• 7 aydır devam ettirdiğim süreç.

    yas sürecim için başlamıştım. o kadar karıştı ki işler birbirine bir kuyunun içine girdim. matruşka gibi açıldıkça içinden başka başka şeyler çıktı.

    kendimin dışına çıktım. uzaktan, kendimi izliyorum. çocukluktan itibaren, yaşadığım, yaşatılan her şeyi tekrar yaşıyorum. toz bulutu gibi tüm yaşantım tekrar ve tekrar üzerime yağıyor. bazen çığ gibi tepeme düşüyor. bazen çat çat çat tokat gibi yüzüme çarpıyor. bazen çok zorlanıyorum.

    kimseyle tam anlamıyla konuşamıyorum. kimseyle tam anlamıyla duygularımı paylaşamıyorum. hayatımda doğru bildiğim her şey yanlış, yanlış bildiklerim çaresizlikmiş.

    dilini anladığım ama asla konuşamadığım bir ülkede mülteci gibiyim. tüm konuşmaları anlıyorum ama o kadar farklı bir dünyanın içindeyim ki, kimseye meramımı anlatamıyorum.

    çok sevdiğimi sandığım insanlardan soğudum. algım değişti. sınırlarım oldu. yoksunluklarımı, eksiklerimi fark ettim. aileme öfkelendim, merhamet ettim. kendime kızdım. kendime öfkelendim. kendimi deşiyorum. kendimi eşeliyorum.

    ama en korkunç aydınlanmam, başıma bunlar gelmeseydi, ailem ölmeseydi ben asla istikrarlı bir şekilde terapiye gitmeyecektim. vera üzerindeki davranışlarımda %80 iyileşme var. artık annesini aynalayan bok gibi bir eş olmamak için elimden geleni yapıyorum. yoksunluklarımı çocuğuma ödetmeyeceğim. ve ben ailemi kaybetmeseydim "normal" bir insanmışım gibi tüm öfkem ve travmalarımla kızımı yetiştirecektim. korkunç.

    terapiye gittikçe, verim aldıkça, iyileşme gösterdikçe "normal"imin ne kadar sikko olduğunu gördükçe ürperiyorum.

    hayır, o değil de, bataklık gibi. çıktıkça çıkıyor. her gün yeni bir ben keşfediyorum. her gün aslında içimde sakladığım benliğime yaklaşıyorum. her gün beni ben yapan tüm sesleri uzaklaştırıp aslında gerçek kimliğime ulaşıyorum.

    annem ve ablam gitmeden önce yine bana büyük bir iyilik yaptılar.

    insan olmayı, anne olmayı, eş olmayı, gerçekte kim olduğumu ve aslında kim olmak istediğimi öğreniyorum.
  • karşınızda her yaptığınızı onaylayan biri yok.
    her durumda size hak veren biri yok.
    sizi yargılayan biri yok.
    siz bir şey anlattığınızda sözünüzü kesip bak ben de şunu yaşamıştım, şunu duymuştum diyen biri yok
    acılarınızı yarıştıran biri yok.

    karşınızda sizi gerçekten dinleyen biri var. tamamen size kanalize olmuş biri. anlattığınız ne varsa bunun üzerine analitik düşünen, sebep sonuç ilişkisi kuran, bazı noktaları birleştiren, bazı noktaları ayıran biri.
    hem her yaptığınızı onaylamayan hem de sizi yargılamayan biri.

    dinliyor işte, dümdüz. bazen öyle anlar oluyor ki kendi kendinize bile konuşamadığınız şeyleri pat diye anlatmış oluyorsunuz. bu yüzden kıymetli sanırım fakat aceleci olmamak gerekiyor. o noktaya kadar zihniniz sizden habersiz defalarca sınıyor terapistinizi. bununla ilgili çok acayip bir süreç geçirdim, bunun farkındalığını sağlayan da terapistti. benim açımdan güven ilişkisi bu farkındalığı yaşadığım an tam olarak oturdu.

    terapi sihirli bir değnek değil, o odadan çıkınca hiçbir şey değişmiyor. terapi bir yol. zamanla o odadan çıkınca siz değişiyorsunuz. bunu da hiç unutmamak gerekiyor.

    “ben bu hayatı elime yüzüme bulaştırdım galiba” diye hem ağladım hem güldüm bugün. bugünkü terapiye notumdur. kayda geçsin.
  • söze nereden başlasam bilmiyorum.

    1 yıldır gidiyorum, geçen sene bu zamanlar başlamıştım.

    insanlar gündelik hayatlarında iyi hissettikleri anlar için “terapi” gibi geldi ifadesini sıklıkla kullanırlar. ancak terapi böyle bir şey değildir. bu beklentiyle başlandığı için çoğu zaman hayal kırıklığı ile sonuçlanıyor.

    terapi uzun ve yorucu bir yoldur, bazen pes etmeyi düşünürsünüz, bazen yolculuğunuz anlamsız gelir. yıllardır bakmaktan kaçındığınız yaralarınızı açıp pansuman yapmanız gerekir, bazen o yaralardan akanları temizlemeniz gerekir, bazen o kabukları kendi ellerinizle kaldırmanız gerekir. hepsi yorucu ve can acıtıcı şeylerdir. bazen hüngür hüngür ağlarsınız, bazen eliniz ayağınıza dolanır, bazen soğuk soğuk terlersiniz, bazen odadan aydınlanmış çıkarsınız, birçok duyguyu deneyimlersiniz. dövüşe dövüşe, savaşa savaşa çıkarsınız aydınlığa.

    keşke bir sihirli değnek olsa ve bütün hislerimizi bir anda düzeltebilse ama maalesef yok. o yüzden o terapi koltuğuna yalnızca cesurlar oturabilir.
  • hayatınızın belli bir noktasına gelmişsinizdir, somut her şey de yolunda gidiyordur belki.

    iyi bir eviniz, işiniz, cebinizde paranız vardır, aile geçmişiniz düzgündür, iyi bir sevgiliniz vardır, yanınızda da dostlarınız. pek de kötü bir hayat yaşamamışsınızdır ya da kiradasınızdır, işçi olarak çalışıyorsunuzdur, her gün patron zengin etmek için sabah altıda kalkmak ve sürekli sikik bi banka kartına borçlu olmak durumundasınızdır, ailenizle aranız da pek iyi değildir an itibariyle, sevgiliniz yoktur, dostlarınız da, "dört duvar" içinde rahat hissedebilenlerdensinizdir. bilmiyorum.

    odaklanmak istediğim şey, soyut bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkındasınızdır. "içinizde" bir yerde sızlayan bir şey vardır. sabahları yataktan kalkmak anlamsızdır, kendinizi beslemek ya da bedeninize bakmak da. sevgiliyle konuşmak alışkanlıktandır artık veya dostlarla buluşmayı hiç istemiyosunuzdur. saatleriniz sabit bi ekrana veya duvara bakarak geçip gidiyodur, hasta gibisinizdir, sanki "çok ağır hasta olmuş da bir türlü düzelemiyormuş" gibisinizdir. yapmak "istediğiniz" pek çok şey vardır ama yapamıyosunuzdur. "mutlu olmak" istiyosunuzdur ama olamıyosunuzdur.

    dünya'ya hoş geldiniz, 'gömülü olanların dünyası'na. bu hale geldiyseniz, hayatınızın %90'ı bu şekilde geçmiştir veya geçecektir. durumunuzu fark edenler sizi hacılara, hocalara, psikologlara veya psikiyatristlere yönlendirebilir. birkaç tarot falından veya dibinde rahatlamanın bulunamadığı şişelerden, tüketilen onlarca kutu veya koçan haptan sonra dönüp aynı yere geri gelirsiniz. belki herkes size "derdinizin bi hastalık olduğunu, ilaçları alınca geçeceğini" söylemiştir ama geçmiyodur işte, can eviniz hala yangın yeridir. o halde problem nedir?

    problem; adına ister "benlik" deyin ister "ruh" deyin ister "zihin" isterseniz de "beynin elektromanyetik alanı"; sizi siz yapan temel etki-tepki denklemlerinizin bozulmuş olmasıdır. hayatınızın bir yerinde, belki çok küçükken belki de şu güne yakın bi anda, olaylara ve insanlara "vermek istediğiniz gibi tepkiler verememeye" başlamışsınızdır, belki "tepki vermemek" için "haklı nedenleriniz" de olmuş olabilir. fark etmez. veremediğiniz her tepki, içinizde siz olan yere birikip sıkışmaya başlar, kendi biomech'iniz içinde sizi presler. farkında olarak ya da olmadan, bunu size yapan kendiniz olduğunuz içinde bilim camiası size "deprese olduğunuzu" yani depresyonda olduğunuzu söyler, tabi eğer onların kapısına gidip de sizi gerçekten ciddiye alan bir uzmana denk gelmişseniz.

    peki nedir bu koduğumun depresyonu? sizi bir bina gibi düşünürsek, depresyon yangın'dır. içinizdeki tesisat yani etki-tepki mekanizması kaynaklı başlamıştır, ufak alevler şeklinde büyümüştür ve durumunuzun ağırlığına göre, artık "ne kadarınızın" hasarlı olduğunu hissediyosanız sizi o kadar sarmış vaziyettedir. o tesisat, "dış dünyaya verdiğimiz tepkiler" demek olan duygularınızın bozulması sebebiyle arıza vermiştir. neden bok gibi hissettiğinizi ve belki de akıl ve ruh sağlığı hastanelerine yatırılmış olan kişileri şu an daha iyi anlıyo musunuz artık? o kişileri hepimizin varsaydığı aksine düşünceleri değil; yaşadıkları, yaşamadıkları, yaşayabildikleri ve yaşayamadıkları duygular delirtti. delilik zaten budur, sürekli yanmakta olan ama nedense hiçbir zaman yıkılmayan, prometheus misali bir oluşum olan bina'nızda, müebbeden kaybolmak.

    dear friend across the river

    gelelim o alevlerle sarılı can evinizden, o çökmeye yazgılı gibi görünen ama bir türlü çökmeyen işkencesine aşık binanızdan, ne derdi olduğunu belki de tam anlayamadığınız bioemech'inizden "problemi çözecek kadar" kendinizi nasıl kurtaracağınıza. üfürükler ve ilaçlar fayda etmediğinde yolunuz, duygusal gelişim alanı'nın meslek uzmanları olan psikologlar veya psikiyatristler ile tekrar ama bu kez "tesisat aktarımı", "ruh ameliyatı", "akut müdahale", "enkaz kurtarma" ya da canınızın kendine layık göreceği her türlü süslü isimli bi işlem olarak bilinen bir "müdahale süreci" yapmak için kesişir.

    evet, terapi budur.

    buraya kadar yazdığım tüm kelimelerden anlamış olacağınız gibi, terapi size "kendinizi iyi hissettirecek bir şey" değildir. canı sıkılıp kendini depresyonda zanneden yurdum insanlarının "abi bi, balığa/masaja/maça gittik, terapi gibi geldi" cümlesindeki aktivitelerden herhangi biri değildir. bunları yapabilip düzelebiliyorsanız, depresyon'da değilsinizdir zaten. canınız sıkılmıştır, içiniz bunalmıştır ama ne can eviniz yanıyodur ne kendi içinize hapsolmuş gibi hissediyosunuzdur ne de yukarıda uzun uzun anlattığım belirtilerden herhangi birini yaşamışsınızdır.

    kaç yaşında olduğunuzu bilmiyorum bu yazıyı okurken. bildiğim, her yaş için bir daire'den oluştuğumuz. en içte biz varız. her yıl, arada "yaşanmışlıklar kadar bir hacim" bırakarak yeni bir daire ekiyoruz benliğimize, kambiyum halkaları gibi. her daire "iyi yaşantılardan" oluşmuyo tabi, yaşadığınız her kötü şey için "halkalarınızda" bozuk hatlar ve kalın çizgiler yani "zırhlarınız" var. "burdan bi daha özüme darbe yemek istemiyorum" dediğiniz yerler.

    terapi, bugün sahip olduğunuz halkaların "en dışında" olanından "en içte" olan halkaya yani siz'e ulaşma, sizin "anlık halinizin sıkışıp kaldığı hasar mahallini" bulma, siz'i o mahaldeki yıkıntıların altından bulup çıkarma, siz'i kendinize el uzatan'ın mevkisine çekip kendinize bir bakış atma, hasar analizi çıkarma ve sizde o çoktan kaybettiğinizi düşündüğünüz yaşama isteği'ni tekrar uyandırıp bizzat siz'e kendinizi yeniden onartma, tanımlatma sürecidir.

    haliyle kısa sürmez; kaç yılınızın eylemsizliğiyle, dokunulmazlarıyla, tabularıyla, karanlıklarıyla uğraşmanız gerekir. halkalar arasındaki hasarlı bölgeler, inorganikdeğil de organik materyaller olduğu için, hasarlı yerlerde biriken zehirleri bizzat emeğinizle temizlemeniz gerekir. yangın çıkaran kabloları bulup onaracak olan kişi terapistiniz değil, sizsinizdir. hasarın tahmini yerini bulmanıza uzman gözüyle o yardımcı olur ama duvarı kırıp, kabloyu bulup, erimiş veya tahrip olmuş hatları değiştirecek ve yerlerine yangın çıkarmayacak yenilerini çekecek olan bizatihi siz'sinizdir.

    uzun ve ağır bir yazı oldu çünkü mevzu uzun ve ağır. 2014'ten beri anlattığım süreçleri yaşayagelen ve daha bu sene terapi alabilmeye başlamış olduğum için, bu mevzuları hiç anlamayan ya da hissedip de ne derdi olduğunu çıkaramayan kişilere biraz know how ve inside knowledge paylaşmak istedim. nasıl, havalı oldu mu böyle? depresyonda olanları küçümsediğiniz, dertlerini size anlatmaya çalıştıkları zaman onları "drama king/queen'lik yapmak" ile itham ettiğiniz, canı yandığı için ben dediğinden "bencil" olmakla suçladığınız kişiler için kullandığınız havalı ingilizce kelimelere benzedi mi?

    umarım benzemiştir. umarım benzemiştir de etrafınızda gerçekten yukarıdaki hallerde olan durumlarda olan insanlara dair biraz içgörü, neye gerçekten ihtiyaçları olduğuna dair de biraz farkındalık kazanmışsınızdır.

    hatırlayın ki bedenimizin; anasını babasını yangında kaybedenler, toplama kampında tecavüze işkenceye hatta daha kötülerine maruz kalanlar ile kendi boyunun 3-4 katı bir ebeveyninden ilk tokadını yiyip şok geçiren çocuklarla ya da arkadaşları tarafından zorbalığa uğrayan herhangi kimselere verdiği tepki, aynı sistemin çıktısı. ne yaşadığınız elbette önemsiz değil ama en önemli kısım yaşananı nasıl algılamış olduğunuz.

    sözlüğünüzün kafası bozuk asabi yazarı; üç tanımlı tam 30'luk, pis sakallı, donuk bakışlı ve iklimi az ılıman çok yağışlı braga'sından buraya kadar sabredip okumuş olan her birinize sevgiler.

    günleri geride bırakmanız dileğiyle.

    not: "ekşi çöplük değil, ekşi sözlük!"
  • dogru bir uzman refakatinde, uber fantastik bisey. muhtesem bisey...

    8 aydir devam eden bir surecim var psikiyatristimle. o odaya girerken tum kalkanlari indirip, mekanizmalari kapatip giriyorum. konusurken hicbir filitrem yok. ve duyacagim herseyi, bana yoneltilecek her soruyu birer anahtar gibi kapmaya hazir giriyorum.

    bi sorun yasadigimizda ve icinden cikamadigimizda, kendimizi karanlik bir odada yalniz gibi hissedebiliyoruz. caresizlik, vs...

    terapiyle girdigimiz surecte, biri ilk olarak bir mum yakip odaya isik veriyor once. sonra bi tane daha... teker teker odadakilere, odadan cikis saglayabilecek kapali kapilara bakiyoruz.

    sonra odaya gizlenmis anahtarlari bulmaya basliyoruz teker teker. daha once hic ellemedigimiz yerlerden cikiyor cogu da.
    kapilar birer birer aciliyor. ve devaminda ferahlik iste...

    insan, her yasadigi sorunu, hissettigi her seyi tek ve biricik hissetme egiliminde.
    universite yillarimda yasadigim "buyuk" aski o zamanlar dost sohbetlerinde saatlerce anlatabilirdim. cunku eksiltmek, manadan calardi. her detayda, askin ruhu vardi. o yuzden hepsi, her ani cok kiymetliydi.

    su an ayni aski (yeri geldiginde) 2 cumleyle ozetleyip gecebiliyorum.

    aslinda 2 cumleymis cunku ozeti. icindeyken anlayamiyomussun.

    insana dair her sey zaten insan sayisi kadar tekrardan olusuyor. travmalarimiz, digerler esleniklerimizinkilerden cok da farkli degil aslinda. tek ve biricik(!) degiliz yani :)

    insanlar genelde uzmanlara ve terapiye "terapist ne diycek ki bana?" seklinde yaklasiyor. tam da bundan bence. kendi durumlarini tek ve biricik gormekten... "terapist benimle her an yasamadi ki, ne anlayabilir?"

    anliyorlar efenim. cok kompleks bir egitimi hayvansi uzun yillar boyunca aliyorlar bunla ilgili.

    ve "bana ne yapabilir ki o" derken yanlis bi beklentiniz var. evet elinizden tutup disari cikarmiyor. size ne yapmaniz gerektigini soylemiyor. bunu dostlariniz, komsu teyzeler, es dost yapmaya calisir dertlestiginizde.

    terapist icinde bulundugunuz karanlik odaya bir mum yakiyor. sonra bi tane daha, sonra bi tane daha.

    bu birlikte cikacaginiz bir yolculuk. yeterince inancli ve sabirli olursaniz, isik giderek artiyor. teker teker anahtarlari buluyorsunuz size sordugu her soruda.

    ve amac sizi o odadan tutup cikarmak degil. bu bilimsel olmazdi.

    amac cikisinizi size becertmek. ve bi daha karanliklar icinde kendinizi o odada bulmayacaginiz kadar durumu aydinlatmak...

    kusura bakmayin da bunu "dertlesiyorum ben iste arkadaslarimla" olarak nitelediginiz seye indirgemek, bir elmasa komur parcasi muamelesi yapmaktan farksiz.

    "ben" cok degerli biseydir. en kiymetlimiz her zaman "ben" dir ve oyle olmalidir.

    sizin bir problem yasarken kendi "ben" inize yapabileceginiz en buyuk kiyaklardan biridir terapi.

    35 yillik kadinim; ayaklari yere basan, guclu, saglam duran, hayatta nerede oldugunu bilen, kendilik algisi kuvvetli, ozguvenli vs...
    ama her seansta kendime dair kesfettiklerim o kadar farkli, o kadar ezber bozucu ki... hem mest oluyorum, hem de gercekten muthis saygi duyuyorum su olaya.
  • sagopa kajmerin aslen pesimist ep 3ün ilk kısmı olan, daha sonra romantizmaya konan şarkısı. ziyadesiyle güzeldir. sözleri:

    beni bırakın kendi halime.
    çok bitkinim ama direneceğim.
    terapi ordularınızı geri çekin artık savaşın galibi bendim.
    bayraklarınızı dikemeyeceksiniz,hiç daim köle olmadım.
    ben rapimle gazi geldim ardıma şehitlerimi gömdüm kendim.
    suskun düşen ağlamazcasına realim.
    neden onca lafla geldin kulağıma varıverdin ölüm?
    beni kırdın iki bacağımdan gittin.
    biz seninle kardeş değil miydik?
    aynı beşikteki kertmeydik.
    dün civarda çakılken,şimdi sıradan kum bile değiliz.
    sen serseri katilin ismi,ben resmini çizdiğin ya kul.
    savaşın tam ortasında kurşun yağmurunda okudum okul.
    ilk batışını ben gördüm güneşin,gün dönümüne sen yetiştin.
    kaptanı benim bu geminin en son ben çıkarım,panik etmeyin!...
    adımı duymayın kaç yazar.
    kalbim tanıdığım en içten yazar.
    şarkım başladı,manzaram aynı.
    dinlerken ''sago yine yapmış'' diyeceksin.
    ben şu anda o kadar sıkkın ve materyallerimle tıkkın odamın içinde stres gebertmekteyim.
    yalnızlık tanrımın lütfu.
    nedense işler karmakarışık işler.kalbim sevdiğim özler.
    hani var ya bazen özlü sözler,onları düşünüp dolu gözler.

    (nakarat)
    beni bırakın kendi halime,çok bitkinim ve de yorgunum.
    terapi ordularınızı geri çekin artık ,son günler durgunum.

    zaman ellerimde kum gibi dağılırken,yıllar beni taşa çeviren hokkabaz gibi
    avaz avaz bağırır.hükümlü kapıda kilit,sigarama kibrit!...
    kollara zincirden bileklik,parmaklıklara sadık yaşamak.
    artıkları arşivlemek yeni baştan ,tantanalara kulak as!...
    karalama defteri silgiye ilgi duyarken bir diken batar diline.
    yarıştırılan sidikken,birkaç minik daha gider elden.
    aslında hayat bayat ekmek,ilk fiil üsluplu düşünmek.
    buyrulan iki göze itaat etmek,son eylem olmalı kin beslemek.
    hadi diyelim toz pembe yaşıyorum,koz bende biçimi takılıyorum.
    bozukluklarımı cebimde taşıyorum.
    saygım senin orospun olsun ,kaygım benim aşkım.

    (nakarat)
  • parçanın sonundaki scratch'te geçen "sınır tanımayan psikopat herif" repliği amelie filminin bir bölümünden alıntıdır.
  • haydi, soyun! diyor.
    utanıyorum, sıkılıyorum ama isteyen bendim.
    üzerimdekileri teker teker çıkarıp bütün giysilerimden arınıyorum. alışık değilim.
    koskoca bir sahnede, tek başına ve çıplak. tek izleyenli.
    bu kadar cesur değilim. ama isteyen bendim.

    gözlerini dikmiş bakıyor. bir açığımı bulacak diye korkum. o bakıyor, ben unutuyorum çıplaklığımı. biraz rahatlıyorum.
    ne tuhaf! insan her şeye tahmin ettiğinden de kısa sürede alışıyor.

    hadi, soyun! diyor.
    kendime bakıyorum. üzerimde bir şey kalmadı zaten, diyorum. yalan söylüyorum, niye yalan olduğunu bilmeden henüz.
    haydi, soyun! diyor. "otopsi zamanı geldi. içeriye bakıcaz."
    kesici aletlerim yok. keşke yardım etseniz, diyorum. ama yapması gereken benim.
    tırnaklarımı uzatıp, tam da bu iş için, biraz da dişlerimi sıkarak yırtıyorum derimi. bir delik açsam gerisi gelecek.
    yırtıyorum, kanıyor. ortalık kan gölü. elimi kanıma buladım.
    hiç kolay değil. canım yanıyor.
    buna da alışıyoruz ellerim ve ben.
    bütün derimden arınıyorum.
    içerisi dışarıdan göründüğü gibi güzel değil, hatta çirkin. midem bulanıyor. bakamıyorum. kimse baksın istemiyorum. bakışlar acıtıyor.

    hadi, soyun! diyor.
    daha ne kaldı ki, diyorum.
    kalanlar zihnime üşüşüyor.
    kaburgalarımı, çıplaklığıma batar gibi derinden hissediyorum.
    kesici aletlerim yok.
    diş biliyorum, tam da bu iş için, kemiriyorum kemiklerimi.
    çok uzun sürüyor. sürdükçe canım acıyor. ipince kalıyor kemikler, inceldiği yerden kırılıyor.
    açıldı her şey. dağılıyor, toplayamıyorum.
    bu halde nasıl yaşamaya devam ettiğime hayret ediyorum.
    ama hala sahnedeyim ve şov devam edecek.

    açıldı her şey, saçıldı. alıp her birini tek tek inceliyorum. neler var, neler yok. ne yok ki.
    öyle inceliyorum ki içimi, dışarıyı görecek göz kalmıyor bende. arada sesler duyuyorum. normal insanların normal hayatla ilgili söyledikleri şeyler. bilmediğim bir dile ait gibi. sezdirmeden kafamı sallıyorum, anlıyormuş numarası yapıp.
    asıl duyduğum yer içim. içimde kayboluyorum.

    nerde ne hasar var hepsini görüyorum. kimisi küsmüş, çalışmayan organlar. kimisi çürümüş. kimisini hiç çalıştırmamışım bile.
    ben neler görüyorum, neler öğreniyorum.
    e sonra? diyorum. sonra ne olacak? ben böyle mi kalacağım derken, bakıyorum bir şölen başlamış. içimde her şey harıl harıl çalışmaya koyulmuş.
    kimi ağıtlar yakıyor, elveda eşliğinde. kimi şarkılar söylüyor gelişine. kimi onunla tanıştığım için çok memnun. kiminin hala kafası karışık. kimi hala yolunu arıyor divane gibi.
    ama hepsi birlikte, yerleşiyor yerine. kapanıyor kemikler. kaynıyor. çok uzun sürüyor. arada tekrar kırılıyor, tekrar kaynıyor. kimi düşüyor, dönüp dolaşıp yine yerine yerleşiyor.

    sonra bakıyorum yepyeni bir deri tutuyor üzerini. tazecik, pespembe, hassas bir deri. çok uzun sürüyor. bazen soyuluyor. dokununca yanıyor. sonra yeniliyor kendini, yeniden oluşuyor.

    sonra bir bakıyorum, aynı benden bambaşka bir ben çıkmış ortaya. eskisinden daha çok bana benzeyen.
    sonra bir sükut hali. bazen çalkantılı. alışma süresi.

    haydi, uç! diyor. artık hazırsın.
    kanatlarımı takıyoruz beraber.
    biliyorum kırılacak bazen ama onarmayı biliyorum.
    biliyorum yere çakılıcam en yüksekteyken ama artık ayağa kalkmayı biliyorum.
    biliyorum canım yanacak yine ama artık katlanabileceğimi biliyorum.
    biliyorum hayat yine anlamsız ama ben bununla yaşamayı biliyorum artık.

    işin garibi buna terapi diyor bazıları.
  • türkçe rapin başına gelen en güzel şey. gerek beati, gerek sözleriyle yıllar sonra bile aynı heyecanla dinlenebilen sagopa kajmer mucizesi.

    saygım senin orospun olsun
    kaygım benim aşkım..

    http://www.youtube.com/watch?v=psw8wxzhqac
  • sagopa kajmer'in 4 dakika 35 saniye boyunca dokturdugu parca. sample, beat, lyrics, skit.. sukela!!
hesabın var mı? giriş yap