• 2019 yılının en tuhaf filmi. film, ortalarına kadar komik ve cezbedici iken; ortasından itibaren aşırı absürtleşmenin kurbanı olmuş. ama garip bir şekilde ikinci yarısının bile kendi içinde bir çekiciliği var. bunun sebebi de üstün oyunculuklar ve karakterlerin ağızlarından dökülen ciddi ama bir o kadar da komik diyaloglar. bazı sahnelerde karakterler sanki bir coen kardeşler filmindeymişcesine tuhaf diyaloglara girebiliyor. baş karakterimizin silah almak için girdiği dükkanda satıcıyla girdiği diyaloglar buna güzel bir örnek mesela.

    ve jesse eisenberg... bu role ondan daha iyisini bulamazlardı. oynadığı karakterle hemen hemen aynı yaşta olması ve kendisiyle yaşıt diğer hollywood yıldızları gibi vücut geliştirme işine hiç bulaşmaması onu, hem fiziken hem de ruhen canlandırdığı role cuk diye oturmasını sağlamış. mimikleri, ezikliği, hal ve hareketleri harikaydı. tabi jesse dışında sensei rolüyle müthiş iş çıkaran alessandro nivola'yı da unutmamak gerek. bir korku filminde yer alan kötü karakter gibi gizemli ve rolüne sadıktı. imogen poots ve diğer yan roller de ellerinden gelenin en iyisini yapmışlar.

    bu arada film pek çok türden besleniyor. kara komedi, en çok destek aldığı tür. hatta bu türe dayanarak yoluna devam etse daha iyi bir film olabilirmiş. ortalarına doğru film, absürtlüğü merkezine alırken; sonlarında gizem ve gerilimi de kullanmaktan çekinmiyor. hatta bir ara korku filmlerindeki tarikat kültüne bile girecekler sandım.

    bir de silah kullanımı meselesi var tabi ki de. filmin yanlış anlamadıysam en çok gönderme yaptığı mesele buydu aslında. biliyorsunuz amerika'da bireysel silahlanma hayal edilemeyecek bir seviyede. amerika, dünyada bireysel silahlanmanın en çok olduğu ülke. her 100 kişiye neredeyse 120 silah düşüyor. burada silahtan kastımız güvenlik güçlerine ait silahlar değil, bireysel anlamda kullanılan silahlardan bahsediyoruz. amerika'da ateşli silah bulundurmayan ev yok gibi. amerika'dan sonra gelen ülke iç savaşla boğuşan yemen ve yemen'de bile her 100 kişiye 50 silah filan düşüyor.

    hiç unutmuyorum. amerika'da bireysel bir silahlı saldırıda yirmiye yakın ilkokul çocuğu öldürülmüştü. ve bir amerikan kanalında bu konu tartışılıyordu. bir kesim bireysel silahlanmaya artık dur demeliyiz derken; sanırım silah lobisinin bir avukatı tam tersini iddia ediyordu. bu tarz vakalardan ötürü amerikalıların daha çok silahlanmasını ve edindikleri silahlarla kendilerini müdafaa etmelerini savunuyordu. ve bu aptallığı savunurken yüzü hiç kızarmadı.

    filmin ciddiyetle karışık aptallığı da başlı başına buna bir gönderme aslında. dayak yediğin için karateye yazılıyorsun. şiddete karşı başvurabileceğin tek yöntem yine şiddet. ya gidip silah satın alman lazım ya da en masumane yöntemle dövüş sanatlarına yazılman... fakat seni şiddete teşvik eden yine sana şiddet uygulayanlar. sensei, tek başına devleti temsil ediyor ve özünde o silah lobisinin avukatını. maço tavırları, kadınlara olan bakış açısıyla trump'ın ta kendisi. devletin, halkını koruduğu olgusu büyük bir yalan. devletin tek derdi halkı korkutarak kendine daha çok itiyat etmesini sağlamak. ve bunun kadın lider getirmekle de bir çözümü yok. trump yerine hillary clinton seçilse, yine bir şey değişmeyecekti. hillary clinton seçilseydi bireysel silahlanmaya karşı çıkabileceğini mi sanıyordunuz. obama karşı çıkabildi mi? filmde de benzeri yaşanıyor. siyah kuşağı alan kadının ilk yaptığı kendisinden düşük seviyedeki sarı kuşağı sıranın en başına yollamak oluyor. karate okulu (sistem) erkekli veya kadınlı aynı şekilde işlemeye devam ediyor.
  • izledigim en acayip filmelerden biri. cok az film beni ters koseye yatirabilmisti helal olsun diyorum. jesse eisenberg efsane iyi oynamis, senaryo gayet orjinal. film son yillarda cok denk geldigimiz absurd komedi gibi baslayip ilerlese de bence cok rahatsiz ediciydi. spoiler vermek istemiyorum ama kesinlikle izlemeye deger.
  • filmin hem yönetmenliğini hem de yazarlığını yapan riley stearns'in, sosyal kaygıları ve anksiyete bozukluğu olan bir karakteri odak noktasına alarak kişisel ve toplumsal sorunları trajikomik bir şekilde ele aldığı enteresan ve bir o kadar da ilgi çekici eseri.

    ''casey'' karakterinin kendine güvenme duygusundan yola çıkarak insanlara gözdağı vermesi ve bunu yaparken izleyicide tedirginlik uyandırması; aynı zamanda onları güldürmesi olay örgüsünün eksantrik bir şekilde ilerlemesini sağlıyor. filmdeki bu ton karmaşası gerçekten de, günümüz dünyasıyla oldukça benzerlik gösteriyor. birçoğumuz günlük hayatımızda trafikte, sokakta karşılaştığımız nahoş durumlarda veya herhangi bir nedenden dolayı diğer insanlarla tartıştığımızda - haklı olduğumuz halde - münakaşa etmek istemeyiz. zira dünya, kendi fikrine göre zorla düzen sağlayan kimselerle dolu bir yer olmaya başladı.

    durağan fakat acımasız bir realiteyle ilerleyen filmde, riley stearns günümüz dünyasını gülünç bir şekilde yermekten çekinmemiş. yapımda, ilk başlarda modern sümsük bir karakter olan casey'in, zamanla modern bir alfa erkeğe dönüşmenin toksisitesi hakkında kuru bir komedi sergileniyor.
  • yer yer kahkaha attığım, yer yer de "yuh amk" dediğim filmdir. ve bence birazcık felsefi bir filmdir.

    bomboş bir filmdi diyenler, bir filmin dopdolu olması için ne gerekiyor? sormak istiyorum. böyle saçma bir yorum olabilir mi ya!?*
  • izlediğim en garip filmlerden birisi hatta en garibi diyebilirim. garip diyorum çünkü yorum yapacak kadar bile anlamak için gerçekten gömülmeniz gerekiyor filme. çoğu noktada güldürüyor kabul ama sosyoloji, psikoloji, aktüel cinsiyet kimlikleri, ırkçılık, milliyetçilik, bireysel silahlanma gibi bir çok konuda çok sert hicivler barındırıyor içinde. çoğu noktada gülerken kendimi kötü hissettim. kendi yaptığım çıkarımları aşağıya yazıyorum ama üzerine tez yazılabilecek; mekanlarda ve ışıklarda kullanılan renk paletlerinin bile tek tek incelenmesi gereken bir eser. en az 3-4 sefer dakika dakika özümseyerek incelenmeli. çok övmüş gibi oldum gerçi ama filmin kendi içerisinde anlatmak istediği, sunduğu manifesto aslında ayrımcılık gören her etnik, cinsel kimliğe uyum sağlayabilecek cinsten. kadın karakterimiz zaten sırf bu yüzden yazılmış keza filmde kadınları ya ebeveyn yada kasiyerlik gibi maskülen bir erkeğe yakışmayacak işlerde görüyoruz. hatta kadın ismi duymuyoruz. karakterimizin mastürbasyon yaptığı dergide bile kadınların yüzüne ihtiyaç yok; onları sembolize eden cinsellik simgeleri yeterli hatta bu cinsel objelerinin üzerinden kadınları sıralamakta; boyutlarına göre ise bir kadran oluşturmakta film. farkettiyseniz karakterimiz ilk mastürbasyonunu yaparken 1-2-3-4-5 olarak sıralanmış ve büyüklüklerine göre sıralanmış memelerden direk 5.sine odaklanıyor ve diğer memelerin onun dikkatini dağıtmaması için üzerlerine kitap kapatıyor. her neyse sabaha kadar film hakkında yazabilirim ama kim okuyacak ki değil mi? direk filmin sonunda aklımda beliren basit bir analojiyi bırakıp kaçayım;

    yazının gerisi filmin akışı ile alakalı spoiler içeriyor.

    --- spoiler ---

    film toplumsal kinle o kadar bezenmiş ki; duygular o kadar yoğun ki oturup izlediğinizde anna'nın yaşadığı o ruıhsal buhranı; toplum tarafından sırf doğuştan gelen bir özelliği yüzünden asla kabul görmeyecek olmasını, iktidara olan nefretini ama bir yandan ona olan bir maktülün katiline karşı duyduğu aşkın bir tasavvuru niteliğinde sevgisini, iktidardan nefret ettiği halde; geceleri iktidarın sistemin çarklarında eriteceği "silahsız" insanları ona jurnallerken sabahları onun dojosunda sistemin çarklarına hizmet edecek yeni annalar, yeni caseyler yetiştirmesi vesaire örnekler uzar gider. anna burda bütün sınıfların ortak bir noktası. kadınların seçme hakkı olmadığı günlerden siyahi insanların boş otobüslerde bile ayakta gitmek zorunda olduğu zamanlara, yahudilerin birer parazit gibi kapılarına işaretler vurulduğu, yaftalandığı günlerden lgbt üyelerinin muhafazakar ülkelerde hala sürmekte olan önyargılarına bir bütün. soyunma odası farklı anna'nın diğerleriyle aynı asla olamaz. ırkçılık değil, dinleyin: bir dönem herkesin soyunma odası aynıymış; ama anna tecavüze uğradığı noktada kendini savunduğu için farklı bir soyunma odasına mahkum kılınmış. herkesin ortak işi olan karatede herkesten iyi olmasına rağmen; elleri yumruk için değil yumruk sallayan erkeklerin sırtlarını ovmak için. yani kendinden statüko olarak üstün birini alt edebiliyor olması onun yumruklarının bir "erkek" kadar sert olabileceği manasına gelmiyor. o zayıf doğmuş. yüzünde kocaman bir doğum lekesiyle. ismet özel'in dediği gibi: "nereye gitse şakaklarında ki dövmeler onu ele verecek." ama bunca yaşadığı sıkıntıya rağmen anna; casey'nin sistemi bir tabancayla bozduğu noktada, liyakatine uygun göreve nihayet geldiğinde ilk icraatini dojonun öğrencilerine tekrardan hiyerarşiyi dayatmakta buluyor. anna aslında amerika'nın ilk zenci başkanı obama. anna aslında silik ve başarısız bir ressam olan hitler. anna aslında gürcü bir gangster olan stalin. anna bütün totaliterlerinde bir tasavvuru bu noktada.

    bütün filmi casey'nin hikayesi olarak izleriz ama aslında öyle mi? simsiyah kıyafetlerle dolanan bir absoulte evil vardır dojoda. insanlara yalandan umutlar verip onları kategorize ederken bir yandan içeride ki insanları dojo'da tutabilmek için onlara şantaj yapan bir sensei. ama bu kapkaranlık adamda bir zamanların anna'sı. doğuştan bir handikapla doğmuş; ailesi ismini lesley koymuş. bu hikaye geriye doğru devam ediyor. bir başka casey çıkıp sensei'yi kafasından vuruyor ve kuş zannettiğini söylüyor, sensei'nin kafasına batırdığı işaret parmağıyla yeni bir lesley seçiyor lesley iktidara gelip yeni bir sensei yaratıyor. nasıl derler: paradoks paradoksu doğuruyor.

    insanların kafasına işaret parmağıyla vuran senseinin özel gücü: demokrasi.

    gökkuşağı renkleri olan kuşak: ütopya

    demokrasi, seçim ilüzyonu: ütopya.

    --- spoiler ---

    izlemeyi düşünenlere tavsiyem kesinlikle izleyin. yazılanlara bakmayın; duru bir zihinle izlediğinizde öyle detaylar sizi kendi tarafına çekecek ki şaşıracaksınız. casey'nin köpeğinin maması bittiği halde elinde boş bir mama kutusu pencereden dışarı baktığı sahne mesela; yüzlerce kadının acaba diyerek gözlerini devirdiği o sokak lambasının vurmadığı karanlık bölge. korkutucu dünya. gerçek dünya.

    edit: yazım hataları.
  • ilk yarısı the karate kid yumuşaklığında ikinci yarısı fight clup ağırlığında acayip bir film.
    kesinlikle biraz abarttım ama ilk bir saat casey sakin sakin, tertemiz delirirken, ben de sessizce kahkahalar atarken son yarım saat işin rengi öyle bir değişti ki bende böyle bir tat bıraktı.
    ama sonuç olarak her saniyesinden oldukça keyif aldığım bir film oldu.
    unutmamak adına sensei'in harika öğretilerinden birini de şuraya iliştirmek isterim:
    'hayatta sadece erkeklerin yapabileceği şeyler var, sadece kadınların yapabilecekleri şeyler var. bazı şeyleri kadınlar ve erkekler beraber yapabilir. iki kişilik bisiklet sürmek ya da seks yapmak gibi. ama o zaman bile erkekler iki kişilik bisikleti kadınları mutlu etmek için kullanır. sekste ise tam tersi.'

    --- spoiler ---

    rest in peace sensei.

    --- spoiler ---
  • yönetmenlik koltuğunda riley stearns'ün yer aldığı 2019 yapımı film.

    film, dünya prömiyerini bu sene gerçekleştirilen south by southwest film festivali'nde yapmıştır.

    karate dünyasında geçen bu kara komedinin başkahramanı bir gece motosikletli bir çete tarafından kıstırılıp dövülerek soyulan ürkek muhasebeci casey. kendini korumak adına mahallesindeki karate dojo'suna yazılan casey, kısa sürede ilerler ve kendini gösterdikçe dojo ustasının gizemli gece derslerine katılmaya hak kazanır. maço kültürünü absürt noktalara uçuran alfa erkekler, biraderler, egzersizler, gerçek erkeklikle dolu bu ter kokulu, cesur, sıra dışı komedi "yumruklarla tekme, ayaklarla yumruk atmanın önemini" anlatıyor.

    filmin afişi
  • son zamanlarda izlediğim ve akıp giden çok iyi bir kara komediydi .
    tam anlamıyla bir kara komedi diyebiliriz.
    bu film sabah izlenmez öğlen de izlenmez
    gece nin sabah geçiş yapacağı saatlerde izlenir

    güneş kaçta çıkıcaksa ondan 1 saat 10 dk önce ayık kafayla oturup izleyin aşırı zevk alırsınız
    filmin dublajı da çok kaliteli
  • absürt komedi, hafifçe gerilim. bir komedi filminin özelliği izleyeni güldürmesidir. tersinden gidersek bir film izleyeni güldürüyorsa, o halde bir komedi filmidir. ben bu filmi izlerken güldüm. demek ki bu bir komedi.

    filmde, gerçek hayatın olağan akışına ters pek çok olay oluyor. bu da filmi absürt yapar. film, bu absürtlüğünde tutarlı, başından sonuna kadar, istikrarlı bir absürtlük var. birazı gerçekçi, birazı da absürt olsa, saçma olurdu. ama hayır, film daima kıvamında bir absürtlük taşıyor. yani bunda sinema dili açısından anormal bir şey yok.

    ama elbette her komedi filmi herkesi güldürmüyor. sizi güldürmeyebilir.

    her neyse. süper yaratıcı ve süper komik olmamakla birlikte filmi beğendim. bir coen kardeşler filmi kadar değilse de, yoklukta gideri var.
  • temposu çok yerinde bir film. durağan bir akışı olabilir ama temposu çok yerinde gayet keyifli bir film.
hesabın var mı? giriş yap