• sosyologlarin onumuzdeki 30-40 yil içerisinde cin'in tamamini kaplayacak, kardessiz ve akrabalik iliskisi kalmamis nesil üzerindeki sonuclarini tahmin etmeye calistigi hakli, ama tuhaf politika.
  • genellikle bundan muzdarip olmamak icin az biraz varlikli aileler amerika, kanada gibi ulkelere gidip cocuklarini orada doguruyorlar. ikinci cocuklarini ise cin'de doguruyorlar. var boyle birsey.
  • sadece uc nesil dusunuldugunde bile iki buyukanne, iki buyukbaba, ve anne baba dahil 6 kisinin umudunu tek cocuga baglamasina sebep oluyor. buna literaturde four-two-one yani dort-iki-bir problemi deniyor. bu politika, hem cocugun fazlaca simartilmasina neden oluyor, hem de yaslari ilerleyen alti kisinin sorumlulugu tek bir cocuga yuklenmis oluyor, ustelik o cocugun basina bir sey gelmesi durumu iki ailenin de nesillerini devam ettirememesine neden oluyor.
  • sadece bir çocuktan fazlası değil,artık çinde ultrasonla cinsiyet tayini de yasaklanmıştır. çinlilerin tek çocuk yapma hakkı olduğundan ve orda da kız çocukları değersiz olduğundan dolayı hamileler ultrasonda bebeklerinin kız olduğunu öğrendiklerinde onları aldırıyorlarmış. dolayısıyla çin nüfusunda erkek nüfus yoğunluğu artmış. böylece kızlar aslında değerlenmiş, çinde kadınlar doğru düzgün bir işi, evi, arabası olmayan erkeklere bakmıyorlar. çinli erkekler de artık delirmek üzereler, yakaladıkları batılı erkeklere bundan dert yanıyorlar. vallahi yakındır çinli tecavüzcülerin ortada fink atması gibi geliyor bana..
  • amcasız, dayısız, teyzesiz, halasız bir neslin oluşmasına sebep olmuştur.
  • cin' in icinden cikmasi mumkun olmayan en buyuk bas belasidir. kanunu yururluge koyduklarinda ya hesaplayamadilar, " ya adam sen o zaman olsun dusunuruz " dediler, ya da bile bile lades .... ebeveynlere cok deger veren, onlarin son demlerinde son yolculuklarina yanibaslarinda bulunarak ugurlayan bu toplum hizla yaslanmakta. erkek cocuk sahibi olmanin kulturel saplantisinda dengeler bozulmus bir halde cin gitgide boka saplanmakta gibi ...

    politikadan vazgececek olsa suan ki nufus kaca katlar ve sosyal hizmetlere ( saglik, sosyal guvence ) neye patlar akil hafsala alacak gibi degil, velhasili iki ucu boklu degnek.....
  • kimi aileler de "bir tane çocuğumuz var ama katıyyen şımarmasın kerata" anlayışını benimseyebilir. bu yüzden anne ve baba kutsal ittifak oluşturur. ikisinden biri, bir tartışma sırasında farklı görüşleri benimsemez. sürekli aynı taraftadırlar. sadece birinden habersiz ** hiç bir şey yapamazsınız; illa ki ikisinin de haberi olur. ikisinden birine anlattığınız herhangi bir şey, ışık hızında diğerine de ulaşır. çoğu zaman haksızsınızdır; haklı olursanız şımaracakmışsınız izlenimine kapılırlar. ama ailedir işte. dünyada kimse kalmasa destek olacak; onlar vardır. sadece bunu belli etmeyi istemezler, o kadar..
  • cin'de uygulanan nufus kontrol politikasidir. mao'nun ne kadar nufus o kadar guclu bir ulke politikasi uyarinca nufusu asiri artan cin'in bu nufus artisina dur deme arayisidir. ulkeyi ekonomik olarak kalkindirmayi amac edinen xiaoping tek cocuk politikasi'ni 1979'da baslatmistir. buna gore ikinci cocugu olacak ailenin cocuk hevesini kirmak icin* o aileden astronomik bir ucret istenmektedir.
    bu politika daha cok cin nufusunun yuzde 90'ini olusturan han etnik grubu icindir. uygur, tibet gibi ozerk bolgelerde bu politika gecerli degildir.
    aslinda bir nebze basarili da olmustur. ornegin tam bir hayalkirikligi olan nufus planlama politikasindan vazgecen hindistan'in yirmi yila cin'i nufusta gecmesi beklenmektedir. yine de belirtmekte yarar var ki nufusta cin ve hindistan'dan sonra ucuncu sirada gelen abd'nin nufusu 300 milyon civarindadir. bu durumda iddia edebiliriz ki bu politika 1,3 milyarlik cin'in nufus sorunu icin tam bir cozum saglamamakta yalnizca sorunun daha da buyumesini engellemektedir.
  • konu hakkında çok çarpıcı bir film vardır.

    (bkz: so long my son)
  • 1979 ile 2015 yılları arasında süregelen ve artık yürürlükte olmayan tek çocuk politikası, gerekli tüm araçlarla nüfusu zorla kontrol etmeye yönelik çılgın bir sosyal deney olarak nitelenebilir. nüfus krizini önlemek ve çin'i yoksulluktan kurtarmak için uygulanan tek çocuk politikasının amacı insanî sefaleti, hastalığı ve açlığı hafifletmekti. tarihi, yüz yıllık savaşlarla, japonlarla mücadeleyle, devrimlerle, iç savaşlarla geçen çin, tek çocuk politikasıyla nüfusa yönelik iç harbe başlıyor; ama bu kez hayatını kaybedenler kadınlar ve bebekler oluyor.

    otoriter hükümet tarafından uygulanan ve yaygın devlet propagandasıyla desteklenen böyle bir ulusal politikanın etkilerini kavramak kolay değil. en başta despotizm ve kitle psikolojisi gibi kavramları anlamaya çalışmak lazım. çin'in tarihine, kültürüne ve ideolojisine bakınca; yaşanan felakete, birçok farklı etkenin birleşip, bir nevi molotof kokteyli etkisi yaratarak sebep olduğunu düşünüyorum.

    çin'de bu politikanın uygulandığı dönemde yeni doğan kız çocuklarının öldürüldüğüyle ilgili her zaman bir şeyler duymuştum ama beynimin bir köşesinde bu duyumların hep bir çeşit şehir efsanesi ya da kapsamı geniş olmayan bazı münferit olayların egzajere edilerek çarpıtılmasından ibaret olabileceğine dair bir varsayımım vardı.

    insanların, aile hayatlarına bu denli karışabilme yetkisi olan bir devletin ve sahip olabilecekleri çocuk sayısı kadar kişisel bir şeyi kontrol eden bir hükümetin yönetimi altında yaşamasını hayal bile edemiyordum açıkçası. yani denetimler ne kadar sıkı, yasaklar ne kadar katı olabilirdi ki insanlar çocuklarından vazgeçebilmeyi göze alsın? “yok artık canım o kadar da değildir” gibi sığ bir görüşe hapsolmuştum. one child nation belgeselini izleyince bütün bu iddiaların abartılması veya gerçek olmama ihtimalini geçtim, bebeklerine merhametli bir ölümü bile reva görmeyen ebeveynlerin sayısı karşısında dehşete kapıldım.

    bireyi yok sayan bir halkın iktidar anlayışı açıkça zalimceydi. yerel bölgelerde çalışanlar işi garanti altına almak için kürtaj ve toplu kısırlaştırma dayatması gibi aşırı yöntemlere başvurdular ve bu eylemler son derece yanlıştı. çok geniş çapta korkunç bir katliam yaşandığı gerçeği apaçık ortada. bu teknik olarak bir savaş değil ama binlerce ve milyonlarca insanı öldürdü. tarihte meydana gelen en acımasız şeylerden biri olabilir. savaşla eşdeğer bir kıyım söz konusu.

    ayrıca yaşanan vahşetin boyutları bana fena halde nazi almanyası'nı hatırlattı. ülke bekası uğruna en büyük vicdansızlığı gözünü bile kırpmadan yapabilecek milyonlarca insan; sorgusuz sualsiz biat etme kültürü, caniliği rasyonalize etme ve kötülüğün sıradanlaşması. üst mercilerden korkunç bir emir alan bir millet ve halkından insanüstü bir biçimde insanlıkdışı davranmasını bekleyen bir devlet. insanlara bunun ulvi bir vatanseverlik görevi olduğunu ve dolayısıyla da muhtemelen dayanması zor bir işe girişmiş oldukları gerçeğiyle vazifelerini yerine getirmek için kadın bedeni üzerinden kan döken yetkililer.

    tek çocuk politikasının uygulanmasıyla görevlendirilen insanların cidden nazi subaylarından farkı yok. böylesine geniş çaptaki bir sistematik toplu katliamı, yıkım ve dehşet açısından holokost'la kıyaslamak tam yerinde olur. bu kesinlikle nazi düzeyinde insan hakları vahşeti. nazi yetkilileri de bu politikayı uygulayanlar gibiydi, “insanlara ne korkunç şeyler yaptım!” demek yerine, “görevlerimi yerine getirirken ne korkunç şeyler görmek zorunda kaldım, yüklediği yük nasıl da ağır!” diyorlardı.

    olayın en korkunç kısmı şu ki; eğer ulus için iyiyse kolektif politika gereğince yapılanlar ne kadar korkunç olursa olsun sorun teşkil etmiyor. kararları bireysel olarak vermedikleri sürece ne olduğu önemli değil. politikayı uygulamaktan sorumlu bir yetkili olarak ulusal çıkarları kişisel duyguların önüne koyduğunuzda sadece bir cellatsınız ve sistemde hiçbir söz hakkınız yok.

    şok edici olan ise faillerin ne kadar "sıradan" olduğu. hiçbiri doğuştan sadist veya cani değil; bilakis, yaptıkları şeyden sistematik bir biçimde kurtulmaya çalışıyorlar. en fiks savunmaları “başka çaremiz yoktu.” bireyler, ebeveynler, doktorlar, kasaba yetkilileri, hükümet görevlileri, hepsinin ortak özelliği; çaresizlik duygusuna sahip olmaları. hepsi de bir çıkış yollarının olmadığını, sadece kendilerine söyleneni yaptıklarını, emirleri yerine getirdiklerini ve yasalara uyduklarını söylüyor. peki bu savunma onların görevlerini ahlâkî anlamda haklı çıkarır mı?

    devlete karşı hareket etmelerinin hiç mi yolu yoktu gerçekten. ülkenin uzun ömürlülüğü için ‘gerekli kötülükler’ olarak kabul edilen şeyleri yapmaya zorlanmak onların eylemlerini haklı çıkarır ya da mazur gösterir mi? geleceği kurtarmanın bedeli kız çocuklarının mümkün olan en insanlık dışı şekilde öldürülmesi mi olmalıydı? bir bebeği iki gün iki gece pazar yerine terk etmek hangi insanlığa sığar çözemiyorum. hangi bebek yüzünün her yeri sivrisinek ısırıkları içinde ölüme mahkum bırakılmayı hak eder?

    kaçırılarak, kürtaj ve kısırlaştırma işlemleri tamamlanana kadar rehin tutulan kadınlar. zorunlu kürtaj sonucu çöp yığınlarındaki tıbbi atık torbalarında bulunan 8 aylık fetüsler. tüm bunlar ne uğruna? kalabalıklaşmayı ve artan küresel ısınmayı önlemek, yiyecek ve kaynak sıkıntısını azaltmak, aşırı nüfus sorunu ve bunun iklim değişikliği üzerindeki etkisini en aza indirmek, sosyo-ekonomik çöküşü önlemek, kontrolden çıkan nüfus artışını sınırlamak ve 800 milyondan fazla insanı ezici yoksulluktan kurtarmak.. tüm bu tehlikeleri engellemek için bebeğini öldürür müydün?

    felsefi açıdan sorgulayınca şu meşhur tramvay problemi teorisine çıkıyor yolumuz; «daha az insanı öldürerek daha çok insanın canını kurtarma tercihini yapar mıydın?» ahlâkî ikilemi. lâkin bu dilemmada kurtardığın insan sayısı gibi kaybetmek zorunda kaldığın insan sayısı da gayet bellidir. ama tek çocuk politikası uygulanmasaydı ya da daha insancıl bir politika yapılsaydı ülkenin yaşayacağı felaketin boyutu ne olurdu?—bunun net bir cevabı yok. çin'in geleceği kurtarıldı ama ne pahasına? atılan milyonlarca bebekten kimbilir kaçı büyüyüp dünyayı bir şekilde değiştirebilirdi. travma geçiren kuşaklar, kaybolan nesiller, işlenen suçlar.. değdi mi gerçekten?

    çin devletinin 35 yıl boyunca uyguladığı cinayetleri anlamlandırabilmenin bir yolu yok. hükümet yönetimini körü körüne kabul etmeye şartlanmış bir nüfus tarafından sağlanan tek çocuk politikasının aşırı bir insan hakları ihlali olduğu sugötürmez. devlet yetkilileri tarafından işlenen zulümlerin yaygın şekilde rasyonelleştirilmesinin beyni yıkanmış bir ulusun itaati sayesinde geliştiği muhakkak.

    tamam, birey ve benlik önemli değildi. yalnızca kolektif amaç ve devlet önemliydi. çin halkının başka seçeneği yoktu; devletin söylediğini yapmak için öldürmek zorundaydılar. ok. ama yine de bu mudur yani? sıradan vatandaş kendi çocuğunu, doğmamış bebeğini devlet adına öldürmeyi nasıl kabul edebilir? kendi ailenden, kanından canından masum birini öldüreceksin? böyle bir şeyi gerçekten aklım almıyor.

    geçmişte insanların hükümetin söylediği herhangi bir şeyi nadiren sorguladıklarını biliyorum ama birçok kişinin bir bebeği sadece yukardan gelen bir emirle öldürebilmesini, statükoya karşı çıkma korkusuyla bebeklerini yol kenarlarına atabilmelerini, sokaklara ve pazar yerlerine bırakılabilmelerini an-la-ya-mı-yo-rum! bu “normal” insanların vicdan azabından nasıl kurtulabildikleri, merhamet duygusunu nasıl aştıkları benim için kocaman bir soru işareti.

    bazı insanların "tek çocuk" politikasını kınamadan önce, açlıktan ölebilecek milyonlarca kişiyi düşünmeyi önermesi; “kitlesel açlıktan kaç milyon daha ölecekti?” gibi karşı argümanlar üretmelerini mantıklı buluyorum. zira madalyonun her iki yüzünü de ele almak lazım.

    insanların bir kısmı politikanın kendisine değil, uygulanma şekline eleştiri getirilmesini söylüyor. kız çocuklarının öldürülmesini tek çocuk politikasının bir özelliği değil, bazı gelenekçi çinlilerin benimsediği ataerkil inançların bir özelliği olduğunu iddia ediyorlar. politikanın doğurduğu ciddi sonuçların, paternalist toplumların kadınlara değer vermemesi ve cinsiyet eşitliği sağlamaması durumunda ortaya çıktığını savunuyorlar.

    hatta tek çocuk politikası olmasaydı, bu insanların erkek çocuk sahibi oluncaya kadar daha çok çocuk doğurmaya çalışacaklarını ve haliyle onları doğuranların onları büyütecek parası olmadığı için kız çocuklarının zaten terk edileceğini, kızların daha sefil bir hayat yaşayacaklarını, örneğin genç yaşta evlenmeye zorlanmak gibi çeşitli zorluklarla karşılaşacaklarını öne sürenler var. yani bu anlamda tek çocuk politikasının birçok kız çocuğunun eğitim şansı elde etmesine, küçük kardeşlerine bakmak zorunda olmadan başarılı bir şekilde büyümelerine veya terk edilmemelerine yardımcı olduğunu çünkü bu berbat ebeveynlerin erkek çocuk sahibi olana kadar daha fazla çocuk doğurmasını engellediğini düşünenler bile var ki en ilginç sav bu olsa gerek.

    ama ironik olarak bu politika sayesinde çin'de dişilerin daha değerli bir hale geldiği kesin. çünkü çin'de 10 genç erkekten yalnızca 1'i eş bulabiliyormuş. kadın nüfusunun aşırı azlığı, pek çok çinli genç erkeği etkilemiş, evlenecek ve kendilerine ait bir aile kuracak kadın bulamadıklarından, bekar ve yalnız durumda kalmaya zorlanmışlar. bu aynı zamanda kızların, ebeveynlerinin kıymetli varlıkları haline gelmesine neden olmuş. şimdilerde çin'de kızlar ebeveynleri tarafından genellikle erkeklerden daha fazla şımartılıyormuş.

    son olarak özetle şunu demek istiyorum. tarihin neresinde durursanız durun ileriye yönük çıkarılabilecek her türlü istatistiksel varsayımlar kesin değildir. hayatın karmaşıklığı, paradigmaların belirsizliği, yaşamını kendi içinde hesaplanamaz organik olaylar silsilesinden oluşması ‘bu politika uygulanmasaydı şöyle olurdu, böyle olurdu’ gibi tahminlerin çok ötesinde anlamlar taşıyor. hiçbir bahane bu politikanın verdiği geri dönülemez zararlara meşruiyet kazandıramaz. hiçbir avuntu canı yanan, hayatı kararan çin halkının acılarını dindiremez. bu insanlara ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışmak yanlıştı ve bununla yüzleşmek gerekiyor.
hesabın var mı? giriş yap