• radikal gazetesi kitap köşesinde aslı erdoğan ile bu kitap üzerine yapılmış söyleşi için:

    http://www.radikal.com.tr/…20.05.2009&categoryid=40

    ayrıca yazıda bahsi geçen iki yazı için de:

    1- taş bina:
    http://www.radikal.com.tr/…/09/yazarlar/aslerd.html

    2- tahta kuşlar
    http://www.wordswithoutborders.org/…lab=woodenbirds
  • utku lomlu'nun kapak tasarımıyla, zaten çok fazla olan satın alınma potansiyelini çokçokçokçok fazlaya çıkaran kitap.
  • aslı erdoğan'ın son hikâye kitabı.

    "öykü anlatma sanatı, korları eşeleme sanatı değil midir bir yanıyla, parmaklarını yakmadan?"

    "gerçeği söylemiş olur gölgelerden söz eden. hakikat gölgelerle konuşur."

    --- spoiler ---

    "mahpus"tan birkaç paragraf

    "kılığı iç burkacak denli uyumsuzdu, renklerin düşüne taşına tutturulmuş uyumuna rağmen... gece yarısı yıkayıp da elektrik kesilince kurutamadığı saçları, gelişigüzel bukletler halinde kabarmış, geçen yüzyıllardan kalma bir peruğa benzemişti. aynanın üzerindeki floresanı açtı, soluğunu tutup yüzüne baktı.

    kadın olmak demek, herkesçe onaylanan bir kılığa girmek demekti. "lütfen birisi beni görsün," diye haykırmaktı her an, "görsün ve belleğinde sonsuza dek saklamak isteyeceği bir imgeye dönüştürsün. benim kendimi bir türlü göremediğim gibi." kalabalıkların içinde erimesi gereken gün, acemice yanaklarını, kirpiklerini boyuyor, gözaltı morluklarını kapatıyordu. kendi karikatürünü çizercesine... beceriksizce hatlarını belirginleştirdiği yüzünün biricikliğini yitirişini, aynada beliren anonim kadından adım adım silinişini yabanıl bir zevkle izliyordu. yırtmacın sergilediği bacaklarını bir başka kadında izler gibi. son doğallık kalıntısını, çenesindeki sert sarı tüyleri teker teker acıtarak yoldu, bu acıdan da ummadığı kadar zevk almıştı.

    (...)

    kapıcı gene gazeteyi bırakmamıştı, bodrum dairesinde tek başına oturan kadını asla hatırlamazdı, savunmasızlığın kokusunu almak en eski içgüdüdür, kapıyı var gücüyle çarpmadan önce uzanıp her gün giydiği kasketini taktı.
    erimiş mumların dizildiği havasız, rutubet kokan merdivenlerden tırmandı, bir uyurgezer gibi, çukurlarını, girintilerini, çıkıntılarını ezbere bildiği yoldan anacaddeye doğru yürümeye başladı.

    (...)

    bir başkasını, öz çocuğunu, yaşamaya mahkum etmişti, ne gerçeklerinden hayatla ölümün, ne de yalanlarından koruyabileceğini bile bile... kim kimi koruyabilmişti ki? otuz iki yılda kendi yazgısı kıldığı, nesilden nesile geçen bir trajediyi ona devrediyordu. insanların dünyasına incecik, ölümsüz, kopmaz bir kordonla bağlanmak için mi aldırmamıştı bebeğini? yalnızlığa karşı, tam ve son bir zafer çığlığı atmak, geleceğin görünmez limanlarına upuzun zincirli bir çıpa sallandırabilmek için mi? sonunda kendi hikâyesinde var olabilmek için mi? yenilmiş, yaralı yüreğinden bir yürek biçivermişti ona, tahammül edemediği suretinden yepyeni bir yüz... artık yıkılamaz, ölemez, tekmelenemezdi.

    (...)

    vitrinlere külyutmaz gözlerle bakan kadınlar devralmıştı sokakları... gürültülü, öfkeli bir dünyanın mevzilerini belirlemiş pazarlık ustaları. parmakları hamarat, göğüsleri sutyenlerinin altında dimdikti. çocuklar doğurur, emzirir, büyütür, evlerinde çeşit çeşit peynir, çerçevelenmiş fotoğraf, çiçekler için porselen vazo bulundurur, garsonlara, kapıcılara, hepsinden çok da diğer kadınlara pençelerini göstermekten çekinmezlerdi. gerçek trajedileri, kayıpları, gerçek aşağılanmaları sessizce, sır gibi taşır, böylece acılarının boşuna olmadığına inanırlardı. yenilmişliklerini gizleyen uzun, rengârenk tırnaklarla tutunurlardı hayata, bir ermiş sabrıyla kazırlar, kazırlar, kazırlar, tanrıçaların sabırzsızlığıyla parmaklarına bulaşan yıldız tozunu yalarlardı. (oysa o, hayatın aleyhine dava açmak için fırsat kolluyordu. tek bir tanık bulabilse...) ya onlar mutlu muydu acaba? kıyısına köşesine uçurtmalar, oklar, darmadağınık kadın yüzleri çizdiği gazeteyi katladı, çantasını topladı. gözlerini sildi, çoraplarını düzeltti, eteğini çekiştirdi. taş binaya baktı. onca büyüklüğü, loşluğu, heybeti, ciddiyeti içinde bekliyodu. gece boyunca çözülüp dağılmamış, karanlığa katran gibi sızmamıştı. sarsılmazdı, dokunulmazdı, yok sayılamazdı. gene de tanrı'nın sözcülüğüne soyunan herkes gibi dünyeviliğini gizleyemiyordu. buyruklarını daha da katlanılmaz kılan buydu. bir idam hükmünü, bir saman kağıdından okumak..."
    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    "yarın düşüncesi olmayan biri, hangi yöne bakarsa baksın, bilinmeyeni değil, yalnızca tanıdık olanı arar."

    --- spoiler ---
  • aslı erdoğan'ın muhteşem eseridir.

    --- spoiler ---

    bir mucize gibi bakabileyim diye hayata, gözlerini bende bıraktın.

    --- spoiler ---
  • okunmasının diğer kitaplarına nazaran daha zor olduğunu düşünüyorum. ancak taş binadan içeri bir kere girdiniz mi dönüşü olmadan her şeyi içinize çektiğiniz bir kitap. tekrar tekrar okunmalı derinliği daha da kavramak için..
    --- spoiler ---
    ölümün yüzüdür samanyolu'nun çizdiği, sürekli değişen, derinleşen, çiçeklenen, dallarla örtülen... öyle uzun bakarım ki, görünmeyen, göçebe bir ışığa dönüşür sanki gözlerim, yolunu yitirir, gökyüzünün kendisine dönüşür. yağmur bulutlarıyla dolar. rüzgar sertleşir, fırtına başlar, bir yıldız kayıp düşer. sanki aramızda yaşamaya gelmiş, o da dönüş yolunu yitirmiştir. sanki tanrı'nın bir lütfu- aklımın erdiği pek çok şey var, ama tanrı bunların arasında değil. avucuma alırım benim gecemden düşmüş yıldızı, çamurlarını temizler, usulca, okşaya okşaya yaralarına pansuman yaparım. ama sönmesini, korkudan titreye titreye ölmesini durduramam. incecik bir dal gibi kırılır ellerimde, tırnakları düşmüş, yaradan kabuktan başka şey tanımayan, bir iple bağlanmış ellerimde...benim gibi adamların ellerini bağlarlar, ölüme değil de birbirlerine yarenlik etsinler diye. keşke karanlıklardan çıkıp gelmeseydin böcek, yalnızca bir kereliğine bana doğru yönelmeseydin! kıpırtısız kalakaldı, belki ölmüş gibi yaptı. insan eline düşen ne sağ kalmış ki!
  • 2010 sait faik hikaye armağanı almış eser.
  • aslı erdoğan'ın yıllar sonra yayınladığı son kitabı.
    mahpus adlı bölümden :
    kuklayı, şöyle bir sars, tozlarından silkele, ayna karşısına sürükle.yüzünü gözyaşı izlerinden arındır,gündelik katılık maskesini tak ki, insan içine çıkmaya hazır olsun.pudralarla, farlarla, kat kat boyalarla kapat ölüm solgunluğunu, yoksa insanların dünyasına sızamazsın.
  • aslı erdoğan'ın çok yoğun bir dil kurarak yazdığı öykülerden oluşan kitabı. metin okuyucunun kendi yaşamından bir şeylerle seyreltmeye zorluyor kendisini. aslında sek de tüketilebilir. rakıdan örnek verirsek, rakı sek haliyle de lezzetlidir ama rakıyı sek içerseniz suyun rakıya değdiği anda ortaya çıkan o muhteşem görüntüden ve açığa çıkan tarifsiz kokudan mahrum kalırsınız.

    --- spoiler ---
    herkesin hikayesi aslında anlattığı. "biz hepimiz, aynı uçurumdan çıkıp gelmedik mi?" herkesin bir taş binası vardır, belleği ve düş gücüyle ördüğü. bazen bir ütopyaya bazen cehenneme çevirdiği bir taş bina vardır herkesin hayatında. aslında hayat da hem çok karmaşık, hem de h, çift a, y ve t harflerine indirgenebilecek kadar basittir.
    --- spoiler ---

    kısaca, varlık, varlığın evi, insanın kendi-oluşu ve başkası-olamayışı üzerine farklı gözlerle dönüp dönüp okunabilecek bir kitap.
  • ?"ölümden de korkunç kabusları bilmeyenler, buna ölüm sessizliği derler. aslında, sessizliğin içindeki sesleri, yokluğun soluk alıp verişini duyamadıklarındandır bu."
    aslı erdoğan / taş bina ve diğerleri / "sabah ziyaretçisi" öyküsünden.
hesabın var mı? giriş yap