• sözlükten talkingheads uzundur başımın etini yiyip duruyordu bana libertines dinletebilmek için. grubun "up the bracket" ve "the libertines" adlı albümleri 6-7 ay önce hemen hemen aynı günlerde elime geçti. öncelikle "the libertines"i hatmettim; cant stand me now'a, the man who would be king'e, music when the lights go out'a, what katie did'e bayıldım. sonra "up the bracket"a geçtim: boys in the band, up the bracket, what a waster ve vertigo diğerlerinden daha kolay yakalayan şarkılar oldu beni. birkaç aydır dönüp dolaşıp bu iki albümü dinleyip duran biri olarak diyebilirim ki grup gitar, bas ve davul üçlüsünü o kadar oturaklı ve üsturuplu kullanıyor ki, yeni olduklarına inanmak neredeyse mümkün değil. kısaca şöyle noktalayabilirim: müziğiyle punk'tan, sözleriyleyse seksenlerin brit-rock'ından etkilenmiş gibi gözüken the libertines son yılların en sıkı rock gruplarından biri. ve artık dağılmış gibi gözükseler ve yeni projeler içine girmiş olsalar da, yaptıkları iyi müzik, daha iyisini yapacaklarının teminatı gibi.
  • benim icin son yillarda ingiltere’nin yetistirdigi en iyi guruptur the libertines ve de en hizli oleni belki de. metallica’nin zamaninda dedigi gibi “brightest fire burns quickest” son, kendi isimlerini tasiyan albumlerini her gun defalarca cd calarimda calip, onlarla hoplayip ziplayip, onlarla huzunlendikce, sanki odamin bir aksesuari, vazgecilmez bir parcasi, sessiz ve yorgun gecelerimin bir paylasicisi olmuslardi halbuki. ben gece pooh’ma sarilip uyumaya calisirken, onlarin music when the lights go out unu dinleyip, bir daha kim boyle beni etkileyecek bir sarki yapicak diye dusunurdum. ve ben bu cok basarili olduklarina inandiklarim ve sanki bir the clash, bir rolling stones ya da beatles gibi ingiliz muziginin gelecege tasiyicilari olucaklarini dusundugum gurubun yeni guzelliklerini beklerken, onlarin ask hikayeleri bitmis, bir the libertines masali da sona ermisti bile. birbirlerine bir ask ve nefret agiyla bagli, konserlerinde bir mikrofonu paylasirken, sarkilarini soylerken opusen, birbirinin agzinin icine giren siamese ikizleri carl ve pete gobek baglarini koparmaya karar vermislerdi. iki guzel erkegin asklarindan dogan birbirinden guzel ve essiz sozlerle bezenmis, yaraticilik kokan muziklerle suslenmis sarkilarin sona erdigini dusunmek uzucuydu benim icin. ben kendi kafamda bir ayrilik senaryosu yazdim onlara. benim the libertines masalimda carl ve peter’in ayriliklari soyle gelisiyor:

    peter: and all the memories of the fights and the nights
    and the blue lights and all the kites
    we flew together
    i thought they'd fly forever
    but all the highs and the lows
    and the to's and the fro's
    they left me dizzy
    oh won't you please forgive me

    but i no longer hear the music
    oh no no no no no

    carl: well i heed the words you say
    but my heart has gone astray
    i watched friendship slip away
    but it wasn't s'posed to be that way
    i lived my dreams today
    and i lived it yesterday
    and i'll be living yours tomorrow
    so don't look at me that way!

    ve ben soruyorum onlara:

    what became of the likely lads?
    what became of the dreams we had?
    what became of forever?
    what became of forever though?

    we'll never know
  • son zamanlarda duyduğum en iyi şey...
    bunun ingiltereden çıkmış olması daha da umut verici doğrusu...
    ama grubun ömrünün uzun sürmemesi olası.
    zira pete doherty babyshambles adında bir grupla,
    carl barat da the chavs adlı bir grupla libertines dışında müzik yapmaya devam ediyor. dağılmadıkları sürece bu iyi birşey tabi. ama bana bu pek de olasılıklar arasında görünmüyor nedense... belkide carl barat'ın pete doherty'i evini soydu diye polise şikayet etmesi üzerine pete'in hapse girip çıkması yüzündendir.

    grubun tüm şarkıları güzel ama bir anda tutulmak için up the bracket derim.
  • yeni albümlerini kaydetmişler, ocak 2024'ü işaret ediyorlar. "10 yılda bir albüm yapıyoruz, sanırım bir sonraki albümümüz mezardan gelecek" demişler, bekliyoruz...
  • carl, pete'in ablasının üniversiteden arkadasıdır. pete'in ablası carl'a, benim bir küçük kardesim var siirler yazıyor, müzik yapmaya calısıyor ama gitarı pek calamıyor azcık yardım etsene suna nolur diyor ve eski bir barda tanısıyorlar. carl gitarı eline alıp çalmaya basladıgında pete inanamıyor vay sen neymissin jimi hendrix misin be diye hayran hayran bakıyor halbuki carl iyi ama o kadar da iyi degil. carl da pete'in aurasından etkileniyor, bu cocukta etrafındakileri kendine çeken bir seytan tüyü var diyor. önce birbirlerine ön yargıyla yaklassalar da sonra bakıyorlar kafalar uyusacak gibi yarın tekrar bulusmak üzere sözlesiyorlar. pete diyor ki yarın this charming man'i ögren de gel carl da ok diyor. yarın oluyor tekrar bulusuyorlar pete diyor hadi göster bakalım hünerlerini sayın guitar hero, carl bir baslıyor calmaya blur'den charmless man. pete'in bir anda hayalleri yıkılıyor bu lavuk the smithsi duymamıs bile bununla biz nasıl müzik yapıcaz aq diye. fakat sonradan hallediyorlar tabi. böyle de ilginc bir tanısma hikayeleri varmıs.
  • yayınlanmamış şarkılarından çok iyi bir albüm çıkarabilecekken dağılıp insanı sinir eden grup.
  • american wedding soundtrack'inde de bulunan time for heroes süper bi parçadır.sound olarak 2000li yılların the smiths'i diyebiliriz,etkileyici.
  • produktorlugunu bernard butler in yaptigi londra cikisli grup. ilk single lari what a waster haziran ayinda piyasada.
  • isimlerini marquis de sade'nin "the lust of the libertines" eserinden almış olan londradan çıkmış en heyecan verici şey*. referansları kendilerine benzer bir hayat hikayesine sahip olan efsane the clash, zaten debü albümleri up the bracket'ın prodüktörlüğünü de the clash'den mick jones yapmış. müzik olarak new yorkun the strokes'una londra'nın verdiği kesin cevap olarak görüyorum, bir anlamda strokes'un canlandırmaya çalıştığı old schoolu vatanına döndüren grup olmaktalar bu dörtlü. birçok eleştirmene göre de şarkı sözleri olarak the smiths'den sonra adaya düşen en yetenekli arkadaşlar da yine bunlar. up the bracket, gidin koşun temin edin biyerlerden, daha ne diyim..
  • bernard butler iyi bulmus yine, nereden bulduysa ki orada sebil vardir buyuk ihtimalle. butler'in kesfine mick jones da arka cikinca saglam sallandik acikcasi. jarvis cocker vokalli the kinks gibi sound veriyor bazi sarkilarinda the libertines. punk spotlari please kill me ve the boy looked at johnny'yi sarkilarina isim yapmislar. bu ikisini sirilsiklam sarhos vaziyette merdiven tirmanmaya calisirken cigirabilirsiniz. swing atmak icin iyi album.
hesabın var mı? giriş yap