• adsız sansız sıkı kitaplardan. özellikle olayın kahramanı resim eleştirmeninin ahlak anlayışının kişisel ve mesleki anlamda ikiye bölünmesi açısından ilginç.
  • yönetmenlik koltuğunda giuseppe capotondi'nin oturduğu 2019 yapımı film.

    film dünya prömiyerini bu sene gerçekleştirilen 76. venedik film festivali'nde yapmıştı.

    venedik film festivali'nin kapanış filmi olan yapım, akıllara hitchcock filmlerini getiren, incelikli, seksi ve heyecanlı bir kara film. filmin karizmatik ve çekici anti-kahramanı, amacına ulaşmak için gözünü bile kırpmadan cinayet işleyebilecek kadar hırslı sanat eleştirmeni james. italya'nın como gölü civarında bir malikânede james, baştan çıkardığı güzel amerikalı bir gezginle birlikte bir tabloyu çalmak için uğraşıyor. yönetmen giuseppe capotondi, a simple plan romanının yazarı scott smith ile birlikte uyarladığı ve faust'u örnek alan yeni filminde (18 yıl sonra kamera önüne geçen) mick jagger'ı bile dahil ettiği müthiş bir oyuncu kadrosunu bir araya getiriyor.

    filmin afişi
  • bugün akşam filmekimi 'nde kadıköy 'de muhteşem güzel kokan (benim için böyle, ne yapayım) rexx sinemasında izlediğim film.

    yazacak öyle çok şey var ki bu filme dair..

    --- spoiler ---

    sinemasal anlatısı ve ayrıntıları, görüntüleri ve renkleri, yeryüzü manzaraları ve italya'nın şahaneliği, sanat ve insan için önemi, hırs ve insan üzerindeki yıkıcılığı, insanın bazen gözünü kaplayan kara perde ve mutsuzluğa çıkan yolları, saflık ve bazen de kocaman bir aptallık, içinden gelinen aileler ve onların kişiyi hayatı boyunca usul usul izlemesi, hayatı ne olursa olsun "olduğunca" akıllıca ve bazen de bir kısım prensiplerle yaşamanın gerekliliği, huzurlu bir uyku uyumanın insanın akıl sağlığı ve ruhu için ne kadar önemli olduğu, bize televizyonlarda doğru diye gösterilen pek çok şeyin aslında çoğu zaman yalan olabileceği, resim yapan herkesin her zaman naif olamayacağı (bu gülümsemeniz içindi, evet).... vb. vb...

    --- spoiler ---

    filmin sonunda alkışı başlatan da bendim bu arada.

    bundan da zerrece pişman değilim.
  • cok uzun zamandır söylemeyi beklediğim cümleyi nihayet kuruyorum: "uzun zamandır bir sinema salonunda bu kadar güzel bir film izlememiştim." the burnt orange heresy a.k.a yanık portakal, filmekimi 2019un izlediğim en iyi filmi olmuştur. benim için işte budur. renkler, sahneler cok ustalıklı işlenmiş. claes bang ve elizabeth debicki performansları inanılmaz başarılı. osmanlı böyle cokmedi bayık geyiği ama başarılı tespitinin uygulama patentini elinde bulunduran mick jagger sanat simsari rolüne cuk oturmuş, ama performansı yer yer beni düşürdü. yine de onu görmek bile her zaman bir zevk ve neşe kaynağı olacak*, hele ki böyle güzel bi manzarada ve de böyle cilginca kontrolden cikan bir filmde. ya donald sutherland kadar doğru bir jerome debney tercihi olabilir mi?

    --- spoiler ---

    en güzel sahnelerden biri *

    realist ve supheci aklın* evrimsel olarak hakli, başarılı, vahşi ve ilkel cikarciliginin alternatif yolu yakınlık kurmak ve empati* * ise; yani duygusal baglarimiz ya da empati yeteneğimiz bizi birlikte var olabilmeye götüren değerli kılavuzlar olsalar bile bencil aklın karşısında her daim yok olmaya mahkum mudurlar? sınırlandirilmamis bencillik, cikarcilik ve suphecilik siddete ve yok etmeye her zaman meyilli midir?
    --- spoiler ---
  • elizabeth debicki, claes bang ve donald sutherland'ın da yer aldığı uyarlama.
  • filmin fragmanı yayınlanmıştır.
  • uzun zamandır böyle keyifli bir film izlememiştim. doğal bir akıcılığı, dizginlenememiş bir durgunluğu var. başrolde square filminden hatırladığımız yakışıklı claes bang var. kendisini beğenerek takip ediyoruz *

    --- spoiler ---

    kadının dürüstlük, pişmanlık ve platonik mavi ile tanımlanması, erkeğin ise bencil, kötü ve sinek ile tasvir edilmesi takdire şayandı.

    --- spoiler ---
  • bugün izlediğim harika film. uzun zamandır böylesine güzel bir film izlememiştim. sonra baktım ki, aynı ismi taşıyan romandan senaryolaştırılmış. bu daha da ilgimi çekti, çünkü kitapları seven biri olarak filmi beğenirsem kitabını da alır okur ve kütüphanemde yer verebilirim diye düşündüm. tam da böyle oldu. şimdi sahaflarda bu kitabın olabileceğini düşündüğüm rafları tarayacak gözlerim.
    edebiyat dünyasına böyle bir kitabı kazandırdığı için önce (bkz: charles willeford) a teşekkür ederiz. filmin konusu az çok her yerde yerde yer alıyor...bu filmde sanat var!

    --- spoiler ---

    film daha giriş sahnesi ile merak uyandırıyor. tüm konu 4 kişi üzerinde dönüyor. hırslı, ağzı laf yapan, önemli makalelere imza atmış , sanat dünyasında epey tanınan sanat eleştirmeni james figueras başarı uğruna adeta herşeyi göze alıyor. çünkü daha fazla para kazanması lazım. daha çok saygınlık görmesi lazım. (insanoğlu doyumsuz efendim) berenice ise filmdeki temiz yüzlü , masum kız arkadaş. kendisi öğretmen. başta onun konuşmalarını dinlerken bu ne ayak çıkacak acaba diyoruz ama masumiyetinden - iyi niyetinden asla ödün vermiyor. jacques debierue, filmde üzerinde komplolar tasarlanan goya, el greco ve michelangelo’dan daha ünlü fransız ressam. eserlerinden birine sahip olmak isteyen bir koleksiyoner var ama adamın umrunda değil... berenice ile olan diyalogları ve ona olan samimi sevgisi onun resmini yapıp son eseri olmasına sebep oluyor ki biz bunu filmin son sahnesinde görüyoruz. gerçek son eseri!
    cassidy ise koleksiyoner. debierue'nin eserini elde etmek için james'e rededemeyeceği teklifte bulunan ve böylece tüm karakterlerin hayatını değişime - kötü bir değişime sürükleyecek olan şahsına münhasır dedektif gibi adam.olaylar ağır ağır işlerken filmin son 20 dakikasının nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. ileri sarıp neler olacak diye görmek istiyorsunuz. karakterlerin psikolojileri , duygu durumları o kadar iyi aktarılıyor ki izlemeye doyamıyorsunuz. ve tabi ki filmin sonunda o parmak izini farkeden james'in hali beni pis pis gülümsetti. sinek detayları anlattığı hikayeye iyi bir göndermeydi. debierue, nihilist/sürrealist akımın kurucusu ve bu akımı en iyi ifade eden eser de herhalde ünlü no.1 eseri. daha iyisi olamazdı.
    --- spoiler ---
  • sıradışı bir film. izlerken keyif aldım. gizemli bir akışkanlığı var filmin. sanat ve eleştiri konusu öteden beri ilgimi çekiyor ve bu nedenle filmin özellikle ilk sahnelerini keyifle izledim. diyaloglar da yerli yerinde. havada kalan bir konuşma yok. karakterler özenle dizayn edilmiş. mick jagger (koleksiyoner) ve donald sutherland (ressam) filme iyi bir hava katmışlar. erkek oyuncu (claes bang) neredeyse kusursuz bir oyun çıkarırken kadın oyuncuyu (elizabeth debicki) pek beğendiğimi söyleyemem.

    psikolojik açıdan bakıldığında, karakterlerin hiçbirisi masum değil. ama ressam ve kadın hiç değilse geçmişin günahlarından sıyrılıp bir arınma sürecine girmeye çalışmışlar. oysa eleştirmen ve koleksiyoner kötülükte kararlılar.
    filmi izlerken hitchcock akla geliyor ama benim aklıma edgar allan poe geldi. filmin hikayesi onun öykülerine biraz benziyor. özellikle eleştirmenin halet-i ruhiyesi poe’nin elinden çıkma gibi.

    özetle, filmi keyifle izlenebilir.
  • kitap uyarlamalarını mümkün olduğunca izlemeye çalışırım. bence edebiyatçılar karakerlerinin arka planını çok daha iyi oturtuyorlar senaryo yazanlara kıyasla. film bunu yansıtmayı başarıyor. senaryo ve konunun yanında olay örgüsü ve sahneleri de gerçekten çok etkileyici. hayattan biraz olsun uzaklaştırabilecek kadar kapsamlı, aslında benim için bütün sanatın temel işlevi olduğunu düşündüğüm insanı başka bir yere götürebilmeyi sonuna kadar başarabilen, hakikaten müthiş film olmuş.

    hani gecenin yarısı böyle kendini beğenmiş üslupta bir entry girmemi sağladı o derece. tebrik.
hesabın var mı? giriş yap