• muhtesem bir sir philip sidney sonesi:

    the nightingale, as soon as april bringeth
    unto her rested sense a perfect waking,
    while late bare earth, proud of new clothing, springeth,
    sings out her woes, a thorn her song-book making,
    and mournfully bewailing,
    her throat in tunes expresseth
    what grief her breast oppresseth,
    for tereus' force on her chaste will prevailing.
    o philomela fair, o take some gladness,
    that here is juster cause of plaintful sadness :
    thine earth now springs, mine fadeth ;
    thy thorn without, my thorn my heart invadeth.

    alas, she hath no other cause of anguish
    but tereus' love, on her by strong hand wroken,
    wherein she suffering, all her spirits languish ;
    full womanlike complains her will was broken.
    but i, who daily craving,
    cannot have to content me,
    have more cause to lament me,
    since wanting is more woe than too much having.
    o philomela fair, o take some gladness,
    that here is juster cause of plaintful sadness :
    thine earth now springs, mine fadeth ;
    thy thorn without, my thorn my heart invadeth.
  • ilk filmi the babadook ile dikkat çeken yönetmen jennifer kent in son filmi. ancak bu sefer bir korku filmi değil, 1800 lü yıllarda tazmanya'da geçen bir macera/gerilim filmi ile karşımızda.
  • kurgu, sinematografi vs. uyduruk olsa da siyahilere (filmde aborjinler söz konusu) karşı zamanında işlenen vahşete irlandalı kadın üzerinden değinerek duygulandıran film. oldukça sert sahneleri var.
  • hakkında bu kadar az entry olmasına şaşırdım çünkü bu yıl izlediğim en iyi filmlerden biriydi.

    --- spoiler ---

    takma adları kuş cinsleri olan, biri irlandalı, diğeri tazmanya yerlisi zenci iki genç insanın, yani bülbül ile siyah kuş'un ormanda geçirdikleri zaman, birbirlerine başta duydukları tiksinme ve düşmanlığın beraber zaman geçirdikçe sevgiye ve şefkate dönüşmesi, hele de bir sahnede birinin bir yerli ağıdı yakarken diğerinin de kendi dilinde irlanda halk şarkısı söylemeye başlaması nasıl da yüreğe dokunuyordu.

    ayrıca teğmen hawkins ile çocuk yamak eddie arasında gelişen olaylar, eddie'nin otoriteye karşı kraldan çok kralcı bir yaklaşım sergilemesi fakat otoritenin ise kendisiyle kedinin fareyle oynadığı gibi oynaması ile yaşananlar; nightingale'in yaşadığı çok korkunç olayların ilk şokla katlanılabilen itici bir güç olması fakat her gece uykusunda tekrar tekrar yüzeye çıkması; teğmen ve tayfasına rehberlik eden yaşlı zencinin verdiği hayat dersi ("alın bakın buraları hep toprak, gözünüzün alabildiği her yer toprak, alın krallığınızı kurun, hadi iyi günleeer...") ve daha birçok ayrıntı o kadar ince ve çarpıcıydı ki. üstelik benim diyen gerilim filmlerine bile taş çıkaran gerginlikte çok sahnesi vardı filmin, hatta bir ara açıkçası hiç izlemediğim srpski film'i andım, "acaba onu da izlemeye dayanabilir miyim, buna dayandım?" diyerek, vallahi bu kadar şiddet pornosu olmadan bu kadar şiddet sahnesi gördüğüm ve böyle iyi kotarılmış bir film hatırlamıyorum. en güzel yanı da müzikleriydi, bol bol halk şarkıları söyleniyor, ingiliz halk şarkıları, irlanda halk şarkıları ve yerli chantları içinde kaldık, biraz da buramıza...
    --- spoiler ---
  • ingiltere’ ye ve ırkçılığa mesajları olan efsanevi film.
  • the babadook'la gönülleri fethetmiş, gözde yönetmenler arasına girmiş jennifer kent hanımefendimizin 'tek atımlık kurşun' olduğu fikrini - ne yazık ki - kanıksattıracak, ikinci uzun metrajı olan facia.

    film postkolonyalizm'in temel analitik araçları olan sınıf*, toplumsal cinsiyet*ve ırkın* hepsini çorba yaparak britanya'nın kolonyal geçmişiyle yüzleşmek adına clara adında bir garip suçlu kadının hikâyesi.

    filmin bir yarısı eşini vahşice kaybetmiş bir kadının 'intikam hikâyesi' olarak fena değilken, ikinci yarıya dağılmış tüm britanya'nın gerek irlandalıları gerekse de avustralya'daki siyahları sömürmesi eleştirisi çok kadük kalıyor. yani ingiliz kolonisi yüzbaşının 'kötü' karakteri her ne kadar 76 yıl öncesinin westernlerindeki 'kötü' karakterle yarışacak kadar tek boyutluyken, araya serpiştirilen - altyazıda bile çevrilmeyen - irlandaca kesitleriyle de hafiften "ezilen ulus milliyetçiliği" raddesine geliyor. bunun yanına bir de 'yah yah!' diye bağıran özgür bir karakuş olan siyah 'rehber' ile kıtadaki yerel halkların soykırımı çok yüzeysel kalıyor.

    alt sınıftan irlanda kökenli bir kadını, yerel kabilelerden olan hiyerarşinin tam altındaki bir siyah adam ile kesiştirmek suretiyle yine postkolonyal teorinin de yaptığı gibi tüm mevcut analitik araçları birleştirmesiyle siyaseten söylediklerinin her biri doğru olsa da bunu çarpıtıcı bir şekilde vermekten yard yard uzak olan film.

    nitekim kendisinden beklentiler çok yüksekken doctor who - ve genel olarak ingiliz - siyasi doğruculuğu ile "geçmişle yüzleşme" adına makul bir eser denebilecekken, bu yüzleşmenin bu kadar girift görüntüsü altında çok sığ bir yerden gerçekleşmesiyle kent hanımefendinin büyük hayal kırıklığına yol açan filmi.
  • beyaz adamın vahşetine korkusuzca değinen pek az filmden bir tanesi.

    sinemaseverler için müthiş bir film.
    içerisinde vahşet barındırıyor olmasından dolayı izlemek biraz moral bozukluğuna yol açsa da herkesin izlemesi gereken bir film.

    beyaz adamın şimdi ki medeniyeti nasıl kurduğunu, siyahilere yaptıklarını çarpıcı bir şekilde anlatıyor.

    ingilizlerin bu kadar eleştirildiği pek film görmemiştim. bu açıdan da ayrıca cesur bir film.
  • yönetmenine falan bakmadan izlediğim ama sonrasında yorum yapmaya değer bulduğum bu senenin iki iyi filminden biri. diğeri capernaum *

    bu film için söylenecek iki salt sözcük var: "özgün ve gerçek"

    yorumlarımı daha sonraya saklamak kaydıyla izleyin ve izlettirin diyorum.
  • 2 saati aşkın süresi boyunca zaman zaman ağır sahneleriyle insanı sarsan, zaman zaman bir kovalama anında yakalanma hissiyle geren, etkili bir intikam, sağlam bir köle eleştirisi, güzel oyunculuklarla dolu iyi bir film bu.
    aborjinlerin sisteme zorla dahil edilişleri ve asimilasyonuyla alakalı daha önce de au yapımı filmler izlemiştim ama bu, köleciliğe eleştirinin yanı sıra bir kadının sürek avı hikayesiyle de ağır bir içki gibi çarpıyor adamı.
    bu yıl izlediğim en iyi yapımlardan da biri rahatlıkla derim ayrıca.

    --- spoiler ---

    clare ve billy, o iki orospu çocuğunu kasabada bırakıp kaçtıklarında sinirden dişlerimi sıkmıştım ama aslan billy boyanıp mızraklanıp ikisinin de anasını sikti bir rahatlama geldi orda sonra ikinci kez topukladılar filan ama bizim herif ölecek diye korktuk o da olmadı ki buna ayrı sevindik ve tüm o gerilimler güzel bir güneş doğuşu sahnesiyle son buldu, pek güzel oldu...

    --- spoiler ---

    8.
  • clare (bkz: aisling franciosi) çok iyi oynamış. açıkçası posteri hoşuma gitti merak edip izledim, konusu şu bu falan pek bakmadım ama iyi ki izlemişim dedirtti.
hesabın var mı? giriş yap