• meksika dünyanın merkezidir diyen animasyon film. çocuklara ölüm olgusunu nasıl anlatırız diye düşünmüşler, ortaya böyle bir şey çıkmış. bence gayet güzel olmuş. müziklerini çok sevdim, mutlaka bi göz atın.
    apology song
    bir de diego luna'yı keşfettim sayesinde.
  • kapitalizm, politika, felsefe, sosyoloji ve kültür üzerine enteresan bakış açılarıyla yazılmış makaleler paylaşan oluşum.

    tragic kahramanlar için paylaştıkları son makaleye fazlasıyla katılası geliyor insanın. özeti; herkes steve job'ı örnek gösteriyor ama o hayalle yola çıkan ve başarısız olan pekçok kişi hayalperest olmakla suçlanıyor toplum tarafından. geride kalanlar da steve jobs olmaya cesaret edemediği için hayıflanma yolunda. kaybedenler kimin umurunda.

    "our societies are very interested in winners but don’t really know what to do about losers – of which there are always, by definition, far more."

    http://www.thebookoflife.org/…rs-and-tragic-heroes/
  • hartley'nin kişisel favorilerinden bu filmin temelini, isa'nın tekrar gelişini ve dünyanın sonunu bekleyen hristiyan binyılcılar üzerine yazdığı tiyatro oyunu soon'dan kalan fikirler oluşturur. film bir fransız kanalının milenyum konseptli, hepsi 31 aralık 1999'da geçen 10 filmlik serisi için çekilmişti. dv ile çekilen ilk filmlerdendi ve o zamanki teknolojinin yetersizliğinden 35 mm kopyasının görüntü kalitesi tatmin edici değildi. dolayısıyla muhakkak dvd'den izlemek gerek. ufak bir ayrıntı, filmde yo la tengo üyeleri salvation army band olarak arz-ı endam eder.
  • öncelikle link, [http://www.thebookoflife.org/ http://www.thebookoflife.org/]

    olanı anlatmakta çok başarılı, olması gerekende gereksizce ihtiyatlı, gerçekten oraya ulaşmak için ne yapmamız gerektiğiyle çok da ilgilenmeyen bir kapitalist ütopya denemesi. belki ömrümün bir kısmını işletme ders kitapları okumakla geçirdiğim bana öyle geliyor da olabilir, ama savunduğu görüşlerden bağımsız olarak okuması çok zevkli; akıp giden bir dili, hemen her konuda verdiği cuk oturan örnekler var. 6 bölümden oluşan kitabın yalnızca kapitalizm bölümünü bitirebildim, ben tamamını okuyana kadar ortada kapitalizm diye bir şey kalmayabilir, kısmet.

    kapitalizmle ilgili kısımda sıkça tekrarlanan bir bakış açısı, kapitalizmin “olması gereken” haline ulaşması için getirilen bir öneri var, o da şu: neden şirketler daha az kar edip, işçilerin insanca koşullarda yaşamasını sağlamıyorlar? neden şirket sahipleri işçilerini kötü şartlara mahkûm ederek kazandıkları parayı hayırseverlik projelerine aktarmak yerine, işçilerinin temel ihtiyaçlarını karşılayacak ve genel yaşam kalitelerini arttıracak bir iş yapma biçimini benimsemiyorlar? sözleri böyle dizince, bu bir öneriden çok bir soruya dönüşüyor ve yazık ki bu sorunun bir cevabı var. istisnaları bir kenara bırakırsak, kitabın önerdiği gibi karı bir miktar düşürecek ve çalışanların mutluluğunu sağlayacak bir iş modelinin benimsenmemesi, kapitalizmin doğal bir sonucu. temeldeki problem şirketlerin dizginlenemez kar hırsı değil, kapitalizmin doğası gereği sistemde ayakta kalabilecek şirketlerin dizginlenemez kar hırsı olan şirketler olması. kazancının belli bir yüzdesinden vazgeçen şirket, serbest rekabet piyasasında uzun vadede kaybetmeye mahkum. aslında kitap da bunu kabul ediyor ve tariflediği kapitalizmin ancak eğitilmiş bir müşteri kitlesiyle mümkün olacağından dem vuruyor. aşağıdaki alıntıyı çok sevdim, görüşünü savunurken içinde bulunduğumuz siyasi iklimi de çok güzel betimliyor.

    “there’s a parallel with democracy: you can’t have a functioning democracy without an educated electorate. equally, though we haven’t given the point due recognition, you can’t have a noble kind of capitalism without an educated consumer base.”

    bu argüman yukarıdaki eleştiriyi cevaplıyor gibi gözükebilir; ama bu eğitimin niteliğini, kim tarafından, hangi yollarla ve en önemlisi nasıl içinde bulunduğumuz sistemden bağımsız bir şekilde verileceğini açıklamadığı sürece bir “deus ex machina” olmaktan öteye gidemiyor. zira eğitim, içinde bulunduğumuz sistemden bağımsız değil, aksine temel işlevi, sistemin meşruiyetinin günbegün yeniden üretimi. başka bir eğitimin koşullarını nasıl sağlayabiliriz sorusunun cevabını aramak yerine, hatta dilerseniz bunu genelleştirelim, kapitalizmin çeşitli taraflarını nasıl törpüleyip insani bir forma kavuşturabiliriz diye kafa yormak yerine, sistemin tümden reddiyesine niye gitmiyoruz? çizilen kapitalizm portresinin gerçekleşebilirliği, owen’ın new harmony’sinden çok da fazla değil. öyleyse, hayallerimize ket vurmak niye? (inşallah yazar ileride owen gibi sapıtıp ruh çağırmaya, thomas jefferson’la falan konuşmaya kalkmaz :) )

    media kısmında anlatılanlara bayıldım. özellikle haberlerde sanat kullanımı nicedir belli belirsiz sezdiğim bir şeyi, aha işte bu ya, diyerek anlattı. ekonomiden bahsettiği kısım için, yukarıdaki eleştiriyi tekrarlamak lazım; aşağıdakini ele alalım örneğin.

    “while continuing its regular routine of analysing derivatives, yield ratios and the state of m2 money supply, economic news should not forget its ultimate responsibility to a larger quest for a world capable of sustaining less anxious and ruinous, more secure and more meaningful working lives.
    such an agenda, however fey it sounds within the context of classical economics, is at this point in our history too significant to be stumblingly raised only in private in the middle of the night or else shouted in a hoarse voice from a megaphone seconds before a police charge.”

    işin aslı ekonomi haberlerinin böyle bir sorumluluğu yok, olamaz da; zira ekonomi haberleri zaten şu an yaptığı haberleri yapmak için var. toplumsal bir sorumluluğu üstlense varlık amacına ters düşecek, bu açıdan muhalefet fikirlerini maalesef ya gecenin köründe ya da polis saldırısından hemen önce megafonla aktarmaya devam edecek, “devrim televizyondan yayınlanmayacak”.

    velhasıl, bence güzel bir eğlencelik, hoşuma giden birkaç alıntıyı aşağıda paylaşayım, belki birisi okumak isteyip istemediğine bunlara bakarak karar verir.

    “ıt’s tempting to think that it doesn’t matter much what kind of music is popular. so long as people like it, don’t worry, it’s just a bit of fun. but music is one of the biggest influences that shapes a culture. ıt encourages an attitude to life. the songs get inside our heads and the ideas they carry with them stay there – influencing how we value ourselves and our goals.”

    “we don’t envy everyone equally. we envy people who we feel in some ways equal to, but who for one reason or another have achieved things we haven’t. there’s therefore no one we feel more equal to than those who grew up around us in our own family. they had the same advantages and disadvantages. we know them so well. they are in our heads all the time. then why are we not the president, the film star or the plutocrat? why didn’t it happen to us? now that they have them, their advantages have ceased to be abstract things that no ordinary mortal has: they become quite realistic propositions – from which one is excluded. ıt’s crushing and, on some days, just unbearable.” – we hate it when our friends become successful

    “we should think of being nice as an expression of confident strength; it’s a show of being secure enough to examine points of view that feel foreign to your own.”

    “ıf the task of the news is to tell us important things, then we shouldn’t define importance too narrowly. part of what we need is to stay hopeful about the human project. hope is an achievement and we find it in these sort of scenes – scenes where no one is dying or suffering, where things are attractive, where there is an absence of sickness and in which everyday, quiet, ordinary contentment is glimpsed”
  • meksika'nın ünlü ölüler günü'nde (bkz: dia de los muertos) geçen değişik bir animasyon. karakterlerin kuklavari fiziksel betimlemeleri, ölümün alışkın olduğumuzdan değişik şekilde anlatılması, eğlenceli müzikleri ve korkuların gölgesindeki yaşamları anlatışı ile boş geçilmemesi geeken bir film bence.

    trailer: [https://www.youtube.com/watch?v=nbw5yscs8iq https://www.youtube.com/watch?v=nbw5yscs8iq]
  • pj harvey ve matt donovan in oynadigi bi hal haltley filmi. millenium icin yapilmistir. 31 aralik gecesi isa, satan ve magdalena dunyaya geri gelirler. olaylar gelisir. iki sene once istanbul film festivalinde de gosterilmistir hatirladigim kadariyla.
  • notum 10/10 kanka. çok güzel film.

    guillermo del toro kardeşim bir de şu korku filmlerini duygusal siksiğe bağlama huyundan vazgeçsen var ya dadından yenmezsin. korkut bizi hocam sıçmaya gitmeye tırsalım.
  • nasıl yaptım ben de bilmiyorum ama bu animasyonu konusundan tuttuğum gibi bugüne dek izlediğim tüm animasyonlardan farklı bir yere koydum. değerinin bilinmemiş olması ne acı. oysa tekrar tekrar izletebiliyor kendini. yorumum spoiler içerebilir, mesuliyet almam.

    çizimler oldukça farklı. yok öyle bonibon gibi yuvarlak pürüzsüz cikcikli şeyler. her bir karakter için filmi defalarca durdurup incelemek mümkün. mekanlar için de. dakika 3, müzeye giriş, karşınızda meksika'nın inanılmaz dünyası diyor hatun, ışıklar açılınca nereye bakacağımı şaşırıyorum.

    müzikleri için şunu örnek vermem bilmem yeterli olur mu, animasyon boyunca elinde gitarıyla dolaşan bir manolo, daha ne. sadece i love you too much'ı söylemeden önce akort edişi bile deliler gibi samimiyet katıyor filme, o an ekrana uzanıp manolo'yu öpücük manyağı yapasım geliyor.

    gelelim ne anlattığına. meksika evrenin merkezinde, bu tamam. tam altında unutulmayanların toprakları var. enteresan. onun da altında unutulanların toprakları. 3 ayrı dünya tasviri. müzeyi gezmeye gelen çocukların 'problemli' çocuklar olduğu ve 'özel' bir şey görüp dinlemeye hazırlandıkları belli. onları 'problemli' yapan ne? belki bir yakınlarının kaybı? ölüm? bingo.

    ben bayıldım. aklıma ölümüne çöreklenen ölüme dair bambaşka bir perspektif sundu. izleyin derim. gülümserim.
  • dün izleme fırsatı bulduğum ve acayip keyif aldığım animasyon filmi. kafa dağıtmak, farklı bir dünyaya girmek adına tavsiye edebilirim.
  • ilk kez birkaç yıl önce, sekiz yaşındaki kuzenimin tavsiyesi üzerine izlediğim dia de los muertos temalı şahane film. bir kere çok ilginç ve şaşırtıcı bir hikayesi var, hikayenin kırılma noktalarını küçük bir çocuk gibi ağzım açık izledim.

    ikisini de izleyenler açık bir şekilde fark edecektir, coco filmi bu filmden bolca esinlenmiş. şimdi tüm alkışlar coco'ya giderken the book of life'ın underrated kalması beni biraz üzüyor o yüzden. coco'yu sevmediğimden değil ama the book life da en az onun kadar ilgiyi hak eden bir iş. tüm bu adaletsizliğin müsebbibi olarak disney'i görüyorum. disney'in tüm o reklam ve pazarlama gücüyle the book of life nasıl boy ölçüşsün? ilk olarak 2007 yılında dreamworks tarafından yapılacakken birtakım anlaşmazlıklar yüzünden iptal edilmiş, sonrasında 2014 yılında reel fx creative studios tarafından hazırlanmış bir film bu sonuçta.
hesabın var mı? giriş yap