• --- spoiler ---
    film başlangıçta felsefi bir soruyla başlıyor işe.. "madem hepimiz yalnız ölcez o zaman yaşamın anlamı ne?" diyen boşluk duygusu içinde kalmış, topluma yabancılaşmış bir ergen ile karşılaşıyoruz. film ilerledikçe çocuğun meselesi biraz daha basitleşiyor, ya da daha basit olduğu anlaşılıyor. öğretmenleri sorduğunda kendisi de bilmiyor sorunun ne olduğunu aslında.. "yapamıyorum" diyor sadece. ama neden yapamadığını çözemiyor. kısaca söylemek gerekirse hayatta anlam bulamamanın sıkıntısı içinde sıkışıp kalmış.

    film kendini felsefi bir soruyla ortaya atıp sonradan basit aşk-meşk meseleleriyle çözülünce kimi seyirciler için biraz kendini basitleştirmiş ve bekleneni verememiş gibi bir izlenim yaratabilir. ama bu noktada kendimize karşı dürüst olursak film hayatın kendisini anlatıyor. felsefi sorularla büyük cevaplar aradığımız zamanlarda pekçok kez sorunun ne kadar basit veya içgüdüsel, psikolojik eksikliklere dayandığını görmez miyiz? pekçok basit meseleyi büyük soyut kelimelerle anlatıp olduğundan daha yüksek yerlere koyup kendimizi kandırdığımız olmaz mı? işte tüm bunlara cevap olma ihtiyacı hissetmiş gibi geldi bana the art of getting by.

    neticede filmler, kitaplar herkese kendi hayat deneyimlerine yönelik bir şeyler anlatabilir. bu film de öyle...
    --- spoiler ---
  • derin başlayıp basit biten bir film. ama çocuğun filmin başında kendi kendine sorduğu soruyu dolaylı da olsa vermeye çalışmış galiba anladığım kadarıyla. evet aga, söylemen gerekeni zamanında söylemediğinde ve istemediğinde bir hiçsin. hiç olmamak için söylemen gerekeni zamanında söyle ve yap ki bir anlamın olsun. aksi halde kendine haksızlık yapmış olursun.
  • yeni yılda izlediğim ilk film.

    şimcik film "insanların yalnız doğduklarına ve yalnız öldüklerine, arada yaşanan her şeyin de bir yanılsamadan ibaret olduğu" düşüncesine kapılan ergen bir arkadaşın varoluşsal sorunları imiş gibi başlayıp, "there is no spoon" mantığı ile bitiyor.

    başka şekil ifade edersek, aslında bir ergen bunalımını anlatıyorken, bir amerikan rüyası ile bitiyor.

    varoluşsal sorunlarla her daim uğraşan insanlar için, bu sorunların etkisi yaşayan 17 yaşında bir çocuğu görmek, 32 yaşından bakınca çok komik geldi bana. "dötünde bezinle dert ettiğin şeye bak evladım" diyesim geldi sık sık. bu hissiyatı esas oğlanı oynayan sanatçı da veriyor çünkü daha düne kadar pörtlek gözleri ile esas çocuk karakterlerinde gördüğümüz bebe bu filmde esas oğlan: freddie highmore.

    onun dışında bu tip filmlerin (bkz: into the wild) (bkz: one day) (bkz: bisiklet günlükleri) neden hep erkek karakter üzerinden anlatıldığını düşündüm. filmde kadın karakter bedeni, aşkı, rahatlığı, edepsizliği ile erkek karakterin gözünü açan, yoldan çıkaran, yolu bulduran, duygularla tanıştıran olmaktan öteye gitmiyor nedense. sanki kadınların varoluş sorunları yokmuş ya da regl olmaya başladıklarında bitmiş gibi. genelde bu kadın karakterler de boşanmış ailelerden, sorunlu ailelerden ya da single mom ailelerden gelmiş oluyor.

    film "hiç"likten "her şey mümkün"e geçiyor ama bu geçiş noktaları sıradan ya da şapkadan tavşan çıkarırmış gibi oluyor. nasıl oluyor, neden oluyor pek derinliği yok.
  • gavin wiesen tarafından hem yazılan hem de yönetilen 2011 yılı yapımı bir film. konusu kısaca şu şekilde:
    gençliğe dair ilk adımlarını atan george bir bunalımın içine girmiştir. her şeyin boşluk olduğu, yaşamın koskoca bir hiçten ibaret olduğunu düşenen george okuldan arkadaşı sally ile samimiyetini ilerletir. george okulda oldukça sorun yaşamaktayken sally ile olan ilişkisine bir ad koyamamaktadır.
  • george'un giydiği 2 numara büyük palto yüzünden kendimi bi türlü filme veremedim. ayrıca casting berbat, birçok karakter rolüne oturmamış bu da ilgimin iyice azalmasına neden oldu. emma roberts çok güzel hatun bi sürü güzel filmini izlemişken bu filmde epey bi sırıttı. george zaten küçük gösteriyor bir de emma'nın bunun peşinde dolanması hiç inandırıcı gelmedi, george'un oyunculuğunu da beğenmedim ayrı konu. haliyle zaten 2gram kalan ilgim tamamen sıfırlandı, bitse de gitsek modunda tamamladım filmi. pıff.
  • bundan tam 2 yıl önce izleyip kenara entry atmışım nedense. tekrar izlediğimde fikirlerim çok da değişmemiş ( soundtracki için ikinciye izlenilesi filmlerden) :

    hayatı sorgulayan çocuğun aşık olduğunda sorularının cevabını aldığı film. yani özetlersek film aynen bundan ibaret; evet baştaki soruların cevapları gelmeden bu çocuk nasıl huzura kavuştu veya daha önce sahip olmadığı motivasyonu nereden buldu diye soruyoruz. ama belki de gerçekliğin bu sorulara hiçbir zaman cevap bulamayacağımız olduğunu gözden kaçırıyoruz.
    insanların hayattan tek beklentisi hayata tutunabilmek aslında, eğer sizi mutlu eden birkaç şey varsa, geri kalan bütün iğrenç şeylere de katlanabiliyorsunuz yani. o şeyleri neden yapmak zorunda olduğunuza hala cevap bulamadığınız halde. 17 yaşındaki çocuk için bu sadece bir kızı öpmek olabilir mesela.
    bir de alıntı.
  • the art of getting by (2011)

    "yalnız yaşarız, yalnız ölürüz. geriye kalan her şey bir yanılsamadır." film, bu sekans ile açılıyor. varoluşsal sancılar çeken, yetenekli, ama hayatın içerisinde savrulan amaçsız bir gencin hikayesini izletiyor film bize. hayal kırıklıkları, aile sorunları ve aşık olduğun kızdan karşılık alamama. varoluşsal sancıları odağına alan, kimiz, neyiz, nereye gidiyoruz gibi sorunsalları bünyesinde barındıran filmleri genelde severim. ancak, bu film bam telimi pek yakalayamadı. bir yerden sonra da romantik komedi tadı vermeye başladı. bu arada, bates motel'deki oyunculuğuyla dikkatimi çeken freddie highmore, öncesinde oynadığı bu filmde de başarılı. bates motel'deki rolünün ön hazırlığını bu film ile yapmış adeta. film, ortalamanın üstünde seyir zevki verdiği tartışmaya açık olan, derdini eveleyip geveleyen ve bana pek hitap etmeyen bir film.

    6 / 10
  • çok çok çok beğendiğim bir film oldu.
    ititaf etmem gerekirse, george'un o pesimist sözlerinin yazılı olduğu filmden görsellere denk gelmem üzere izledim filmi. o vaat ettiği karamsarlığın güzel dengelendiği bir film oldu sona doğru. özellikle esas oğlanımızın intihar etmesini beklemek gibi sadist bir bekleyişteydim. yönetmen ve senarist abilerime teşekkür ederim, bu beklentimi boşa çıkarttıkları için.
    ayrıca bir kişiye daha teşekkür etmek istiyorum: sally.
    sally, ne kadar olgun bir kadın olduğunu gösterdi yaşına rağmen. tarafların o yaralayıcı sözleri ve davranışlarına rağmen son ana kadar bizim olanı düşünüp, hep konuşmak istedi. iyi ki de istedi ki, herkes bu kısmi yanlış anlama ve gereksiz kötücül düşüncelerden arındı.
    sonu çok güzel bağladılar yahu, keyifle seyrettim.
    seksüelite şart aga. sağlıklı bireyler olmamız için gerçekten şart. bak çocuğa, yaşadı ufak bir kaçamak ve nasıl huzura erdi, yırttı kozasını
  • mekan, zaman gibi öğelerle oynandığında senaryodaki çılgınlıkların inandırıcılığı da artıyor. mesela sucul bir evren tasvir edilmiş yada kıyamet sonrasını anlatmışlar, o zaman karakterlere istedikleri taklayı attırabiliyorlar. izleyen de en fazla "öyle olunca öyle oluyorsa dimek" deyip kendini ikna ediyor.

    --- spoiler ---

    ben bu filmle beraber ergenlik döneminin de normal akışa ters ve ikna edici bir zaman aralığı olduğunu düşündüm. sucul evrende bile mantık olabilir ama ergenken işler biraz kayar. özellikle ergenliğini biraz isyankar geçirenler bence bu filmden etkilenmişlerdir.

    aynı yaştayken erken olgunlaşan kızların kendinden yaşça büyük erkeklerin radarına girmeleri, gelecek vadeden erkeklerin daha anlam arayışını bitirmemeleri, toplum baskısı, ailevi ve ekonomik sorunlar, tecrübe eksikliği, muhtemelen yaşanılan ilk hislerle başa çıkamama ve cinsel baskı bir araya toplandığında aşk ilişkisi zıvanadan çıkar.

    bu konu hakkında ilk defa doğru düzgün bir film izledim. yine de öğretmenler inandırıcı değillerdi ve sonu böyle tatlı bitmemeliydi.

    --- spoiler ---

    filmin yazar ve yönetmeni gawin wiesen'miş, notumu aldım. başka filmlerine de şans vereceğim.
hesabın var mı? giriş yap