• muse'ün nasıl elektronik tabanlı şarkı yapması gerektiğini artık kabullendiğini düşündüğüm gayet başarılı yeni parçası.

    eğer ki elektronik altyapısı yüksek bir parça yapacaklarsa chris wolstenholme'ün bassını ve dominic howard'ın davullarını arkaplana atmamaları gerektiğini düşünüyorum.

    mesela geçtiğimiz dönemde yayınladıkları (bkz: something human)'a bakarsak yine the dark side gibi elektronik altyapıya sahip olan bir parça kendisi ancak şarkı boyunca ne adam gibi bass ne de adam gibi davul duyabiliyoruz ki bu da muse soundunun temelinde yatan bass ve davul uyumunun ortadan kalkmasıyla üçlünün kendi soundlarından uzaklaşmalarına neden oluyor.

    the dark side'a döner isek elektronik temelin üzerine yazılan chris wolstenholme bass yürüyüşü ve bu yürüyüşe eşlik eden dominic howard davulu ile beraber tekrar muse soundunu yakaladığımızı görüyoruz. bu noktada ise the dark side bu sebep gerekçesi ile bir adet muse parçası olmayı başarıyor.

    zaten ben bu üçlünün eserlerinde elektronik ögeler kullanmalarına hiçbir zaman karşı çıkmadım, elektronik altyapının bu üçlünün eserlerine gayet uyumlu olduğu fikrine sahip oldum hatta çoğunlukla. ancak yukarıda bahsettiğim davul&bass faktörü ortadan kalkınca işte olmuyor.
  • muse yeni şarkı çıkarır;

    ilk dinleyiş (bkz: bokum gibin olmuş) (bkz: muse bitmiş) (bkz: o ne elektronik filan)
    2.dinleyiş (bkz: eh meh ık pık)
    5. dinleyiş (bkz: iyimiş aslında lan)
    300. dinleyiş (bkz: dinlediğim en iyi muse şarkılarından)

    tanım: 3. dinleyişimde tav olduğumun şarkısı.
  • çok fazla eski öğe var şarkıda amaç bunların hepsini çok iyi eritmişler aynı potada. elektronik darkshines olabilir bu şarkı. vokaller de arada o yöne gidiyor mesela. bi taraftan taptığım easily tadı var, az çok az da olsa map of the problematique var. son albümlerde uğraştıkları elektronik taban var mesela. falling away with you çığlıkları var. queen solosu var içinde. bi aralar delicesine dinlediğim douglas holmquist soundtrack’i ambiansı var. aslında bu tabandan çok iyi soundtrack yazar matt, artık anladım.

    diyeceğim odur ki yeni albüm için yazılan şarkılar içinde baya böyle dahice kalıyor. something human da çok iyi ama bu şarkı bi zamanların alıp götüren muse şarkılarına benziyor. hatta onlardan biri diyebilirim. çok erken ama. kesin bi potaya girdi benim için. en azından oralarda hala bir muse var, bunu hatırlatıyor. içten içe bir sızı ama içinde tekrar bulunca karın ağrılarından kıvrandırtan, sanki dünmüşcesine aradan 11-12 yıl geçmemişcesine bir şarkı.
  • origin of symmetry ve absolution arasında çıksa kimsenin yadırgamayacağı bir şarkı yapmışlar. sadece robotik tınısı ve klibi yeni muse'un yansıması. özetle muhtemelen 15 sene öncesini bir daha hatırlamamıza ve son 5-6 senedeki işlerinin üstüne çıkmayı başarmışlar. özellikle bu sene içinde çıkan hayal kırıklığı olan singlelarından sonra bu ilaç gibi geldi. demekki neymiş matt kardeşim hem o tiz sese bir daha çıkabiliyorsun, hem de düzgün ve karanlık klasik sözlerini yazabiliyorsun. tatava yapmanın alemi yok, 10 numara prodüksiyon eseri şarkı. umarım albümdeki diğerleri de en az bunun kadar kaliteli olur.
  • muse grubunun tekrar tekrar dinlediğim bir diğer şarkısı.

    ingilizler olmasaydı kimi dinleyecektik biz yahu.
  • muse'un ultra fonksiyonlu yeni şarkısı olmuş galiba bu. üstteki entrylerde yapılan güzellemelere katılmakla beraberinde vokal olarak matt'in eski halini özlemişim onu fark ettim. taa absolution albümündeki zamanlardaki gibi geldi sesi bana. o yüzden dinlerken tebessüm ettim. başarılı olmuş müziği de.
  • şarkı çay gibi vallaha demini aldıkça daha da güzelleşiyor. şuan loop'ta takılı kaldım. bir de bu şarkıyı beğenmeyenler canlı performans sonrası tekrar görüşelim diyorum. *

    biraz daha tanım yapacak olursam : şarkı bildiğimiz muse sofistikeliğini taşıyor. altyapısı retro öğelerle bezeli, vokaller absolution albümü tadında, klip ve görseller kavinsky tarzı. 8,5/10
  • simulation theory albümünden yeni bir muse teklisi. klibi de şurada. adı ilk kez something human'ın klibinde görünüyordu. matt bellamy'nin dediğine göre kızgın sözlere sahip ve bildiğimiz muse teması olan hüsran ve yalnızlığı işliyormuş. ayrıca grubun favori şarkılarından biri olmuş. gitar solosu i want to break free'ninkine benziyor denmiş. hakikaten de benziyor oldukça.
    kişisel görüşümse, evet mutsuz sözlere sahip ama muse severleri mutlu edecek tarzda bir şarkı olduğunu düşünüyorum. ben beğendim. matt reis biraz basit söz yazmış gibi görünüyor ama olacak o kadar. şöyleymiş sözleri de;

    i have lived with darkness, for all my life
    i've been deceived
    you'd be afraid
    if you could feel my pain

    and if you could see the things
    i am able to see
    break me out, break me out, let me see
    break me out, break me out, set me free

    i hail from the darkness for all my life
    i've been deceived
    you'd be scared
    living with my despair

    and if you could feel the things
    i am able to feel
    break me out, break me out, let me see
    break me out, break me out, set me free
    break me out, break me out, let me see
    break me out, break me out, set me free

    save me from the darkside
    break me out, break me out, set me free.
  • madness yeni ve değişen muse'un beğendiğim son şarkısıydı. ona bile ilk dinlediğimde şüpheyle yaklaşmıştım ama şarkının özellikle son kısmı alıp götürdüğü için bağımlılık yapmıştı. madness'ın olduğu the 2nd law albümünden sonra yaptıkları hiçbir albüm ve şarkı tat vermedi. drones albümü benim için hüsran olduğu için simulation theory albümüne de önyargılı yaklaştım. bu albümdeki thought contagion ve dig down'ı yayınladıklarında yine ağır bir hüsran yaşattıkları için albümün gerisini de dinlemedim. 1 haziran'da london stadium'daki konserde ilk kez the dark side'ı dinleyince "ulan acaba eski şarkılar arasında kaçırdığım bir şarkı var da onu mu çalıyorlar" diye düşündüm ama elektronik altyapısı ve 80'lerden kopup da gelmiş davul atakları yeni muse diye bağırıyordu. eski muse ruhuyla yeni muse altyapısı birleşince ortaya mükemmel olmasa da harika bir şarkı çıkmış.
  • ofiste sohbet ederken muse hakkında, staples center konserini anıp tam american işi işte yea diyip bunların aslında ingiliz olduklarını hatırladık. geleceğim nokta odur ki tüm şarkıları canlı performansla bir üst noktaya çıkabilecek şekilde tasarlanıyor sanki, tam show işi sanki. ama değil de, dinledikçe güzelleşen hızlı tüketim ürünü olmaz di mi sözlük?
    arada bıraktı yine, yine bir kaç törpü iziyle karanlık tınılarını hissettiriyorlar ve akla ergenlik getiriyor ama güzel hissettiriyor, özlem bile geliyor burnuma ergen kokusundan daha çok:)
hesabın var mı? giriş yap