• kırmızının en kırmızısı, yeşilin en yeşili ve mavinin de en mavisiyle gözümüze hitap eden film bir yandan da altan alta yoğun bir eleştiri içermektedir.
    le charme discret de la bourgeoisie nostaljisi de yaşatan filmin argo jargonu da ayrıca incelenmeli kanımca.
    aşçının siyah olan pahılıdır (zeytin, havyar gibi...) çünkü insana ölümü yiyerek yenme hazzı verir diyerek de var oluşsal sorgulaması da dikkatlerden kaçmamıştır.
    (bkz: bon a petit)
  • görsel sanat olarak sinema başlığı altında incelenebilenecek en iyi on filmden biri olan peter greenaway filmi. sinemanın doğuşundan bu yandan nedense hep edebiyata tiyatroya yazılı ve sözlü sanatlara meyl eden-meyl ettirilen sinema için bambaşka kulvarların da mümkün olacağını vurgulayan bir filmdir. zira başıdan sonuna kadar devam eden renk, mizansen, kostüm kombinasyonları zaten bir ressam olan greenaway'in resim heykel gibi plasik sanatlara yaptığı göndermelerdir. helen mirrenın rönesans kadınlarını andıran günümüz beğeni ölçülerinin dışındaki bedeni ise bunun en önemli göstergelerinden biridir. her sahne sanki klasik döneme öykünen bir tablo gibidir. batı resim kültürünün en büyük ilhamlarindan biri olan hristiyanlık da bol bol işlenmektedir el altından. filmin son sahnesindeki cannibalismde hıristiyan cemaatin isanın etini yiyip kanını içme sevdasına bir göndermedir diye düşünmeden edemiyorum. sonuç olarak sinema tarihinin başyapıt statüsüne konulacak filmlerindendir. tracking shotlari inanılmazdır, imdb ye göre restoranın yemek bölümü koridoru ve tuvaletleri sırasıyla sindirimin aşamalarını temsil etmektedir. bir deha ürünüdür her şeyiyle. on üzerinden ondur.
  • şiir gibi film denir ya hani, bu film bu tanımı fazlasıyla hak eden bir yapıt.

    narsizmi bu kadar güzel anlatan bir erkek rolünü ben hatırlamıyorum. yasak aşk sahnelerindeki erotizm, bazı sahnelerdeki sadist tavırlar da dikkate değer. kıyafetlerin sık sık mekan dekoruna göre değişmesi gibi ufak ayrıntılar da barındıran film, kullanılan en ufak objenin renk seçimiyle bile etkiler. karakterlerin mekan değişimi sırasındaki müzikler, yürüyüşler, mimikler, dokundurmalar bütünüyle başka bir filmde kolay kolay yakalanamayacak bir tat bırakır damakta.
  • alegori o kadar sağlam ki filmin kıymetini anlamak için thatcher dönemini bile bilmene gerek yok. yani the cook the thief his wife and her lover thatcher dönemini eleştiriyor diye günümüzde daha az önemli bir film değil. bilakis muadili filmlerin de zamansızlığının güzel bir örneği.

    daha önce de etraflıca bahsedilmiş ama film üzerine yapılacak okumalara şu da eklenebilir: albert karakteri filmin başından sonuna kadar mekana sahip olduğunu çeşitli şekillerde vurgulasa da mutfak her zaman aşçınındır. filmin sonunda albert aşçıyı mutfağını yıkmakla tehdit eder. oysa mutfak da albert'in "tapulu" malıdır ama aşçıyı kovmaz, kovamaz; çünkü albert üretim yapılan yere ait değildir, orada sözü geçmez; terörize ettiği yer her zaman tüketimin olduğu yerdir. o yüzden greenaway'in kaydırmalarla üretimle tüketim arasında gidip gelmesi manidardır.

    ayrıca albert faşizan yönetimi temsil ediyorsa, karısının aşığı okuyan (hatta fransız ihtilaliyle ilgili yazılar okuyan) adam da toplumdaki muhalif sol kesimi temsil eder. ve albert karısının onu aldattığını öğrenmeden önce de adamı taciz eder, yemek yenen yerde kitap okunamayağını söyler ama yine de adamın kitap okumasına engel olamaz. sonunda muhalefeti kanla susturur ama halkı devrim yapmıştır ve kendi mekanında onu beklemektedir. albert mekana davetiyeyle çağırılır. çünkü orası artık ona ait değildir, devrim gerçekleşmiştir.

    greenaway'in yönetimi ironiktir. zira uzun plan sekanslarla, kaydırmalarla gerçekliğe yaklaşırken renk ve söz oyunlarıyla da yabancılaştırmaya oynayarak seyirciyi dürter; tabloyu duvara asarak ve onun da alegorisini yaparak sanatın da farkında olan bir seyirci ister. sonuç olarak ortaya koyduğu tam bir başyapıttır.
  • restorandaki tabloyu önce rembrant'ın "anatomi dersi"ne* benzettiğim, "restoranda o tablonun işi ne?" diyerek kendi kendime güldüğüm ama izleyip bitirince "aslında olurmuş ha.." dediğim film.

    tavsiyem, sonunu mutlaka ama mutlaka izleyin. zorlanabilirsiniz -ben zorlandım, ama değecek.

    --- spoiler ---
    -eat, albert!
    --- spoiler ---

    edit: evet dvdsi pek kolay bulunmuyor. en azından ben bulamamıştım. ulaştıran arkadaşa çok teşekkürler..
  • rahatsız edici ama bir o kadar da kendini izlettirebilen film.

    ateşli bir şekilde hasta uykusunda görülen rüyalar gibi inceden.

    kesinlikle hafızaya kazınıyor. hele o yanık yanık çığıran sabinin yüzü gözlerimin önünden gitmez.
  • the curse of monkey island'da "the bartender, the thieves, his aunt, and her lover" adında bir bölüm var mesela, belki alakalıdır.
  • filmin adından şüphe ettim sağlam mesaj kaygısı vardır bu kafayla bu saatte izlenmez diye. yanılmamışım. iliklerime kadar ayıldım. belirtmem gerek resim sanatından zerre anlamam renkler arası gidiş gelişler çok canımı sıktı. kırmızı şehvet, beyaz arınma, siyah ölüm... böyle gidip geldim. inadına spoiler okuyan adam olduğumdan filmin finalini bilmem çok fazla birşey kaybettirmedi. (hırsızın atlandığı sahnelerde) kadın ve sevgilisi birebir konuşmaya başladıktan sonra coşuyor film. herşey yerli yerine oturuyor. fransanın havasından mı suyundan mı dilinden mi kibirinden mi gururundan mı bilemedim.

    --- spoiler ---
    aşçı ve kadının konuştuğu sahne propaganda & provokasyon sürecini gayet güzel karikatürize etmiş. biraz klişe kaçsada finalden çok etkiledi.

    aşçı ne helen mirren ablamızın vücudundan tahrik oluyor nede parayı kabul ediyor. ayrıca en lezzetli neresidir diye saydırırken eminim hepimizin aklına siki geldi. ama ablamız bunu aşçıya değil hırsıza söyledi.

    --- spoiler ---

    söylemesem olmaz helen mirren olgun kadın saplantıma çok pis dokundu.
  • filmi daha iyi algıyabillmek için önce aşçılık kursuna gittim. sonra ahçılık kursuna gittim (ikisini hep karıştırırım, garanti olsun istedim). ardından biraz hırsızlık yaptım. sonra manyak mısın olm dedim, duruldum. oturdum efendi efendi yeniden izledim. helal dedim. helal film sertifikalı ilk film olarak bunu ilan ettim. peder yeşilyol, şüphesiz ki manyaya manyaya icra ediyor yaşam sanatını. helal yaşam da bu olsa gerek. amen.
  • adı gangsta rap şarkı sözü satırı gibi olan ürpertici film.
hesabın var mı? giriş yap