• yeni dünya'da artık tanrı yok; tanrı insanlığa sırt çevirmiş. doğaya sırt çevirmiş. ağaçlar ölüyor. her şey ölüyor. o saf oğlan çocuğu ise ateşi, yani eski dünyanın sahip olduğu tüm güzellikleri ama en çok da umudu hayranlık uyandırıcı bir sakinlikte taşıyor içinde.

    baba, kurtuluşa doğru yaptıkları çetin yürüyüşte tanrı yerine koyduğu oğlunun başına bir şey gelmemesi için elinden geleni yapıyor. baba ateşin sadık bir hizmetkarı. baba oğluna tapıyor. baba umuda tapıyor. bu yüzden intihar edemiyor. karısının oğlunu da ölüme götürmesine izin vermiyor. farklı ve belki de daha doğru bir açıdan bakarsak, bu filmde baba oğlunun peşinden gidiyor; oğul babanın değil.

    --- spoiler ---

    filmdeki iki karakterin baş parmakları yok. önce zenci hırsızın, ardından da, en son sahnede ortaya çıkan veteranın* her iki baş parmağının da kesik olduğunu görüyoruz.

    bu durum yamyamlıkla ilişkilendirilebilse de bir insanın ne kadar aç olursa olsun kendi baş parmağını kesip yemesi pek mümkün değil. zira o parmakta bir insanın açlığını bastıracak kadar et yok. üstelik yeni dünyada, kan kaybı ve enfeksiyon kişiyi kolaylıkla ölüme kavuşturabilir. akla daha yatkın seçenek hırsızlık. dünyanın en eski mesleklerinden birinin eski kültürlerde ve dinlerde ortak bir cezası var; hırsızlıkta kullanılan elin tamamen yada kısmen* kesilmesi.

    gelelim baş parmağın sembolik anlamına: bizi diğer canlılardan ayıran en önemli özellik olan zekamız sayesinde etkin bir şekilde alet kullanmayı becerebilmemiz, baş parmağımızın evrilmesi ile mümkün olmuştur. bu hayati öneme sahip organın insanlığın kültürel ve teknolojik olarak gelişebilmesindeki rolü çok büyüktür. tam da bu nedenle insan baş parmağının medeniyeti temsil ettiğini söylemek doğru olacaktır.

    dolayısıyla bu filmdeki kesik baş parmaklar, medeniyetin çöküşünün simgesel bir dışa vurumundan başka bir şey değildir.

    ayrıca bir not: el falı'ında baş parmağın ilk boğumu zekayı, ikinci boğumu da azmi simgeler; insanlık azim ve zekayı bir araya getirerek gelişmiş ve medeniyeti kurmuştur.

    --- spoiler ---

    son yıllarda izlediğim en sade ama en çarpıcı filmlerden biri. karakterlerin azlığı, filmin her sahnesinde oyunculuğun çok üst düzeyde seyretmesini sağlamış. emeği geçen herkesi tebrik ediyorum.
  • --- spoiler ---
    filmde öyle bir sahne vardır ki, beni benden almıştır. zannımca en güzel sahnelerden biridir. baba ve oğulun birşeyler ararken, balya balya paranın, mücevherin, pırlantanın üstünden geçmesi ve bu değerli şeyleri hiç sallamamaları, olayı bitirdi gözümde. o kadar değerli eşya, onlar için bir çekirge kadar değerli değil.
    film ise, post apokaliptik bir konunun işlendiği en güzel atmosfere sahip filmlerden biri. hatta en iyisi bile olabilir.
    --- spoiler ---
  • filmin sahilde bittiği düşünülmüş gibi bir miktar insan tarafından.

    --- spoiler ---

    credits kısmı akarken uzaklardan sesler geliyor, gülüşen, bahçede çalışan, köpekle oynayan bir ailenin sesleri, çocuk kahkahaları var. ileri sarmadan izleyin ulan lütfen.

    --- spoiler ---
  • post-apokaliptik bir dünyada sağ kalan az sayıda insandan biri olma fantezimi an itibariyle sikip atmış olan film. güneş ölmesin, ışık sönmesin arkadaş. hiç eğlenceli değil gri ve ölü bi dünyada yaşamak.
  • filmde çeşit çeşit iç burkan sahneler olsada benim en çok etkilendiğim sahne;

    --- spoiler ---

    o zenci abiyi öylece olduğu yerde bir güzel soyunmasını emredip ardından onu öylece dımdızlak orada olduğu gibi bırakarak arkasına bile bakmadan ilerlemeleri baba ile oğulun bana çok koydu be. iyi güzel sonradan oğlunun dediğine gelip o aldığın giyisileri tekrar geri koydun. ne oldu şimdi o adama? öldü mü kaldı mı halen aklım o zenci abide, bir türlü aklımdan çıkaramadım o sahneyi. soyulduktan sonra öylece siki tutup çıplak bir biçimde o soğukta ağlayarak titremesi her filmde göreceğimiz sahnelerden birisi değil. filmdeki iyi insan ve kötü insan karmaşası da buradan çıkıyor. yani zenci abi ihtiyacı olduğu için o eşyaları almış ve gitmiş. çocuğu öldürse daha iyi miydi yani orada? sonra gelmiş adamı soyuyorsun o bizi soydu biz de onu soyuyoruz diye. ee o zaman sen bu nokta da içindeki iyiliği kaybetmişsin diyecekken tanrı çocuk olaya müdahele ediyor lakin zenci abi ortada olmadığından artık her şey çok geç.

    --- spoiler ---
  • karşılaştırıldığı ya da aynı sınıfa sokulduğu mad max ve türevi yapımlarla zerre alakası olmayan film.

    --- spoiler ---

    en cezbedici tarafı, çizdiği felaket tablosunun aşırı gerçekçi olması sanırım. yani felaket temalı çoğu filmde bir noktadan sonra o karnaval havasını alırken bu filmdeki mutlak gerçek: ölüm.

    özellikle baba-oğul'un girdiği o evi, o evin bodrum katını ve banyosunu unutamayacağım.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    filmde hiç kimseye ismiyle hitap edilmemesi, açıkça böylesine bir yaşamda, hayatta kalma çabası içerisinde olan insanların bir "isime" gerek duymamasını gözümüze gözümüze sokarcasınaydı.

    --- spoiler ---
  • bana, uzun zamandır çeşitli sebeplerle görüşemediğim babamı hatırlatan filmdir. hani bazı filmler vardır, kişisel sebeplerden dolayı sizi derinden etkiler. the road da bende aynı etkiyi yarattı. buna benzer bir etkiyi daha önce azap yolu’nda yaşamıştım. (bkz: road to perdition)
    the road , son zamanlarda izlediğim en güzel filmlerden…

    izlerken ben de açlığı, iliklere işleyen soğuğu hissettim. çaresizlikten benim de elim kolum bağlandı…

    ortaokul yıllarımdı. babamla balık tutmaya giderdik. balık tutmak en büyük zevkiydi. öğretmen arkadaşları ile balığa giderken beni de götürmesi için can atardım. kimi zaman akarsuya. ama en çok göle…gölde avlanmayı daha çok severdim ben. mantarın suyun üzerindeki hareketsiz duruşunu, balığın yemle ilk temasında mantarda oluşan kıpırtıları. bazen de mantarın birdenbire kaybolmasını. işte bu balık avları babama en yakın olduğum anlardı. oltamın iğnesi koptuğunda mahcup bir edayla yanına gider, benim için yeni bir iğne bağlamasını isterdim. ben beceremezdim çünkü. iğnenin misinaya bağlanması sırasındaki o bekleyişi, verdiğim zahmeti bile severdim. kendisi hala bilmez ama ben babamı en çok o anlarda severdim. ona hayranlık duyduğum anlar o anlardı. yılan balığı avı için gecenin bir vakti sıcak yatağımdan çıkıp, bir akarsu kenarına vardığımız ana kadar geçen sürenin tamamı. sonrasındaki sessiz bekleyişimiz. şairin dediği gibi ‘ömrümün en uzun ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk ömrümün en ihtiyar’ anıydı o anlar… 7 hayatım olsa birini orada, o akarsu kıyısında, buz gibi havada ellerimde misinanın soğukluğuyla babamın yanında geçirmek isterdim.

    kırgınlıklarımız oldu. aramıza başkaları, benim bitmek bilmeyen öğrenciliğim girdi. ama ben yıllar önce, benim için dünyanın durduğu anda, omzuma dokunup ‘canın sağolsun be oğlum, ben hep arkandayım!’ dediği anla aramıza kimsenin girmesine izin vermedim. hayat boş ve anlamsız gelip seni boğduğunda geçmişine sarılıp, içini ısıtacak anılar ararsın hani. işte o anılar ne kadar çoksa için o kadar çok ısınır. babamın omzuma dokunduğu o an, içimi hala ısıtır. şuanda yanında olmam gerek biliyorum. ama gitmedim. gidemedim. bir gün gelecek ben de onun omzuna dokunup ‘biliyorum baba geç oldu. ama senin de canın sağolsun, ben de senin arkandayım’ diyeceğim.

    sanırım, içimi dökmeye ihtiyacım vardı. film de vesile oldu işte…

    --- spoiler ---

    baba-oğul hikayesinin etkileyiciliğini tartışmam. ama öncesinde, babanın anneyi ölümden vazgeçirmeye çalıştığı anlardaki sessiz yakarışları çok etkileyiciydi. ‘sizin için her şeyi yaparım’ dedikten sonra aldığı ‘ne gibi’ cevabı karşısındaki suskunluğu. çaresizlik böyle bir şey işte. sevdiğin insan bile bile ölüme giderken onu durduramamak. arkasından bakakalmak. fayda etmeyeceğini bile bile ayaklarına kapanmaya çalışmak. çaresizlik böyle bir şey. ölüme giderken kendin için değil, geride bırakacağın oğlun için ağlamak. o’na son kez sarılarak uykuya dalarken, bir daha uyanamayacağını bilmek. o’na duyurmadan sessizce ağlamak…

    --- spoiler ---
  • yönetmen john hillcoat filmin kitabını (daha doğrusu kitabın filmi aslında) kitap basılmadan önce okumuş ve hayran kalmıştır. bunun üzerine birgün bu kitabı filme uyarlamaya karar vermiştir, çok iyi de etmiştir. zira film son derece umutsuz ve korku dolu post-apocalyptic bir atmosferde insanlığa, aşka, baba olmaya dair çok anlamlı mesajlar veren çok başarılı bir film. bu noktada filmin gayet underrated olduğunu belirtmek lazım. daha önceki entry'lerde fazlasıyla güzel şeyler paylaşılmış filmle ilgili. filme dair bazı bilgiler vermek gerekirse şunları sıralayayım:

    --- spoiler ---

    - filmde çocuğu oynayan kodi smit-mcphee 'çocuk' rolünü, babasının yönetmene gönderdiği bir kaset sayesinde kazanmış. kasette kodi ile babası, filmde adamın oğluna silahla nasıl intihar etmesi gerektiğini anlattığı sahneyi canlandırmaktadır.

    - kamyonetle gelen yamyamlardan biri kodi smit-mcphee'nin babası tarafından canlandırılmış.

    - viggo mortensen, ki kendisi babayı çok güzel oynamıştır, film kariyerine ara vermek için baba rolünü başta kabul etmemiş. sonra kararını değiştirmiş, rolü oynadıktan sonra uzun bir ara vermiştir aktörlüğe.

    - kitaba bağlı kalmak adına dünyayı o hale getiren felaketin ne olduğu belirtilmemiştir fakat nükleer savaş ya da dünya dışı bir nesnenin dünyaya çarpmış olmasına dair göndermeler vardır film ve kitapta. felaketin sebebinin verilmemesinin nedenlerinden biri karakterlere ve baba ile oğlun ilişkisine odaklanmak. bu noktada bu film zombili, virüslü, bol atraksiyonlu sığ post-apocalyptic filmlerden ayrılıyor; daha derinlikli ve anlam dolu bir film oluyor. çok iyi de oluyor.

    - robert duvall'in, ki kendisi bence de çok büyük bir aktördür, canlandırdığı ely karakterine kendi oğlu ile ilgili söylettikleri tekrar tekrar yapılan çekimlerden sonra yorgun düşünce yaptığı bir doğaçlamadır, orijinal metinde yoktur.

    - filmdeki coca-cola sahnesi defalarca farklı içecek markalarıyla çekilmiş, fakat kitapta içecek coca-cola olduğu için yönetmen coca-cola ile çekmek istemiş. buradaki sorun coca-cola'nın ürünlerinin filmlerde görünmesine izin vermemesiymiş. (evet şaşırtıcı ama coca-cola ürünlerini filmlerde ya da bazı filmlerde göstermek istemiyor. marketing stratejisi işte) sahneyi coca-cola ile çekebilmek için viggo mortensen coca-cola'nın ceo'sunu arayıp izin istemiş ve almış da izni. aragorn olmanın karizması mıdır nedir?

    - role girebilmek için viggo mortensen bir süre kıyafetleriyle uyumuş ve kendini bilinçli olarak aç bırakmış. hatta bu nedenle pittsburgh'da bir marketten homeless olduğu sanıldığı için atılmıştır.

    - adamın oğlunu yıkadığı sahne çekilirken hava çok soğuk olduğu için yönetmen çocuğa iki çekimde halledeceğine dair söz vermiş fakat ikinci çekim sırasında güneş çıktığı için sahne çöpe gitmiş. yönetmen üçüncüyü çekmek zorunda kalmış. üçüncü çekimde kodi smit-mcphee soğuktan dolayı gerçekten ağlamış ve bu ağlama sahnesi filmde kullanılmıştır.

    --- spoiler ---
  • bir daha sözlükten film eleştirisi okumamaya karar vermemi sağlayan film.daha filmi izlemedim ama spoiler ibaresi kullanmaktan aciz hödükler sayesinde filmin bir çok sahnesini öğrendim.bir de sözlükçülerin azımsanmayacak bir kısmı van damme, ceki çen, don ''the dragon '' wilson hayranı galiba.bir filmin temposu biraz düşük olsa, biraz karakter odaklı olsa hemen ayılıp bayılmalar başlıyo.niye yolda yürüyolarmış, niye uyuyolarmış... ışınlansınlar mına koyim. çoğuna al uyarla diye kitabı versen 20 dakikalık film yapacaklar mal gibi. neyse izlemeden çok da celallenmemek lazım izleyince bi edit yaparız artık

    edit : bu kadar etkileyebileceğini tahmin etmemiştim.
hesabın var mı? giriş yap