• garip ama guzel bir jack nicholson filmi.
  • (bkz: pledge)
  • 2001 yapimi bir sean penn filmidir. fazla adini duyuramadiysa da guzel filmdir velhasil. asil rol jack nicholson a aittir. citirdan da olsa benicio del toro yu goruruz.
    sean penn , sevgili esi robin wright i da oynatmayi unutmamistir.
  • jerry adlı emekli bir polisin (jack nicholson), kurbanlardan birinin annesine verdiği bir söz neticesinde, kız çocuklarını öldüren bir katilin peşine düşmesini anlatan sean penn filmi. öyle bir sözdür ki bu, kurbanın evinde, yaşarken yaptığı bir haç üzerine edilmiştir. bu nedenle filmin adı pledge'dir. nicholson her zamanki gibi mükemmel oynamıştır. benicio del toro, geri zekalı bir adamı toplam 10 hadi bilemediniz 15 dakikalığına oynar ve çeker gider filmden. ama bu sahnelere ve filme damgasını vurur. ayrıca harry dean stanton benzinliğini nicholson'a yani jerry'e satarken, her zamanki mahzunluğu ile insanı olduğu yere mıhlar. bir ara mickey rourke çiçek bozuğu ve estetik kurbanı yüzüyle tam iki dakika görünür. kaybolan kızını anlatırken bir anda gözyaşlarına boğulur. insanın ağlayacağı gelir onu böyle görünce. manhunter'ın tooth fairy'si tom noonan, jerry'nin katil sandığı bir rahibi canlandırır. hem sakallı hem de sakalsız haliyle tam bir psikopattır ama değildir de aynı zamanda. bana göre, penn'in yönetmenlik kariyerinin doruk noktası şimdilik nefis bir finalle kapanan the pledge'dir.
  • mesele çoğunluğun, bölerek paylaştığı "katilin kim olduğu?" sorusu ve bu soruyu irdeleyerek bulunacak amaçlar ve akışın belirgin sinematik yolculuğu değildir. mesele 'pledge'dir. verilen bir sözün, ve fanatikçe arkasında durulan bir noktanın belirliliğini kaybetmesi-inanç ve o inanç doğrultusunda yapılan herşey. filmin paradigması da artık felsefede de belirli bir bütünlük arz eden, iyi-kötü karşıtlığının; doğru-yanlış krallığından ayrılıp-insanın kendine dönüşlerinde ki, self-destructive kodları açığa alması ve bu gerçekle 'yaşama' zorunluluğunun yaşamın bir yükü olduğunun değil; onun yaşam olduğunun ve onun içi ve dışında ki eylemlerinde yaşamak olduğunun; retrospektifiyle-filmi sondan başa doğru sarma saplantısı olduğunu söyleyebiliriz.
  • böyle metafizik gibi bir filmdir. verdigi söz, bilincaltinda bir lanete dönüsür, hic yokken kasiniveren eski bir yaraya dönüsür nicholson icin, aradan yillar gecse bile. akli dengesini kaybeder yavas yavas. verdigi söz kemirir, sömürür kendisini. bu acidan tüyleri diken diken eden bir filmdir.

    yanisira, "oyuncudan yönetmen olmaz, oyuncular aptaldir" önyargisiyla gene uzun süre gözardi edilmis, the cradle will rock tarzi bir basyapitimsidir.
  • finali, ormanlar içindeki görüntüleri, illa güzeli yansitmamasiyla (esas kadin, hem cirkin hem sirindi) insani tavlayan guzel bir film
  • harika ve derin bir film. jack*'in yardım almaya gittiği o kadının kendisine andropoz'a girmiş erkek muamelesi yaptığını farketmemesi de ilginç. hoş gerçi, jack'in herhangi bir şey farkedemeyecek kadar hedefe kitlenmiş olduğu da bir gerçek.
    bir yaştan sonra inatçılık artıyor, özellikle de doğru olduğuna inandığınız konularda. mesela "the pledge"de. o yüzdendir ki yaşlılara inanmıyorsanız bile farkettirmeyin bunu, eğer bir taş yerinden oynarsa* herkes oynatabilir.

    <spoiler>
    aslında jack akli dengesini yavaş yavaş kaybetmedi. sadece kendisine inanmayanların utanacağına inandığından ısrar etti davranışlarında. aslında haklıydı ve bu standart bir hollywood filmi olsaydı utanırlardı, jack mutlu olur, sözünü tutmuş olurdu. o yamuk dişli kadınla da yaşarlardı sonsuza kadar mutlu.

    nese ki bu standart bir hollywood filmi değil...
    </spoiler>

    ayrıca jack bir oscar daha alırdı film daha çok ses getirse. fazlasıyla hakediyor.
  • soundtrackini hans zimmer abimiz yapmıştır.
  • sevmiyorum bu filmi, hatta kafadan kılım. tamamen kolpa bir finali var filmin, tamam "punisher'a bağlamış kahraman jack nicholson" finali beklemiyordum ancak kendi hikayesini de tam sonlandıramayan, öyle "oldu bitti" mantığıyla konmuş bir şey bu filmdeki. hiç bir şekilde filmin geri kalanına yakıştıramıyorum, bütün mevzunun içini boşaltıyor. esasında bu tatminsizlik hissi sean penn ile alakalı galiba, zira into the wild'da da vardı aynısı, "ee yani?" tepkisi veriyorum iki filmin finalinde de.
hesabın var mı? giriş yap