• (bkz: insan beyni)

    insan düşünen bir varlık olmasaydı, bugün tanrı diye bir kavram belki de hiç olmayacaktı. tanrı insanı yaratmamıştır; insan tanrı'yı yaratmıştır.
  • islam yahudilik hristiyanlık gibi semitik dinlerin ezeli - ebedi tanrısı hakkında bu soruyu sormak tanım gereği mantıksız oluyor denmiş, " 'bu üçgenin 4. kenarı nerde?' diye sormak gibidir" denmiş.

    ancak sizin bir şeyi öyle (ör: ezeli, öncesiz) tanımlamanız ve bazı soruları ("öncesinde ne vardı?") o şekilde dışarda bırakmanız, bunun öyle olduğuna (tanırının ezeli olduğuna) delil olmaz. eğer gerçekten tanımladığınız gibi bir varlık varsa o soruların o varlık için sorulamayacağını biliriz, o konuda bir ön bilgi elde etmiş oluruz, öyle bir varlığın mevcudiyetinden emin olduğumuzda o soruyu sormayız.

    yani senin "tanrı ezelidir öncesizdir yani yaratılmamıştır, bu nasıl soru ya" demen aslında bir cevap değil sadece bir tanım.

    kendisi de kendince bir tanrı inancı olan birisi olarak tamamen sallama/farazi konuşuyourm, zihin cimnasitiği diyelim: belki bildiğiniz tanrı, "öncesi olan bir tanrıdır", onun da ondan önce var olan bir tanrısı vardır, onun da öyle bir öncesi ve yaratıcısı ve var olma mekanizması vardır ve belki de bu sonsuz bir döngüdür ve hiçbir şekilde bir öncesizlikle sonlanmıyordur ve belki de bu sonsuz öncesizlik silsilesi (infinite regression) aklımızın ermediği asıl tanrısallıktır, al sana yeni bir tasavvuf ekolü hatta. senin öncesizlikle sonlanan tanrı anlayışının, tanımının neden mantıken daha doğru ve/veya kendiliğinden doğru olması gerektiğine bir açıklama bulman lazım ki, ondan sonra o tanıma göre bazı soruların sorulmasının mantıksız olduğunu kabul edelim.

    benim naçizane kanaatim bu konularda bir inancın kanaatin varsa, öyle "ispatlarımla geliyorum" , "mantıken şöyle çözdüm" , "alın size bitirici cevap" gibi bir yaklaşımla gelmeyin. "tanrı, varlık konusunda bilinmezlik, bilinemeyecek yanlar çoktur, benim kanaatim bu yönde ama seni nasıl ikna ederim, etmeli miyim bilmiyorum" gibi bir tutum bana daha yakın..
  • birisi de demiş ki: "tanrı kavramı dışında evrenin var olduğunu ifade eden hiçbir bilimsel verimiz yok".
    çok güldüm. hume bilmez, darwin bilmez, wallace bilmez ama teist zırvalıklarını atıp tutar burada.
    öncelikle evrenin varlığı tanrıya inanmamız için bir neden sunmaz, tersine var olan evren tanrı fikrini oluşturmuştur.
    evrim teorisi zaten biyolojik olarak bir tanrı fikrini çürüttü, geriye kozmolojik tanrı kaldı.
    ayrıca neden tanrı ? nedir tanrının tanımı ? tanrıyı ne yada kim yarattı ?
    madem nedensiz yaratıldı; o zaman evrenin yada evrenlerin nedensiz ortaya çıkmış olduğu neden kabul edilmiyor ?
  • başlangıç noktasını ya da sonsuzluğu açıklayamadığın için bir tanrı yaratırsın. sonra da onu zamandan ve mekandan münezzeh yaparsın ki bütün soruları yutan eleman gibi yutsun. gerisi de bildiğimiz dogmalar, ritüeller, savaşlar falan filan işte.
  • (bkz: hassas ayarcılar gelmeden) diyecektim ki gelmişler bile. sorunun cevabı ise, insan ol dedi ve oldu.

    edit : soylenilenlere göre anlayamazmı?ız. işin acı kısmı idrak edemediğimiz şeye tapmak zorunda oluşumuz. yoksa sonsuza kadar işkence gormemizin normal olduğunu çok mantıklı bir şey gibi kabul etmemizin beklenilmesi.
  • hala tanrının/tanrıların nesnel özdeş bir varlığı tartışılıyor mu ya?
    net cevap: 40.000 yıl önce, modern homo sapiens beyninin frontal lobunda.

    evrenin işleyişinden bihaber atalarımızın antropomorfizm mirasının, rüyalar, ölüm korkusu ve keşfedilemeyen doğa olayları sonucu zihinde yaratılan, bilinmeyen, cevaplanamayan, ham bir hayalin soyutlana soyutlana günümüze kadar gelmesi.

    konuyla ilgili kitap önerisi :

    beynin evrimi ve tanrıların ortaya çıkışı
    edwin fuller torrey

    link
  • bağlı olduğu tek şey zaman denen kavramdır..

    beynimizin "zamanın tükenmesi", "zamanın olmaması" gibi bir şeyi algılaması mümkün değildir. tanımını yapabiliriz evet, ama algılayamayız. içinde bulunuruz sadece. zamanın ve maddenin olmadığı bir durumu sadece kafamızda hayal edebiliriz. beynimizin sınırlarının ötesinde bir şeye ihtitacımı var bunu algılayabilmek için. sonsuz zaman dilimini algılayamayız. zamanın başlagıcından önceki durumu algılayamayız. tanımını yapabiliriz ama algılayamayız. ezeli oluş biçimi yaratabilmek gücü ile bir tutulur o yüzden. yani evren zaten vardı dersen, hayır yaratıldı diye girer dini inanç sahipleri. tanrı bir kavram olarak ezeli olaiblir ama madde ezeli olamaz düşünce yapımıza göre. burdan sıyrılmaya başlar herşey. yani bir madde var ise, yaratılmış olmalı diye kabul etmeye meyillidir beyin. dolayısıyla 5 duyu ile algıladığımız herşey yaratılmıştır ona göre. halbuki zaman da yaratılmıştır aynı mantıkla. ama beyin zamanı algılayamaz, algıladığı süregelen değişimlerdir. esen rüzgar, akan ırmaktır. kuş sesinin devam etemsidi zaman algılama biçimi. koşan aslandır, giden arabadır. hepsini beş duyu ile algılar.

    ve işin garibi tüm bunlar zaman ile birlikte gerçekleştiği için zaman algısı bu beş duyu ile doğru orantılıdır. beyine göre

    ama zaman öyle değildir gerçekte. eğilebilir. bükülebilir. yavaş ya da hızlı akabilir.
    biz bunu sadece farklı büyüklükteki cisimlerde görebiliriz. bak yine beş duyuya geldim.

    zaman kavramını algılayamıyoruz. o yüzden önceden varolan bir güç işimize geliyor.
    ölmeyi ve yokoluşu kabul edemiyoruz, o yüzden sonsuz yaşam ve cennet fikrine bağlanıyoruz
    bazen çok korkuyoruz, o yüzden süper bir gücün bize yardım etmesi, etmese bile ruhen bizi dinlendiriyor (bkz: dua)
    adalet arıyoruz, zira çok haksızlığa uğradık, çok fakiriz, çok çektik bu dünyada.
    bazı şeyleri anlayamıyoruz, tanrı hepsini açıklıyor bize.

    tanrıyı yaratmak gördüğünüz gibi hiç de zor değil.
    biraz kibir, biraz korku, biraz da cehalet yetiyor...yani, insan olarak bizim tanımımız.
  • hangi güç evreni yarattı ve o gücü kim yarattı?

    yıllarca bilim adamları, metafiziğin veya dinin konusu olduklarını düşünüp bu tür sorulardan uzak durmuşlardır.
    ancak son zamanlarda bilim yasalarının evrenin başlangıcında bile geçerli olabileceği ortaya çıkmıştır. o durumda evren kendi kendini taşır durumda ve tamamen bilim yasaları tarafından belirlenmiş olabilir.

    -haziran 1987'de, cambridge'de yapılan three hundred years of gravity konferansından bir konuşma-

    evrenin başlangıcı olup olmadığı ve nasıl başladığı konusundaki tartışma yazılı tarih boyunca sürmüştür.
    temel olarak iki düşünce okulu vardı.
    pek çok eski gelenek ve musevi, hristiyan ve islam dinleri evrenin oldukça yakın geçmişte yaratılmış olduğunu savunur. (on yedinci yüzyılda rahip ussher evrenin yaratılışı için mö 4004 tarihini hesaplamıştır. bu onun kutsal kitap'daki insanların yaşlarını toplayarak bulduğu bir rakamdır.) kökenimizin yakın zamanlara dayandığı düşüncesini desteklemek üzere kullanılan bir gerçek, insan soyunun kültür ve teknolojide açıkça evrimleşmekte olmasıdır. şu işi ilk olarak kimin gerçekleştirdiğini veya şu tekniği kimin geliştirdiğini anımsarız.

    böylece şu tez çalışır: o kadar uzun süredir var olamayız, aksi takdirde halihazırda şu anda olduğundan çok daha fazla ilerlemiş olurduk.

    aslında yaratılışla ilgili incil'deki tarih son buz çağı'nın sonundan fazla uzak değildir. bu modern insanların ilk olarak ortaya çıkmış olduklarının anlaşıldığı zamandır.

    diğer taraftan yunan'lı filozof aristo gibi evrenin bir baş langıcı olduğu fikrinden hoşlanmayanlar vardı. onlar bunun tanrısal müdahale anlamına geleceğini düşünüyorlardı. onlar evrenin var olduğuna ve sonsuza kadar var olacağına inanmayı tercih ettiler. sonsuz olan bir şey, yaratılması gereken bir şeyden daha mükemmeldi. yukarda anlatılan insanın ilerlemesi tezine bir yanıtları vardı: periyodik seller veya diğer felaketler tekrar tekrar insan soyunu başlangıca geri götürmüştü.

    her iki düşünce okulu da evren'in esas olarak zamanla değişmediğini savunuyorlardı. ya şimdiki şekliyle yaratılmıştı, ya da sonsuz şekilde bugün olduğu gibi var olmuştu. bu doğal bir inançtı, çünkü insan yaşamı -aslında yazılı tarihin tamamı- o kadar kısa bir süredir vardır ki, evren bu süre içinde önemli ölçüde değişmemiştir. statik değişmeyen bir evrende onun sonsuz şekilde mi var olduğu yoksa geçmişte sonlu bir zamanda mı yaratılmış olduğu sorusu gerçekte bir metafizik veya din meselesidir: her iki teori de böyle bir evreni açıklayabilirdi.

    ancak on dokuzuncu yüzyılda yeryüzü ve evren'in geri kalanının aslında zamanla değişmekte olduğu konusunda kanıtlar birikmeye başladı. jeologlar kayaların ve içlerindeki fosillerin oluşumunun yüzlerce binlerce milyon yıl almış olacağını kavradılar. bu yaratılışçılar tarafından hesaplanmış olan yeryüzünün yaşından çok daha uzun bir süreydi. alman fizikçi ludwig boltzman tarafından termodinamiğin ikinci yasası denen şeyin keşfi yeni kanıtlar sağladı. bu yasa evren'deki toplam düzensizlik miktarının (bu entropi denen bir nicelikle ölçülür) zamanla arttığını söyler. insanın ilerleyişi konusundaki tez gibi bu da evren'in ancak sonlu bir süredir devam ediyor olabileceğini ileri sürer. aksi takdirde şimdiye kadar evren herşeyin aynı sıcaklıkta olduğu .tam bir düzensizlik durumunda bozulmuş olurdu.

    newton'un kütlesel çekim yasasına göre evren'deki her yıldızın her bir başka yıldıza doğru çekilmesinin gerekmesidir. eğer öyleyse, yıldızlar nasıl hareketsiz, birbirlerinden değişmez uzaklıkta durabilirler? hepsi birlikte düşmez mi?

    newton bu problemin farkındaydı. zamanın önde gelen bir filozofu olan richard bentley'e bir mektubunda yıldızların sonlu topluluğunun hareketsiz kalamayacağını, aksi takdirde merkezi bir noktaya düşmeleri gerektiğini kabul etti. ancak sonsuz bir yıldız topluluğunun birlikte düşmeyeceğini, çünkü onların düşeceği herhangi bir merkezi nokta olmayacağını ileri sürdü. bu tez sonsuz sistemler hakkında konuşulurken karşılaşılabilecek tuzakların bir örneğidir. evren'deki sonsuz sayıdaki yıldızdan gelen her bir yıldız üstündeki kuvvetleri toplamada farklı yollar kullanarak yıldızların birbirinden değişmez uzaklıklarda kalıp kalamayacağına ilişkin farklı yanıtlar elde edilebilir. şimdi doğru prosedürün, sonlu bir yıldız bölgesi durumunu ele almak ve daha sonra bölge dışına kabaca tek biçimli şekilde dağılmış olan başka yıldızları eklemek olduğunu biliyoruz.

    sonlu bir yıldız topluluğu birlikte düşecektir ve newton'un yasasına göre, bölge dışından daha fazla yıldız eklemek çöküşü durdurmayacaktır. böylece sonsuz yıldız topluluğu hareketsiz bir durumda kalamaz. bir zamanda birbirlerine göre hareket etmiyorlarsa, aralarındaki çekim birbirlerine doğru düşmeye başlamalarına yol açacaktır. alternatif olarak, birbirlerinden uzaklaşıyor olabilirler, kütlesel çekim de geri çekilme hızını yavaşlatıyor olabilir.

    statik ve değişmeyen evren fikriyle ilgili bu zorluklara karşın on yedinci, on sekizinci, on dokuzuncu yüzyıllarda veya yirminci yüzyıl başlarında hiç kimse evren'in zamanla evrim geçiriyor olabileceğini ileri sürmedi. hem newton hem de einstein, her ikisi de, evren'in ya büzülüyor ya da genişliyor olduğu kestiriminde bulunma şansını kaçırdılar. bu konu newton'a karşı kullanılamaz, çünkü o evren'in genişlemesinin gözlemsel keşfinden iki yüz elli yıl önce yaşadı. fakat einstein daha iyisini bilmeliydi. onun 1915 yılında formüle ettiği genel görecelik kuramı evren'in genişlemekte olduğu kestiriminde bulunuyordu. fakat einstein statik evrenden o kadar emindi ki, kuramına onu newton'un teorisi ile uyuşturmak ve kütlesel çekimi dengelemek üzere bir unsur ekledi.

    1929 yılında edwin hubble tarafından evren'in genişlediğinin keşfi onun kökeni konusundaki tartışmayı tamamen değiştirdi. eğer galaksilerin şimdiki tasımını alır ve onu zaman içinde geriye doğru çalıştırırsanız, on ile yirmi bin milyon yıl arasında bir süre önce, bir an birbirinin tepesinde olmaları gerektiği anlaşılır. bu zamanda, büyük patlama denen bir tekillikte, evren'in yoğunluğu ve uzay-zamanın eğriliği sonsuz olmalıydı. böyle koşullarda bilimin bilinen tüm yasaları çökerdi. bu bilim için bir felakettir. bu yalnızca bilimin evren'in nasıl başladığı konusunda kestirimde bulunamayacağı anlamına gelirdi. bilimin tüm söyleyebileceği "evren, o zaman öyle olduğu için şimdi bugün olduğu gibidir" olur. fakat bilim büyük patlamadan hemen sonraki durumun neden öyle olduğunu açıklayamazdı.

    çok doğal olarak, pek çok bilim adamı bu durumdan huzursuzdu. bu nedenle, büyük patlama tekillliğini ve dolayısıyla za manın başlangıcını önleme doğrultusunda, pek çok girişim oldu.

    biri değişmez durum teorisi denen şeydi. burada fikir galaksiler birbirinden uzaklaştıkça aradaki yerlerde sürekli olarak yaratılan maddeden yeni galaksilerin oluşacağı idi. evren sonsuz şekilde bu günkü ile az çok aynı durumda var olmuştu ve var olmaya devam edecekti.

    “no-boundary" önermesi evrenin işlerinde tanrı'nın rolü konusunda köklü sonuçlara sahiptir. şimdi genellikle evren'in iyi tanımlanmış yasalara göre evrimleştiği kabul edilmekledir. bu yasalar tanrı tarafından düzenlenmiş olabilir. fakat göründüğü kadarıyla o yasaları bozmak üzere evren'e müdahalede bulunmuyor. ancak son zamanlara kadar bu yasaların evren'in başlangıcına uygulanamayacağı düşünülüyordu. saatini kurmak evren'i istediği herhangi bir şekilde çalıştırmak tanrı'ya kalmış olacaktı. böylece evren'in şimdiki durumu tanrı'nın ilk koşullan seçiminin sonucu olacaktı.

    ama "no-boundary" önermesi gibi bir şey doğru olursa durum farklı olur. o durumda, fizik yasaları evren'in başlangıcında bile geçerlidir, bu yüzden tanrı ilk koşullan seçme özgürlüğüne sahip olmaz. kuşkusuz o hala evren'in uyduğu yasaları seçmede özgür olur. fakat bu pek bir seçim olmayabilir. yalnızca kendi içinde tutarlı ve "tanrının doğası nedir?" gibi sorular sorabilen bizler gibi karmaşık yaratıklara yol gösteren az sayıda yasa olabilir.

    ve eğer yalnızca tek bir eşi olmayan mümkün yasalar kümesi varsa bile, bu yalnızca bir dizi denklemdir. denklemlere ateş veren ve onlara yönetecek bir evren veren nedir? en temel birleşik teori kendi varlığının nedeni olacak kadar karışık mıdır? bilim evren'in nasıl başladığı problemini çözebilirse de. "evren neden var?" sorusuna yanıt veremez.
  • tanriyi kuranla aciklayip inanacaksak elfleri de lord of the ring okuyarak aciklayalim ve ona da inanalim bari arkadaslar. dinlerin kendini tutarli olmak adina nasil bir fanusa aldigini bilmiyor gibi ihlas suresiyle tanri aciklamis bir de atarlanmis eleman. din kafasindan cikip dusun denmis baslikta. sen bir sure dayanmadan aciklayabiliyor musun onu soyle denmis. yok aciklanmaz diyosan da soyle gec. neyin atari bu.
  • tanrının veya evren'in varlığı olabilir bu hiç fark etmez. geçmişte bir noktada bir şeyin varlığı için insan aklının mantıksız bulduğu (aklının almadığı) iki yoldan biri ile oluşmuş olmalı.

    ya yoktan var olmuş olmalı, ya ezelden beri hep var olmuş olmalı.

    varoluş problemi o nedenle tanrı ile çözülmüyor en fazla bir adım öteye sürüklenmiş oluyor.
hesabın var mı? giriş yap