• ikiye bölünmüş bir albüm bu. ilk bölümünde neo the mars volta'dan pek hazzetmeyenler için daralma emareleri görülebilir. ilerledikçe açılan bir albüm. artık yeni bir the widow yapmayacaklar, inatları inat. belki de yaptıkları en kısa şarkı tourniquet man bir garip ediyor kişiyi. "bırak tourniquet man olayım" derken cohenleşiyoruz alenen. soothsayer, omar'ın cedric'e kudüs'ten hediye aldığı ouijo tahtasına benzer bir şeyi anlatan şarkı, beyazıtta çay içiyorsunuz sanki. iyice asiti falan unuttu bunlar anacım.
  • ing.: câlut'taki tımarhane/câlut'un içindeki tımarhane.

    the mars volta albümü. albümde grup üyeleri tarafından, bir ruh çağırma tahtası* aracılığıyla uyandırılmaya çalışan câlut'un hikayesi anlatılır. câlut, araftan cismî dünyaya dönmek, işgal edeceği bir bedenle yeniden canlanmak istemektedir. albüm boyunca ikircikli bir ruh halindedir: grup üyelerini yer yer tehdit eder, uyarılarda bulunur; yer yer ise onlara korktuğunu söyleyip kendisine yardım etmelerini ister. kendi kederini, iştahını, suçunu, cezasını anlatır. geçmişi, şimdinin çok öncesini tanımaktadır câlut. kendisi bir dev olmasına rağmen sıska davud tarafından alt edilmesi onda intikam arzusu yaratmıştır. ancak davud ortalarda olmadığı için intikamını doğrudan alamayacaktır, dolayısıyla şimdinin dünyasına, yani kendi zamanının çok daha ilerisine hükmetme yoluyla dünyaya gücünü gösterip kendi krallığını tesis edecektir. albümdeki tüm şarkıların sözlerinin çevirileri şöyledir:

    1- aberinkula

    yaşayanları gördünüz mü?
    kendi kabuklarından sıkılmışlar onlar.
    tüm inançsızların gövdesi kuyuda.

    peşinde olduğun ben miyim,
    beni bulmak için üretilen çırak?
    başıboş bir tiksinti kol geziyor
    yaptığınız 99 planda da beni unuttunuz.
    değiştirilecek tek şey senin yolunda duruyor.
    kıvranışlarının dişlerimdeki boşluklara sığmasını istiyorum.

    yaşayanları gördünüz mü?
    kendi kabuklarından sıkılmışlar onlar.
    tüm inançsızların gövdesi kuyuda.

    ve sakın bana
    son kullanma tarihini sormayı deneme.
    beni 99 kere unutan planlarla
    kapıyı açan sen olacaksın.
    çukurun ilk defa kazıldığı yerde
    kovada su taşı.
    bedeni taşıyan bir kafa
    ve damarlardan akan bir kan!

    yaşayanları gördünüz mü?
    kendi kabuklarından sıkılmışlar onlar.
    tüm inançsızların gövdesi kuyuda.

    ve o çağırdığında onu yanıtlayacağım
    tövbe etmeye ihtiyacın mı var?
    beni 99 kere unutan planlar vardı ya
    ben de 99 kere buralarda olacağım.

    hazırladığınız fay hatları karardı
    bir çehre yerine kara halkalar var.
    câlut, duyuyor musun?
    sakat bir halde ulaştın buraya!

    yaşayanları gördünüz mü?
    kendi kabuklarından sıkılmışlar onlar.
    tüm inançsızların gövdesi kuyuda.

    2- metatron (islam: mitatrûn)

    belki yıkılırım.
    belki de denerim,
    bu arınmadan kaçmayı
    ve ben sadece bir pay istiyorum.
    ne zaman yıkılacağım?
    son zamanlarda, ben
    sihri bozabilirim
    ve ben sadece dokunmak istiyorum.

    bu bir liste, bunlar benim taleplerim,
    soruyu unut, hadi, yaklaştır o gergin ellerini.
    mektubumda okumuştun, "patience worth öldü."
    hokkayı boğdum, "ben tümen'im"* dedi divit.
    onun serap görünümlü burnu ve haçımsı uzvu.
    ben o kiracı adamın karartmasını suçluyorum.
    benim mühür düzeneklerim, onlar desteksiz yürüyor
    bana menteşeleri gösterme, ben eksiğim.

    belki yıkılırım.
    belki de denerim,
    bu arınmadan kaçmayı
    ve ben sadece bir pay istiyorum.
    ne zaman yıkılacağım?
    son zamanlarda, ben
    sihri bozabilirim
    ve ben sadece dokunmak istiyorum.

    bana geldiğinde ağzından salyalar akıyordu,
    uyuşturucu etkisinde, muazzam dozlar etkisindeydi.
    eğer kalıp yaptığını düzeltmeyi denersen,
    bil, haberlerden ötürü örtülerin hepsi ıslanmıştı.
    bir milyon rica, ve onun anahtarsız kilidi
    sen inanılma hakkını kaybediyorsun.
    her şeyi sonradan eklenmiş, bir mücevher kadar biçimsiz
    ve ben ebedî yalnızlıkla mahsur bırakılmışım.

    belki yıkılırım.
    belki de denerim,
    bu arınmadan kaçmayı
    ve ben sadece bir pay istiyorum.
    ne zaman yıkılacağım?
    son zamanlarda, ben
    sihri bozabilirim
    ve ben sadece dokunmak istiyorum.

    benim "evim" dediğim hazne,
    sizin avuçlarınızın altında duruyor.
    ben oradan sürünerek kaçmadan önce, beni çağırıyor:
    "tam penceremin önünde duruyorsun."
    susamışım,
    ne zaman boğulacağım ben?

    asla bir uzak çekim alamayacağım, ezanı duydum iyice.
    söz ete dönüşmeden senin yüzünü asla görmek istemiyorum.
    mitatrun'a sorsan iyi edersin...
    kitabının sayfasında soluyor o çiçekler,
    zira bir gün senin yolunu kapatmayacaklar.

    içinde hayal kurduğun o ölü arsada,
    on tanesi kaçıyor,
    on tanesi duayla doğuyor,
    on tanesi kaçıyor...

    alfabede süren zamanım solucan deliklerini büküyor.
    duvarda süren zamanım solucan deliklerini büküyor.

    senin cezanla alçaltıldım, tuzağa düştüm.
    arkamdan hangi kapı kapandı, göremiyorum artık onu.
    o bir tanık olarak uyuduğunda elleri iyileşemiyor.
    bir tekleme tutturmuşsun, benim ağzımı konuşuyor musun?
    kazalar olacak, kazançlarını kendine sakla.
    her şey kendince hareket edene kadar masanın altında yudumla.
    fatma'nın gözlerinde tüm hayallerini sakladım;
    suçtan kurtulmanın uyanan çözümünde...

    belki yıkılırım.
    belki de denerim,
    bu arınmadan kaçmayı
    ve ben sadece bir pay istiyorum.
    ne zaman yıkılacağım?
    son zamanlarda, ben
    sihri bozabilirim
    ve ben sadece dokunmak istiyorum.

    3-ilyena

    şarkılar başa döndüğünde,
    nasıl yanılabilirim?
    eğer elmaların gitmişse
    adem için bir havva olmayacak.

    benim yeni bir deriye ihtiyacım var,
    somutlaşmış borçlara.
    işler satılığa çıktığında
    tutsak ediliyorum.

    nerelerde bulunduğumu görebilseydin,
    günaha dokunan o ele dokunurdun.
    varlık-içeriği*,
    bir kararmış manzaralar kütlesi oluşuyor.

    kilidin ağzı tıkanmış bir pıhtı-yorganıyla.
    sahip olduğum her şeyi alıyor,
    lütfen, girmeme izin ver...

    benim yeni bir deriye ihtiyacım var,
    somutlaşmış borçlara.
    işler satılığa çıktığında
    tutsak ediliyorum.

    nerelerde bulunduğumu görebilseydin,
    günaha dokunan o ele dokunurdun.
    varlık-içeriği*,
    bir kararmış manzaralar kütlesi oluşuyor.

    takip et beni bu gece
    takip et, bilinmeze doğru.

    nerelerde bulunduğumu görebilseydin,
    günaha dokunan o ele dokunurdun.
    varlık-içeriği*,
    bir kararmış manzaralar kütlesi oluşuyor.

    metal levhalarda saklanıyorum
    bir arada tutuluyorum. tek başına, bekleme
    sen de benimle saklan, kimliğim.
    vademizi* aşana kadar.

    mercekten göremiyorum,
    kanıyor tapınağın.
    niyet, kaza.
    kanıyor tapınağın.

    4- wax simulacra (mum-gölgeler)

    kendinden şüphe etmek için geri döndün
    fakat ikiye parçalandın.
    aylak dişleriyle, onu dakik buluyorlar.
    köklerinden sarsacağım bir şey bulacağım!
    odandaki tavanlar boyunca sürüneceğim
    soğuk, iplerini eğiriyor, seni cevaplamak için.
    özgür iradeden yapılmış bir şeye ihtiyacım var.

    bekliyor muyum şu an?
    beklemem uluyor mu?

    taltek kemiklerinden bir çığ getiriyorum
    kirlenmiş özlemler olacak
    eğer saçılmayı arzulayan bir şeyleri oynamayı seçersen.
    eti bırak, yüksek bağ için kalsın,
    buharları solu ve cellat gülsün
    o köklerinden sarsılacak şey için.

    bekliyor muyum şu an?
    beklemem uluyor mu?

    uysalı getir bana,
    ağzın teklediği o söz olan çocukta
    tanıklık filizleniyor.
    o yalnız zara göz kırp.

    ben bekliyor muyum şu an?
    beklemem uluyor mu?
    bilmiyorum. bilmiyorum.

    5- goliath (câlut)

    o gece bardağıma ne koyduğunu hatırlıyorum.
    ağzım köpürürken ışıklar bana göz kırpıyordu
    ki o an geri sararak geliyorduk,
    ve şimdi şeklim korunuyor.
    yağmur gizleyemiyor, bu büyünün boyasını sökemiyor
    o kadar kalıcı mı?
    üç defa göz kırpan sol gözü yakalayabildi mi?
    yoksa seni mühürlemek için, bir defa mı kırptı?
    esrik soluğunda, bizim gibi lekeleyebiliyor muydu,
    zehir-sıcaklığının yerinde?
    bu dünyayı senin niyetinden kurtarmalıyım
    tabuttaki cesedi değiştirerek.

    lütfen, o cesedi bana ver: geceleyin yırtılanı,
    onu gerçekten istiyorum şu an.
    yavaşça katla kolları, bana sarılmasını istemiyorum,
    bir eldiven gibi oturuyor,
    iyi hissettiriyor mu seni?

    şüpheli küçük öksürüklerden senin gerçekliğin sızınca,
    ellerini bir anahtara batırdın, örttüğün kapı kapanırken.
    sakladığın siyah çoraplar, ıslak sigara kokusu,
    dizginleyemediğin şehvetten yırtılmışlar.
    beni burada tasmayla tutabilmen için senin fayının içinde uyudum.
    diğer hayvanlarına gelince, onları bu hırsızlığa besleyeceğim
    biz mağlubiyet yeminlerimizi tamamlarken.

    ve bunun sonu için dua ediyorsun ya,
    sanırım bu ebediyen sürecek.

    lütfen, o cesedi bana ver: geceleyin yırtılanı,
    onu gerçekten istiyorum şu an.
    yavaşça katla kolları, bana sarılmasını istemiyorum,
    bir eldiven gibi oturuyor,
    iyi hissettiriyor mu seni?

    hiçbir adamın bu adam gibi konuştuğunu duymamıştım daha önce
    hiçbir adamın bu adam gibi konuştuğunu duymamıştım daha önce
    doğduğumdan beri, hayatımın her bir gününde,
    hiçbir adamın bu adam gibi konuştuğunu duymamıştım daha önce!
    izle beni şimdi!

    çığır!
    ağır yükünü taşı, içtiğim içkiyle dolu bir cepte
    kalıntıları senin yoluna tükürmüştüm,
    zira bu, senin bir krallığa dair gördüğün en gerçek şey.

    bir düşük yapacağımı hissediyorum,
    beni uyuşturuyor, boğazımı temizliyor
    ve bırakamıyorum onu.
    o benim aklımı dumanla temizledi,
    nabzım yok,
    ama senin beni canlandırabileceğini biliyorum.

    hiçbir adamın bu adam gibi konuştuğunu duymamıştım daha önce
    hiçbir adamın bu adam gibi konuştuğunu duymamıştım daha önce
    doğduğumdan beri, hayatımın her bir gününde,
    hiçbir adamın bu adam gibi konuştuğunu duymamıştım daha önce!
    izle beni şimdi!

    6 - tourniquet man (sargı adam)

    canlılığın tek izlerinin kükürtte titrediğini görmüştüm,
    ve, bana inananlar, lütuflarınızı sunun.
    sorularınızı yöneltmeden önce, bir ödeme meselesi var.
    size, rahatsız ettiğiniz meclislerden,
    bozuk gözeneklerden sızarak geldim.

    izin ver, senin sargı-adamın olayım.
    izin ver, seni bir lütuf olarak saklayayım.

    sizin parmaklarınızı duyduğumda adımı yazacaklar
    tutanların yüzünü takas edeceğim ben de.

    izin ver, senin sargı-adamın olayım.
    izin ver, seni bir lütuf olarak saklayayım.

    eğer sende çözünmeyi seçersem daha fazla yok olamam.
    kaybedebileceğimiz çok şey var.

    7- cavalettas

    gece-yorgunluğundan bir tuzlu halka
    senin dinlemen beni böyle terletince.
    ilkel dalgalar ters'i doğuruyor
    ay'ın karanlığının keskin geçmişi
    onun annesinin lanetini bozuyor.

    bu yüzden,
    bir ayna kırarsan benim için
    gerçek olmayan bir yerin kırıklarını asarsan...
    eğer o suçlu gülümsemeni saklamazsan
    baş-sağlıkları eksik olmayacak başından.

    getirdiğin sikkeler arkalarında ayak izleri bırakıyor
    kör bir susuzluk, ve braille likörü.
    yatağım kirlenmiş bu arkası kesilmeyen
    bozuk yıllardan ötürü.
    dört köşeye dokunuyorsun,
    onlar benim ihtiyacımı azat edecek.
    vefasız hayvanattaki ısırık izleri.

    bu yüzden, lütfen
    bir ayna kır benim için
    gerçek olmayan bir yerin kırıklarını as...
    eğer o suçlu gülümsemeni saklamazsan
    baş-sağlıkları eksik olmayacak başından.

    dışarıda bir şey mi var, ele geçirmeyi bekleyen?
    o fahişe cevap vermezse kim başımıza geçecek?
    ve o diktiğin isimler, tohumu bir deliğe bırakacak.
    eğer beni sürekli zorlarsan tahtadan sıçrayabilirim.

    ben ankara* keçilerinin sağır bir suçlusuyum,
    bu taneciği ileten sizi, hepinizi uyarıyorum,
    artık yalnızca bir uzay-zamanı bükme meselesi,
    benim sizin salgınınız olmamın önündeki.

    benim toplantımda ilk seferiniz mi?
    eğer anlam* için geldiyseniz buraya, konuşmasanız daha iyi.
    artık yalnızca bir uzay-zamanı bükme meselesi,
    benim sizin salgınınız olmamın önündeki.

    benim varlığımı göz ardı etmeyin!
    saklı olan okur tomarı,
    ben ona sorana kadar,
    dünya dilden düştü.
    bir zamanlar kahkaha idim,
    yıpratıcı* oldum şimdi de...
    kızıl bir yaranın büyüdüğü yere
    elinizdeki fayı ekin.

    ben ankara* keçilerinin sağır bir suçlusuyum,
    bu taneciği ileten sizi, hepinizi uyarıyorum,
    artık yalnızca bir uzay-zamanı bükme meselesi,
    benim sizin salgınınız olmamın önündeki.

    benim toplantımda ilk seferiniz mi?
    eğer anlam* için geldiyseniz buraya, konuşmasanız daha iyi.
    artık yalnızca bir uzay-zamanı bükme meselesi,
    benim sizin salgınınız olmamın önündeki.

    bu hissettiğin güvenlik, kanatlarda saklanan tanıktan mı geliyor?
    o suçlu ürpermeni saklama, baş sağlıkları eksik olmayacak başından.
    sonu tımarhane olan o suçlu gülümseme var sende.

    8- agadez

    senin her zaman o kaşıntıyı deşeceğini bilmeliydim,
    karşıya güvenlice geçmek için omuzlarıma binip
    sonra kayınca,
    ve tam da sen kıyılara tüm ağırlığını bırakmadan önce
    seni yüzünden* soktum,
    ama özümün doğası budur.

    çünkü, mesafem var, kapatma onu,
    bilmeme izin vermelisin, sadece bilmeme izin vermelisin.
    çünkü, çıkışın hangi yoldan olduğunu unut şimdi,
    bilmeme izin vermelisin, sadece bilmeme izin vermelisin!

    senin giydiğin o yerin hiç yakınında değilim,
    affedilemez, benim görünür olduğumu biliyor.
    ben kırık aynalarım, ve nafile dualar.
    bu kilit iyileştiriyor beni, çok isteyerek geldiğini biliyorsun.

    beklemek beni sevgiye götürecek gemidir,
    sevgi ise düzen tanımaz, sen gerçeği tadınca.

    çünkü, ben sıkışıp kaldım bu betondan kılıfta,
    gitmeme izin vermelisin, sadece gitmeme izin vermelisin.
    çünkü, kendi temasımla ödedim ben borcumu,
    küçük bir pay getirdim, her ay için kan var.

    tıpkı senin onun habis cevaplarını çağırışın gibi,
    zaman bir vebadır. bu yerde zaman yoktur.
    eğer, eğer gitmeme izin vermezsen
    cennet hepimizden bir çöplük yapacak!

    senin giydiğin o yerin hiç yakınında değilim,
    affedilemez, benim görünür olduğumu biliyor.
    ben kırık aynalarım, ve nafile dualar.
    bu kilit iyileştiriyor beni, çok isteyerek geldiğini biliyorsun.
    yılan pullarıyla bir öpücük yak,
    bir mucize yok. ben kaybettim senin mucizeni.

    senin gömülü sorunun etrafına sarıyorum kendimi,
    tutukluluğun kabarıklıkları arasından.
    bu dağılmış barınağı tüketmeyi amaçlıyorum,
    içinden ayrıldığım o renk-kutusunu* yeniden doldurmak için.

    çok kalma, çünkü dişler iyileştirir o ilk yarayı
    mantolar döner, kazanma umuduna doğru.
    ya öğrenirsek hangi dilin çifte-düğüm attığını?
    hiçbir cevabı uyandırma...
    yalan söyleyenler donup kaldılar sınırda
    hiçbir gerektirme kapatmıyor bu çerçeveyi
    ya öğrenirsek güneş-ışığının perdeyi çektiğini?
    hiçbir cevabı uyandırma...

    bu derinlik hücmunun ateşlendiği bir yer var,
    bir ruhun kullanışsız olduğu bu yerde,
    inanamıyorum sana, susuzluğun beni bırakmayınca,
    ben hep bahsettiğin o an'dım,
    çünkü,
    duyanı sınırlayacak bir çit yok
    suçlular kahkaha atıyor ona!
    de bakalım, ne zaman girebilirim onların içine,
    suçlular kahkaha atıyor ona!
    biri yanılsa öteki yanılmaz,
    hiç şüphen olmasın!

    kaçı suçlar,
    kaçı göçer,
    yaptığım bu baskıdan?

    9- askepios

    orada bekliyor olacağım,
    boynundaki o kanca senin kurduğun temasken:
    öyle yetersiz...

    ve ellerin kırılacak
    eğer bu çite dokunursan.
    yarılmış mercekleriyle kör olana dek
    tatmin et onları.

    ne getirdin sen benim iştahım için?

    ben asla yok olmayacağım,
    bin yeni-doğmuşun albino boynuzlarıyla.
    benim denizimin derinliklerinden içecek misin?
    ne getirdin sen benim iştahım için?

    geri dönemeyebilirim,
    mineçiçeği büyüyor,
    belki, belki, belki, belki,
    ardıma kadar açılmalıyımdır.

    kendi kuyruğunu yutan bir yılanın gücüyle*
    döngü döndü yeniden, ve ben hiçliğin yanındayım.

    dedim ki
    dirilmeme yardım et!
    dirilmeme yardım et!

    yüzük parmağını yatır bu borca,
    yaşıyor muyum yoksa ölü mü?
    ne istiyorsan yap, söyle onlara
    bir elmas sırtlı yılanın ağzındaki merdivenin
    basamaklarını bulduğumu.

    dedim ki
    dirilmeme yardım et!
    dirilmeme yardım et!

    ben nefesimi tutmayacağım.
    ben nefesimi tutmayacağım.

    10- ouroborous

    bana öyle görünüyor ki,
    vadesi dolan uyarılar,
    giyotin sırıtışları
    ateşini söndürdüğüm senin evindeler.

    çehrem görünmüyor,
    yemin içmişim zarar vermeye,
    toz olana kadar dövülüp
    o tahtaya emdirilmişim.

    sakın ha, benim merhametime güvenme!
    ne zaman cilveleşeceksin bütün bu yananlarla?
    onları güvende ve yanında tut.

    kalan her şeyin içinden
    şeffaf bir ev
    bu cesedin lekesine yerleşiyor bir hadise*.
    eğer larvalar konuşursa, nereye gideceğini sor
    çünkü dumandaki kükürtle
    binecekler onlar yaratıcının sırtına.

    sakın ha, benim merhametime güvenme!
    ne zaman cilveleşeceksin bütün bu yananlarla?
    onları güvende ve yanında tut.

    bana yaptığın tüm uyarılardan,
    faydaki tüm unsurlarla,
    benim kazdığımı duydun mu hiç?
    zapt etmesi zor olacak onu...

    tek duyduğum, bu aralığın onarımıdır,
    düşersem buraya geri dönemeyebilirim.
    çağır birilerini, um ki duysunlar
    yanında götür beni, güvenli değil bura...

    ve tek sorduğun "neden? neden? neden?",
    ve tek sorduğun neden benim senin dayandığından emin olduğum,
    ayna yüzeye çıkıyor
    dayanıyorsun.

    bana yaptığın tüm uyarılardan,
    faydaki tüm unsurlarla,
    benim kazdığımı duydun mu hiç?
    zapt etmesi zor olacak onu...

    sahip oldukları var-olmayı kaybettiler onlar
    kiracılar tüyüp kaçmışlar gibi görünüyor.
    beni tutan bu hücre eğer kırarsa beni
    zapt etmesi zor olacak.

    11- soothsayer (kâhin)

    benim aşkım bir uyuz oluyor,
    yapraklarında güz boyanıyor,
    beni, boynuzlarımın beslendiği
    dalımdan kırınca.
    ve bu pisliğin kucağında yüz gün yüzdüm
    kemerimi sıkarken taşıyorum bu kuraklığı.

    bu hilenin
    kolları yok,
    bükük irade
    al senin olanı.

    çağırıyor, beni çağırıyor.
    güçten düşmüştür belki,
    bu savunmalara dönüştük biz.

    şifanın beklediği bir çıplak-mermer arazisinde
    kum saati* kafesimdeki kaburgaları dürtüyor.
    yarım tayınlarda sonlandım,
    yarım tayınlarda, dakikalar
    tüm olan verilmişti önceden:
    sarın ve sarıl.

    bu hilenin
    kolları yok,
    bükük irade
    al senin olanı.

    çağırıyor, beni çağırıyor.
    güçten düşmüştür belki,
    bu savunmalara dönüştük biz.

    12- conjugal burns (eşey yanıkları)

    getirdiğin atlılar hak ediyor beni,
    nasıl olduysa yerin içinden çıkmayı başarmışlar!
    kurduğun saatler, geriye mi sarıyor onlar?
    bu ziyaret ebediyen eşeylenmeden önce,
    belki bu gece...

    işte, diğer yarım bekliyor, bir posaya törpülenmiş,
    kullanılmış uykusuzluk selle birlikte temizleniyor.
    içimde bizzat zamanın kumaşını delecek bir keder var.
    çünkü tanrı bana günahı vermeden önce de sizinleydim ben!

    doğmam gerek,
    bilesin diye söylüyorum:

    çok fazla neden var!
    çok fazla neden var!

    beni zayıflardan korumak için koydunuz gümüşü,
    yazılışı* boşuna denetliyorsunuz!
    beni zayıflardan korumak için koydunuz gümüşü,
    yazılışı boşuna denetliyorsunuz!
    seli siz kendinize gönderdiniz!

    tüm bu vakit,
    yatak-ağrımla bekliyordum,
    neredeyim peki şimdi,
    müzik solup gitti ya?

    "ve ben hiç de yakın değilim gideceğim yere,
    beni buraya nefes alayım diye gönderdiniz.
    ama ben gittikçe şimdiye yaklaşıyorum.
    ve ben, anısız bir uzay bulacağım,
    yaşayanları işgal etmek için ikinci bir şansım var!"

    eğer câlut konuşmayacaksa,
    cennet kör eder beni.
    ne zaman gelip ölecek senin adem'in?
    eğer göz kırpan yalancılar
    göndericiye yükümlülerse,
    sunduğunuz tüm ıvır-zıvırlar paslanmış.

    tüm bu vakit,
    yatak-ağrımla bekliyordum,
    neredeyim peki şimdi,
    müzik solup gitti ya?

    iyisi mi, çal bu fırsatı, daha fazlasını doğurmak için.
    o şifa-lanetlerini köküne kadar eskiteceksin.

    tüm bu zaman,
    yatak-ağrımla bekliyordum,
    neredeyim peki şimdi,
    müzik solup gitti ya?

    iyisi mi, çal bu fırsatı, daha fazlasını doğurmak için.
    o şifa-lanetlerini köküne kadar eskiteceksin!
  • thomas pridgen'in jon theodore'u arata arata bir hal ettiği albümdür kanımca. bir death metal davulcusuna "bak bizim eski davulcumuz şöyle çalardı." diye anlatılmış hissiyatı, pridgen'in "öyle mi olsam böyle mi?" iki arada bir deredelikleri ile albüm davullar adına sıradanlığın sırınırı geçememiş.
  • the mars volta'nın 2008'de çıkması beklenen yeni albümünün ismi.
  • mars volta albümü. şöyle şarkılardan mı oluşuyor ne?

    "aberinkula"
    "metatron"
    "ilyena"
    "wax simulacra"
    "goliath"
    "tourniquet man"
    "cavalettas"
    "agadez"
    "askepios"
    "ouroboros"
    "soothsayer"
    "conjugal burns"

    aberinkula, goliath ve wax simulacra'yı dinleme şerefine nail olduk. yüksek oranda omar rodriguez solo albümü tadı alınıyor, ki aslında son solosunda cedric var diye olabilir bu.

    john frusciante yine gitarda yer alırken, davulda thomas pridgen, bunu söyleyeceğimi hiç düşünmezdim ama jon theodore'u aratmıyor.
  • de-loused at the comatorium'dan beri tarzlarına ısınamadığım grubun yeni albümü. bunu henüz dinlemedim ama umutsuzum açıkçası. belki frances the mute'tan sonra bi daha değişmişlerdir...
  • albümün bonus track'leri de birbirinden güzel cover'lardan oluşuyor:

    back up against the wall (circle jerks)
    birthday (sugarcubes)
    pulled to bits (siouxsie and the banshees)
    candy and a currant bun (pink floyd)
    memories (the soft machine)
    things behind the sun (nick drake)
  • beşinci şarkı goliathın daha önce omar rodriguez lopezin se dice bisonte no buffalo albümünde latin havası, rapid fire tollbooth ismiyle icra edildiği albüm. bu albümün birtakım baskıları pink floyd coverı candy and a currant bunı da bulundurur.
  • dün dost'ta gördüğüm an kayıtsız kalamadığım muhteşem albüm. thomas pridgen'a ayrı bir parantez açılmalı.
hesabın var mı? giriş yap