemi/@jimi the kewl), bu eksikliğe verilen kutsal karşılıklardan biridir. (bu arada yanlış anlaşılmasın, bu cümlede kullandığım "kutsal" kelimesi, yukarıda bahsettiğim şekliyle bir şekilde oluşmuş felsefi terminolojideki karşılıktır. yoksa avam dilindeki "değerli" manasındaki "kutsal" değildir. mananın o kısmı subjektif bir yoruma muhtaçtır, o da beni ilgilendirmiyor açıkçası, isteyen istediğini desin.)

    evet artık başlıktaki ifadeye gelebiliriz; "ira enim viri iustitiam dei non operatur" ifadesinin türkçesi; "insanların öfkesi, tanrının adaletini sağlayamaz." dır. yukarıda künyesini verdim zaten ifadenin, ancak sadece burada değil değişik yerlerde de karşımıza çıkmaktadır. şöyle ki; francis bacon'ın sermones fideles'inde lll,3 'de (de unitate ecclesiae) yine novum testamentum kaynak gösterilerek bahsedilir. ancak oradaki ifade biraz değişiktir: "ira hominum non implet iustitiam dei" aslında bu haliyle daha hoşa giden bir latince gibi geliyor bana. zira gramer açısından pürüzsüz bir cümleyle karşı karşıyayız, manayı daha rahat algılıyoruz. cümlenin formasını bir kenara bırakarak, özüne inersek; başından beri üstünde durduğum zeminde teori ile pratik arasındaki karşıtlığı görürüz. bu karşıtlık durumu, genel manada dinlere ve tanrı(lar)a getirilen eleştirileri karşılar, bir savunma kalkanı oluşturur. zira tanrının kader kapsamında, insanların eylemlerinden sorumlu olması söz konusu mudur bunun ilahiyatta mutlaka karşılığı vardır. biz eğer incilden yola çıkarak ufak bir değerlendirme yaparsak; insanın vazgeçilemez bir şekilde içinde bulunduğu hakikatte ölmesi ve yargılanması vardır. ( ibr.9: 27-28 bir kez ölmek, sonra da yargılanmak nasıl insanların kaderiyse,..) (bu konuda güzel bir tartışma forumu var: http://www.hristiyanforum.com/…howthread.php?t=3790) o halde yargılanma düşüncesi çerçevesinde, blasphema yani günah veyahut inanç bağlamında suç işleme durumunun tanrının varlığıyla bir alakası yoktur. yargılanacak olan insansa, yargılanacağı eylemlerin sorumlusu da kendisidir. (mat.5: 22 "ama ben size diyorum ki, kardeşine öfkelenen herkes yargılanacaktır." ; mat.23: 33 "sizi yılanlar, engerekler soyu! cehennem cezasından nasıl kaçacaksınız?"; mat.7: 2 "çünkü nasıl yargılarsanız öyle yargılanacaksınız. hangi ölçekle verirseniz, aynı ölçekle alacaksınız."; yu.3: 18 "o'na iman eden yargılanmaz, iman etmeyen ise zaten yargılanmıştır. çünkü tanrı'nın biricik oğlu'nun adına iman etmemiştir."; ovadya : "tanrı ulusları yargılayacak"; hezekiel : hez.33: 20 "ey israil halkı, 'rab'bin yolu doğru değil diyorsun. herbirinizi kendi yoluna göre yargılayacağım.") bu sonuçtan hareketle; insanların nefreti ve eylemleri tanrının yargısı yerine geçemeyeceğinden, dinin kuralları, tanrının buyruklarıyla, dindar olduklarını söyleyenlerin davranışları birbirinden kesinlikle ayrılmalıdır.

    francis bacon, lucretius'un bir dizesini anımsatıyor haklı olarak, diyor ki; "din insanı kötülüklere bile sevkedebilir." ("tantum relligio potuit suadere malorum.") ancak sevkedilen dinden anladığı şey kapsamında insanın kendisidir, o halde insanın kavrayışı (latincesiyle; -cicero'nun dediği- perceptio, cognitio veya comprehensio, yunancasıyla -zenon'un dediği- katalepsis) tanrının kavrayışı değildir. o halde tanrı varsa niye bu kadar acı var söylemi de değerini yitirir. yargıcın olduğu yerde suçun olmadığının iddia edilmesi gibi bir şeydir, tam bu dediğimi örneklemez bu ama yine de hafif yansıtır gibi oluyor.

    bu konunun bacon'ın ahlaki yazılarında (sermones fideles lll,3 'te) çok iyi anlatıldığını görüyoruz. şöyle diyor bir yerde; "kuşkusuz dikkat çekici bir günahtı; diabolus'un (şeytan), 'yükselerek en yüce varlığa benzeyeceğim.' demesi. ancak unutulmamalıdır ki, tanrıya benzemeyi düşleyip, 'karanlıklar lordu'na benzeyeceğim' denmesi daha büyük bir günahtır. bunu diğerinden ayıran, dinin yüce amacının kötüye kullanılması, onu gaddarlıklara, lanet edilmiş günahlara, katliamlara, insanların yaşamlarını mahva ve buyrukları alaşağı etmeye yönelmiş olması değil midir? bu ikinci günah, kutsal ruh'u güvercin değil de bir akbaba ya da kuzgun görünümünde indirmeye ve dinin gemisine korsanların bayrağını çekmeye benzer. bu yüzden kilisenin doktrinleri ve öğretileri, ahlaki ve kutsal bütün sözler, kralların kılıcı veyahut da mercurius'un asası sayesinde bu tarz davranışlar hades'in uçurumuna yuvarlanmalı, lanetlenmelidir, gerçi bu isteğimin büyük bir bölümü zaten gerçekleştirilmiştir." ("certe insignis fuit illa blasphemia, cum diceret diabolus ascendam, et ero similis altissimo. sed adhuc maior blasphemia fuerit si quis deum introducat dicentem descendam et ero similis principi tenebrarum. quid autem hoc ab illo differt, si caussa religionis descendat et praecipitetur ad crudelia et execrabilia scelera principes trucidandi, in populorum vitas grassandi, et imperia funditus evertendi? videtur quidem hoc perinde esse ac siquis descendentem faciat spiritum sanctum in specie non columbae sed vulturis aut corvi, aut ex navi ecclesiae erigeret vexillum piratarum et assassinorum. quocirca iustum est, et id ipsum necessitas temporum flagitat, ut ecclesia doctrina sua et decretis suis, principes gladio, omnesque literae seu religiosae sint seu morales, caduceo suo in barathrum inferni damnent et detrudant in secula huiusmodi facta et doctrinas iis auctoritatem aliquam tribuentes, ut magna ex parte iam pridem factum est.")

    yani ibrahim'in tanrısının (bunu özellikle vurguluyorum, tanrıdan sadece tektanrılı dinlerdeki tanrıyı algılayan nice kafası bulanık insan var. gitsinler onlar, araya bir iki tane ingilizce terim serpiştirince bilgili olduğunu sanan tiplerin entirilerini okusunlar. neyse şuraya bakın isterseniz: tanrısızlık - numen/@jimi the kewl - do ut des - herakleitos un tanrı olması) çeşitli yüzyıllarda vadettikleri ile bu vadedilenlerin uygulamadaki karşılıkları arasında bir çelişki var mı, yok mu asıl buna bakmak lazım. yukarıda alıntıladığım gibi; bacon'a göre; dinin suistimal edilmesi, din adına birilerinin kılıç çekmesi, kan dökmesi çok büyük bir günahtır. tabi bu parçada bacon, ***'in *** anlayışını da eleştiriyor, buradaki kılıç vurgusu özellikle de onadır. zira eserin bir yerinde yine şöyle der:

    "***"

    ("sed neutiquam arripiendus est gladius tertius, qui est mahumetis aut illi similis: hoc est, ut religionem bello propagemus, aut cruentis persecutionibus vim conscientiis inferamus, exceptis casibus scandali aperti et insolentis, blasphemiae, aut machinationis adversus statum civilem, ne dum ut foveantur seditiones, animentur coniurationes et rebelliones, gladius in manus populi transferatur, et similia.")

    bu hususu da papa onaltinci benedict in almanya konusmasi çerçevesinde incelemek mümkün. zira orada da benzer bir suçlama söz konusuydu, neyse ona da başka bir zaman değiniriz.

    sonuç olarak tanrı varsa niye acı var söyleminin ne pagan dünyasında ne de ilahi dinler çerçevesinde, doktirinler açısından yeterli bir sarsıntı yaratmayacağı aşikar. benim anlayabildiğim kadarıyla, bahsi geçen dinlerin hepsinin bu konuda açıklamaları var, işin siyasi, ideolojik boyutlarını bir kenara koyarsak, salt bilgi için, bilgiden yola çıkarak bir değerlendirme yaparsak, elimizdeki verilerin bizi bu söylemi çürütmeye ittiğini söylememiz mümkündür. ama yine de tartışılabilir bir konudur, değişik fikirler, inançlar ortaya dökülebilir.
  • dostoyevski'nin karamazov kardesler eserinde de bu konuyla alakali uzunca bir bolum vardir.
  • (bkz: elma meyvesi)
  • diş ağrısı kaynaklıdır.
  • azıcık kafa yorunca çözümlenebilecek söylem.

    bu mantığa göre, "bütün arslanlar hayvandır, e dolayısıyla bütün hayvanlar da arslandır." saçma ama öyle olması lazım bu durumda.
    ya neye inanırsan inan, ünlü bir türk düşünürün dediği gibi* "istersen krem peynire tap, banane amk." ama azıcık mantık be kardeşim.

    çoğumuzdan farklı bir inanışa sahip olan bir zat, bakın aşağıda nasıl özet geçmiş:

    cherokee kabilesinin yaşlilarindan biri, hayat, ask ve evlilik uzerine konusurken... sunlari soyluyor: "ıçimizde iki kurt var ve bunlarin arasinda da korkunc bir savaş. kurtlardan biri; korkuyu, ofkeyi, kiskançligi, pişmanligi, açgözlülügü, kibiri, kendine acimayi, küskünlüğü, aşağılık duygusunu, yalanlari, üstünlük taslamayi ve benciliği temsil ediyor. diğeri ise; zevki, huzuru, sevgiyi, umudu, paylaşmayi, comertliği, dinginliği, alçak gönüllülüğü, nezaketi, yardimseverliliği, dostluğu, anlayışı, merhameti ve inanci temsil ediyor." gençlerden biri "hangi kurt kazanacak?" diye soruyor ve yasli adam kisaca cevap veriyor: "beslediğiniz"
  • acı olmasa tanrıyı hatırlayacak mıydın bire gafil diye cevap verilmesi gereken durum

    (bkz: acıdan doğar insan)
hesabın var mı? giriş yap