• romanda ve filmde tasvir edilen gizli adada gerçekte bir ütopya değil, modern hayatın üretim sürecinden sıyrılan*, fakat tüketim sürecinden sıyrılmak istemeyen/sıyrılamayan tembel kentli insanların kurduğu bir sistem yaşanmaktadır. eleştirilen de ütopyayı sadece sınırsız tüketim olarak algılayan ve kendilerini anarşist olarak addeden*, modern hayatın sunduğu tüketim ürünlerine bağımlı, ancak üretim ilişkilerinde yer almayan bireylerdir. dolayısıyla ütopyanın veya ideolojinin imkansızlığından dem vurulmamış, yalnızca gerçek bir ütopyayı gerçekleştirecek bireylerin modern hayatın * bağımlılıklarından ve alışkanlıklarından arınmış olmaları gerektiği vurgulanmıştır ki başarılı bir roman ve film ortaya çıkmıştır.
  • ütopyaların aslında sadece birer hayalden ibaret olduğunu,insanların ,gerek aşk gerek para olsun, arzularını kontrol edemedikleri sürece toplum yaşamının her zaman batacağını izleyenin gözüne soka soka anlatan mucize film.zira rüya gibi başlayan film o kadar güzel kabusa dönüşüyor,karakterler modern ve ilkel yaşam arasında o kadar çok tereddüte düşüyorlar ki film izlenirken belli bir süre sonra acı çekmeye başlıyor insan."bir kaçayım akdeniz e,ıssız bir adaya,balık yakalayım,sessiz bir hayatım olsun" fantazileri bir anda yok oluyor film sayesinde,o kadar manzara gördükten sonra aslında hala bir ümit beslemiyor değilim ama insan pornografik şehir hayatına bağlı kalıyor bir şekilde ne yazık ki.
  • izlemesi keyifli bir film..soundtrack güzel, kumsal güzel..filmden bir tespit, hoşuma gitmişti:

    --- spoiler ---
    film başlarında richard'a* nasıl bir maymun gelip tıslamış ise, film sonlarında da richard, o maymun gibi başka birine tıslamıştır..kendi ölmedi ama tısladığı hatun öldü..
    --- spoiler ---

    (bkz: yeke yeke)(bkz: mory kante)
  • kendine has bir atmosferi olan, gerek muhteşem görüntüleri, gerekse çok iyi derlenmiş soundtrackiyle insanı oturduğu yerde uzaklara götüren film. buna rağmen ütopyaların sadece teoride kalacağını, görüntüde ne kadar başarılı olursa olsun bütün ideolojilerin bir negatif yanının bulunduğunu anlatan bir filmdir. sırf "leonardo di caprioya gıcığım" diye kaçırılmaması gerekir. filmin uyuşturucu üzerine kurulu olduğu sadece bir abartmadır, aslında "sabahtan akşama kadar ot içip rüya gibi bir adada takılmak ve sorumluluklardan maksimum derecede kaçmak" şeklinde bir çok insanın hayallerini süsleyen bir yaşam biçimini eleştirmektedir. adadaki hayat küçük bir komünizm modelidir, insanlar ihtiyaçlar doğrultusunda iş bölümü yapıp buna göre yaşamaktadırlar.

    "i still believe in paradise
    but now at least i know it's not some place you can look for
    because it's not where you go
    it's how you feel for a moment in your life
    and if you find that moment
    it lasts forever.."*
  • lord of the flies örneğinde görüldüğü gibi insanoğlunun medeniyetten uzaklaşıp doğayla başbaşa kaldığında uzun vadede binyıllar öncesine dönerek sadece içgüdüleriyle hareket eden bir hayvandan farkının kalmadığı hatta sadece avlanmak için öldüren hayvanlardan daha korkunç olabileceğini anlatmaya çalışan danny boyle filmi ve anlatabilen alex garland romanı.
  • 122 dakikalik bu filmin ilk yarisinda "hayat ne guzel hadi maceraya atilalim" diyorsunuz.ikinci yarida ise tamamen kasvet basiyor "film bitsede kurtulsak" diyoruz.
  • begenme onyargisindan midir bilmem, bir danny boyle hayrani olarak cok begendigim, hatta buyuk ihtimalle kimsenin sevemedigi kadar sevdigim film. kitabi okumus olsaydim ben de bu kadar olumlu bakamayabilirdim gerci.. kimbilir..
  • ergenken hayal meyal izlediğim ve o zamanki bünyeme çok ters gelmiş olan; fakat sinema kültürümün az da olsa yerleşmesinden sonra, tekraren izlediğim; insanın tutkuları karşılığında ne kadar zayıf ve bencil bir varlık olduğunu anlatan güzel bir ''yönetmen filmi''. danny boyle, filmin önüne geçmeyi seven bir yönetmen, bunu ''28 days later'', ''trainspotting'' ve ''slumdog millionaire''de çokça gözümüze sokmuştu. 127 hours'a değinmiyorum bile. bu tarz çoğu kişi tarafından ''ukalalık'' olarak yorumlanır; ama ben üslubunu altını çize çize seyirciye dikte eden yönetmenleri bir ayrı severim. ,
    her neyse konudan fazla uzaklaşmadan izlenimlere geçelim:

    --- spoiler ---

    - filmin ana temasını richard özetliyor aslında. ''her şey mükemmeldi; ama değişmeyen bir şey varsa o da arzuydu.'' tabii ki, o bunu söylerken tek kast ettiği françoise değildi, filmin sonraki her dakikası bu cümleyi kanıtlayarak ilerliyordu.

    -filmin en büyük eksisi ciddi kopukluklar barındırması. richard'ın kontrolden çıkmasının ani bir şekilde gerçekleşmesi de bunlardan biriydi. bilerek yapılmış olsa dahi, bu ayrıntı; 120 dakikalık bir filmde zaman yönetiminde veya önemli olayların süreye dağıtılmasında ciddi bir sıkıntı olduğu izlenimi verdi bana.

    - insanoğlunun bencilliği ve ilkelleştikçe hayvanlardan daha duyarsız ve acımasız olduğunun göstergesi olan sahneler dozunda ve gereken mesajı veren nitelikteydi. sal'in, richard'ı vurmayı göze alması, bacağı paramparça olan arkadaşı aşağılamaları ve izole etmeleri bunlara en iyi örneklerdendi. richard'ın ölmek üzere olan arkadaşlarını boğma sahnesi ise bir merhamet göstergesi mi, yoksa ondan kurtulmak için yapılan ve vicdan azabından ağlatan bir an mıydı bilinmez.

    - yapılan eşek şakasının ardından ''siz fransızlar da amma komiksiniz, ondan her taraf fransız komedyenlerle dolu'' diye deliren richard'a verilen ''moliere'' cevabı filmin en eğlenceli sahnesiydi.

    -soundtrack o kadar güzeldi ki, içten içe ''keşke bir kovalama, aksiyon v.s olsa da gene dinlesek'' dediğim çok oldu. görüntülere diyecek tek kelime yok, filmin bitiminde yayınlanan görüntüleri kendi makinamla çekmem ne kadar sevdiğimi kanıtlar sanırım.

    --- spoiler ---

    özetlemek gerekirse; ''the beach'', kitabı okuyanları tatmin etmemesine, kurgudaki kopukluklara ve aşırı oyunculuklar barındırmasına rağmen; muazzam görüntü ve müziklerin yanı sıra, derdini net bir şekilde anlatmasından ötürü beğendiğim bir film oldu.
  • kitabı okumak gerçektende daha haz verici.alex garlandın richard karakteriyle kendi deneyimlerden yola çıkarak,kendi bashından geçiyormuşçasına anlattığı hikaye backpacking mevzuna bi nevi yergi iken(bu filmdede kitaptada sonradan daha anlaşılır hale geliyor;cennetin cinnete dönüşmesi) backpackerslarca da benimsenen bi kitap olmuş olması ilginçdir.oysa ki alex garland sonradan backpacking muhabbeti yapanlar için 'bu insanlar turist değil gezgin olduklarını,özel olduklarını,daha duyarlı olduklarını söylüyor.bu aptalca.öyle değiller' demişmiş.sonuçta gezip görmedim ama katmandu içinde turistik bi yer oldu diyenlere hak vermek lazım.insanlık kendi kıyametini hazırlamakla meşgul ama hadi bakalım...

    kitapta,film uyarlamasına göre richardın psikolojisi daha anlaşılır bi halde gidiyor konu dengelenebiliyor,insan kafasında dicapriyoya katlanmadan cenneti şekillendirebiliyor.dany boyle nin senaryodaki bir takım oynamalarına karşın gişede büyük iş yapamasının nedenlerinden biri de filmin kumsalın güzelliğine tezat rahatsız edici boyutu,sonradan çıkan mevcut gerilim atmosferi...dicaprioyu kötü bulmadım ama richardı canlandırmak için fazla popüler bir isim...dany boyle nin dicaprio seçimi gişe için düşünülmüş olabilirsede yönetmen evdeki hesabı çarşıya genede tutturamamış...
  • soundtrack albumu guzel olan film
hesabın var mı? giriş yap