• 1- satellite 15....the final frontier
    uzun ve farklı girişi bende portishead'in third albümünün açılışının * yarattığı etkiyi yarattı. iron maiden mı dinliyoz yoksa progressive metal mi derken bruce abimin vokali giriyor ve olaylar gelişiyor. niyeyse beğenmemişler pek ama bence gayet adamın ağzına takılıyor.

    2- el dorado
    bas girişi falan gaz olmuş biraz daha iron maiden olayına yaklaşıyoruz.

    3- mother of mercy
    aha bu şarkıyı not edin bir kenara, çok can yakacak.

    4- coming home
    işte aradığımız epik iron maiden klasiklerinden çok sağlam bir parça, ilk maiden baladi.

    5- the alchemist
    1980'lerin iron maiden'ini özleyenleri buraya alıyoruz.

    6- isle of avalon
    ohaaaaaa... bu ne lan? albümün şarkısı budur işte. adamın 3 gitar ve steve harris gibi basçısı olunca tabe... caz tınılarına kurban olayım ben bunun oy oy. tek kötülüğü 9 dakikacık olması, hemen bitiveriyor :( ayrıcaişbu şarkıyla albümün progressive epic'ler serisi de başlıyor. kolay gelsin.

    7- starblind
    iron maiden'ın olgunluk dönemi eserlerinden (hep bu cümleyi kullanmak istemiştim sözlük, kısmet ayrın meydın'aymış) güzel, gaz falan filan. isle of avalon'un ardından gelmek talihsizliğine sahip. yoksa bayağı iyi, albümün sürekleyicilerinden. en beğendiklerimden üçüncü sırada, belki ikinci. sen benim zırvalamama bakma :)

    8- the talisman
    bunda böyle konserde arada elemanların dinlemek üzere çalacakları şarkı havası var. taa ki....neyse, koşu bandında dinlenecek şarkılardan.

    9- the man who would be king
    bunda da edebiyat sever steve abimizin parmağı olsa gerek. değeri zamanla anlaşılacak. ya da hemen :s abi naapiyim yav, albüm komple süper olmuş, bi tane de vasat şarkı olsa da "eh işte" desem... yok amk. bu da acayip bişi, önce denizde başlıyosun yolculuğa, uçmaya başlıyorsun, o şekil. bu da favori eserilerimden.

    10- when the wild wind blows
    ay ne uzun bu şarkı, hev yu hörd diye uzatmış da uzatmış. ahahahhahahaa!! yok lan, şaka şaka. al bi favori eser daha. ikinci bir rime of the ancient mariner yapmayı başarmışlar. bununla da güzel eskrim antrenmanı olur, o biçim bi şarkı.

    evet, babaların önünde bir kez daha saygıyla eğiliyoruz. adamlar senelerdir boş geçmiyor, yine mükemmel bir iş çıkarmışlar. şimdi buraya gelip, "steve de aynı dupdupudup çalmış", "şarkılar da bi kısalmadı gitti", "kendini tekrar etmiş", "albüm çok pop müzik olmuş, hani the loneliness of the long distance runner" diyecekleri bekliyoruz.

    15. dinlemenin serefine edit: iste yillardir bekledigimiz somewhere in time ayarinda bir album!! bunu da ilerde cok anacagizdir, "bi the final frontier vardi" diyecegizdir.
  • eleştiriler konusunda anlamadığım bir şeyler var. kimileri diyor ki 5,10,20 yıl önce olsa kimse yüzüne bakmazdı. grup iron maiden olmasa yüzüne bakmazdı. evet haklı olabilirler 20 yıl önce olsa ben de muhtemelen yüzüne bakmazdım. 22-23 yıl önce lisedeyken ...and justice for all gibi bir albüme yavaş deme cüreti gösteriyorduk. kreator, obutuary grupların albümlerini bulduğumuz zaman sömürüyorduk. o zamanlar mp3 vs de yoktu, orjinal albümü kim kaybetmişte biz bulalım. maçkada zihni'den, kadıköy de akmardan, bakırköyde tezgahtan önce plaklardan sonra da cdlerden albümleri seçip krom ya da metal kasetlere kaydettirip dinliyorduk. mümkünse plak kaydı yaptırmaya çalışıyorduk. sonra üniversite başladı. yine hızlı şeyler dinliyorduk ama megadeth, slayer, meatallica, anthrax dinliyorduk. bildiğin the big four. bu sebeple sonisphere festival 2010 benim için çok anlamlı oldu. bu dört grup benim için o zamanlar gerçekten 4 büyüktü. (hala da çok anlamlılar) bunların yanlarında da manowar, annihilator, testament, over kill, running wild, blind guardian... dinliyorduk. sonra üniversitede bitti. ben iron maiden'a daha da yakınlaştım. tüm cd'lerini topladım. eski gruplar hala favorimdi. albümlerini hala kaçırmıyorum. ama iron maiden'ın yeri farklı oldu. her albümden farklı tatlar aldım. çıktığında beğenmeyip dinlemediğim dance of death (#19812342) gibi albümleri sonradan yeniden keşfettim. 2006 yılında amolad'i * ninni olarak kullanıp iki çocuğumu omuzumda uyuttum. sonuç olarak 20 yıl önce dinlemezdim. ama şimdi deliler gibi dinliyorum. 20 yıl önceki ben ile şu andaki ben aynı değil. 20 yıl önceki iron maiden şimdiki iron maiden değil. 20 yıl önceki müzik akımları şimdikilerle aynı değil. o zamanlar biz metallica, iron maiden dinlerken büyük abilerimiz led zeppelin, pink floyd derdi. onları da dinledik ama bizim için, içinde büyüdüğümüz akımlar kendi neslimizin akımlarıydı. şimdide öyle ben bunlarla bugünlere geldim. her albümden maksimum zevki almaya bakıyorum. 10 yıl önce beğenmediğim, 20 yıl önce aşağıladığım albümün aslında ne kadar güzel olduğunu farkediyorum. (ama asla load ve reload bu seviyeye gelemiyecek buna eminim *) çıkan albümün herhangi bir iron maiden albümünün benzeri olsa ne anlamı kalır zaten. o zamanda bu şu albümün aynısı olmuş demiyecekmiyiz. testament, over kill, blind guardian gibi gruplar bu yüzden tükenmedi mi? albümde iron maiden yazmasa belki yine bakmazdım ama bu beğenmiyeceğimden değil rastamamış olacağından. eskiden günün 12 saati evde, otobüsde, sokakda müzik dinlediğim için bir sürü şey dinliyordum. yeni grupları keşfediyordum. şimdi sabah, akşam 20 dakikadan 40 dakika arabada rock fm dinliyorum. tff çıktığından beridir de cd dinliyorum. şimdi yavaş yavaş 30 eylül 2010 ozzy osbourne istanbul konseri hatrına scream dinlemeye başladım. evde tv'de cartoon network açık ya da hayatımda başka şeyler var. eskiden olsa sadece müzik kanalları açık olurdu evde. şimdi o kanallar ilgimi çekmiyor. 2011 de konser olarak tek isteğim iron maidendır. ne çalarlarsa çalsınlar.

    bu bahsettiğim şeyler tüm gruplar için geçerlidir.
  • öncelikle, bu girdi hayli yüklü miktarda kişisel görüş içerir ve "tanım yok lan bunda" demeden önce, sadece en alttaki listelemeden önceki paragrafa bakınız. ve lütfen vur kır parçala yapmadan önce bir fikir paylaşınız.

    the final frontier

    10 küsur senedir iron maiden'la yatıp kalkan, daha teenage yaşlarında edindiği "live after death"i seneler boyu haftada 1 defa izlemezse hayatında bir şeyler kesin boka saran biri olarak, hafif nankör davrandım ve ancak 24 aralık 2010 günü fizyden satellite 15... the final frontier'ı bir dinledim!

    dinlemez olaydım! tam 8 gündür bunun işkencesini, acısını çekiyorum...

    zira parçanın başlamasıyla "oha lan" diye hönkürmem bir oldu. evet, kesinlikle fazlasıyla deneysel olmuş o ilk giriş; ama gayet kıvamında. mesela daha önce journeyman'de de çok fazla iron maiden tonunun dışına çıkmışlardı, şarkının ilk 5 saniyesinde "nasıl lan, albüme başkasının şarkısını mı koymuşlar?" demiştim. ama sonra en bi favori şarkılarımdan biri olmadı mı? öyle bi oldu ki. hala o ilk 5 saniyeyi her duyuşumda dibim düşer. sonuçta belli bir tarza/tona sahip olmak, başka bir şeyler denemeyeceksin anlamına gelmiyor. hatta helal diyorum ki, bu sefer albümün içinde kendi tarzlarından farklı olan şeyi ilk şarkının introsunda yapmışlar ki sıkılmadan başlatıyor insanı albümü dinlemeye.

    hea, diyodum ki 24 aralık'ta, bir cuma akşamı iş haftasının bitişinin son 1 saatinde ilk defa dinledim giriş parçasını. çıkana kadar bütün şarkıları dinlerim derken, ben durdum o 1 saati aynı parçayı tekrar tekrar dinleyip hiç doyamadan geçirdim. sonra yardırdım soulseekten albümü indirmeye.

    ama inerken dedim kendime, "yok baba bu albüme para vermezsem gerçekten emek hırsızlığı olur". olmaz mı abiler? başkası oturuyo, iki salak riff, üç gıy-gıy solo (bkz: death magnetic) ve ağzına ilk gelen birbirinin benzeri kelimelerden şarkı sözü yazıyor, ve ona biz albüm diyorsak; the final frontier albüm değil. kitap gibi bir şey; hatta kitap serisi. neden mi? bütün şarkılar kendi başına birer film, birer kitap gibi. her birinin üzerinde en ince detayına kadar çalışılmış. şimdi oturup ince ince müzikal inceleme yapmayacağım. ama en basitinden şunu söylüyorum, satellite 15... the final frontierda "please get through, i am here" dediği yerden sonra giren soloyu hiç üşenmeden 8 tur veya 16 tur devam edebilirlerdi şarkıyı uzatmak albümü dolu göstermek için. ama 4 kerecikte kesmişler, tadı insanın damağında kalacak olsa dahi.. maiden'ın neden büyük olduğu da buradan anlaşılıyor; mesela nasıl opeth -ki çok severim, onu belirtmeden geçmeyim- şarkılarında hoş bi riff, köprü vs. yakalanınca 55 kere tekrar edip bütün şarkılarımız 10 dakikayı geçsin çabası güdülüyor, işte böyle bel altı olaylara bulaşmıyor maiden. dürüstçe ve tadında yapıyor, dolayısıyla bay getirmiyor.

    velhasıl, ben de ilk şarkıdan bunları sezerek vurdum kendimi müzik markete, yuvarlak hesap 17 lira verdim. ondan sonra diğer şarkılara girebildim gönül rahatlığıyla. ve 24 aralık itibarıyla işbu girdinin giriliş gününe kadar başka bir müzikal bir parça dinlemişliğim yok, ağzımın tadını bozup da aldığım zevki baltalamamak için!

    2011'e girişim oldu benim albüm. ve bir parçayı adamakıllı dinlemeden, anlamadan, melodileri kapmadan bir diğer şarkıya geçmedim.

    peki neden mi böyle yaptım; çünkü nasıl ki steve harris ve arkadaşları (buna grup elemanlarının yanında prodüksiyonda otta bokta görevli herkes dahil, gittim yerinde gördüm.. dermişim) işlerini ciddiyetle yapmışlar ve inceden inceden örerek hazırlamışlar albümü. dinleyicinin de bu sabrı koruması lazım, içine girdikçe keşfedilecek çok hazine var. dile kolay, onca virtüöz adamın 4 senelik çalışmasının ürünü bu. haliyle toplam yaklaşık 70 dakikalık albüm, kesinlikle 10 şarkıdan değil, 20-30 şarkıdan oluşuyor. o kadar farklı his yaratıyor bünyede.. ve benim fikrime göre yukarıda negatif yorum yapan arkadaşların tek hatası albümü anlamak için kendilerinden bir şey vermemiş olmaları. albüm hemen kendisini göstersin, kolay tüketilsin diye bir beklentinin sonucu oluşan hoşnutsuzluklar. ama insanların suçu yok, çünkü kolay tüketilen şeylerin bize dayatılmasına alıştık. (naçizane fikirlerimle üstadlarımın müzik zevklerine bok atıyor gibi oluyorsam "haşa" derim! bana "bak şöyle bir şey var" deyip ilk dinlemede kendini çat diye gösteren ama aynı zamanda kolayca tüketilip bitmeyen bir örnek gösterenin 40 yıl kölesi de olurum icabında) yoksa isle of avalon'u 2-3 kere dinleyip de "bu albüm olmamış" demek imkanlar dahilinde değil. maazallah, çarpılır insan; eli ayağı büzüşür! en vasat görebileceğim şarkı olan starblind'ın bile nakaratı takılıyor dilime yahu!

    yani demem o ki, maiden bir şey yaptıysa onu sabırla dinlemek, o parçaların canlı performans ve o muhteşem sahne dekorlarında nasıl duracağını hayal etmek gerekir. ziraa; maiden, canlı performansı ve sahne dekoru en iyi olan gruplardan biridir, belki de -benim görüşümde kesinlikle- en iyisi. bu bahsini ettiğim hayal etme durumu gerçekleşince satellite 15... the final frontier'ın 4:35'te kopan yerinde başın göğe ermemesi,

    "for i have lived my life to the full, i have no regrets,
    but i wish i could talk to my family to tell them one last goodbye"

    derken o erdiği göğü "çatırrrt" deyû yarıp üstündeki uzay boşluğuna çıkıp, uzayda cüzdanını çaldıran astronotun talihsizliğini içten yaşamaması; the man who would be king'de nakaratın her satırının başında nicko mcbrain'in insanın "beynine beynine" vurduğu zil üçlemeleriyle kendinden geçip nirvanaya ulaşmaması; the alchemistin 3:35'indeki soloya kendinden geçmiş halde "ooo"layarak eşlik etmemesi ve hatta konsere felan gitmeye gerenk olmadan when the wild wind blows'un girişindeki tonaliteye ve bruce dickinson'un albüm boyunca bazen karga çığlığına kadar çıkıp sonra birden yerine göre ipek gibi bir sese dönmesi ve yerine göre karizmanın dibine dibine vurmasına (mesela: final frontier'ın nakaratı, son parçada "did you know, did you know" dediği ve the alchemist'te 2:02'den sonraki 30 saniyelik bölüm) alkış tutmamak, şapka çıkarmamak mümkün değil.

    daha lafım çok, ama buraya kadarki kısım bir tanım içermiyorsa "format"ın yüzü suyu hürmetine derim ki; hallowed be thy name efsanesinin uzay çağına uyarlanmış versiyonu olup maiden'ın 15. albümüne ismini veren şarkısı derim. bir de turnede nolur lütfen konserlerin kapanış şarkısı "isle of avalon" olsun ve bunu istanbul'da bi kerecik yapsınlar derim. yoksa walla billa yazın izini sürcem avrupalarda asyalarda, zira bu turnede izlemezsem "the final frontier" yüklü bir setlist'i kaçırırım, ki gerçekten eski parçalardan hiç çalmasalar bile ağzım kulaklarımda yaşarım konseri.

    son olarak benim ilk üçüm;

    1) isle of avalon
    2) satellite 15... the final frontier
    3) the man who would be king
    ...
    5) starblind... çünkü 4. sırayı diğer tüm parçalar paylaşıyor.

    edit etmeden not: gayriihtiyarı çok fazla kişiselleştirdi isem affola. sadece 8 gündür ne kadar büyülenebilmiş olduğuma ben bile şaşırıyorum ve hissettiklerimi dökmezsem çok pis patlardı içimde.

    ha bütün bunlardan sonra "iron maiden 2011 yazında istanbul'da" mesajını duyduğum saniyede......

    herkeşe benden çay!!!! ama şakir'e -şakir'lere- yok!

    (bkz: scream for me istanbul)

    bir de son demem şudur; eğer bu albümdeki parçaların hepsi birbirine benziyorsa, o zaman hiç kasmadan aynısından bir 10 tane daha çaksın muhteşem 6'lı ve yaysın seneye piyasaya "we haven't reached the final frontier yet" diyerek. yalanır, yutulur! ve aman diyim, sakın sakın "final frontier" olmasın, bu ima yerini bulmasın.
  • iron maiden'ın 15. stüdyo albümü olacaktır. sonrasında çıkacakları the final frontier world tour kapsamında 2011'da türkiye'ye gelmezlerse artık gelme ihtimallerinin kalmayacağını düşünüyorum. tüm fanlar olarak sesimizi duyurmanın vakti geldi bence. 2010 yılının sonisphere bombasından sonra 2011 yılının bombası da iron maiden olsun ve scream for me istanbul semalarımızda duyulsun...
  • bu albümde benim gibi, kim hangi soloyu çalmış diye merak edenlere;

    1. satellite 15... the final frontier
    (6:31 – solo: adrian smith)
    (7:00 – solo: dave murray)
    (7:50 – solo: adrian smith)

    2. el dorado
    (3:41 – solo: adrian smith)
    (3:53 – solo: dave murray)
    (4:05 – solo: janick gers)

    3. mother of mercy
    (2:54 – solo: adrian smith)

    4. coming home
    (3:31 – solo: dave murray)
    (3:59 – solo: adrian smith)

    5. the alchemist
    (3:05 – solo: janick gers)

    6. isle of avalon
    (3:49 – solo: dave murray)
    (4:31 – solo: adrian smith)

    7. starblind
    (1:59 – solo: adrian smith)
    (2:34 – solo: adrian smith)
    (3:04 – solo: adrian smith)
    (4:15 – solo: adrian smith)
    (4:43 – solo: dave murray)
    (4:53 – solo: adrian smith)
    (5:47 – solo: adrian smith)

    8. the talisman
    (5:56 – solo: janick gers)

    9. the man who would be king
    (3:57 – solo: dave murray)

    10. when the wild wind blows
    (4:42 – solo: adrian smith)
    (5:22 – solo: dave murray)
    (5:48 – solo: janick gers)
    (8:39 – solo: janick gers)
  • 4 senede bir yaşanan büyük mutluluklardan biri, dünya kupası gibi. iron maiden'ın benim neslime ne ifade ettiğini 4 sene önceki mutluluk sırasında yazmışım (bkz: #10136968). bu albüm bunun bile ötesine geçiyor.

    daha girişten "o ne be?" diyor zihin/kulak ve albüm sonuna dek büyülenmiş şekilde kalıyor, en azından 80'lerin - 90'ların ve 2000'lerin iron maiden'ını ve genel olarak müziğini takip etmiş olan bir zihin/kulak. ama özellikle isle of avalon'u bir tarafa almak lazım - sanki powerslave'de bile olabilirmiş bu parça (powerslave naçizane harçlığımla ilk aldığım long play'dir ve tamamı kusursuz parçalardan oluşan albümler sıralamasında hemispheres - rush ve going for the one - yes ile beraber ilk 3'dedir).

    progressive müziğin zirvesi olan 70-77 yılları arasında bir tuhaflık varmış, bu albümlerin çoğunu 90'larda üniversitede dinlemiştim ve ilk dikkatimi çeken parça içi inanılmaz değişimlerin müthiş uyumlu ve aynı zamanda melodik olabilmesiydi. 20+ dakikalık bir parçanın modern insanın huzursuz ve hiperaktif zihnini büyüleyip durdurabilmesi çok zordur ama o dönem albümlerde bunu yapabilen parçalar vardı, aklıma ilk gelen örnekler king crimson'un lizard'ı, genesis'in supper's ready'si, yes'in awaken'ı veya close to the edge'i örneğin. bu albümün özellikle ikinci yarısında - isle of avalon'dan itibaren - aynı tadı, aynı havayı zaman zaman yakaladım. lineer zamanda 2010 yılında olduğumuzu göz önüne alırsak benzeri uzun süre gelmeyecek bir albüm gibi duruyor bu. bir de babalar seneye konsere gelirse daha ne isteriz?
  • 4 sene sonra ilk defa tüm tüylerimi tekrardan diken diken etmeyi başaran "şey". olimpiyat gibi, dünya kupası gibi. manyak bi şey lan bu!
  • konseptimiz uzay olunca, albümün sahibisi iron maiden olunca akan sular duruyor, keyifli bir albüm gerçekten, dinlenesi, coming home'u fazlasıyla tuttum.
  • dün sabah albümü henüz dinlemeden, burada okuduğum iki olumsuz eleştiri kafamda "acaba?" sorularının oluşmasına sebep oldu. özel işlerim sebebiyle akşama kadar şarkıları dinlemem mümkün olmadı, akşam biraz tedirginlikle biraz da heyecanla sessiz odada kulaklıklarımı kulağıma taktım ve kendimi müziğin akışına bıraktım. tek tek şarkı değerlendirmesi yapabilmek için henüz çok erken, çünkü şarkıların hepsi onlarca kez dinlenip hazmedilmeyi hakediyor, ama şu aşamada öncelikle albümü eleştirenlere çok ama çok teşekkür etmek istiyorum. okuduklarım yüzünden beklentilerimi en alt düzeyde tuttum ve albümü dinlediğimde gerçekten afalladım. albümde maiden seviyesine göre vasat sayılabilecek bir-iki şarkı olduğu doğrudur, ama kalanlar beni fazlasıyla tatmin etti. dance of death'ten beri, ilk dinleyişte "bu tam bir şaheser" diyebileceğim bir maiden şarkı çıkmadı açıkçası, ama bu albümdeki üç şarkı, ki bunlar isle of avalon, the talisman ve when the wild wind blows, kanımca maiden'ın-son dönemini geçtim-toplamda en iyileri arasına direk olarak girecek parçalar. gençliğinde powerslave, seventh son of a seventh son gibi albümler yapmış bir gruptan olgunluk çağında bekleyebileceğimiz şey tam olarak bu olsa gerek: müzikal açıdan aşmış ama temellerinden uzaklaşmayan, gençlere ders niteliğinde bir albüm. bu yorumları ilk aşamada korkusuzca yapabiliyorum, şarkıları hatmettikçe daha ayrıntılı değerlendirmelerim de olacak tabi.
  • albümün mission edition versiyonuna dün kavuştum. internet üzerinden bonus bir siteye bağlanılıyor ve bir sürü şeye sahip oluyorsunuz. duvar kağıtları, bilgisayar oyunu (ki baya zor bir oyun), video klipleri vs. ama en önemlisi grupla haziran 2010 da yapılmış 22 dakikalık muhteşem bir röportaj var.

    albümün ismine bakarak tabi sorulan son soru şu ; bu son iron maiden albümü mü ?

    steve harris : bilemiyorum ama sanırım bir albüm daha yaparız gibime geliyor, ama şu da var kum saatimiz de işliyor.

    bruce dickinson : dürüst olmak gerekirse en doğru cevap bilmiyoruz şeklinde olur, ama bu grubun tekrar stüdyoya girip bir albüm yapmaması için de bir neden yok ama zaman ne gösterecek bilemiyorum.

    bu albüm babaların kapanış albümleri de olabilir, onun için değerini iyi bilmek lazım. albüme gelince daha toplamda 2 kere dinledim ve şimdiden klasikler arasına alabileceğim bir iron maiden albümü var karşımda.

    up the irons!!!
hesabın var mı? giriş yap