• filmden haberdar olmamama rağmen, başlığı okuyunca hemen bende bir ayar verme isteği yaratan yapımdır. niye denilecektir ki cevabı ingilizce'de "happyness" diye bir kelimenin olmayışıdır. mutluluktur ki, o da "happiness" şeklinde yazılır. lakin araştırmalarım, filmin adının hakikaten de "happyness" şeklinde yazıldığını göstermiştir. ayar vereyim derken ayar almak deyimini tamamlamış bulunup, türkçe karşılığını yazalım.
    ing. mutluluk kovalamacası

    türkçe'ye olası çevrilişi:

    mutluluğun peşinde

    niye happiness değil de, happyness olduğunu da buldum. buyrun burdan yakın:

    --- spoiler ---

    the word "happyness" in the title has been taken from the misspelling of "fun joy happyness" on a mural children have painted on the chinatown daycare center where chris gardner takes his son, christopher. when chris points out the mistake, mrs. chu replies that it is not important to the pre-schoolers how the word is spelled, only that they have happiness. this leads chris to contemplate the inclusion of the concept of the individual's right to "pursuit of happiness" in the declaration of independence, and how to pursue a happier, more emotionally secure childhood for his son, than his own had been.

    kısaca diyor ki,

    filmde, eleman oğlunu bakımevinden alırken, çocukların bir duvar üzerine "eğlence, neşe ve happyness (mutluluk)" yazdığını görür. bu yanlış yazılışı fark edip de bakımevi hocasına söylediğinde, hoca, okul öncesi ufaklıkların happiness'ı yanlış yazmalarının önemli olmadığını söyler.

    bu da bizim elemanı, "bağımsızlık bildirgesi (the declaration of independence)"ndeki, "pursuit of happiness" yani "mutlu olma hakkı (sanıyorum ki)" maddesiyle bağdaştırma yapmaya sevk eder. oğlunun, kendi yaşadığından daha mutlu bir çocukluk yaşaması için, neler yaptığını anlatır bu film de...

    --- spoiler ---

    üşenmedim, aradım sizin için sözlük dostları. böyle boşum işte. kaynak da belirtmeden olmaz tabi:

    http://en.wikipedia.org/wiki/pursuit_of_happiness
    http://www.fa-ir.org/ai/happiness.htm
  • yeter artik ulan diyip ben kadere isyan ettim filmde adam yilmadi. ayrica "tirnagim kirildi gune yine kotu basladik" diyenlere gunde 3 doz verilmesi gereken film.
  • en son sahneyle kendini daha bir sevdiren film.

    --- spoiler ---
    filmin son sahnesinde will smith oğluyla giderken yanlarından gerçek chris gardner geçer. will smith arkasını dönerek hoş bir bakış atar harbi adama
    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    "ben gençken tarih veya herhangi bir dersten a aldığımda, her şey olabileceğimi sanırdım. ama şimdi bakıyorum da; onlardan hiç biri olamadım."

    --- spoiler ---

    işte bu his. işte bu his! ben bu hissi kimbilir kaç kez yaşamış olmama rağmen ne bir kitapta ne bir filmde hiç karşılaşmamıştım daha önce. baştan başa harikulade film olmasının yanısıra bu ayrıntıyla hatırladığım ve kalbimi fethedendir. işinden şikayet edenlere belli aralıklarla izletilmelidir ve de.
  • --- spoiler ---
    chris gardner in hayatının mutluluk olarak adlandırdığı bölümüne ilk geçişini bakımevindeki oğluna koşarak ona sarılmasıyla kutlaması benim için filmin can alıcı sahnesiydi.
    bir de oğluna mağara diyerek girdikleri tuvalette sabahlamaları, tuvalet kağıtlarından oğluna yatak yapması, kilitli kapının zorlanması, chris gardner in kapıyı arkadan ayağıyla desteklerken gözlerinden süzülen yaşlar var ki çok dip noktası çoook.ha bir de oğlunun arabada giderken lüks evlere ve önünde mutlu mutlu koşturan çocuğa gıptayla bakışı vardı ki insanın canını çok fena yakıyordu.
    --- spoiler ---
    insanın içini çok fena acıtan hele de oğlu olan bir babanın yüreğini dağlayan bir film.
  • chris gardner'ın oğluna verdiği öğütler ona karşı olan sevgisi, her türlü olumsuzluğa rağmen time travel yaparak dinozorlardan korunmak için geceyi mağaraya saklanarak yani metrodaki tuvalette geçiren gerçek hayat hikayesinden yola çıkılarak yapılmış sımsıcak bir filmdir.
    filmde geçen bir replikte chris `(will smith) `oğluyla basketbol oynarken ona bu şekilde oynarsa hiçbiryere gelemeyip kendisi gibi olacağını söyler. oğlu o african saçları küçük elleri ve dudaklarıyla yüzünü asar, oynamayı bırakır ve topunu plastik torbanın içine koyar. chris (will smith) oğlu christopher'a (jaden smith) sana hayatın boyunca birileri birşeyleri yapamadığını, yapamayacağını, diğerleri kadar iyi olmadığını söyleyecek ama sen eğer bir şey istiyorsan onu gidip alacaksın bu kadar der. hiçkimse seni durdurmasın yapmak istediğin birşey varsa bunu yaparsın.
    düşünün bir kere hayatınızın en önemli iş görüşmesi var ertesi sabah ve siz geceyi hapiste üstünüzde eski bir ceket, kot pantolon ve atlet ile geçiriyorsunuz. saçınız elleriniz kıyafetleriniz boya olmuş, evde boya badana yaparken polis alıp sizi götürüyor. chris işte böyle gidiyor broker internship görüşmesine. odaya giriyor yüzünde kocaman bir gülümseme herkesin elini yanlarına gidip çok samimi bir şekilde sıkıyor ve gerçeği söylüyor. onu işe alacaklardan biri üzerine gömlek bile giymemiş birini işe almış olsak sen ne düşünürdün chris diyor, o da "he must've had nice pants" diyor.
    gerçek bir hayat hikayesi, chris gardner'ın bu zor döneminde oğlu aslında iki yaşındaymış ama filmde 5 yaşındaki jaden smith rol almış. aslında aralarındaki diyalogları anlatmak adına daha güzel, sıcak olmuş. "you are a good papa" sözlerini hayatım boyunca oğlumun bana söylediği en önemli sözler olarak gördüm ve bunu filme yansıtırken bir hayli zorlandım benim için büyük birşeydi der chris gardner. oğlu aslında hayatlarının bu kesitlerine dair pek bir şey hatırlamıyormuş, sadece çok kez taşınmak zorunda olduklarını hatırlıyor ve babasının hep onunla birlikte olduğunu, hergün birlikte olduklarını hatırlıyormuş. bunu kaç milyoner'in çocuğu söyleyebilir ki diye bir yorumu var chris gardner'ın.
    film çekilirken yaşadıkları bir olayı gözleri parıl parıl anlatıyor chris gardner. film çekimlerinde kullanılmak üzere 250 gerçek evsiz insanları tutmuşlar. amerika'da evsiz insanların %12'si bir işe sahip, çalışan kişilermiş. çekimlerden sonra bir evsiz çift chris'e biz çalışıyoruz ve herşeyimizi biriktirdik, film çekimlerinden aldığımız $500'la birlikte artık bir ev sahibi olabileceğiz, chris $50-$60 milyon harcayarak bir film yapıyorsunuz ama $500'a bir aileyi sokakta yaşamaktan kurtarıyorsunuz bence bu "the coolest thing in the world" diyor. entry'nin bundan önceki kısmı reporter tadında yazılmış olsada chris gardner iyi ki böyle şeyler yaşamış dedirtiyor insana bu film.
  • filmi beğendim ama bi sahnesine çok pis kıl oldum.

    --- spoiler ---

    hani bi sahnede "ben de o tarafa gidiyorum." deyip jay twistle'la aynı taksiye biniyor ya esasoğlan. hani şu rubik's cube'un altı yüzünü birden tamamlayıp elemanı kafaladığı sahne. işte orada esasoğlan taksiye binmek için "arabayı paylaşalım mı?" diye sorduğu halde jay twistle dangozu taksiden inerken beş kuruş para bırakmıyor. be hey dürzü! o kadar cilalı işin var, tonla paran var. altı ay kuruş almadan işe gelip-giden stajyere taksi parasının tamamını kilitlemek nedir oğlum? şerefin var mı lan senin? it!...

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    chris gardner'ın eve gelip eşyaları kapının önünde bulduktan ve kapıyı pencereyi zorladıktan sonra oğluna hadi gidiyoruz demeden önceki 10 saniyelik afallaması, çaresizliği, will smith'in müthiş oyunculuğu akıllara zarar.

    --- spoiler ---
  • milyoner yatırımcı chris gardner'ın gerçek hayat hikayesini anlatan film. aman depresyondayım aman aşk acısı çekiyorum bilmem ne diyenler (kendimde dahil) oturup izlesin, geçim derdi neymiş, hayatta kalmak nasıl zormuş görsünler. filme gelince hem will smith hem de oğlu süper oyunculuk çıkarmışlar, hatta ben olsam ufaklığa yardımcı erkek oyuncu oscarını verirdim valla. son zamanlarda izlediğim en başarılı filmlerden birisi olmuş diyebilirim. chris gardener'in hayatını merak edenler linke bakıversin;

    http://en.wikipedia.org/wiki/chris_gardner
  • öyle bir film ki beğenen çok beğeniyor, beğenmeyen hiç beğenmiyor.

    --- spoiler ---

    film aslında insanın hayat enerjisini emiyor. cidden. çünkü gerçek. ama bir okadar da gerçeküstü. evden atılmamak için evi boyamayı kabul etmişken, polisin evi basıp vergi borcundan içeri tıkması, sonrasında yüzü gözü boya içinde, paspal pespaye bir halde iş görüşmesine gitmesi?

    hani herkes diyor ya "koskoca şehirde 3 kere nasıl buldu çalınan aleti zaten hepsi niye yanında taşıyo amınakoyum böyle şey mi olur bu gerçek mi şimdi" filan diye... amınakoyum aleti çalan insanlar zaten hep aynı yerde takılan evsizler, hippiler. adamların takıldığı mekanlar belli. evi de yok, nereye götürecek anasını satiim. bunu düşünemiyorsun da, o paspal perişan halde chris nasıl o plazadan içeri girdi onu gerçekçi buluyorsun öyle mi? ben misal o kılığın yarısı kadar kötü bir halde gitsem güvenlik beni içeri bırakmaz. geçtim görüşmeye kabul edilmeyi. hadi onu geçtim, paspal perişan bir haldeyim, geceyi hapiste geçirmişim, sikerim görüşmesini gitmiyorum derim, eve gider bi uyurum. sonra da kapı duvar boyamaktır, ne bileyim bulaşıkçılıktır bi iş bulmaya çalışırım.

    bunu yapmadığı için işte "işçisin sen işçi kal" diye tamirci çırağı şarkısında hisleniyoruz biz. şartları her durumda zorlamadığımız, zorlamaya gücümüzün yetmediği, hatta şartları zorlamak yanlış olduğu için. hani düşündüm, linda'nın yerinde olsam ben de gider miydim diye. gitti kadın, haklıydı da sonuna kadar. ama niye gitti? biz ona kızdık. orospu karı dedik niye gittin. geleceği göremedin. ama haklıydı gitmekte. ben olsam gider miydim? ben gitmezdim. neden? çünkü ben kimseyi terkedemedim şimdiye kadar. birine "seni seviyorum" dediğimde, çıkan ilk zorlukta, ilk kötü günde, bana karşı ilk kötü davranışında bırakıp gitmek ayıp kaçıyor bana. behzat ç. gibi, mutsuzluğa da varım diyebiliyorum çünkü ben. ama herkes mutsuzluğu da göze alıp sürdüremiyor ilişkisini. herkes mutluluğu kovalamanın mutsuzluk getirdiğinin bilincinde değil. herkes göze alamıyor. herkes o kadar güçlü olamıyor.

    hayat mücadelesi içinde, arabanın içinde güler eğlenirken evsizlerin kilise sığınma evinin önünde kuyruğa girmesi, biri ailesiyle mutlu mesut yemek yerken diğerinin sıcak yuva özlemiyle aç kalması, günlük gaileler içinde koştururken kaptan amerikayı ve hatta bir aylık ekmek paranı geride bırakman gerekebileceğini, hayat gailesi içinde ittirdiğin insanların boktan yaşamları olduğu ve senin için önemsiz gelen şeylerin onlara dünyaya bedel olduğu, buna rağmen onların da kendilerine ufacık bir nefes alacak yer açabilmek için başkalarını ittirdiği, ittirmek zorunda olduğu öyle güzel göze sokulmuş ki...

    mutluluk=para diyor bu film diyenler olmuş. hayır. mutluluk=çaba diyor bu film.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap