• dünya genelindeki hemen hemen tüm sinema salonlarına gönderdiği 8.500'ün üzerinde makara ile "en çok kopyası çıkarılan film" olarak guinness rekorlar kitabı'na girmiştir. dağıtıcısının* bu başarısı ilk filmin marka değeri ile birleşince the matrix reloaded, 740 milyon usd'nin üzerindeki hasılatı ile serinin en çok kazandıran filmi olmuştur. filmdeki özel efektlerin bile 100 milyon usd civarında bir rakama mal olduğunu düşününce bu hasılata "bereket versin" diyebiliriz.

    daha önce birden fazla yazarın bahsettiği gibi otoban sahnesi sinema tarihinde ders olarak okutulacak kadar özeldir. bu kısmı tamamen kişisel yorumluyorum, üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçti ama bundan daha etkileyici araç takip sahnesi hala çekilemedi.

    --- spoiler ---

    dana yalamış stayla saçları ve spandex tulumuyla streç filme sarılı mudurnu tavuğu gibi arz-ı endam eden trinity'nin ducati 996 üstünde artçısıyla ters şeritte zigzag çizerek ilerlemesi, ayrık reis morpheus'ın kılıncını cadillac escalade ext'in sol arka kapısından sokup stopundan çıkarması, kameranın tırların altından girip üstünden çıkması... off, anlayamazsınız.

    --- spoiler ---

    normalde film yapımcıları böyle bir sahne çekeceği zaman validen izin alıp çeker ama bu manyak wachowski kardeşler, almeda'daki atıl durumda bir donanma üssünde 4 km uzunluğunda bir yol inşa edip, asfaltını döküp, beton bariyerlerini dizip, çekimi de alınlarının akıyla tamamladıktan sonra yıkmışlar. hatta general motors yetkilileri yolu görünce nasıl büyülenmişlerse "ulan o kadar uğraşmışsınız, bari gerçek bir otoban gibi görünsün" dercesine 300 tane otomobil hediye etmiş. çekimlerden sonra otobanla birlikte bu otomobilleri de imha etmişler.

    otoban sahnesinden sonra en akılda kalan sahne olan neo ve 80 kişiden oluşan agent smith'lerin kavgasının çekimi ise 27 gün sürmüş. bakın, 27 günde burada iki tane eltili-görümceli, bir tane de oflu hocalı film çekilebildiğini düşünürseniz tek sahne için 27 gün uğraşmanın getireceği başarıya da, rekorlara da şaşırmazsınız. filmin sadece başındaki benzersiz "akrep tekmesi"* için carrie-anne moss tam 6 (altı) ay eğitim almış. dünya tekvando federasyonu'ndan gümüş madalya sahibi bir kişi dahil uzman eğitimciler tüm başrollere ve dublörlere 8 (sekiz) ay boyunca ders vermiş. bizim yapımlardaki yataktan bile fönlü-makyajlı kalkabilen, kameraya gözlerini belerte belerte bakıp ağlayınca kendini meryl streep sanan tiplerin aksine setteki tüm başroller çekimlerdeki performanslarından sebep yaralanmış. carrie anne-moss* hem bacağını kırmış, hem dizini incitmiş. keanu reeves* defalarca ayağını burkmuş. laurence fishburn* kolunu kırmış. hugo weaving*'in boynundaki bir disk kaymış.

    üzerine daha çok konuşulur, anlatılır ama burada sayfalar dolusu detay zaten mevcut. sözün özü, size hatırlatma olsun. seriyi başa sarıp bir daha izleyin ama bu filme geldiğinizde biraz dikkat kesilin. "terminator 2 judgment day neyse the matrix reloaded o" diyeyim, anlayın.
  • katana ile cip biçmek atraksiyonunun, witchblade'de ian nottingham'in katanasi ile üzerine gelen bir arabayi ortadan ayırmasının sönük bir benzeri olduğu söylenebilir... her ne olursa olsun, morpheus'un o kollar arkada duruşu ve patates tarlası suratı ile nottingham'in karizmasına ulaşmasına imkan yoktur... üstelik kamyonun üzerinde iyice gördük, morpheus pek bir dombili olmuş, kenardan aşk halkaları sarkmış... hoş bizde de var onlardan, ama yeleği morpheus kadar başarılı doldurabileceğimi zannetmiyorum... keza, bana batan bir baska sey de morph'un konuşması oldu, arkadaşlar size buradan söyleyeyim, morpheus şeriatçı olmuş... benim bildiğim doğrudur diyor, kehanet diyor başka birşey demiyor... tekrar edeceğim ayrıca, o arkadan bağlı kollar hiç olmamış yani, raşitik gibi durmuş sayin morph...

    neo: keanu reeves bir casting dehasi bence, zira bu herifin tahitili melez suratı "seçilmiş adam - the one" formatına süper gitmiş... ayrıca ilk filmde oracle neo için "not very bright" demişti, kesinlikle doğru, zira architect konuşurken neo kesinlikle takip edemiyor, hadi biz de ara sıra kopuyoruz ama neo'dan daha çok şey anladığımız kesin, adam anlatıyor "şehir şöyle şehir böyle" diyor bir saat, sonunda neo "ha sen zion'dan bahsediyorsun?" diyor, kesinlikle "not very bright". yine de, genel olarak konsept güzel oturmuş, bütün matrix karakterlerinde olan karizmanın suniliği sorunu neo'da en az, belki uçabildiği için, belki de keanu'nun yüzünden, bilemiyorum artik...

    trinity: valla trinity ezik kalıyor. yani, kendisi orada neo'nun insani yanini ve özellikle abazanlığını vurgulamak için konmuş, o rolünü iyi yapiyor, ama, heriflerden birisi seçilmiş, öbürü de maaşallah seçilmişi kurtaran adam, onu kurtaran adam, bunu kurtaran adam, kısaca imam gibi ulu bir insan yani, trinitycan da ezilir elbette... tamam, action'i iyi güzel ama trinity'nin background'u zayif kaliyor... ha, monica belucci, neo'ya "tamam ama önce beni öpeceksin" deyince silahi "sen bunu öp" tarzında doğrultmadı mı? doğrulttu, helal olsun, delikanlı ablaymış...

    agent smith: the smiths en favori grubudur diyerek espri yapabiliriz, ama yapmayalım isterseniz. çok süper olmuş smith abi, bir kez daha takdir edebiliyoruz sadece. özellikle neo ile dövüşme sahnesi aşmış, o kadar beğendim ki perdeye yaklaşayım derken elim öndeki kizin göğüslerine girdi, cidden süper estetik, süper dolgun, çok çok başarılı, biraz neo'nun etekleri göze batıyor ama olur o kadar, sonundaki havaya bakışlarla tamamlıyor olayı... yine de, ben neo'nun sadece karateden başka olayının da olmasını beklerdim, chosen'sın abi sen, limitin var mi senin? ben olsam bina devirirdim, ben olsam yeri yıkardım ben olsam şöyle yapardım böyle yapardım diye fırtınalar çıkıyor kendi unplugged beynimizde...

    monica belucci: valla o kadin kirkbeş dakika boyunca yürüse yine seyrederdik... allah özene bezene yaratmiş...

    merovingian: adventure oyunu tadındaki filmin öğelerinden biri... ya bilmiyorum ben sevmedim filmin genel yapısı, süper kahramanlarımız çok serseri mayın gibiler, önüne oracle çıkıyor diyor buraya gideceksin gidiyorlar, keymaster çıkıyor, diyor bana çay koy, koyuyorlar, pek de sorgulamiyorlar, denileni yapiyorlar... ha, denileni iyi yapıyorlar, o ayrı da, yani sen kendini matrix'ten çıkmış mı sayıyorsun? o zaman da yapıyordun denileni, şimdi de yapıyorsun... ha zannediyorsun ki bir amacın var, babayı alırsın bence, matrix içinde matrix çıkarsa şaşırmam yani, kıçımla gülerim morpheus'un suratına...

    morpheusun kırmızı koltuğu: valla morpheus buraya oturunca bir garip oluyor, herifin modu değişiyor yani, bildik enseye tokat adam gidiyor, yerine böyle cem uzan tarzı söylevler veren biri geliyor... şahsen kafamda ürettiğim bir komik diyaloğu da pastelemeden edemeyeceğim:
    morpheus: what if tomorrow the war could end? isn't that worth fighting for? isn't that worth dying for?
    niobe: sen anlat, ben gözlerimi dinlendiriyorum...

    link: bu eylenceli bir adamdi ya, rasta zenci abimiz, dikkatlerden kaçmıştır belki, evine girerken "where is my pussy" diyecek oluyor, veletleri görünce susuyordu, komik bir adamdı, neo'nun hareketlerinden sonra "hassiktir", "oha uçuyor lan", "kaç yapıyor lan bu?" diyerek bizim vereceğimiz tepkileri vermesi için konmuştu sanki, iyiydi ama...

    matrixe bağlananların arkasındaki delikler: ya bilmiyorum insanlar bununla nasıl oynamıyorlar... yani, mesela neo ve trinity sevişirken, ki kimse buna spoiler demez heralde, çok şaşırtıcı olmasa gerek değil mi? sizin için bir şok değil, değil mi? onlar da insanlar, yani, en azından hormonları var ve abazanlıktan kıvranıyorlar... biz gördük yani, neo, monica belucci'yi gördüğünde çadırı öyle bir kurdu ki matrix'te duvarlar yerinden oynadı... herneyse, neo sevişirken deliler gibi gözümüze battı... ne bileyim, insanlar bununla oynamaz mı? parmağını sokup karıştırmaya kalkmaz mı? doksanbin bakımını yaptırmak gerekir mi? aklımızda açıklanması gereken bir sürü soru var... ayrıca birisinin neo'ya olayin içeri girmekle bitmediğini, orada gidip gelmek gerektiğini söylemesi gerekir... yani, bir porno film havası beklemiyorduk, ama heralde bu kadar da seçilmiş değil bu adam? lütfen. biz ondan duvarları esnetmesini bekliyoruz...

    architect: valla amcam filmin özel efekt bombardımanı honkonk action filmi havasına 124 beden büyük geldi.. şahsen ben üstün entellektüel düzeyim sayesinde takip edebildim, ama açıkası o sırada arkama yaslanıp "ulan neo da ne biçim koydu kafayı" diye düşünmeyi tercih ederdim... bana biraz yalan atıyor gibi geldi, ne o küçük dünyalari ben yarattim havalari? hoş, o da dekorasyonunu iyi yapmış, "seçilmişim ben tekim" diyen neo'ya kendi önemsizliğini gösteren bir setting hazirlamiş dersem sizi yeterince meraka sürüklemiş olurum sanirim...

    bitirmeden önce, filmin eeen başında, trinity'nin süper bir hareketi var, şöyle anlatayım, bir binanın tepesinden motorsikletle atlıyor, yolun yarısını inmişken ters perende ile motorsikletten kurtuluyor, ve boşlukta kalan alet de düşüşünü güvenliğin binasında bitiriyor, bina patliyor, no more güvenlik, wow! ikinci beğendiğim de, bu da een başta yine, trinity bir agent'dan kurtulmak için camdan atlıyor, ve agent da arkasından atlıyor, süper bir detay bence, mesela atlamasa, ya da tereddüt etse gitti film, çünkü engel değil ona... çok güzel düşünülmüş... zaten, filmde önemli bir hata yok bence, varsa da en azından beni aştı, o da güzel... tabi şuna öldüm açıkçası, sizin de bildiğiniz gibi "zion 72 saat sonra yokolocaktır" konusu var filmde, ve zion halkı yokolmaya üç gün kala ne yapıyor dersiniz? parti yapıyorlar. bilemiyorum parti ne kadar doğru bir terim, az çok orji yapiyorlar aslında, yani, şöyle diyeyim, makineler çalışıyor, sentinellerden yapıyorlar, ama insanlar da boş durmuyor, üremek için ellerinden geleni yapıyorlar! dokuz ayda bir nüfus yarısı kadar artıyor diyeyim, siz anlayın... ama bu kadar kusur kadı kızında da olur, hem benzeri bir club sahnesi de ilk filmde vardi, sanki biraz da ona göndermeymiş gibi geldi, hoşuma gitti o bakimdan, ama ubersaçma yani, bu kadar olur...

    councillor hamann: (hehehe bitiriyorum sanmıştınız değil mi? böyle yaparım adamı.) konsey üyesi hamann diye geçiyor alt yazida, onun dışında gayet cool, bilge, aksakallı dede formatında bir amca... sevdim şahsen kendisini...

    zion kapısının bilgisayarları: mükemmel bir olay. filmdeki en güzel anlardan biri bence, "aradan kaç sene geçmiş, bütün teknolojinizi makineler mi kullaniyor ulan? şuradan iki imac gösterin bari" şeklindeki isyanlarımıza verilen bir yanıttır adeta. süper. eve istiyorum.
    kisaca, matrix reloaded görülmesi gereken bir film, zira sadece neo'nun agent smith'le dövüştüğü sahne bile filmi kurtarmaya yeter, ki bu durumda da kurtarılması gereken bir film yok ortada, güzel bir film var, hem ben "matrix ikibinlerin star warsudur" fikrindeyim, o yüzden de görülmesi gerekir diye düşünüyorum... herneyse, matrix reloaded güzel olmuş, on üzerinden sekiz veriyorum, sekizbuçuğa da çekerim dersten sonra gelir yalvarırsa, bir puanını da monica belucci az göründüğü için kırdım, böyle biline. gidin görün ya, adamlar yapmış işte...
  • the matrix reloaded (2003)

    8 / 10

    wachowski kardeşler imzalı the matrix reloaded, haksızlık yapıldığını düşündüğüm bir eser. neden haksızlık yapıldığını düşündüğüme gelirsek, öncelikle film daha açıklayıcı ve bilgilendirici. felsefi olarak ilk filmdeki ağırlığının olmadığı aşikar. ancak, bu film kahin, anahtarcı ve mimar arasındaki bağlantının önemi açısından daha açıklayıcı. bugüne kadar matrix'in sanal bir dünya olduğunu, neo ve arkadaşlarının da robotların katliamı sonrası zion'da kaçak ve gerçek bir dünyada yaşadıklarını düşünmüştük. mimar ve neo arasındaki konuşmalardan sonra, zion ve gerçek dünyanın da aslında matrix'in bir başka versiyonu olduğunu öğrendik. yani bizim bugüne kadar izlediğim her şey, sanal bir dünyadan ibaretti. film, bunun sağlamasını da final sahnesinde neo'nun matrix'in içindeyken mermileri durdurması gibi psişik bir güçle robotları durdurması ile yaptı. hem mimarın söylediklerinin doğru olduğunu anladık, hem de neo ve mimar arasındaki konuşma anlam buldu bu sahneyle. ayrıca neo ve trinity'nin de öldükten sonra geri dönmelerinin de bir mantığı oldu. matrix'in en içime sinmeyen sahneleriydi çünkü. aksiyon sahneleri biraz fazla eleştirilmiş, üstelik ilk filmde de az buz aksiyon sahnesi yoktu. filmi sadece aksiyon sahnelerinden ibaret değerlendirmemek gerek. evet, aksiyon sahneleri biraz fazla abartılmış, zaman zaman can sıkıcı. ilk filmin gerisinde olmasını garipsemiyorum, ilk film çok iyiydi zaten. ancak, ilk filmin çok başarılı olması, bu filmin başarısız olduğu anlamına gelmez. kurgusal olarak bazı parçaların yerine tam oturduğu, ilk filmin şanına yakışır bir devam filmi the matrix reloaded. ben çok beğendim.
  • filmi muhtemelen seyretmeyen kalmamasına ragmen spoiler icermektedir.

    --- spoiler ---

    ikizlerin ekibi takip ettiği sahnede ilk yol ayrımında carptıkları bmw nin arka tarafının dagılmasına istinaden surattaki tebessumu agir cekim gostermesi, amerikan otomotiv endustrisine selam, alman arabaları için de agir bir taşak geçme havası vermektedir.

    --- spoiler ---
  • zion'daki parti sahnesi "böyle yozlaşmış kültür yok olmaya mahkumdur"* dedirten film.
  • karşısında durduğumuz sisteme karşı yürütülen savaşın bile sisteme ait bir gereksinme olduğunu anlatan film. özgürlüğümüz de sisteme bağlılıktan başka bir şey değil, sistem yeniden yüklendikçe sistem karşıtı bütün çaba boşa gidiyor.
  • bu incelemeyi the matrix'in altına değil de bu bu başlığın altına yazmamın sebebi, aşağıda yapmaya çalışacağım teknik analizin matrix reloaded filminde neo ve the architect karakterleri arasında geçen diyolag üzerine kurulu olmasındandır.

    öncelikle matematikçi olmadığımı belirtir, yapacağım hatalar için baştan özür dilerim. matematik ya da nümerik çözüm uzmanı arkadaşlar olur da bir hata görürlerse bana yazmaktan çekinmesinler.

    teknik altyapıyı anlatmak uzun sürecek, lütfen kopmayın.
    ilk olarak türkçesiyle matrisin ne olduğunu anlamalıyız (karışıklık olmasın diye matematikle alakalı durumlarda matris lafını kullanacağım).

    matris, birden fazla matematiksel denklemden oluşan bir sistemi ifade ediş biçimlerinden birisidir. hepimiz ortaokul lisede tek bilinmeyenli tek denklemleri gördük.

    en basitiyle a*x+b=0 diyelim. burada x bilinmeyenimizdir. bunu çözmek gayet kolaydır.

    şimdi bir de 3 bilinmeyenli bir sistem düşünelim.
    a11*x1+a12*x2+a13*x3+b1=0
    a21*x1+a22*x2+a23*x3+b2=0
    a31*x1+a32*x2+a33*x3+b3=0
    burada bilinmeyenler x1, x2 ve x3'tür.
    bu sistemi matris biçiminde yazarsak da şöyle olur:

    [a11 a12 a13 b1
    a21 a22 a23 b2
    a31 a32 a33 b3]

    gördüğünüz gibi içerik aynı. kısacası, matris bir notasyon biçimidir.

    filmimizdeki matrix ise devasa sayıda bilinmeyen ve denklemlerden oluşan bir sistemdir. matrix sonuçta gerçek hayatın bir simülasyonu, ve bu simülasyonu tanımlayıp yürütebilmek için pek tabii denklemlere ihtiyacımız var (burada determinizm'e göz kırpılıyor sanki).

    detaylarını açıklamıyorlar, ama tahminime göre matrix filmindeki matris her bilinmeyenin bir insanı temsil ettiği bir sistem. yukarıda 3*3 lük bir matris varken şimdi bunu 5 milyar * 5 milyarlık bir matris halinde hayal edin (belki de kullanacak sembol kalmadığı için latin harfleri, katakana ve bilumum ıvır zıvır sembol kullanıyorlar). tabii burada insan nüfusu 5 milyardır diye o rakamı salladım. bunun yanında, sisteme girip çıkan elemanlar var -mesela doğanlar ve ölenler; kaçak elemanlar var - mesela trinity filan gibi korsan giriş çıkış yapanlar; saklanan elemanlar var -mesela merovingian'ın fedaileri; hayalet elemanlar var -mesela ajanlar. yani var da var.

    karşımızda müthiş karmaşık ve zaman içinde sürekli evrilen bir sistem var. kısacası, matrisimiz hem nonlinear (doğrusal olmayan) hem de differential (diferansiyel). bu detayları burada açıklamak istemiyorum, zira bunlar gerçekten tartışmaya açık ve konuyu anlamamıza çok yardımcı olmayacek detaylar.

    şimdi elimizde çözmemiz gereken dev bir matris var. felsefi açıdan "matrisi çözmek" burada ne anlama gelir emin değilim, ama insanlar üzerinde mutlak kontrol olabilir. hani her şeyin önceden bilinip kontrol altında tutulacağı, acayip olayların olmayacağı dengeli, stabil bir sistem (şimdi emin oldum, the architect deterministic bir sistem peşinde).

    peki matris nasıl çözülür?

    bunun için çeşitli yöntemler var. mesela, linear/lineer/doğrusal sistemler eğer abartı sayıda bilinmeyen barındırmıyorlarsa, gauss elimination gibi yöntemlerle kesin olarak çözülebilirler. "kesin çözüm" kavramını anlamak çok önemli, zira işin ucu neo ve agent smith'e dayanıyor.

    kesin çözüm burada her bilinmeyenin kesin olarak, yani hata payı olmadan bulunması demektir. yani x1 şudur x2 de budur...

    eğer sistemimiz matrixteki gibi başı sonu beni değilse, hele bir de zaman içinde evriliyorsa, yukarıda bahsettiğim gibi kesin sonuç üreten yöntemlerle çözülemezler. burada devreye iterative/iteratif/yineleyici yöntemler giriyor.

    iterative yöntemlerde sistemi çözebilmek için bilinmeyenlere kafadan bir ilk değer verip, sistemi çözmeye çalışıyoruz. sonra, elde sonuçlarla ilk verdiğimiz değerleri karşılaştırıp sistemin çözülüp çözülmediğine bakıyoruz. baktık çözülmemiş (yani denklemler dengelenmiyor, artanlar var vs), elimizdeki son değer setiyle bir raund daha çözüyoruz. sonra bir daha, bir daha, bir daha... ta ki denklemler bizi tatmin edecek bir şekilde dengelenene kadar. yani denklemler yakınsayacaklar (converge).

    gördüğünüz gibi, çözüm boyunca yinelenen her raund aslında matrixteki bir zaman birimine bedel. normalde problem çözerken, ilk tahminden sonra baktınız denklemler büyük sıçışta, yani ıraksıyorlar (diverge), ilk değerleri yeniden atayarak çözüme sıfırdan başlarsınız. ama matrixte zamana bağımlı bir sistem var. sistemi resetlemek demek her şeyin yıkımı demek. zaten the architect'in neo'ya yaptırmak istediği de bu. neo sistemden çıkacak, matrix her şeye bir reset atacak ve matrisi yeniden çözmeye başlayacak (architect bu durumu cataclysmic system failure olarak tanımlıyor).

    bu durumda matrix format yiyene kadar, ilk verdiği tahminlere bağımlı olarak sistemi çözmek zorunda. ama filmden de anladığımız gibi, bu çözüm yolu neo'dan önce 5 kere daha sıçmış. niye? bi kere matris çok büyük. hatalı tahmin yapma olasılığı çok yüksek. sonra zaman içinde hataların birikip devasa yanlışlara yol açma durumu var. işte mesela x1'e 1 dedik. bir raund çözdük baktık x1'2 oldu. neyse dedik, sorun değil, çözüyoruz çözüyoruz, bir baktık 100 olmuş. sonra 1000. bir yerden sonra da iş çığrından çıkıyor ve x1 sisteme mavi ekran verdirecek kadar büyük bir değere ulaşıyor.*

    architect bütün bu anlatmaya çalıştığım olayı bir paragrafa sığdırmaya çalışmış: "senin hayatın, matrix'in tabiatına ait olan bir denklemin dengelenemeyen kalanlarının toplamı. sen, en samimi çabalarıma karşın matematiksel bir kesinliğin harmonisinden bir türlü eleyemediğim bir sapmanın/aykırılığın sonucusun."

    benim anladığım kadarıyla neo ve agent smith işte bu şekilde sistemi dengesiz bir hale getiren iki bilinmeyen. yine tahminime göre, neo mesela +1 milyon değerine ulaşıyorsa smith'in de bunu dengelemesi şart olduğu için -1 milyon olması lazım. neticede denklemler kapalı sistemler. bir yerden bir artış varsa, onu kompanse edecek bir azalış olmak zorunda. yani neo güçlendikçe smith güçleniyor, smith güçlendikçe neo güçleniyor.

    buradaki paradoksu fark etmişsinizdir. peki o zaman soruyorum, 3. filmin sonunda neo smith'i nasıl yok ediyor? eğer smith yok oluyorsa, neo da yok olmak zorunda değil mi? zaten 3.filmin sonunda da bu oluyor. o sahnede neo matrixe kendini feda edip smith'in de yok olmasını sağlıyor. bu iki dev bilinmeyen matrisden elenince, kalan bilinmeyenler çözülmeye devam ediyor.

    lafı fazla uzatmadan birkaç spekülasyon yapmak istiyorum.
    -sistemde neo ve smith'ten başka dengesizleştirici ya da dev değerlere ulaşan eleman yok mu?
    var. mesela the architect, the oracle, seraph, merovingian. özellikle seraph ilgimi çekiyor, zira neo'ya ikinci filmde gayet güzel kafa tutup dayak yemeden sahneden çekiliyor.

    -architect ve oracle matrise dahil bilinmeyenler mi?
    bence öyleler. zaten 2. filmden oracle'ın da bir program olduğunu biliyoruz. zira 3. filmde smith oracle'i sindirebildiğine göre oracle da bir bilinmeyen. belki +1 milyar puanı var, ama sonuçta sonsuz değere sahip değil. neo ve smith dengesinden yola çıkarsak architect de mesela -1 milyar puana sahip olmalı sanki. bu durumda, oracle'i sindirebilen smith architect'in ofisini basabilseydi onu da sindirebilecekti.

    -matrix hep sıçmak zorunda, değil mi?
    pek tabii. karşımızda kesin çözüme asla ulaşamayacak dev bir sistem var. ama architect amca inatla, önümüzdeki maçlara bakacaz diyen futbolcu gibi, ben bu işi çözecem diyor. yukarıda architect'in determinist bir yaklaşımda olduğunu söylemiştim. kuantum fiziği kurulduktan sonra determinizm gibi kavramların var olamayacağını zaten insanlık öğrendi (merak edenler kelebek etkisi, belirsizlik ilkesi, kaos teorisi gibi konulara bakabilir). ama matematiğin ve fiziğin bize söylediği gibi, matrix asla çözülemeyecek. dolayısıyla, her yeni sürümde en az bir neo ve en az bir agent smith var olacak. oracle da zaten bu kafada. son sahnede, neo'yu büyük ihtimalle yine göreceğiz diyor.

    dipnot: belki bilinmeyen (unknown) kelimesi yerine değişkeni (variable) kullanmak olayı anlamamıza biraz daha yardım edebilir, emin olamadım.

    neticede matrixteki/matristeki her karakterin değeri hem sürekli değişiyor (değişken) hem de kesin olarak bilinemiyor (bilinmeyen). seçimi size bırakıyorum.
  • temel olarak kendimi "spoiled" hissettigim bir film oldu the matrix reloaded.. ne guzel matrix kafamizda sadece belli ba$li unsurlarini bildigimiz gizemli bir olguyken bunlarin hepsine mantikli aciklamalar do$endi, "bu da buydu aslinda" dendi, o kadar yalin ve basit gorunmesin diye devasa bir kaynakca da dokuldu.. kisaca ilk film ile ikincisinin farkini erotizm ile porno arasindaki fark gibi goruyorum..

    diger yandan bu "her $eyi aydinliga kavu$turma" kaygisi oldukca ozenli ve dikkatli yapilmi$, en azindan amacini gercekle$tirmi$. bu filmin ikinciden cok daha karakter zengini olmasini da yerinde buldum. ikinci film yine sadece morpheus ve neo ile olmazdi..

    filmin tek kotu, icime sindiremedigim "offf yapma daha fazla devam etme dayanamayacagim" kismi morpheus'un 10. yil nutkunu attigi zaman oldu. morpheus'un asla ses tonu miriltidan oteye gitmeyen, karizmatik, agir abi modeli, mikrofondaki teknik aksakliktan olsa gerek partikullerine ayrildi gozumde.

    binbir referans, latince'den ingilizce'ye pek kullanilmadiklarindan hic degi$meden girmi$ kelimeler ve soluk vermeden bir nefeste hizlica sarfedilen paragraflar sayesinde cok karma$ik bir $eymi$ gibi aciklanan matrix felsefesi ise temelde saglam lakin basit bir olguya dayaniyor. bunun farkinda oldugunuz muddetce tum referanslar ve kafa bulandirici cumleler onemini yitiriyor. hele bir yerde hamman "what's control?" dedi neyse ki neo "aman hoca o konuya hic girmeyelim istersen" ayarinda bir cevap verdi de kurtulduk..

    bulutlarin ustundeki makaminda bir yandan foto$op ogrenip bir yandan bize seslenenlerin dahi inkar etmek icin kulp bulamadigini gordugumuz ba$ariyla kotarilmi$ unsurlara hic deginmiyorum.. nitekim "dovu$ sahneleri cok guzel, bi de beyaz ikizleri begendim" tespitine numara versek iyi olacak mesela "13" deyince "dovu$ sahneleri cok guzel, bi de beyaz ikizleri begendim" anlamina gelsin.. 13.

    filmin anafikri ise $oyle: karar verebilen $eyler yapmak kotu bir karardir..
  • yıl olmuş 2013, hala bu film için doğru düzgün bir altyazı yok; eksik kelimeler, otosansürler...
  • the matrix ile yaşantımı artık daha kapsamlıca sorguladığım, vizyonumu genişletme sebebi olan filmin devamı olacak reloaded'ı sınırlarını aşmış bir hevesle bekliyordum.

    o dönemlerde hoşlaştığım şahsı davet etmem ve karşılığını da görmem ile birlikte, daha filmi görmeden hayatımın daha iyiye gideceğini anlamıştım. reloaded artık hayatımın bir milestone'u, yıllarca sürecek bir ilişkinin asistanı olacaktı.

    tabii ki olmadı. tam tersi oldu. hoşlaştığım şahıs filmin yarısından çoğunu kahkahalar eşliğinde izledi. en başlarda küçük tebessümlerle geçiştirmeye çalıştıysam da, sonrasında devam eden çılgın kahkahalarına eşlik edemedim. yıllardır beklediğim bir filmin içine sıçtı. ne izlediğimden bir şey anladım, ne de bu insan evladının kahkahalarından.

    çokça söylenir, filmin felsefi tabanı da sallantılıydı, gereksiz görselliğe bulanmıştı, değil mi? hah, aynı benim hoşlaştığım şahıs gibi.
hesabın var mı? giriş yap