• bugün izlediğim harika film. uzun zamandır böylesine güzel bir film izlememiştim. sonra baktım ki, aynı ismi taşıyan romandan senaryolaştırılmış. bu daha da ilgimi çekti, çünkü kitapları seven biri olarak filmi beğenirsem kitabını da alır okur ve kütüphanemde yer verebilirim diye düşündüm. tam da böyle oldu. şimdi sahaflarda bu kitabın olabileceğini düşündüğüm rafları tarayacak gözlerim.
    edebiyat dünyasına böyle bir kitabı kazandırdığı için önce (bkz: charles willeford) a teşekkür ederiz. filmin konusu az çok her yerde yerde yer alıyor...bu filmde sanat var!

    --- spoiler ---

    film daha giriş sahnesi ile merak uyandırıyor. tüm konu 4 kişi üzerinde dönüyor. hırslı, ağzı laf yapan, önemli makalelere imza atmış , sanat dünyasında epey tanınan sanat eleştirmeni james figueras başarı uğruna adeta herşeyi göze alıyor. çünkü daha fazla para kazanması lazım. daha çok saygınlık görmesi lazım. (insanoğlu doyumsuz efendim) berenice ise filmdeki temiz yüzlü , masum kız arkadaş. kendisi öğretmen. başta onun konuşmalarını dinlerken bu ne ayak çıkacak acaba diyoruz ama masumiyetinden - iyi niyetinden asla ödün vermiyor. jacques debierue, filmde üzerinde komplolar tasarlanan goya, el greco ve michelangelo’dan daha ünlü fransız ressam. eserlerinden birine sahip olmak isteyen bir koleksiyoner var ama adamın umrunda değil... berenice ile olan diyalogları ve ona olan samimi sevgisi onun resmini yapıp son eseri olmasına sebep oluyor ki biz bunu filmin son sahnesinde görüyoruz. gerçek son eseri!
    cassidy ise koleksiyoner. debierue'nin eserini elde etmek için james'e rededemeyeceği teklifte bulunan ve böylece tüm karakterlerin hayatını değişime - kötü bir değişime sürükleyecek olan şahsına münhasır dedektif gibi adam.olaylar ağır ağır işlerken filmin son 20 dakikasının nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. ileri sarıp neler olacak diye görmek istiyorsunuz. karakterlerin psikolojileri , duygu durumları o kadar iyi aktarılıyor ki izlemeye doyamıyorsunuz. ve tabi ki filmin sonunda o parmak izini farkeden james'in hali beni pis pis gülümsetti. sinek detayları anlattığı hikayeye iyi bir göndermeydi. debierue, nihilist/sürrealist akımın kurucusu ve bu akımı en iyi ifade eden eser de herhalde ünlü no.1 eseri. daha iyisi olamazdı.
    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---
    debney platonik mavinin kadın olduğunu, onu ilk gördüğü andan itibaren biliyordu. sürekli onun "görebilmesine" atıfta bulunuyordu, james konusunda da onu uyarmıştı.
    filmin son sahnesinde "ne tatlı bir hüzün" dediği kadını mavi resmetmişti.
    bu onun son eseri.

    kadına yumurta, taş metaforunda bahsettiği cümle içime dokunmuş olabilir.
    "en üzgün yumurta hangisidir biliyor musun? bir taş olduğuna inanan yumurta."

    jf: karakterim hakkında kötü bir şey söyle ve acıtsın.
    ....
    son sahnelerde bh: sen sineksin ve bunu biliyorsun, sahtesin ve vızıldıyorsun.
    narsisist birine, aslında ne olduğunu söylemek tehlikelidir. zira kadını öldürüp, mavi bir örtüye sararak, debney ile maskelerini indirdikleri göle gömüyor.
    bh: "kimse bir gölün dibini boylamak istemez."

    ancak james'in ömrünün sonuna kadar, ona bir sinek olduğunu anımsatacak iz de yaptığı tablonun tam ortasında kalıyor.

    son.

    --- spoiler ---

    resimler ve ressamlar hakkında bilgi sahibi olmaya çalıştığım şu günlerde, kendime mükemmel metaforlar, hayatımın giriş tabelasına asmak istediğim cümleler edindim.

    muhteşem ingiliz aksanlı, ayrı bir eridiğim claes bang'i böyle izlemek bir miktar kalbimi incitse de film müthiş akıyor. listeye eklenmelik.
  • kitap uyarlamalarını mümkün olduğunca izlemeye çalışırım. bence edebiyatçılar karakerlerinin arka planını çok daha iyi oturtuyorlar senaryo yazanlara kıyasla. film bunu yansıtmayı başarıyor. senaryo ve konunun yanında olay örgüsü ve sahneleri de gerçekten çok etkileyici. hayattan biraz olsun uzaklaştırabilecek kadar kapsamlı, aslında benim için bütün sanatın temel işlevi olduğunu düşündüğüm insanı başka bir yere götürebilmeyi sonuna kadar başarabilen, hakikaten müthiş film olmuş.

    hani gecenin yarısı böyle kendini beğenmiş üslupta bir entry girmemi sağladı o derece. tebrik.
  • uzun zamandır böyle keyifli bir film izlememiştim. doğal bir akıcılığı, dizginlenememiş bir durgunluğu var. başrolde square filminden hatırladığımız yakışıklı claes bang var. kendisini beğenerek takip ediyoruz *

    --- spoiler ---

    kadının dürüstlük, pişmanlık ve platonik mavi ile tanımlanması, erkeğin ise bencil, kötü ve sinek ile tasvir edilmesi takdire şayandı.

    --- spoiler ---
  • yönetmenlik koltuğunda giuseppe capotondi'nin oturduğu 2019 yapımı film.

    film dünya prömiyerini bu sene gerçekleştirilen 76. venedik film festivali'nde yapmıştı.

    venedik film festivali'nin kapanış filmi olan yapım, akıllara hitchcock filmlerini getiren, incelikli, seksi ve heyecanlı bir kara film. filmin karizmatik ve çekici anti-kahramanı, amacına ulaşmak için gözünü bile kırpmadan cinayet işleyebilecek kadar hırslı sanat eleştirmeni james. italya'nın como gölü civarında bir malikânede james, baştan çıkardığı güzel amerikalı bir gezginle birlikte bir tabloyu çalmak için uğraşıyor. yönetmen giuseppe capotondi, a simple plan romanının yazarı scott smith ile birlikte uyarladığı ve faust'u örnek alan yeni filminde (18 yıl sonra kamera önüne geçen) mick jagger'ı bile dahil ettiği müthiş bir oyuncu kadrosunu bir araya getiriyor.

    filmin afişi
  • adsız sansız sıkı kitaplardan. özellikle olayın kahramanı resim eleştirmeninin ahlak anlayışının kişisel ve mesleki anlamda ikiye bölünmesi açısından ilginç.
  • sıradışı bir film. izlerken keyif aldım. gizemli bir akışkanlığı var filmin. sanat ve eleştiri konusu öteden beri ilgimi çekiyor ve bu nedenle filmin özellikle ilk sahnelerini keyifle izledim. diyaloglar da yerli yerinde. havada kalan bir konuşma yok. karakterler özenle dizayn edilmiş. mick jagger (koleksiyoner) ve donald sutherland (ressam) filme iyi bir hava katmışlar. erkek oyuncu (claes bang) neredeyse kusursuz bir oyun çıkarırken kadın oyuncuyu (elizabeth debicki) pek beğendiğimi söyleyemem.

    psikolojik açıdan bakıldığında, karakterlerin hiçbirisi masum değil. ama ressam ve kadın hiç değilse geçmişin günahlarından sıyrılıp bir arınma sürecine girmeye çalışmışlar. oysa eleştirmen ve koleksiyoner kötülükte kararlılar.
    filmi izlerken hitchcock akla geliyor ama benim aklıma edgar allan poe geldi. filmin hikayesi onun öykülerine biraz benziyor. özellikle eleştirmenin halet-i ruhiyesi poe’nin elinden çıkma gibi.

    özetle, filmi keyifle izlenebilir.
  • --- spoiler ---

    kadının kendini zorla öldürtmesi? pes!
    --- spoiler ---
  • (bkz: az kisi tarafindan bilinen saheser filmler)

    evet saheser degil ama epey guzel bir film, zaten bu basliktaki tum filmler de saheser degil.

    sanat ve etik uzerine, muhtesem bir finale sahip, gerilim filmlerinde hitchcock filmlerini aratmayacak guzellikte, sonu surprizlerle dolu cok guzel bir film.
  • giuseppe capotondi'nin charles willeford'un 1971 yılına ait neo-noir eserinden uyarladığı film. claes bang, elizabeth debicki, mick jagger ve donald sutherland'ten oluşan cast ise bence oldukça etkileyici ve işlevsel. bencil ve ruhsuz bir sanat eleştirmeni ile femme fatale bir görüntü sahip ve yine ruhsuz bir kadının ikili ilişkisi üzerinden akan bir ''art house''. filmin ilk sekanslarından birindeki şu cümle esasında her şeyi özetliyor:

    “you’re going to make me your whore, ı’ll be turning tricks to support you while you visit your galleries, and you write your articles, and you sip champagne with your high-class friends.”

    filmin başarısı teknik anlamda sanat eleştirisine girmemesi. benzeri filmlerde yoğun bir sanat eleştirisi görüyorken, burada temel meselenin bu olmadığını net ve hızlı biçimde fark edebiliyoruz. zaten eleştirmen karakterin manik durumuna o denli odaklanıyoruz ki, meselenin çok başka bir noktadan ilerleyeceğini sezinliyoruz. james kendisine teklif edilen işin kirli olabileceğinin son derece farkında ama bu işin kendisine teklif edilmesinin nedeni de geçmişinin zaten kirli olması. dolayısıyla burada işlerin çok farklı bir noktaya kaydığı seyirciye net bir şekilde ifade ediliyor.

    james'in atölyede giriştiği işin ardındaki süreç ise tam anlamıyla bir komedi. sanat camiasını bu denli alaya alması, eserin değerinin artışına yönelik yarattığı spekülasyon esasında bizi tekrar en başa götürüyor. mesele neyin ne olduğundan ziyade size nasıl aksettirildiği ve anlatıldığı değil midir zaten? james sanat dünyasıyla bir anlamda alay ederek bunu herkese gösteriyor ve sanat camiasının gerçek yaşantıda da ne denli cahil ve ne denli sorunlu olduğunu tekrar fark etmemizi sağlıyor.
hesabın var mı? giriş yap