• 19 mayıs 2020'de yayımlanacak suzanne collins romanı.

    the ballad of songbirds and snakes, açlık oyunları'nın ilk kitabından 64 yıl öncesini, yani 10. açlık oyunları'nın oynandığı dönemi ele alacak. 18 yaşındaki coriolanus snow'un 12. mıntıka'nın kız yarışmacısına akıl hocalığı yapmak için görevlendirileceği romanda onun kurallara bağlılığıyla kazanma arzusu arasındaki mücadele anlatılacak. açlık oyunları serisinde sürekli bahsi geçen "karanlık günler" ve on yıl sonrasını kapsayan bir roman olacağı söyleniyor. bugüne kadar yazılmış en kalın açlık oyunları romanı, diğerlerinin neredeyse iki katı kalınlığında.

    açlık oyunları'nda herkesin nefret ettiği snow'un bu romanda bir kahraman mı yoksa anti-kahraman mı olacağı henüz belli değil. fanlar, bu kadar nefret ettikleri bir karakterin kahraman olarak anlatıldığı bir hikaye istemiyorlar.

    böyle bir romanın geleceği aşağı yukarı 2015'ten bu yana belliydi. serinin diğer filmleri bittiğinde prodüksiyon şirketi bu hikayenin daha fazlasını içerdiği ve eski dönemleri çekmek istediklerini belirtmişlerdi. muhtemelen collins'ten materyal istediler, o da böyle bir şeyle geldi. önceki filmleri yapan şirket lionsgate, yayın haklarını satın aldığını kitabın duyurulmasının ardından hemen açıkladı.

    bakış açılarının değiştirilip aynı olayları tekrar anlatmaktansa j. k. rowling'in harry potter serisine yaptığı şeyi yapıyorlar. aynı evren ama farklı karakterler ve farklı hikayeyle geliyorlar. rowling fantastik canavarlar'ın senaryosunu bizzat kendi yazmıştı ancak her şeyi mahvetmişti. kendi yazdığı evrenin kurallarını alt üst ederek bütün düzeni yıkmıştı. buna karşılık collins, rowling'in yaptığı hatayı yapmıyor. önce filmle gelmiyorlar, kitabı yayımlıyorlar. direkt film olayına dalmaktansa kitaplaştırmaları iyiye işaret. en azından collins'in rowling gibi kendi kurduğu evreni bozması zorlaşır ve fanlar için yeni hikaye çok daha anlaşılır olur.

    filmin tarihiyle ilgili henüz hiçbir açıklama yok.

    --- spoiler ---

    hikayeye dönecek olursak, aslında bazı kısımları biliyoruz. mesela 12. mıntıka'nın ilk (ve 74. açlık oyunları'na kadar tek) zafer kazanan ismi haymitch abernathy ve o da 50. açlık oyunları'nı kazandı. bu bakımdan snow'un akıl hocalığı yapacağı kızın kaybedeceğini biliyoruz.

    kitapta snow'un arenadaki kazanma ve akıl hocası olarak kendini ispatlama arzusu ile sistemin kurallarına duyduğu sadakatin çatışacağı göz önüne alınarak fanlar kitabın adındaki imgeleri bununla bağdaştıran teoriler ortaya atıyorlar. kitabın adında bahsi geçen yılanların ve kuşların mücadelesinin bunu temsil ettiğini söyleyenler var.

    tabii en popüler iddia, 18 yaşında bir delikanlı olarak snow'un akıl hocalığı yapacağı kıza aşık olacağı ve arenada o kızın hayatını değil, sistemin devamlılığını tercih ettiği için sonraki yıllar kalpsiz bir adama dönüşeceği teorisi. capitol'ün çıkarlarını aşkına tercih eden taşlaşmış bir adam profili çiziyorlar.

    bunların hepsi fan teorisi tabii.

    --- spoiler ---
  • dünyayla aynı anda türkiye'de de satışa sunulmuş yeni suzanne collins kitabı. online kitap sitelerinden ulaşılabilir.

    benim için bayağı sürpriz oldu. malum ortamlarda ingilizce pdf'ini ararken kenardaki reklamlardan türkçe başlıklı versiyonunu gördüm ahah (bu arada henüz malum ortamlarda bulamadım). türkiye'ye altı aydan önce gelmez diye bekliyordum. yayın haklarının pegasus'tan dex'e geçtiğini de öğrenmiş oldum ki pegasus gibi kan emici bir yayınevinden daha iyidir diye düşünüyorum.

    kuşların ve yılanların şarkısı ismiyle çevrilmiş. yaklaşık 650 sayfalık kitap şu ana kadar yazlmış en kalın açlık oyunları romanı.
  • açlık oyunları serisinin son kitabının yayımlanmasından 10 yıl sonra gelen ve yakında beyaz perdeye uyarlanacak olan suzanne collins kitabı.

    kitap incelemesine geçmeden önce filme değinmek gerekirse, çekileceği onaylandı ancak henüz oyuncu seçimleri başlamadı. serinin son üç filminin yönetmeni francis lawrence bu filmin de yönetmeni olacak. senarist olarak ise karşımıza ateşi yakalamak filminden tanıdığımız michael arndt çıkıyor. ilk üç kitabın haklarını satın alan lionsgate bu kitabın haklarını da aldı.

    the ballad of songbirds and snakes ya da türkçeye çevrilen adıyla kuşların ve yılanların şarkısı, açlık oyunları evreninin 65 yıl öncesini ve başkan coriolanus snow'un gençliğini anlatıyor. ilk üç kitaptaki birinci tekil şahıs bakış açısının aksine üçüncü tekil şahıs bakış açısıyla kaleme alınan kitapta bu kez başkent capitol ve onların dünyası merkezde.

    açlık oyunları'nda aşina olduğumuz kahramanlık hikayesinin aksine bu kitap bir anti-kahramanın hikayesi. dahası, ilk üç kitaptan aşina olduğumuz haklı ve mücadeleci mıntıkalar yerine zenginliği ve acımasızlığıyla tanıdığımız capitol'e odaklanıyor. bu bakımdan ele alındığında bazı okuyucular kitabı sevmeyebilir. kötü kahramanın başrolde olduğu eserleri okumak kolay değildir. okuyucular "katarsis" dediğimiz o rahatlama hissine aşinadır. kahramanın başına ne gelirse gelsin, sonunda adaletin sağlandığı hikayeleri severler. oysa bu romanda siz kötü kahramanın nasıl kötülükler yaparak kötü emellerini gerçekleştirip kötülüğü yücelttiğini okuyacaksınız. o yüzden fanların en sevdiği kitap olmayacak. ancak bu demek değil ki bu kitap gereksiz. kuşların ve yılanların şarkısı size capitol ve açlık oyunları'nın zihniyetini, buz dağının görünmeyen kısmını, madalyonun öteki yüzünü gösteriyor. ilk üç kitabın aksine maceradan ziyade küçük ayrıntı ve felsefi konuşmalarla dolu olmasının nedeni de bu.

    seriye filmlerden aşina olanların pek ilgisini çekmese de kitapları okuyanların bazı parçaları birleştirmesine yardım edecektir bu kitap.

    bundan sonrası spoiler.

    --- spoiler ---

    bilirsiniz, kötülerin bir özellikleri vardır. kendilerine kötü demezler. bunu genellikle "büyük balığın küçük balığı yutması" ya da doğada "güçlü olanın hayatta kalması" olarak tanımlarlar. bu kitapta da bu var. capitol'ün önde gelenleri ve coriolanus snow kendilerini "kötü olarak tanımlamıyorlar. tam tersine açlık oyunları başta olmak üzere uyguladıkları baskıcı yönetimi kaos, kontrol ve kontrat adı altında üç kavramla açıklıyorlar ve düzenin sağlanması için (kaosun önlenmesi için) kontrolün şart olduğunu, bunu da ancak kontrat imzalanırsa sağlanabileceğini öne sürüyorlar. onlara göre savaş asla bitmez, bu insanın doğasında vardır. ancak kontrol altına alınabilir. bu sebeple savaş (yani kaos ortamı) sonsuza kadar kontrol altına alınmalıdır. bu bağlamda, açlık oyunları kontratı temsil ediyor. oyunlar, capitol'ün mıntıkaları kontrol ettiğinin bir göstergesi, onlarla imzalanan anlaşmasının en somut kanıtı. dahası, açlık oyunları neden herkesin kontrol altına alınması gerektiğinin en net örneği çünkü dünyanın "en masum" varlıkları olarak tanımlanan çocuklar arenaya bırakılınca vahşi hayvanlara dönüşüp birbirlerini öldürmeye başlıyorlar. dr. gaul, bunu insanların "özlerinin kötü olmasına" bağlıyor. insan özünde kötü bir varlıktır, bu sebeple medeniyete ve kontrole ihtiyaç duyar. bunu da capitol sağlar.

    dr. gaul ve coriolanus arasındaki konuşmalarla ilerleyen romanın genel olarak üzerinde durduğu felsefe bu. savaş anılarının asla unutulmaması ve sürekli hatırlatılması gerektiğini savunan ikilinin en önemli ortak noktası açlık oyunlarının gerekliliğine olan inançları. coriolanus, dr. gaul'den en nefret ettiği dönemlerde bile bu fikri sorgulamıyor.

    açlık oyunları'nın felsefenin yanı sıra bir savaşın sonucunu ve capiton'ün mıntıkalara bakış açısını da gösteriyor. çok meşhur bir laf vardır: savaşın kazananı yoktur. her iki taraf da yıkım yaşadığı için esasen bir kazanan olmaz. kimin haklı olduğundan bağımsız olarak iki taraf da birbirinden nefret ediyor çünkü karşı taraf yüzünden sevdiklerini, ailelerini kaybetmişler. savaş yüzünden ailesini kaybeden coriolanus doğal olarak mıntıkalardan nefret ediyor. üstelik böyle bir kayıp yaşamalarına bile gerek yok, capitol halkı genel olarak mıntıkaları vahşi ve insan dışı olarak görüyor, onlara hayvan muamelesi yapıyor. haraçların yük gibi capitol'e getirilmeleri, hayvanat bahçesinde tutulmaları ve yemek vermeye dahi değer bulunmamaları bunun bir örneği.

    bir başka nokta ise bu kitap bize adını sıklıkla duyduğumuz ama derinine hiç inmediğimiz bir kesimi tanıtıyor: barış muhfızları. coriolanus'un cezalandırılmasıyla birlikte onların hayatına girip aslında nasıl yaşadıklarını öğrenmiş oluyoruz. açlık oyunlarında acımasız olarak yansıtılan barış muhafızlarının kimlerden oluştuğunu, bu işi neden yaptıklarını görüyoruz. özünde aç mıntıka çocuklarından oluşuyor ve barış muhafızlığı onlar işin ailelerine para gönderebilmelerinin yanı sıra üç öğün bedava yemek, kıyafet ve güvenlik demek.

    en beklenmedik kısımlardan biri the hanging tree şarkısının hikayesi oldu. bu şarkının hikayesinin snow'la bağlantılı olduğunu muhtemelen hiçbirimiz tahmin edemezdik. dahası, bu şarkı lucy gray’in mıntıkadaki etkisinin o gittikten sonra bile yıllarca devam ettiğini gösterir. ortadan kaybolmasından 65 yıl sonra bile insanlar onun şarkısını söylüyor ve farkında olmadan onun hikayesini anlatıyordu.

    lucy gray'in adı karda kaybolan ve hayalet olarak dolaşan birinden geliyordu ki onun hikayesi de bu şekilde bitti. snow yüzünden ortadan kayboldu ama adı şarkıları ve hikayesi aracılığıyla yaşamaya devam etti. bağlantı burada da bitmiyor. lucy gray, katniss (souko) bitkisi bahanesiyle coriolanus'u terk etti ve sonrasında (65 yıl sonra) katniss isyanın sembolü olarak lucy gray’in hesabını sordu.

    bunların haricinde çok önemli benzerlikler var. mesela haymitch gibi lighbottom da sürekli sarhoş. açlık oyunlarının vicdani boyutlarına maruz kalanların bunu kolay atlatamadığını yazar iki farklı dönemde iki benzer örnekle göstermiş.

    bir başka benzerlik lucy’nin coriolanus'u arkasında bıraktığı gibi katniss’in de gale'i aynı şekilde arkasında bırakması. her ikisinin ortak noktası da bu kişilerin masum insanları öldürmesi. snow kendi çıkarları için sejanus başta olmak üzere üç kişiyi öldürmüştü, gale ise prim dahil birçok çocuğun ölümüne neden olan silahtan sorumluydu. bu aynı zamanda katniss ile lucy’nin benzerliğini de gösteriyor. ikisi de hiçbir zaman tamamen masum olmadılar (ki arenada bunu gösterirler), ikisi de bağışlayıcı insanlar değiller.

    bunlardan bağımsız olarak kitabın cevapladığı bir soru vardı: mıntıka halkı capitol’e taşınabilir mi, böyle bir izni varsa bile orada nasıl yaşar? sejanus plinth ve ailesi bu soruların cevabıydı. evet, capitol’e taşınabilirler ama asla onlardan biri olarak kabul edilmezler. sürekli dışlanırlar. bu bile mıntıka ve capitol arasında tekrar savaş olacağının en sağlam kanıtıydı. kast sistemine varan bir sınıf ayrımı önünde sonunda savaşla sonuçlanacaktı.

    kitabın adına baktığımızda ilginç bir çelişki var. kuşlarla sürekli etkileşim halinde olan kişi coriolanus iken yılanlarla etkileşimde olan kişi lucy gray’di. hatta kitaptaki ilk sahnesi bile yılanla başlıyordu ama sonunda yılan unvanı sejanus’tan clemensia’ya kadar etrafındakilere zarar veren coriolanus’a kalırken kuşlar lucy’ye kaldı. gerek şarkı söylemesi gerekse onların savaş esnasında yardım ettiği gibi lucy’nin şarkılarının da 65 yıl sonra mıntıkaya yardım etmesi onu aslında katniss gibi bir alaycı kuş sembolü yapıyor.

    en kan dondurucu kısımlardan biri coriolanus’un açlık oyunlarına olan düşkünlüğü ve onu daha iyi hale getirmek için harcadığı çabaydı. 65 yıl sonraki açlık oyunlarının nasıl o günlere geldiğini okumuş olduk aslında. onuncu yılındayken çok ilkel olan oyunlar, snow’un çabalarıyla halkın en büyük milli eğlencesi haline gelmiş.

    snow’un kötülüğünün bir başka örneği ailesi dışında onu sevme mucizesi göstermiş iki kişiye yaptığı şeyler. hem sejanus’un hem lucy gray’in hayatını mahvetti.

    her ne kadar bize arka planın hikayesini anlatsa da eksik olan bir nokta var. koskoca capitol'de hiç kimse ikinci bir fikirle gelmiyor. "intikam" ve "açlık oyunları" kavramları dışında isyanın sebebini tartışan ya da mıntıkalarla uzlaşılması gerektiğini söyleyen hiç kimse yok. esas barışın ancak bu şekilde sağlanabileceğini, baskı ve kontrolün sonsuza kadar sürmesinin mümkün olmayacağını, illa ki bir noktada patlak vereceğini söyleyen tek bir kişi bile çıkmadı. kitap boyunca isyancıların capitol'e zarar verip halkı nasıl sefalete sürüklediğini dinleyip durduk. biri de çıkıp "isyan bu nedenle çıkmıştı" dedi mi? demedi. hiç kimse isyanın sebebini sorgulayıp esas meseleye inmedi. kitap boyunca süregelen birçok felsefe var ama hepsi esas konunun yanından dolandı, esas konuyu hedef almadı. bence kitabın en büyük eksisi buydu. bunu görmezden gelmek kolaydır. esas zor olan buna karşı teori üretebilmektir.

    iki hikaye paralel olsa da sonu bakımından son derece farklı. kuşların ve yılanların şarkısı'nda capitol sorunun ne olduğunu çözemiyor. bir tarafın üstünlüğü devam ediyor. oysa alaycı kuş'ta katniss sorunun tam olarak ne olduğunu anlıyor. eğer sadece snow'u öldürseydi eski sistem devam edecekti. gerçek bir barış sağlanamayacak, sadece iktidarı elinde tutan taraf değişecekti. panem halkının bir geleceğinin olması için snow'la birlikte başkan coin'in de öldürülmesi gerekiyordu. katniss de bunu yaptı.

    --- spoiler ---

    son olarak, fanlar katniss’in anne tarafından lucy gray’in torunu olduğunu iddia ediyor ama suzanne collins bunu doğrulayan bir açıklama yapmadı. filme bakmak gerekir. yapımcılar fanların böyle bir beklentisi olduğunu fark ederlerse hemen kullanmak isteyeceklerdir.
  • açlık oyunlarının prequeli diyebileceğimiz suzanne collins romanıdır.

    güzel güzel snow'un kariyerinin ilk yıllarını, siyasi entrikalarını okurum. akarım kokarım olmaz derken yine empatilerden empati beğenerek bu hikâyede yanan ben oldum.

    --- spoiler ---

    bu beni kötü bir insan mı yapacak bilmiyorum ama allah kahretsin ki ben genç snow'la empati kurdum arkadaşlar. bütün o kibrine, bencilliğine, aman ağzımızın tadı bozulmasın komformistliğine ve derdini şeediyim bir insan olmasına rağmen bu adam gerçek. böyle insanlar var ve onunla aynı yol ayrımlarına gelsek ben ondan daha onurlu davranabilir miydim sorusuna gönül rahatlığıyla evet cevabını veremiyorum. genç snow'a baktıkça en şeytani insanların bile bir zamanlar masum bir çocuk olduğunu hatırlıyorum. evlerimizde etli sütlüye karışmadan otururken kime ne zararım var diye düşünüp kendimizi iyi insanlar olduğumuza ikna etmeyi seviyoruz. ama güç elimize geçse canavara dönüşmeyeceğimizi kim garanti edebilir? özümüzde nasıl insanlar olduğumuzu belirleyen şey güç sahibi olma fırsatını yakaladığımızda nasıl davrandığımız değil midir?

    belki bu romanda dil yavan ve şahit olduğumuz açlık oyunu alışık olduklarımızdan çok daha durağan, heyecansız. ama okuduğumuz dönemde zaten bildiğimiz anlamda açlık oyunları standartları daha olgunlaşmamış. bu yüzden bunu normal karşılıyorum. suzanne collins bir alex değil ama ucundan koklattığı politik alt metinleri seviyorum. kendisinden siyasi teorisyen, akademisyen performansı beklemiyorum. savaş bize nasıl bedeller ödetir, bizi neye dönüştürür, bir zamanlar sistemin kurbanı olan henüz masumiyetini kaybetmemiş bir çocuk nasıl önce sistemin dişlilerinden birine sonra da sistemin ta kendisine dönüşür bu soruların cevaplarının çok güzel işlendiğini düşünüyorum. kaos, kontrol, toplum sözleşmesi gibi kavramlar günümüz toplumuna nazire yapılarak başarıyla irdelenmiş. çoğumuz sisteme isyan eden gençlerken çeşitli sebeplerle elimize bordroları alıp sistemin birer parçası olmadık mı? aslında bu noktada genç snow'un dönüşümünü anakin skywalker-darth vader dönüşümüne benzetiyorum. genç snow'un hayatında da zaaflarına oynayan, başkaldırmasın diye başını küçükken ezen bir palpatine'i var: dr. gaul! bir noktadan sonra tüm seçimlerinin ve gelecekte dönüştüğü canavarın sorumlusu kendisi olsa da o noktaya gelene kadar snow'un aslında kafesteki mutta tavşandan hiçbir farkı yok. o da tavşan gibi carrot and stick ile ehlileştiriliyor. batmamak için çırpınıyor. ama çaresizce attığı her adım, aldığı her kritik karar biraz daha batmasına ve daha büyük yanlışlar yapmasına sebep oluyor. bir yerden sonra da çekerim emaneti seviyesine ulaşıyor zaten. bilmiyorum belki de bizim büyük çaresizliğimizi hatırlattığı için bu kadar içselleştirdim.

    snow'un travmatik geçmişinin birer parçası olarak öyküye yerleştirilmiş katniss çiçeği, the hanging tree, alaycı kuşlar gibi 12.mıntıka göndermeleri her gördüğümde keyfimi ikiye katladı. ve lucy gray… sevdiği adamın onu öldüreceğini anladığı anda bile zehirlemeye kıyamayan, zehirsiz bir yılanla tuzak kurup kaçmaktan öteye gitmeyen koca yürekli kadın... olan sana olan bana olan bize oldu gardaşım.

    --- spoiler ---

    suzanne collins kar tepeye düşer demiş. ama ben olsam damımıza damımıza kar yağdı demeyi tercih ederdim.

    dipnot: alaycı kuş'ta capitol'e girdiklerinde kattnis ve ekibine yardım eden gözden düşmüş açlık oyunları stilistinin adı da hafızam beni yanıltmıyorsa tigris idi. snow'un kuzeni tigris'in de modayla ilgilendiğini düşünürsek herhalde o tigris bu tigristir diye düşünüyorum. ne oldu da birbirine bu kadar bağlı iki kuzen koptular ve tigris sefalete terk edildi merak ediyorum. bunu da ayrıca okumak isterdim doğrusu.
  • ya sen yine naptın ya

    --- spoiler ---

    kitabı okuyup bitirmem 1 gün sürdü, o bir gün içinde sağa sola bakıyorum şimdi gerçekten ben snow pisliğine mi empati duyuyorum napıyorum ben?

    ilk üçlemedeki bütün şarkıların söylenmiş olması baya tatlı. galiba bairdlerden biri katnissin babaannesi dedesi falan diye düşündüm okurken. ama bu konuya bir açıklık gelmedi. gelmemesi acaba daha mı iyi karar vermedim henüz.

    bir de oyunlardaki acemilikleri ve organizasyonsuzluk. aynı zamanda savaşın aslında nasıl capitolü de etkilemiş olduğunun göstergesi olduğu için gerçekten etkilendim.

    --- spoiler ---

    bu seriyi devam ettirip snow odaklı 1 ya da 2 kitap daha yazar mı acaba diye düşünmeden edemiyorum.

    şimdi eski kitapları tekrar dinleyip arada bir bağ kurmaya çalışacağım.
  • bu seri benim lise zamanımın en cafcaflı kitabı olduğu için çıktığını duyar duymaz hemen aldım kendisini ama okumam sınav sonrasına kalmıştı. an itibariyle bir solukta okudum, uzun zamandır görüşmediğim eski dostlarımı görmüş gibi hissettirdi bana. keşke daha kalın olsaymış diye geçirdim içimden. hatta keşke 1.açlık oyunlarını, 2.açlık oyunlarını, 3, 4, işte 15, 20 hepsini tek tek anlatsa böyle 30-40 kitapla. hiç sıkmaz beni. alıp lise zamanına götürüyor çünkü. tek problemi kitabın biraz vahşi olması. belki size normal gelir, ben biraz yaşlandığım için sanırım bazı yerlerde bıraktım kitabı. dolanıp gelip öyle okudum. hava kararınca bıraktım okumayı. böyle değişik bir mizaç işte. rahatsız ediyor beni, gece rüyamda arenada buluyorum sonra kendimi. bu yaşlı teyze, sinemasını da izleyemez yüksek ihtimalle. 140p çıkarırlarsa filmi izleyebilirim ama. inşallah öyle yaparlar merak ediyorum çünkü. gerçi kitabını tercih ederim, ne olsa filmler hep yavan kalıyor kitaplarının yanında.

    --- spoiler ---

    kitabın içeriğine gelirseek. bazı yerleri tahmin ediyorsunuz, bazı yerler basit de geliyor hatta ama barış muhafızı başlığından itibaren kurgu kalitesi artmaya başlıyor. panem'in en başlardaki durumu, açlık oyunları'nın ilerdekilere oranla ne kadar basit kaldığı gibi eksik yerler çok güzel tamamlanmış. özellikle başkan snow temelde olacak şekilde herkesin ama herkesin değişimine şahit oluyorsunuz. panem'deki halk yoksulluktan kırılırken, açlık oyunları'nı canilik olarak görüp izlemekten kaçınırken 180 derece dönüşlerini sayfa sayfa izlemek garip. snow bu anlamda çok etkili bir yönetici. ama bazı yerleri çok rahatsız edici, empati yaptıkça şunu fark ediyor insan: güç çok korkunç bir şey. insan güce sahip olmadan önce çocuklar kadar masumken güç eline geçtiğinde değişiyor. acımasızlaşıyor. şu an kime sorsanız iyi birisi olduğunu söyler çünkü elinde gücü yok. dünyanın başına bela olmuş o insanlardan hiçbir farkımız yok, donanım olarak aynıyız. tek farkımız onların elinde gücü var. sizin elinize güç geçtiği zaman neye dönüşeceğinizi bilemezsiniz. bu çok korkutucu ve rahatsız edici. snow gerçek bir panemliydi, asla kasttaki diğer kesimi anlayamadı. anlamak istediğini de sanmıyorum, diktatör olma yolunda başarıyla ilerlediği için gördüğü tek şey mıntıkalının hiçbir zaman panemli gibi olamayacağı oldu muhtemelen. belki zaman zaman sistem onu rahatsız etti ama bir parçası olmak hatta sistemin eksik noktalarını bulup geliştirmek onun için barışın tek yoluydu. lucy ile bir hayat kursalar da sınıf farkından ötürü bir ilerleme olmayacaktı zaten. lucy bir covey de olsa panemli birisi değil snow'un gözünde. onu sevip sevmediğini bile kestiremiyorum. sejanus konusunda sanırım ben de onun gibi ihbar seçeneğini seçerdim ama lucy gray konusunda onu anlamam imkânsız. onu muhtemelen hiç sevmedi, yalnızca kadınsı cazibesinin etkisiyle savruldu. sevginin bu dünyadaki en güçlü duygu olduğunu düşünürdüm ama güç, sevgiyi de alt edecek kadar korkunç sanırım. dr.gaul ile konuşmaları bu yüzden çok anlamlıydı. açlık oyunlarının temeldeki anlamını çok iyi verdi o ikili. snow o kadar mıntıkalara gidiyor, yaşananları görüyor, sevdiği kadının hayatını yakından izliyor ama tek düşündüğü ezilenleri kontrol altında tutmak ve panem'in sayesinde edindiklerini korumak. üstelik panem kendi çocuklarını bile düşünmeyen bir yönetimken yapıyor bunu. çok klişe belki ama savaşların kazananı yok sahiden.

    zavallı lucy gray. açlık oyunları gibi korkunç bir yarıştan galip çıkıyor, yetmiyor bir de güzel umutlarla çıktığı, kurtuluş olarak gördüğü tek yolda tek güvendiği ve sevdiği insan tarafından silahla kovalanıp hayatı boyunca bir başka arenaya mahkum ediliyor -tabi eğer yaşıyorsa-. snow bana 3.öldürdüğü kişinin kendi gençliği olduğu söylese içim parçalanır, sevgim daha çok artardı. hiç aklıma öldürdüğü kişinin sejanus olduğu gelmezdi. o silahları bulunca da bizi korumak için yanına alıyor diye düşünürdüm ben. kitabı okurken de aynı böyle düşündüm. lucy gray ben olsaydım tertemiz ölüp gidermişim resmen. hatta lucy gray uzun süre dönmeyince vali takımı onu buldu sandım. o çok zeki bir kız. ayrıca o kadar merhametli ki sevdiği adamın bir şeytana dönüşmesine tanıklık etmesine rağmen zararsız bir yılanla kendisini savundu yalnızca. sonunu öğrenmeyi çok isterdim, karda izi olmayacak şekilde hayatını sürdürdüğü düşüncesi çok acı. daha çok şey söylemek isterdim ama lucy'nin son sözünün katniss bitkisi toplayacağı olması ve geri dönüşünün 65 yıl sonra kendisinden çok da hoşlanmadığım katniss everdeen ile olması bir nebze olsun durduruyor beni.

    ve sejanus. yitirilmiş bir hayat. başından beri snow'un asıl kimliğine dönüşmesi için bir şeyler yapmasına göz yumulan zavallı piyon. sonunun berbat olacağını tahmin etsem de kardeşi gibi gördüğü kişi yüzünden olacağını düşünmüyordum. sınıf ayrımlarının arasında, arafta sıkışıp çıkamayacağı başından beri belliydi. o mıntıkadan hiç çıkmamaları gerekiyordu, insan özünü reddedemiyor. gerçekten çok üzücü, kitap başlı başına üzüntü dolu. şu an hangisine üzüleceğimi tam kestiremiyorum.

    bu arada tigris de bundan bir önceki kitapta geçiyordu. şu zürafa kostümlü kadın. tam olarak rolünü hatırlayamadım ama başkente olan isyana destek olacak şekilde isyancılara evini açıyordu sanırım. ondan beklenecek bir hareket. sanırım kitaptaki en masum kişilerden birisi o.

    bu kitaba dair beni rahatsız eden çok şey var. kan, vahşet, dram, o boğuk ve soğuk atmosfer... ama aralarında beni en çok rahatsız eden; yazılanların imkânsız olmadığı gerçeği. uzak değil bu yazılanlar. böyle insanlar etrafımızda, hatta belki içimizde. ütopya değil o anlatılan manzara. bu çok rahatsız ediyor beni. nesillerimizin huzurla, sevgiyle, kardeşçe yaşamalarını istiyorum ama dünya gerçekten karanlık bir yer. bunun yüzüme vurulması hoşuma gitmiyor.

    --- spoiler ---

    temel olarak kaliteli bir seriydi. ilk 3 kitaptan daha kaliteli bir kitap olduğunu düşünüyorum. ilk kitaplardaki ağdalı aşk yok bunda. hatta çok çarpıcı bir final yapmış suzanne collins. belki de ana karakterin katniss gibi buz birisi olmadığı içindir, belki ilk kitaplardaki gereksiz aşk üçgenleri olmadığı için, belki de ben artık lisedeki gibi olmadığım için. bilemiyorum tam. ama bu serinin -özellikle son kitabının- ergen serisi olarak biliniyor olması çok üzücü. içinde sahiden ciddi bir siyasi alt metin ve çıkarılacak dersler var. son olarak sanırım şu gerçeği bininci kez tekrar edeceğim: kötüler her zaman yaptıkları şeylere bir bahane bulur, kötü olmalarının her zaman geçerli bir sebebi vardır. minareyi çalan ne yazık ki kılıfı çoktan hazırlıyor. etrafındakilere de yalnızca kılıfın minareye ne kadar da uygun olduğunu kabullenmek kalıyor.

    2023 kasım'ından gelen sinema editi: bayıldım. 144p konusundaki fikrimi yaşlı bir teyze olarak hâlâ savunuyorum ama benim gerilmelerimi bi kenara bırakırsak filme bayıldım. müzikleri, efektleri, aktarımı harikulade. oyuncuları ben hiç tanımıyordum ama hepsi de çok iyi sindirmiş rollerini. snow ve lucy sahiden aşırı iyiydi. film sadece biraz uzun, bi an hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor. ben sevdiğim için sorun olmadı ama uzun, upuzun bunu bilerek gitmek gerekiyor. tabi ki en sevdiğim sahne finaldeki evdeki sahne oldu. yakın zamanda tekrar izleyeceğim, serinin başka kitabı da çıkmaz filmi de gelmez vedalaşması 2 saat 45 dakikayla sınırlı olmamalı.
  • sessiz sedasız çıkmış prequel açlık oyunları romanı. açlık oyunları üçlemesini ortaokul yıllarında severek okumuş biri olarak, seriye yeni eklenmiş bu kitabı da vefa gereği okuyayım dedim.

    bu yeni kitabında suzanne collins'in pek çok yönden kolaya kaçtığını düşünüyorum. öncelikle, kitabın yazım dilini son derece yavan buldum, serinin diğer kitapları da bu şekildeydi fakat aradan geçen zamandan sonra collins'in yazarlığını geliştirmek için en azından çaba göstermesini beklerdim. zamanında kitaplarının okuyucu kitlesi ortaokul ve liseye giden çocuklardan oluşuyordu büyük oranda. kullandığı dil, hitap ettiği kitleye uygundu fakat şimdi aradan on yıl geçti. seriye devam olarak çıkardığı kitabını okuyacak kitle de eski okuyucularının on yıl büyümüş hallerinden başkası olmayacaktır. sanmıyorum ki 2020 yılında 12-13 yaşındaki bir çocuk president snow'un hikayesini merak etsin.

    ayrıca bu kitapta, yazarın açlık oyunları dışındaki kitaplarını* okuyan birisinin kolaylıkla fark edebileceği bir tekrarlama durumu söz konusu. collins'in yazdığı diğer iki kitap serisinin baş karakterleri olan katniss ve gregor ile coriolanus snow karakteri büyük benzerlikler gösteriyor. bu üç karakter de babalarını trajik bir şekilde kaybetmiş, maddi sıkıntılar yaşayan, ailelerinin tüm yükünü sırtlanmak durumunda kalmış talihsiz çocuklar olarak yazılmış. üçünün de başına hayatlarını bütünüyle değiştirecek bir olay geliyor, üçü de bu durumdan içinde bulundukları kurgusal dünyayı değiştirecek bir hamle yaparak kurtuluyor.

    kitap 646 sayfadan oluşuyor ve hem hacmiyle hem de konusuyla iki ayrı kitabın birleşimi şeklinde yayınlanmış gibi bir izlenim veriyor. 10. açlık oyunları bittikten sonra ilk kitap bitmiş, sonrasında yeni bir kitaba başlamışım gibi hissettim. belki de snow'un hikayesi bir üçleme olarak tasarlanmıştı fakat bir nedenden dolayı bu fikirden dönüldü. üçüncü kitap için yeterli malzeme de vardı aslında, yazık olmuş.

    nereye varacağını bildiğimiz bir hikayede şaşırmak pek kolay olmuyor ama collins yine de bölümleri şoke edici bir şekilde bitirmeye gayret etmiş diğer kitaplarında olduğu gibi. açlık oyunları referansları da güzel, çoğu zaman kör göze parmak olsa da okurken hoşuma gitti. yeni karakterlere de kötü diyemem, sejanus plinth haricindekileri pek sevemedim fakat lucy gray ve covey tayfasının film uyarlamasında iyi iş çıkarabileceklerini düşünüyorum.

    filmi çıktığında gider izlerim, yeni bir kitap daha çıksa alır okurum ama eskisinin yarısı kadar bile zevk alamıyorum artık. collins güvenli sınırlarından çıkıp farklı bir yol çizmeli kendisine yoksa hep aynı örüntüleri takip eden vasat bir yazar olarak anılmaktan öteye gidemeyecek. ama benim gibi insanlar olduğu sürece neden risk alsın, o da ayrı bir konu tabi.
  • çok heyecanlıyım bu konuda. snowun hikayesini anlatıyormuş sanırım. sesli kitabının da aynı anda yayınlanmış olması çok mutlu etti beni.
  • suzanne collins'in açlık oyunları serisinin yan kitabı. uzun zamandır genç yetişkin kitaplarına olumsuz gözle baksam da lise yıllarında bayılarak okuduğum bu serinin yeni kitabına daha fazla direnemedim. zaten açlık oyunları serisi de genç yetişkin kategorisindeki diğer kitaplara göre gayet üst seviyededir.

    kitap, serideki ana kitaplardan yaklaşık 65 yıl öncesini konu alıyor ve başkan snow'un gençliğine, açlık oyunlarının erken dönemlerine uzanıyor. yazar kitabı 3 kısımdan oluştursa da ilk iki kısım daha bir bütünken üçüncü kısım biraz ayrı kalmış. sanki ilk başta daha fazla yazmayı planlamış da bir yerde malzeme bitmiş gibi. ilk iki kısmı okurken kitabı elimden bırakamadım. üçüncü kısımda ise bazı aksak yerler var sanki. bunun dışında yazarın yarattığı evreni yeni bir kitap yazarak genişletmesini takdir ettim. adını anmak istemediğim başka yazarlar gibi tweet atarak ya da başkalarının yazdığı tiyatro metinlerini onaylayarak evrenini genişletmemiş sonuçta.

    --- spoiler ---

    kitaptan genel olarak memnun kalsam da memnun olmadığım kısımları da belirteyim. malum ekşici olmak bunu gerektirir. (bkz: ekşi sözlük hiçbir siki beğenmeme timi)

    kitapta bence akıcılığı bozan tek unsur ana karakterin adının "coriolanus" olmasıydı. elbette yazar bu isme, ana seriyi yazarken karar vermişti ve o kitaplarda coriolanus'a sadece soyadıyla hitap ediyordu ama bu kitapta ana karakter olduğu için okurken insanı biraz zorluyor.

    yazarın, katniss ile coriolanus arasında açlığı kullanarak bir paralellik çekmesine de pek bayılmadım. coriolanus ve ailesinin tüm o eski ihtişamını kaybetmiş olması anlaşılabilir ama başkentin göbeğinde, etrafı zenginlerle çevrili iken açlık çekmesi bana pek inandırıcı gelmedi. terasında gül yetiştireceğine domates, biber yetiştir de menemen falan yaparsın dedim içimden.

    karakterler arasındaki bazı ilişkilerin de altı pek dolu değildi ama genç yetişkin türündeki bir kitaptan bu tür konularda daha fazlasını beklemiyorum sanırım. yazar da ana karakterin nasıl dengesiz bir insan olduğunu belirterek, insanlarla ilişkilerindeki tutarsızlıkların altını bir nebze olsun doldurmuş sanki.

    --- spoiler ---
  • 17 kasım 2023'te vizyona gireceği söylenen açlık oyunları serisinin son filmi.

    serinin diğer filmlerini izlediğimde küçücük çocuktum, şimdi koskoca insan oldum. insan duygulanıyor...
hesabın var mı? giriş yap