• gun gelecek, dunyadaki tum zeki ve tembel insanlarin ba$ina gececegim
    ve hep birlikte dunyayi yonetmeye u$enecegiz.
    herkesin biraz daha yan gelip yattigi
    daha insani bir dunya icin
    hicbir $ey yapmayacagiz.
    aylakligimizin hakliligini
    ve dogalligini kanitlamak icin
    kicimi kaldirmayacagima
    ant icerim.
  • memeli dediğimiz hayvanlara dikkat ettiyseniz görmüşsünüzdür ki bunlar iki dakka hareketsiz duramazlar. illa götünü başını oynatırlar. elinden kolundan yakalasanız bu defa kaşını gözünü oynatırlar. yerlerinde su çıkmış gibi illa kımıldanırlar da kımıldanırlar. hiç işi gücü yoksa hoplayıp zıplar, oyun oynar, onu da yapmıyorsa can sıkıntısından elindeki dal parçasıyla yerdeki toz toprağı karıştırırlar (bakınız: peygamber efendimizin allah boş duranı sevmez konulu kıssası). neden? çünkü sıcak kanlı bu hayvanların belli bir sıcaklıkta tutmaları gereken kanları, dolayısıyla da belli bir etkinlik seviyesinde tutmaları gereken metabolizmaları bulunur. halbuki bakınız sürüngenler öyle mi ya? belgesel seyredenler televizyonda görmüştür, dağda kırda bayırda dolaşmayı sevenler ise bizzat gözlemlemiştir, kertenkele soydaşı sürüngen dediğimiz soğuk kanlı bu hayvanlar yemek yemiyorlarsa, çiftleşmiyorlarsa, kavga etmiyorlarsa, kaçmıyorlarsa, uygun mekan aramıyorlarsa, dururlar. evet evet, dururlar. bir oyun oynıyayım, aman canım sıkıldı oflayıp puflıyayım, ayağımı sallıyayım, parmaklarımı tıkırdatayım yok! ööyle heykel gibi kaskatı dururlar. neden? çünkü kanlarını ısıtmaya ihtiyaçları yok. eğer bu arkadaşların hayati bir meseleleri yoksa yerdeki taştan farkları yoktur. şimdiii, hani insaniyetini unutmuş, sosyal kuralları hiçe sayarak saldırganlaşmış kişilere -hakaret babında da olsa- "hayvan" deriz ya.. neden öyle deriz? çünki insanlığımızı oluşturan davranışların altında aslında hayvani dürtüler mevcudiyetini korumaktadır. ve kimi zaman insani davranış kalıplarına bürünmeksizin olduğunca çıplaklığıyla kendini göstermektedir. zaten beynimiz de -basitleştirilmiş şematize bir tanımlamayla- evrimsel süreçteki gelişimleri üst katmanlarına eklemiş, alt katmanlarında sırasıyla primat, basit memeli, sürüngen, amfibi ve balık beyinlerini de barındırmaktadır. işte nasıl ki sinirlendiğimizde beynimizin derinliklerindeki kedi köpek beyni katmanlarındaki hırlama, diş göstertme gibi hayvani davranışlar doğrudan kendini gösteriveriyorlarsa; kimi zaman da beynimizin derinleklerindeki bazı katmanlardan bize "hayati bir durum yok, heykel gibi dur" komutu gelmektedir. işte tembellik budur. tembellik, içimizdeki hayvanın şiddetle yerine getirilmesini arzuladığı temel dürtülerden biridir. ama öyle içimizdeki kedinin köpeğin dürtüsü değil, içimizdeki sürüngenin, taşın üzerinde hiç kımıldamadan taş gibi hareketsiz duran o yeşil kertenkelenin dürtüsüdür. ve hem beynimizin daha dereniniden kaynaklanması itibariyle, hem de metabolizmanın yavaşlığı ve hareketsizlik açısından bizi taştan farksızlaşma yoluna sevkederek doğayla bütünleşmemizi sağladığı için, varoluşun özüne en yakın duran dürtü ve davranıştır. doğal meditasyondur. meditasyonun aslıdır. yani ben şimdi oturmuş burda hiç gereği yokken bunları yazıyor isem sırf memeliliğimin bana dayattığı iç huzursuzluğundandır. sakin olmalıyım... sakin olmalıyım... yazmamalıyım... durmalıyım... evet... evet... eve
  • tembelliğe güzelleme;

    ey tembellik! her kaytardığımda şirince sevinmelisin,
    güzelleme çok uzun, beyitle yetinmelisin.

    kim uğraşa
  • nasil tembelligin ustesinden gelebilirim diye google'da arattim. guzel bir makale buldum. biraz okudum. ama tamamini okumaya usendim.
  • yaşama amacını bulamamış, keşfedememiş insanın içinde bulunduğu durum. tembellik tanım olarak bir olumsuzluk ifade eder. yapılması gereken işlerin, ortada geçerli bir neden olmaksızın bir türlü yapılamamasıdır tembellik ve çoğunlukla, insanda rahatsızlık ve huzursuzlukla birlikte varolur. "tembel" olarak tanımladığımız insanların, yapmaktan zevk aldıkları şeyleri, uzun süreler boyunca bıkmadan, usanmadan, yorulmadan şevkle yaptığına fazlaca tanık oluruz. bu da aslında "tembelliğin" insanın doğuştan gelen bir özelliği olmadığını, dış etkenlere bağlı olarak belli zamanlarda içinde bulunulabilecek bir durum olduğunu gösterir.
  • bu aralar karizmatik olmak için bolca kullanılıyor bu tembellik hadisesi. demek ki yeni furya bu şu anda. hani böyle her boku karakterine yapıştıran tipler vardır. biri "paraglayding yaptım ben" der. herif hemen atlar "aa ben çok severim paraglayding geçen yaz ören de yaptım ben arkadaşlarla." hmm iyi falan diye geçiştirirsin, bu sefer başka bir muhabbet sırasında yükseklik korkusu olduğunu idda eder. yani muhabbet her neyse o odur. hep ilgi odağı o olsun ister. şimdi neden anlattım bu hayali kahramanı. çünkü bu tembellik toplumu bu tiksindiğim insan tipine en çok çeviren konulardan biri.
    kime sorsan tembel anasını satayim. nerde bu tip bir konu açılsa ağız birliği yapmışlar gibi toptan ordaki her birey dünyanın en tembel insanı oluyor bir anda. lakin çoğu, tembelliği halsizlikle karıştırıyor sanırım. zira ben gerçek bir tembelin asla öyle büyük demeçler verecek kadar, bir fikri uzun uzun savunacak kadar enerjisi olacağını sanmıyorum.

    gerçek tembel, işi olmadığında yatan adam değildir efendim gördüğüm kadarıyla. her ne işi olursa olsun devrildiği yerden kalkmayan, çevresini kendi ritmine göre şekillendiren adamdır tembel. öyle iki saat uyuşukluk yapınca kendini tembel sananlara, yastıklarıyla bütünleşik yaşıyan bezgin bekir gibi zamandan süzülerek cevap verirler. uzun lafın kısası bir yaşam biçimidir tembellik. öyle kasarak karizmatik olmak için yapılmaz. ben nice dalyan gibi delikanlılar biliyorum ki kız arkadaşıyla buluşmak yerine tek çorabını yarım giymiş vaziyette tüm gün tv karşısında mayışan. hatta öyle ki deprem olacak abi kalk desen önce beş dakika doğrulur bu adamlar. üstlerinde toz yoğunlaşması nedeniyle oluşmuş bir katman vardır bunların. dürtülmedikçe de asla yarım santim dahi kıpırdamadan mutlu mesud yaşarlar hayatlarını. öyle üç gün yatınca sıkılan adamdan tembel olmaz. sıkılan herif yorgundur, sıkkındır ama tembel asla.

    ben şahsım adına gerçek tembelliği bir mertebe olarak görüyor ve o iç huzuna erişmiş insanlara saygı duyuyorum. sağda solda ben tembelim diyip diyip karizma yapan, sonra da diskoda çılgın haraketlerle dans eden birini görürsem de allah yarattı demem uçak yakıtıyla yıkarım o herifi. sen kimsin de ben tembelim diyorsun lan kolay mıdır hiç kıpırdamadan ve kimseye ihitiyaç duymadan uzandığın gibi kalmak. bir trans hali lan bu. bizim bir ömer abi vardı mesela, öldüğünde yattığı karyoladan kalıbını aldılar adamın. hindistanda falan olsa guru diye heykelini yaparlar öyle dingin kişinin. gandi misin mübarek o nasıl bir hayatı kavramışlıktır.

    sonuç olarak herkes aklını başına toplasın neyin ne olduğunu bilsin. tilt etmeyin beni. kalk lan sen de yattığın yerden.
  • bir arkadaşıma çok yakıştırdığım durumdur. şöyle ki;

    ingilizce öğretmeni: evet çocuklaaar. dün verdiğim yeni kelimeleri kullanarak yazdığınız paragrafları okuyalım bakalım. neydi kelimelerimiz: belt, slipper, glove, umbrella, scarf, coat. listeden seçiyorum, 1629 ! evet yavrum nasıl kullandın kelimeleri ?

    arkadaşlar: şştt..olm hoca seni seçti... aloo... kelimeleri kullanarak bir yazı yazacaktık...

    tembel arkadaş (genelde sıra altında okuduğu kitabı bırakarak yavaşça doğrulur): eee...hmm...i have belt, slipper, glove, umbrella, scarf and coat !

    (sınıfın gülmesinden faydalanarak yavaşça sırıtarak yerine oturur, kitabını açar okumaya devam eder)

    öğretmen: ama ... ama ... çocuklar bi saniye.. tamam neyse arkadaşınız gibi yapmak yok bi daha...
  • benimki daha doğmadan başlamış. 10 aylık doğmuşum.

    net.
  • gereken saygıyı göremiyen meslek
  • ruh emici, verim düşürücü, üretkenlik kırıcı. her anlamda kötü.

    ergenlik ve ilk gençlik yıllarıma baktığımda fiziksel olarak ne kadar tembel olduğumu anımsıyor ve o zamanlar bedenimi ne kadar kötü kullanmış olduğumu fark edip üzülüyorum. üzülüyorum; çünkü fiziksel olarak şimdiki kadar etken olsaydım çok daha fit olabilirdim.

    bu ülkedeki ilk yarı zamanlı işimi bırakıp bir başkasına başladım bugün. bir lisede öğrencilerin ufak bir araştırma yapıp rapor yazmalarına yardım ettiğim bir iş. danışmanım bu işte çalışıp çalışmak istemediğimi sorduğunda lisenin bu kadar uzak olduğundan haberim yoktu doğrusu. haritadan baktığımda evden 8.5 km uzakta olduğunu görünce ufak bir şok geçirdim. benden önce bu işi yapmış ve bu dönem de yapacak olan bölüm arkadaşıma nasıl gideceğimi sorduğumda trenle de gidebileceğimi, ama kendisinin bisikletle gidip geldiğini söylediğinde "tamam, ben de bisikletle gideceğim" dedim. yalnızca gidiş yaklaşık 40-45 dakika sürdü ve o kadar yokuş tırmandıktan sonra allah'a varmama az kalmıştı ki okula daha önce vardım. önce nehir kıyısından dümdüz gidip şehrin hiç gelmediğim bir bölgesinde, hiç görmediğim bir sürü dükkanın, restoranın, mağazanın, benzin istasyonlarının ve hatta otomobil galerinin yanından geçip gittim. 8.5 km boyunca pedal çevirdim. derslere girdikten sonra 8.5 km geri döndüm. o yokuşlardan bir inip bir çıkarken trenle gelmeyi ne kadar istemediğimi bir kez daha anladım. kendi fiziksel gücümle gidebileceğim bir uzaklıktaysa araç kullanmayı hiç istemez hale geldim. eskiden, çok eskiden olsa yol gözümde büyür büyür tek bir adım atmaya bile üşenirdim.

    ortaokul dönemi dışında, mezun olup da çalışmaya başlayana kadar her okuluma her gün yürüdüm. izmirliler bilirler. izmir'in her yanı dik yokuşlarla çevrilidir. ilkokuldayken halil rıfat paşa caddesi'nden üçyol'a yürüdüm 5 yıl boyunca. her gün o yokuşları birer birer tırmanır, okuldan sonra da seke seke eve dönerdim. hiç de şikayet etmezdim. annemler ortaokula başlayacak beni ve ilkokula yeni başlayacak kardeşimi göztepe'de bir okula göndermeye karar verdiklerinden, yol üstünden yürümenin tehlikeli olacağını düşündükleri için ikimizi birlikte servise yazdırmaya karar verdiler. işte tam da o zaman tembellik çağım başladı. elbette tüm hareketsizliğimi servise yazılmış olmama bağlayamasam da insan hareket için bir araca bağımlı hale gelince bu, yaşamının tüm alanlarına yansıyor sanki. parka çıkmayan, hatta çıkarken bile yerin kalkmaya üşenip de annesi tarafından itelenen bir çocuk olup çıkmıştım. ergenlik asiliğinin etkisini de göz ardı etmemek gerektiğini düşünsem de insan bir kere "öf, hiç yapasım yok" demeye başladı mı hiçbir şey yapmayı istemiyor ve hiçbir şey de yapmıyor. gerçekten alışkanlığa dönüşüyor tembellik (sonra da herkesin hayalleri varken evde öküz gibi oturması diye başlıklar açıyoruz). ortaokuldaki her anlamdaki tembelliğim, liseye başlamamla son buldu. evin yakınındaki bir liseye başlamıştım ve her gün yürüyerek gidiyordum. kendime lisenin ilk gün "hep çok çalışacağıma söz veriyorum" dedim. tembellik kadar işlevsiz hiçbir şey yok. halinden memnuniyetsiz olup da hiçbir şey yapmayan insanların yakalandığı hastalık sanki. hiçbir şey yapmama hastalığı.

    bu ülkeye geldiğimden beri o kadar fazla fiziksel güç harcıyorum ki, zihnim ve bedenimdeki değişimlere inanamıyorum. yıllar boyu yürümekten ötürü olacak, zaten kaslıydı bacaklarım; ama bu gidişle, beşiktaş'a transferimi isteyebilecek bacak kaslarım olacak doktora bittiğinde. fiziksel olarak ne kadar etken olursam zihnen de daha verimli oluyorum. güne bolca hareketle başladığım zamanlar daha iyi odaklanıp daha çok çalışabildiğimi fark ettim. bir şeyleri yapmayı daha az ertelediğimi ve işlerimi daha düzenli yapabildiğimi gördüm. zamanı daha iyi kullanıp kendimi daha iyi değerlendirebiliyorum. insan çalışmayı sevmeli. gerçi herkes sevdiği işi yapabilecek kadar şanslı değil. herkes iyi koşullarda da çalışmıyor. hepsinin farkındayım; ama yapabiliyorsanız sevin. çalışmayı sevin; çünkü çalışmak hiç bitmiyor. çalışmak çok güzel. çalışmak yaşamak; üretmekse özür olmak. nasıl başlarsan öyle gidiyor. kendine ne yönde telkinde bulunursan onu yapıyorsun. tembellik bir kere insanın derinine işlemeye görsün, çıkarmak için çok uğraşmak gerekiyor.

    bugün o yokuşları tırmanırken "iyi ki" dedim kendime. iyi ki çalışıyorum. iyi ki çalışmayı seviyorum. iyi ki o tembelliğimden kendimi kurtarmışım. iyi ki koşuyorum. iyi ki bisiklete biniyorum. iyi ki hareket halindeyim.

    mustafa kemal atatürk'ün sözleri hep kulaklarımda çınlıyor:

    "yalnız tek bir şeye ihtiyacımız vardır, çalışkan olmak. servet ve onun tabii neticesi olan refah ve saadet yalnız ve ancak çalışkanların hakkıdır. ...dinlenmemek üzere yola çıkanlar asla yorulmazlar.”
hesabın var mı? giriş yap