• sevilen bir sözü akıllara getiren olay.

    "bazen allah kurtarıyor, ama siz ayrılık sanıyorsunuz."
  • atlı terapi* diye bir şey var, özel gereksinimli çocuklarda işe yarıyor. o yüzden oğlumu özel eğitim verebilen bir çiftliğe at binmeye götürüyorum. ne yalan söyleyeyim bana da iyi geliyor. şehrin yorduğu zamanlarda bir anda kendimizi doğada bulmak, yavaşlamak, sessizleşmek ilaç gibi.
    bu sebeple otoban yerine orman yollarını tercih ediyordum ama artık yapamıyorum.

    hava güzel, müziğini ayarlamışsın, pencereleri açmış temiz havayı soluyorsun ve birden ağaçların arasından bir köpek yola fırlıyor. hem de en âlâsından bir cins. direkt gözlerine bakıyor, çok can yakıcı bir ifade var gözlerinde. yardım ister gibi değil de “niye” der gibi.
    biraz daha ilerliyorsun, yola yayılmış altı-yedi köpek daha. hepsi durup arabaya bakıyor, bir tanıdığı arar gibi... bu sefer gözlerinde öfke var ama soru yine aynı: niye?
    20 km’lik yolda bunu en az 20 kere yaşıyorsun. dehşet bir his.

    hayvanların-özellikle yavru olanların veya sokakta yaşayanların- gözlerine baktığımda oğlumun bebekken gözlerinde gördüğüm ifadeyi görürüm hep. temel ihtiyaçları için birine muhtaç olma bakışıdır o.
    çocuklar büyüdüğünde, kendine yeter hale geldiğinde veya bakımını veren kişiye güven duyup bunun sürekliliğini gördüğünde o ifade yavaş yavaş kaybolur. bağımsızlaşırlar. evcil hayvanlar ise -özellikle köpekler- birlikte yaşadıkları insana ölüm bizi ayırana kadar sözünü vermişçesine bağlanıyorlar... hiç büyümeyen evlatlar gibi.

    terk edilmek eşitler arasında olduğunda atlatılabilir ama birinin diğerine bağımlı olduğu ilişkilerde yaşandığında, buna maruz kalanın çektiği acıyı, korkuyu ve öfkeyi orman yollarındaki yüzlerce çift gözden görebilirsiniz.
  • birisi terk edilme gibi bir travma yaşadığında, ister çocuk ister yetişkin olsun, güvensiz hâle gelir, daha da ötesi yeni bir ilişkiye başladığında normal eylem biçimini bir yana bırakarak (farkında olmadan) alışılmadık bir bakış açısı edinir; “acaba beni ne zaman terk edecek? benimle konuşmak istiyor o hâlde beni terk edecek. bugün hiç aramadı o hâlde kesin benden ayrılacak.” vb. gibi. çünkü hasar almış bilinç artık ince eleyip sık dokumaya başlamıştır -bilinç, duygular, pratik ve bireysel kaygılar alanına atmış olduğu demiri tarayarak, oldukça yabancı bir dünya içinde sadece bir kurban durumuna düşmüştür.

    her travma özellikle terk edilmişlikle oluşan travma, bir tür sabitlik-sabit düşünce ve bakış doğurur. bakışın öznesi, karşıdakini delip geçer ve onu parçalara ayırır. kendisine karşı yapılan tüm eylemler, en ufak bir nüans, önemsiz görünse de, en ufak bir mimik dikkatinden kaçmaz. terk edilmişliğin acımasız sonuçlarından biri olan ve de kişiye musallat olan terk edilme korkusu, onu hep uyanık durmaya zorlayan, kaygılı bir doğurganlık durumudur.

    aslında bu durumu gerçek bir hikâye ile anlatmak sanırım daha uygun olacaktır:

    çinli bir adam, hayvan barınağından bir köpek sahiplenip evine getirir. köpek sevgi dolu ve itaatkârdır. bir gece sahibi uyanır ve köpeğin tam da odasının önünde kendisine baktığını görür. ve bu durum sonraki birkaç gece daha devam eder. adam, köpeğin yeni çevresine alışmaya çalıştığını düşünerek bu durumu pek önemsemez. ancak bu durum her gece tekrarlanmaya devam edince, sahibi endişelenmeye başlar.

    sahibi, köpeğin gün sonunda yorulduğundan emin olmak için onunla sürekli oyun oynar ve geceleri uyuduğundan emin olmak için onu gözlemlemeye başlar. fakat köpek her gece onu izlemeye devam eder. adam en sonunda onu bir veterinere götürür ama köpek sağlıklıdır. sonunda adam, bir çözüm bulmak için köpeği aldığı barınağa gider. barınak çalışanları, köpeğin önceki sahibinin hamile bir eşi olduğu ve ikisine bakmakta zorlandığı için ondan kurtulmak istediğini anlatır. sahibi, köpeğin uykuya dalmasını bekledikten sonra onu barınağa götürmüştür. köpek ancak uyandığında terk edildiğini fark etmiştir. bundan dolayı derin bir travma yaşayan köpek, yeni sahibine güvenmekte zorlanır çünkü uyuyakalırsa tekrar terk edileceğinden korkuyordur. durumu öğrenen ev sahibi çok üzülür ve köpeğin yatağını kendi yatağının yanına koyar. terk edildikten sonra kaybettiği güveni bu şekilde geri kazanacağını düşünür.

    ne demişler, göz bakar, zihin de gözle bakar!
  • buna maruz kaldıktan sonra kurulan en güzel cümle ismail abi'den gelsin:
    - gitti işte dede ne bileyim? bileti varmış demek ki. yanmasın diye herhalde.
  • ------------------------------------------------------
    yıllar sonra gelen ön edit:

    arkadaşlar selamlar. sözlük popüsü vs olmadığım için haliyle sık mesaj almıyorum. ancak bu entry'den dolayı abartısız 70-80 mesaj gelmiştir ki hâlâ da geliyor. elbette gelsin. ancak bir sıkıntı var. ben bu entryi yazdığıma utanıyorum :/ yani her mesaj geldiğinde insallah baska mevzudur diyorum. göz ucuyla okumuyorum bile bu entryi. yaşadığım şeyler utanılacak şeyler değil, benzerini yaşayan kardeşlerinki de öyle elbette. ancak geriye dönüp baktığımda inanın kendimi elindeki şeker gitti diye ağlayan çocuk olarak görüyorum ki o sırada 23-24 falandım öyle çocuk da değildim. o yüzden utanıyorum.

    peki entryi neden silmiyorum? çünkü aynı acı dehlizlerinde ben gibi kavr... şaka şaka, karma 500ü aştı. malum hanfendini hayatıma en büyük katkısı bu entrye gelen şukular oldu öyle söyleyim. fav da var bir sürü. insan kıyamıyor. :(

    şukularla beraber gelen her mesaj aynı şeyi sordu; abi/kardeş geçiyor mu? bakın diyorum ki geçmesini bıraktım, şu yazdıklarımı okumaya başlayınca daha ilk paragraftan pihuuuu diyip monitoru indirerek başka bir şeyle ilgileniyor, başkası yerine utanır gibi kendimden utanıyorum :s o kadar geçiyor yani.

    daha da açık olmam gerekirse, ondan sonra 2 sevgilim oldu. hakkaten ikisini de daha çok sevdim. bir eski sevgilim hayatıma geri dönecek olsa yemin ediyorum onu seçmem. valla bakın evlendi mesela, bozulmam "lan ben nasıl kandırıldım aq" çizgisinde oldu. dediğim gibi ondan sonra tanıdığım en muazzam birkaç insandan biriyle beraber oldum. neler yaşadım neler. arada bir arkadaşımın "lan sen koko mu aldın ne bu hareketlilik" dediği aşık olmalar yaşadım. hakikaten gideni kötü göstermek için arkasından kötü konuşmuyorum. ancak nasıl diyim, entelektüel ve zeki ve afedersiniz ama çok daha güzel (dideeeeeem) bir kız arkadaşım olunca, bana aşağıdakileri yazdıran hanfendiyi düşünüp çok ebledim. seviye bir anda güzel, küçük, keyifli bir ilçenin 2. ligde orta sıralarda takılan sempatik futbol takımından şampiyonlar ligine yükseldi öyle diyim.

    özet: geçiyor. hakikaten geçiyor. daha çok seveceğiniz insanlar geliyor. arada ne kadar çabuk kendinize gelirseniz o güzel insanlarla geçireceğiniz zaman o kadar artmış oluyor.

    sevgiler.
    ------------------------------------------------------

    - giden midir terk eden, yoksa kalan mı
    + gidendir ulan giden. kalan göt gibi kalan olur, giden terk eden olur, kalan da terk edilen.

    neyin edebiyatında neyin tribinde ve de neyin vicdansızlığındasınız, bunu da mı almak istiyorsunuz adamın elinden. elde kala kala güzel bir terk ediliş kaldı o da mı gidenle gitsin?

    siktirin gidin.

    bunu vermem oğlum, o kadar güzel terk edildim ki bunu vermem kimseye, hele çekip gidene hiç vermem. ben halihazırda zaten en güzel kaybedişlerin adamıyken, erkek gibi kazan erkek gibi kaybeti, kendime şiar edinmişken, kaybedişler koleksiyonumun bu en nadide parçalarından birini kaybedecek değilim, kaybediyoruz ama bu kadar da değil.

    - güneşin neyse dünyan da onun etrafında döner -

    ennihayetinde 20 yaşında bir post-ergenken, güneşinin etrafında attığı her turda görevini yerine getirmiş olmanın mutluluğuyla ve de gururuyla yetinen, gri bir şehrin lacivert bir gecesinde, en afilli gökdeleninde güneşiyle el ele tutuşup sayısız yıldıza bakıp rüzgarın her şeyi savurmasına olan inançla sürekli faal, sürekli akışkan, sürekli dinamik ve sürekli yeni olacak ve susarak yan yana, helena bonham carter ve edward norton'dan çok daha güzel olan biz bekleyecektik rüzgar gerekirse tüm kirlemizle beraber ne var ne yoksa savursun. fon müziğimiz zaten hazırdı, rüzgarımız bol olurdu elbet. geriye bir tek gri bir şehir, ona yakışacak güzellikte lacivert gece ve biri bizi misafir etmek üzre bir yığın gökdelen kalmıştı, bulunurdu.

    velhasıl şimdi 24 yaşındayken terk edilen açık seçik benim.

    seni seviyorum ama aşık olmadığımı farkettim artık gibi ıssız adamvari sikindirik bir filmden çıkmış tatta bir sözün önüne sebep olarak sunulduğu da benim.

    verilen sözlerce hep en çok sevilen olacak olan da bendim güya ama şimdi -ne demekse artık- insan olarak sevilen ve geleceğe dair çok güven vermeyen de benmişim ve hatta benim.

    20 ağustosta en çok sevilenken arada hiç birşeyin olmadığı 1 eylülde karşımda zırıl zırıl ağlayarak ben ayrılmak istiyorum dendiğinde "sus ağlama o zaman terk edilen benim, benim ağlamam lazım di mi" diyen de benim.

    işte o aradaki 10 günde telefonda seni seviyorumu ailesinin yanında diye söyleyemiyor sanarak, şımaran, sırnaşan, aaa söylemezsen nerden bilicem beni sevdiğini falan deyip çocuklaşan, hakkaten sevilmediğini akıl edemeyen, nerden bilecek olan da benim.

    göt gibi kalan benim demiştim, açayım, durmadan allaha oturup 2 saat adam gibi üzülebilmek için dua eder olmuştum. oğlum benim filmlerde, dizilerdeki gibi ne bileyim 500 days of summerdaki abi gibi eve kapanıp depresyona girme hakkım yok mu abilerim ve çok değerli ablalarım, lan bir insanın üzülmesi bile çirkin olur mu? olur işte o çirkin üzülen de benim.

    çünkü hollywood'un türk kültürü, gelenekleri ve görenekleriyle biraz makyajlanmış iddasına göre, benim evimin çatı katında (ki gerçekten çatı katında oturuyorum) oturup sigara içip, son okuduğum kitaptaki manyak kadın gibi camel soft paketi ile kankaya bağlayıp, yıldız tilbe ve sezen aksuya kafamda feat. yaptırırken bir yandan hissiz hissiz duvara bakıp ara ara ağlamam lazımdı. peki ne oldu, staj görüşmesinde adamla el sıkışırken ağlamamaya çalıştım, gebze - harem minibüsünde arka tarafa para uzatırken dudaklarım titredi, kartal - kadıköy metrosunda ayakta daha fiziksel olarak zor duruyorken direğe tutunmak ruhani ayakta kalma çabama hiç fayda etmedi, okulda ders seçerken kafamı aşağı yukarı sallayıp gerçekten kendim için en önemli sorun çevre ve enerji dersinin saatiymiş gibi davrandım lan. oturup 1 sigara yakıp ağlayacak 2 dakka vakti olmayan zavallı da benim.

    bunu eş dost görüp de "iyi ya kafan dağılıyor yoksa üzülürdün dayanamazdın" dediğinde içimden kafalarını dağıtmak isteyen de benim.

    fenerbahçenin büyüklüğü var ya anlatılmayan ve adı asla konamayan hani, işte öyle bir güç var kadınların uğruna deli oldukları, para da değil, başarı da değil, kupa da değil. ulan koca islam çupi anlatamamış ben nasıl anlatayım, işte öyle bi büyüklük, öyle bi güç var ve bu güç bende yok abicim. çünkü olsaydı misalen şimdiki gibi "okulu bitirince askere mi gitsem ya da mühendisim ulan ben diye başta reddetip sonra her türlü kabul etmek zorunda kalacağım skimtrak bir paraya bir işe mi başlayayım" yerine, yüksek lisansımı cambridgete mi yapsam yoksa oxfordta mı diye sevimsiz bir ikilem arasında kalsaydım yahut önüme sunulan zibilyon tekliften en uygununu seçeceğim bir ulaşılmazlıkta olsaydım o aşk 2 hafta öncesinde var olan o aşk 4 yıldır var olan o aşk bitmezdi çok değerli büyüklerim ve gözlerinden öptüğüm küçüklerim. bunu dibine kadar bilen ama sayısız paralel evren arasında şimdi içinde bulunduğumunkinde bilinç sahip olduğumdan bunu değiştiremeyecek olan da benim.

    24 yaşında bir adam aslında 24 yaşında bir çocuksa, canı sıkıldığında açıp 2 bölüm digimon izliyorsa, en büyük başarılarını football managerda alıp onun da son oyunlarında iyice çuvallar hale gelmişse ve onda bile duygusalsa, yetiştirdiği oyuncuları öyle kolay kolay kovamıyosa yeri geldiğinde kabul edelim sadece -insan olarak sevilen- bir profil çizilmiş oluyor. işte olayın maddi tarafından çok öte masaya oturduğunda iphone, marlboro ve araba anahtarı değil, camel soft, akbil (öğrenci) ve motorola motoluxe koyuyorsa çok aşık olunası olmuyor di mi lan. ama en azından aşık kalınası olduğumu sanırdım, bizim de kendimize göre bi şeklimiz vardı şimdi. işte o şekli yetiremedim. bunları bir kez duysam rahatlayacakken, sonu sorun sende değil bende, sen daha iyilerine layıksın'a bağlayacak gibi duran bir yığın zırvalık duyup masadan kalkan da benim.

    işte o sırada sevgili terk eden prensesimiz acaba hala ağlıyor mu, ya minibüste de sıkıntılı olur şimdi millet bakar eder diye onun için endişelenen mal da benim.

    yine öyle mahsun ağlamasın milletin içinde diye 4 saat yol çekip, şehir değiştirip orada evinin dibinde bir yere gidip onla konuşan karşılığında, bir insanın gerçekten yalnız aklını değil ruhunu da kaybedebileceğini görüp, otobüse binmene gerek yok bak ulusoyun servisi var şurada salığı verilen aptal da benim.

    gerçekten aklıbaşındalığına aşık olunan kızın sanki ben onu terk etmişim gibi sağda solda bakın ne kadar mutluyum mesajı vermeye çalıştığında, konuşması etmesi ile son derece ölçülü olan o kızın kural bir: 4s kuralı, kural 2: kaçan kovalanır vs vs diye uzayan twitlerinde onun yerine utanan da benim.

    bütün bunları, hele hele ruhunu vicdanını kaybedişini ara ara, kullanıyor olduğu roaccutane haltına bağlayıp günde bir kez o ilacı sentezleyen ne kadar eczacı, kimyager ve farmokolog varsa hepsine en içten duygularımı en galiz küfürlerimi ileten, suçu onlarda bulan saf da benim.

    hanfendi buyurmuş ya en mahalle kızı edasıyla 4s kuralı, işte o kuralın ilk 2 s'si benim. son 2 s'si kim henüz bilmiyorum ama kaçan kovalanır' diye eklemesine güvenerekten bir piç var ortada eminim. işte belli ki bir piç uğruna terk edilmiş olacak olan efendi adam da benim.

    bakın ne güzel anlattım di mi kim olduğumu hakkımı verin. şimdi çok değerli ablalarım, abilerim, yaşıtım hanfendiler ve kankalar ve çok müstesna yarının büyükleri küçükler, allah aşkına söyleyin bunların hepsi benken bir de terk eden de ben miyim, bu kadar acımasız olabilir misin allahasen, en azından güzel bir terk edilen olmayı hak etmiyor muyum?

    söyle ne olur kimmiş terk eden, giden mi yoksa ben mi?

    saygılar ve sevgiler, ravell davidoff (ravdav)

    27.10.2014 pazartesi
  • eğer elden gelenin en iyisini yaptığına inanıyorsa terkedilen, alçalmadan yaşamışsa herşeyi, terketmekten daha az sarsan şey. daha az sorumluluk yükleyen dolayısıyla pişmanlık olasılığı olmayan hadise.
  • askerdeyken bir arkadaşım vardı, kendisi bir kaç yerinden vurulmuş, bir de yüzüne cam patlamış. hala izlerini taşıyor. bir gece nöbetteyken, sabaha kadar terk edilişini anlattı, ağladı. "hiç bir yaram onun kadar acıtmadı", dedi. düşünüyorum; terk edilmek, 800 m/sa ile vucuduna girenen bir bakırdan nasıl daha fazla acıtır? sonra "beyin olmadan beden yaşayamaz" geliyor aklıma, işte o beynin içinde bu sik.

    terk ediliyorsun! düşün, sahip olduğun herşeyden çok sevdiğin kişi seni terk ediyor. o olmadan yaşamayan beynin duruyor, tramva geçiriyor, ateş basıyor, donuyor, olmadık yerlerinden sıvılar çıkıyor. hem de ne için? aranızdaki mesafe için. sen, milletin birbirini kestiği bir yerdesin, oradan gitmen mümkün değil. sadece onunla olmak istiyorsun, herşeyi bırakıp gitmek istiyorsun ama yapamıyorsun. ve o seni bunun için terk ediyor. "bu kadar" diyor, "güle güle" diyor. ama gülünecek bir şey bulamıyorsun. telefon elinden kayıyor, dizlerinin üstüne düşüyorsun, anlamıyorsun, bilmek istiyorsun, on bin tane sigara yakıp, yirmi bin tane büyük rakı içmek istiyorsun. sonra sevgilisine bok gibi davranan arkadaşlarını düşünüyorsun. onlar terk edilmiyor, sen terk ediliyorsun. canını yakacak tek mermi olan "terk edilmek" gözlerini parçalayarak beynine giriyor ama çoğu mermi gibi çıkıp gitmiyor.

    terk ediliyorsun, hertarafı onunla kaplı olan beynin, o olmadan çalışmıyor, en son cachede kalan "ama"yı loop ediyorsun. ama, ama, ama...

    sonraları terk edilmenin hain arkadaşı "umut" geliyor. her davetsiz misafir gibi kafa sikiyor. her kafa siken arkadaş gibi bir de yancısını getiriyor; "neden?" umut ve neden uzun bir süre senin evinde kalıyor, uyanır uyanmaz yatağına giriyor, bazen uyanmanı beklemiyor, yemek yerken kaşığı tutuyor, kapıyı çalmadan tuvalete giriyorlar.

    arkadaşıma bir şeyler söylemem gerekiyor ama bu 90 kiloluk kırık kalbi saracak bir pansuman bulamıyorum. çünkü o terk edilmiş ve hala onu seviyor.
  • şunun bir nedeni olmadığını kavradığında gerçek bir kadın ya da erkek oluyorsun.
    cidden.
    birinin seni terk etmesi için illa başlı başına gerçekçi ya da geçerli sebepleri olmasına gerek yok.
    is te me di.
    bu kadar.
    altında bir şeyler aramana,
    başkası olduğuna inanmana,
    karşındakinin hasta olduğuna kendini inandırmana,
    aile, iş, sorumluluk ıvır zıvır bir sebep olduğuna inanmana yemin ederim gerek yok.
    allah belamı versin hiçbiri değil.
    geçeceğini bir anlasan her şey daha kolay olacak.

    kusursuz olduğumuza kendimizi öyle çok inandırıyoruz ki;
    birisi bizi terk ettiği zaman aklımıza gelen ilk soru "neden?" oluyor.
    öyle mükemmeliz ki;
    bizi terk edemez.
    ya başkası vardır!
    ya aldatmıştır!
    ya sevmemiştir!
    ya şöyledir ya böyledir.

    değil.

    sadece olmadı. uymadın. içine sinmedin.
    gitti.
    bağışla onu.
    yoluna devam et.

    not: git yazmıştı bir yerlerde:

    "-başkası mı var?
    +sen yoksun."

    diye. öyle bir şey işte.

    bir de daha önce de yazmıştım böyle bir şey: (bkz: #31527777)
  • birinin , daha iyisini bulup tekmeyi bastiği zaman , sevgilisine yaşattiği şey. nedeni bilinmez. iyi? kistasi herzaman soru işareti olmuştur kafada. uzun zamandan sonra , yaşananlar sanki bir anda törpülenmiş gibi kenara atilir. hiç umursanmaz. değeri yoktur. terkedenin kafasinda birkaç sebep vardir , ama terkedilenin kafasinda sebepler birbirini doğurur , bira köpüklerindeki kabarciklar gibi. terkedildikten sonra , uyku gereksiz ihtiyaç olur. çünkü mideye saplanan ağri ve kafadaki alkol sonucu başdönmesi , uykuya izin vermez. ancak kafada başağrisindan daha fazlasi da vardir. mazi denen ve terkeden kişinin unuttuğu o şey , terkedilenin kafasindadir. eskiye ait her dakikayi bir yil gibi hatirlar. icq da onu online görür. daha da dellenir , hemen bilgisayari fişten çeker. ama olmazki. yine aklinda online kalir o. günlerce , haftalarca , aylarca. en mutlu aninda bile , onun ismini duymak mutsuzluk verir bir anda. çünkü daha mutlu olduğu ,onunla beraber olduğu , anlarini hatirlayabilir terkedilen. korkunçtur. kendini kapatir dünyaya. nefes almak , ve içmekten başka yaptiği çok az şey vardir. yardim etmeye çalişanlarin yardimlari fayda etmez. içinde hep bir umut vardir. numaralar gizlenip çağrilar birakilir. sadece bir alo sesini duyabilmek için bile , telefonlar açilir ama konuşulmaz hiç. onun söylediği bir kaç kelimeyi animsatan şarkilar dinlenir. her dinlendiğinde gözler buğulanir.

    zaman geçer. zaman değişir. terkedilen kişinin de etrafinda birçok şey değişmiştir. görünüşü , konuşmasi , arkadaş çevresi , dişa tutumu. sadece alkole aşiri tutkunluğu değişmemiştir bir türlü. devam eder. gece ve gündüz kavramlari tamamen birbirine girmiştir. onu unutmuştur , hatta bu hallere nasil düştüğünü bile unutmuştur. ama onu eskiden çok sevdiğini hala unutamamiştir.

    bir gün o tekrar karşisina çikar. tekrar onu istediğini söyler. tekrar beraber olmuşlardir. ama kedenin doğasinda vardir zaten olmasi gereken. tekrar terkeder. zamanla beraber herşey değişmiş olsa bile onun doğasi da değişmemiştir işte. yine terkedilen kişi ise artik kendini kendi gözünde öldürmüştür. onu kaybettiği için değil.. terkedildiği için. çünkü bu artik onun kaderi olmuştur. yada o öyle zannediyordur.

    terkedilmek budur. insanin kendi düşüncelerinin bile kendi kontrolünden çikmasina kadar bir çok sebebiyete yol açacak ciddi bir darbedir. tecrübe edilmese de olur. insanlarin hayatlarinin gerçekten sönecek raddeye gelmesidir çünkü terkedilmek. ihanet ile üvey kardeştir..
  • sabah zaten konuşmuşsunuzdur akşam buluşacağınız yeri. akşamüstü ararsınız yine de. "kadıköy'de olacaksınız di mi? ben kaçta geleyim?" dersiniz. kalbiniz pıtpıt atar. kaç gündür görüşememişsiniz ya, ondan.. sessizlik olur birkaç saniye. zorla kelimeler çıkar ağzından. "gelme istersen yaa" der. susarsınız.. anlarsınız her şeyi. hayır, ortada hiçbir neden yoktur sizden ayrılması için. hayır, son görüşmenizde öpüşerek ve özleyerek ayrılmışsınızdır. neden diye soramazsınız bile. peki diyip kapatırsınız telefonu. şanslıysanız yanınızda birileri vardır o anda. konuşamazsınız bile. "biz.... ben, terkedildim.."
hesabın var mı? giriş yap