• collingwood ile yüzyılımızda kendine özgün bir alan açmış felsefe disiplinidir. tarih, res gestae* ve historia rerum gestarum* olarak ikiye ayrılır ve böyle incelenir. res gestea ile ilgilenen tarih felsefesi görüşleri için hegel ve marx iyi birer örnektir. dilthey ve croce ise historia rerum gestaruma dayanarak tarih felsefesi yapmıştır. aslına bakılacak olursa, res gestea ile uğraşan bir bilgi dalı zaten vardır. onun için tarih felsefesi asıl anlamını historia rerum gestarumu nesne edinerek bulur.
  • konusu tarih ve tarihsel bilgi olan bir felsefe dalı.

    deyim olarak ilkin voltaire kullanmıştır. (la philosophie de i'histoire, 1756);ama gerçekte tarih felsefesi tarihsel olayların nedenlerini araştırma olarak antik felsefeye değin geri gider.

    augustinus ve g.b. vico'nun tek tek tarih felsefesi denemelerinden sonra herder'den hegel'e değin uzanan alman düşüncesi yoluyla tam bir felsefe dalı olmuştur.
    bundan sonra toplumbilim (comte, marks- çılık, spencer), kültür eleştirisi (nietzsche, troeltsch, max ve alfred weber, spengler) ve bilim kuramı (windelband, rickert, simmel, spranger) ile kaynaşmıştır.

    günümüzde hem bağımsız bir araştırma alanı olarak (n. hartmann, heimsoeth, rothacker), hem de insanın kendisini bütün o!arak yeniden anlamasının dile getirilişi olarak yeniden canlanmıştır. (york von wartenburg, dilthey, heidegger, jaspers ve ortega y gasset.)

    tarih felsefesi şu biçimlerde karşımıza çıkar:

    1- tarih fizikötesi; tarihin tüm akışının ve anlamının yorumlanması. (buna içeriksel tarih felsefesi de denir.)

    2- kendine özgü bir varlık alanı olarak tarih varlıkbilimi; tarihin özünün ve gidişinin, yapısının, ana biçimlerinin ve tarihsel ger- çekliğin kuruluş yasalarının araştırılması.

    3- yaşamın tarih açısından yorumlanması; insanın kendi tarihsel varlığının bilincine varması ve kendini anlamasının aydınlığa çıkarılması.

    4- tarihsel bilgi öğretisi, tarih biliminin bilim kuramı ve mantığı. (buna biçimsel tarih felsefesi de denir.)

    alıntıdır
    tarih felsefesi
  • tarih felsefesinin amacı tarihsel sürecin yönünü belirleyen genel yasaları ortaya koymaktır. doğu’da ibn-i haldun , batı’da ise voltaire tarihin ne olduğunu sorgulayacaktır. voltaire tarih felsefesi deyimini bir tarihsel düşünme anlayışıyla kullanacaktır.
    herodotos ile başlatılan tarihçilik ve tarih düşüncesi zaman içinde değişim geçirmiştir. bunun en önemli sebebi tarihe verilen önemin ve tarih kavramına yüklenen anlamın da zaman içindeki değişimidir.
    tarih yazımı en eski uygarlıklara kadar uzanır. tarih yazımının başladığı sümerler, mısırlılar, hititler, çinli ve hintlilere ait en eski metinlerde tarih olarak adlandırılacak bilgiler bulunur. bu metinlerdeki bilgiler genel olara teolojik-mitolojik bir bağlam içinde sunulmaktadır.
    tarihin teoloji-mitolojiden arınması ve olayların incelenmesinde bazı yöntemlerin kullanılması m.ö. 5. yüzyılda antik yunanda başlar. herodot ve thukydides öncülüğünde gelişen bu tarih yazıcılığı romalılar sayesinde günümüze kadar ulaştı. titus livius ve cornelius tacitus gibi tarihçiler olmasa bu miras bize ulaşmayabilirdi.
    antik yunan tarih yazımının genel özelliği tarihsel metinlerin hikayeci ve didaktik özellikler taşımasıdır. tarihin, insan topluluklarının yaşadıklarının kaydedilmesi sonucu ortaya çıkan bilgi olarak anlaşılması herodot ile gerçekleşir. habercilik biçimindeki bu tarih yazımına thukydides verilen bilginin yorumlanmasını da eklemiştir. antikçağda tarih anlayışının döngüsel olduğu kabul edilir ve tarih bu anlamda sürekli kendini tekrar eder.
    antikçağın bu tarih anlayışına ortaçağda hıristiyanlık öğretisi de eklendi. aziz augustinusun başlattığı bu birleşim döngüsel tarih anlayışının yerini çizgisel tarih anlayışına bırakmıştır. çünkü hıristiyanlıkla gelen yaratılış efsanesi ve kıyamet günü inancı dünyanın başını ve sonunu temsil etmektedir. islam dünyasında da benzer bir anlayış 10. yy.dan itibaren ortaya çıkacaktır.
    rönesans ile başlayan değişim sonunda aydınlanma çağında teolojik-mitolojik tarihin yerine insan merkezli bir tarih anlayışı yerleşti. doğa bilimlerindeki değişmez yasalar neden sosyal bilimlerde de bulunmasın diye düşünmeye başladılar. 19. yy.da leopold von ranke ile tarih artık profesyonel olarak eğitmiş tarihçiler tarafından icra edilen bir bilime dönüşecektir. diplomatik, kronoloji ve paleografya gibi tarihe yardımcı bilimler ortaya çıkmaya başlar.
    protestan bir papazın oğlu olan ranke ile yeni bir tarihçilik başladı. günümüzde artık bilimsel tarih olarak adlandırılan bu tarihçilik ranke’nin çalışmaları ile oturdu. bu tarihin temeli birincil kaynakların kullanımına dayanır. arşivler tarihçilerin labarotuarıdır. wie es eigentlich gewesen olarak özetlediği tarih anlayışı “geçmişi olduğu gibi” verebilmekti. sadece arşivleri kullanmakla kalmadı, yok olmaya yüz tutmuş arşivleri de kurtardı. ancak tüm bunları arkasındaki devlet desteği olmadan yapması mümkün değildi. ranke’nin eleştirisi 20. yüzyıldan itibaren yapılma başlayacak ve yeni akımlar ortaya çıkacaktır.
    hıristiyanlık öğretisinin tarih anlayışına girmesiyle oluşan ve 20. yüzyıla kadar etkisini gösteren tarihi geçmişten geleceğe doğru ilerleyen tek boyutlu bir zaman olarak gören tarih anlayışı annales tarihçileri tarafından zamanın göreceliğinin ve çok katmanlı zaman anlayışının altı çizilerek kökünden değiştirilecektir. annales’in entelektüel temelleri lucien febvre ve marc bloch’un dergiyi kurmalarından çok önce atılmıştı. her iki tarihçi de bu anlayışta eserlerini 1929’dan önce zaten vermişti. onlar için tarih ile diğer disiplinler arasındaki sınırlar kaldırılmalıydı. yalnızca arşivlerin kullanımı geçmişi yeniden kurmak için yeterli olamazdı. eserlerinde coğrafya, sosyoloji, antropoloji, ekonomiden yararlandılar. ikinci kuşakta braudel oldukça etkili olacaktır. bundan sonra dilbilim, edebiyat, sanat bilimleri ve psikanalizden de yaralanılacaktır.
    1970lerden itibaren yalnızca batıda değil, doğu avrupa ülkelerinde de tarihçiler sosyal bilim tarihinin varsayımlarını sorgulamaya başladılar. içerisinde marksizmin de bulunduğu makro tarihsel sosyal bilim yaklaşımına tepkiler metodolojik olmaktan çok siyasal temellere dayanıyordu. bu anlayışta tarihte “küçük insanlar” ihmal edilmekteydi. tarih sıradan insanların yaşadıkları şekilde gündelik yaşam koşullarına dönmeliydi. böylelikle mikro tarihsel tarihçilik de ortaya çıkmış bulunmaktaydı.
    1980lerden itibaren postmodern tarih kuramları ortaya çıkmıştır. tarih yazımı kurgudan farklı değildir, sadece onun bir biçimidir. tarihte bilimsel değil estetik ve ahlaki kaygılar olmalıdır. tarih eserleri bilimlerdekinden çok edebiyattakilere benzerlik göstermektedir. geçmişi yeniden kurmak imkansızdır. bu imkansızlık dil ve metinsellik üzerinden açıklanmaktadır.
  • ... tarihte insanların eylemlerinin sonucu olarak ortaya çıkan şey, insanların bu aynı eylemlerle hedef alıp ulaştıkları, dolayımsız biçimde bilip istedikleri şeyden daha başka bir şeydir...
    insanlar gereksinimlerini doyurur, çıkarlarını gerçekleştirirken, bunların yanı sıra daha uzak bir şeyler de bütünlenmektedirler böylece.
    bunlar öyle birşeylerdir ki bilincinde ve niyetinde değillerdir insanlar onun;ama o içsel olarak gene de onların çıkarlarında yerleşik olarak bulunmaktadır...
    (tarih felsefesi, « 30-34)

    ..insanlar eylemleriyle kendi çıkarlarını tatmin ederler,ama böylelikle bu eylemlerin içinde bulunduğu halde, insanların ne bilincinde, ne de amacında bulunmayan daha uzak bir şey gerçekleşmiş olur.
    (tarih felsefesi, s.36 )

    büyük insanların, yani dünya tarihine malolmuş kimselerin eylemleri yalnız bilinçsiz içsel anlamları açısından değil, ama dünya bakımından da haklı olarak görünür, dolayısıyla, dünya tarihine ilişkin eylemlere ve bu eylemleri yapmış olanlara karşı, bunlar için yabancı olun birtakım ahlaksal gerekler (gereklilikler) öne sürülmemelidir.
    (tarih felsefesi, s. 68)
    felsefe tarihi - hegel
  • aöf tarih felsefesi ders kitabında konuların semra kaynananın bir lafı vardı ya "daldan dala" diye, işte o kıvamda anlatıldığı ders.
    lord voldemort gibi zihni ele geçirir, delirtir.
  • tarih, içinde praksisler barındıran bir nehirdir ve sen ey balık!! akıntıya karşı yüzsen de akıntıyı değiştiremezsin ama farkedemiyorsun değil mi?

    ya da bir tesadüfler silsilesidir.

    ya da akışını değiştirdiğini düşünen insanların aslında kendisinin bir ürünü olduklarının farkında olmadıkları tanrısal güce sahip bir olgu.

    ya da sürekli bir hareket halidir zaman gibi.

    ya da bir belirleyiciğe sahip bir belirlenmişliktir.

    ya da birikmiş zaman.

    ya da mekansız varlık.

    ya da çoğunluğun ittifak ettiği yanılgılar bütünü.
  • tarihsel olayların anlamını, düzenlilik ve yasalarını, insanın gelişimindeki ana eğilimleri araştıran felsefe dalı.
  • doğuda ibni haldun, batıda hegel tarih felsefesinin en ünlü iki filozofudur. tarih felsefesi bugün üzerine kafa yorulan bir alan değildir.
  • felsefenin en gereksiz alt dallarindan biri. cidden gereksiz.
  • ilber ortaylı'dan felsefe'nin ve tarih'in hakkını vermenin gerekliliğine dair bir alıntı. aralardaki paragrafları alınan sitede mevcut.

    --- spoiler ---

    sosyal bilimlerde kurtuluş; felsefede, tarihçilikte kurtuluş için judeo -helen-islâmî düşünceye geri dönmek lâzımdır. çağımız insanının bu üç dildeki kaynakları iyi öğrenip, iyi çevirip düşünmesi, değerlendirmesi lâzımdır. niçin üç dili öğrenmeli diyoruz? vakıa bu üç dilden türkçeye değilse de başka dillere çeviri var; ama filozof ve yorumcu orijinalden her zaman yeni zenginlikler çıkarır. bu tipte bir hümanizm, bu tipte bir hümanist gymnasium lâzımdır. tabiî bu bizde doğru anlaşılmamıştır. hümanist denince yunanca ve latince anlaşılmıştır; yanlış değil, ama yetersiz. bu grupta idealistler vardı. fakat yetersiz bir görüştü, yetersiz bir bilgi birikimi ve yorumuna dayanıyordu.

    çünkü hiç bir zaman, belirtildiği gibi ne titus livius'da, ne ibn haldun'da, ne ibnü'l-mukaffa'da böyle bir yaklaşım yoktur. onlar tarihe tarih olarak, somut bir şey diye, somut bir enformasyon diye bakmışlardır. yorumlamamışlar mı? elbette yorumlamışlar. toplumlarda böyle mekanizmalar var, diye ortaya koymuşlar. bunu en iyi de ibn haldun yapıyor. biraz zeki insanı müthiş çarpacak bir bilgi vardır onda. çok dikkatli bir metin okuyucusu olan ümit hassan, ibn haldun'u tanıyınca allak bullak oldu. hiçbir zaman ibn haldun gâî bir yorum yapmıyor. çok sağlıklı bir bilgi veriyor. eski yunanlılar da böyle. işte aydınlanma'ya geldiğimizde tarihin gâî bir yorum için kullanıldığını, toplumun geleceği için programlandığını ve orada hedonist duyguların hâkim olduğunu görürsünüz. fransız ihtilâli'yle saadet gelecek deniyor; toplumda saadet olur mu? mesela feminist hareket ile kadınlar mutlu olacak deniyor; öyle bir şey olur mu? kadınlar bu hareket sayesinde idame-i hayat edecek; geçinmek için, yaşamak için, çocuğuyla birlikte var olmak için... çünkü toplum değişiyor. o değişen toplumda yeni şartlar, yeni gereçler lâzım. hareket budur. insan mutluluğu nedir sonra? hiç bir zaman bilinmez, ölçülmez bir şey. bunun yanında böyle bir görüşle tarih yorumu kitlelere mal olmuştur; bu çok önemlidir. artık insanoğlu tarihi doğal duygusuyla, bir hayvan (!?)olarak geçmişini merak ederek değil, bir şey inşa etmek için kullanıyor. bu hem ilginç fakat hem de sapkın bir yönelim. büyük bir değişim. eski dönemin insanı tarihi bir şey için yorumlayan, merak eden bir hayvandı(!?); bütün özelliği buydu. bugün geleceği inşa için kullanıyormuş. bu değişimdir. değişen tarih ilmi değil, tarihçi ve tarih okuyucusu; pek yararlı ve tutarlı değil, bir yere de varmaz.

    doğu düşüncesinde, meselâ, bir asr-ı saadet en büyük asırdır; her zaman için örnek alınacak ama bir daha asla tekrarlanmayacak bir asır. batı laik düşüncesinde yunan asırları, helenik asırlar buna -aydınlanma'ya-hizmet ettiği için en büyük asırlardır. bu çok önemli. burada bir teleolo-jik, kademelenmiş tarih görüşü söz konusudur.

    rönesans sanatının avrupa'da nasıl taklitlerinin yeşerdiği görülüyor; fakat bir tarafıyla da indî. kendi asrın-daki almanya'nın -ki voltaire kendisi bulundu almanya'da, friedrich'in sarayında- nasıl bir potansiyeli olduğunu göremiyor. bu söylendikten hemen sonra arkasından klasik alman çağı ortaya çıkıyor: goethelerin, schillerlerin patlama devri... tabiî voltaire'in haberi yok. prusya'da oturuyor; yüz elli kilometre ötedeki königsberg'deki kant'dan haberi yok. kant'm rousseau'dan haberi var; bunların ondan haberi yok. kant'ın var, çünkü onun fransızcası var ve takip ediyor; bunların almancası yok. kant almancanm en güzel metinlerini yazıyor. sonra kant'la, ingiltere'deki leibniz'le yazışmaları var clarke'ın; onun üzerinden descartes'la ilişki kuruluyor.

    yunanlı, heredot bunu yapmazdı. heredot mısır'a veya babil'e gittiği zaman, iran'ın sınırlarından geçerken oradaki toplumları'bunlar da bizim gibi olamamışlar, olmalılar' demiyor. böyle bir problemi yok. atina demokrasisi var; çanak çömleğe isim yazıp adam seçiyorlar. bunun anlatıyor; fakat bunun çok iyi olduğunu iddia etmiyor. nitekim ünlü dörtlü tartışmasında iran monarşisini savunan galip geliyor, kültürler arası saygılı bakış eski yunanda vardı, islâm ortaçağında vardır. heredot, şahrastânî, ibni haldun başka bir dünyayı; rönesans sonrası batı ise egosentrik, etnosentrik bir dünyayı, bir kurulmuş düşünceyi temsil eder.

    * ilk neşri; türkiye günlüğü, say:: 39 mart-nisan 1996, ss.152-159./ikinci neşri;türkiye günlüğü/sayı:73-2003

    http://www.tariharastirmalari.com/tarih_nedir.html

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap