• guy pearce'in cok iyi oynadigi film. meger adam hollywood'da kendini gosteremiyormus ya la. film hic diyalogsuz olsa bile alip gotururmus.

    bi de iyi bir arkaplan hikayesi vardir sitesinde.
    (bkz: http://therover-movie.com/#timeline)

    (bkz: http://therover-movie.com/#map)
  • ergen filmlerinin unutulmaz dandik oyuncusu robert pattinson hiç beklenmedik şekilde başarılı oyunculuğuyla rüşdünü ispat etmiş. uyduruk ve anlamsız hollywood filmlerinden sıkılanlar için sağlam bir alternatif.

    --- spoiler ---

    finalde; her şey bir köpek cesedini gömmek için miydi dedirtmiştir.
    --- spoiler ---

    (bkz: robert pattinson)
  • bir nevi of mice and men hikayesi. guy iyi robert daha iyi ama çok ağır film. post-apo filmlerin klişelerinin hiçbiri yok. çok fazla atraksiyon da yok. müzikler ise kel alaka.
  • biraz ağır olmakla birlikte sonuna kadar artan bir beğeniyle kendisini izletmeyi başaran david michod'un başarılı post-apokaliptik filmi.
  • filmin en süper analizi babamdan gelmiştir:

    "adamın sohbetine doyum olmuyor."
  • rover gezgin anlamına geliyor ama filmin ismi esas adamımız hafif mad max tarzında takılan abiyi değil filmin son sahnesindeki ile ilgili.

    --- spoiler ---

    rover yaygın bir köpek adıymış.son sahnede de adamın arabayı istemesinin nedeni anlaşılmış oluyor.benim anladığım kadarıyla abinin yaşama nedeni kalmamış tek değer verdiği şey de ölmüş köpeği.yolda hafiften çocuğa bağlanmaya başlıyor ve hafiften başka bir amaç bulmaya başlıyor.sonda o da gidince bizim abi tekrar köpeğe dönüyor.arabayı ve köpeği bu kadar istemesinin nedeni üzerinde film boyunca hiç durulmamasının nedeni de bu bence.adamı hayatta tutan sadece küçük detaylar var ve bunlar kalıcı şeyler değil kolaylıkla değişebilir.
    --- spoiler ---

    sinematografi ile oyunculuklar da iyi.müzikte bir sorun var.gayet sessiz sedasız ilerleyen filmde ortalara doğru britney spears tarzı bir şey çalıyor ve baya saçma duruyor.niye böyle bir şarkı kullanmışlar çözemiyorum.
  • kesinlike steinbeck'in fareler ve insanlar'ını anımsatan film. sezar'ın hakkı sezar'a bu robert pattinson pişmiş olmuş.

    filmden güzel bir söz: not everythin' has to be about somethin'.
  • yol görünümlü çöl, çöl görünümlü yol filmi.

    film, ilkelerin, ideallerin, uğruna yaşanacak, savaşılacak değerlerin olmadığı post apokaliptik bir dünyada geçiyor. tabi her post apokaliptiği mad max sanmayın dostlar.

    filmdeki dünya, çöküş'ten 10 yıl sonra diye ifade ediliyor. belirli bir tarih yok. bir adamın arabası çalınır ve arabasını geri almak için avustralya çöllerini geçmeye koyulur protagonist.

    filmde ,guy pearce kariyerinin en iyi oyunlarından birini vermiş. yüzündeki o bitmiş, tükenmiş öfke, nefret dolu adam ifadesini film boyunca minimal oyunculukla büyütüyor. bizim bu sikik dizilerde uzun sessizliklerde nasıl rol yapacağını şaşıran kötü oyunculara, replik olmadan, oyun olmadan nasıl oynanacağının dersini vermiş adeta.

    yönetmen ilke ve ideallerin olmadığı bir dünyada insanların yaşama tutunma çabalarını anlatıyor aslında. filmin finalini gördüğümüzde kahramanımızın neden arabasını almak için bu kadar garip bir motivasyon içinde olduğunu anlıyoruz.

    yaratılan dünya, mad max gibi uçlarda, kanunsuz, ve korkunç bir dünya değil. o anlamda filmde yaratılan minimalist gerçekçilik takdire şayan. kahramanların yaratılan dünya içinde hayatta kalma, eylem motivasyonları kesinlikle inandırcı. anlık, beklenmedik, şiddet ve patlamalar filmin atmosferi bağlamında fazlasıyla gerçekçi ve rahatsız edici. tümden bir kanunsuzluık yok ama tümden kanunlarda yok. ikisinin arasında ki ince çizgi de insanlar içgüdülerinin yönlendirdiği bir ilkellik ve zaruriyetle hayata tutunmaya çalışıyorlar.

    benim için iyi filmin birkaç kıstası var. bunlardan biri karakter motivasyonlarını ifade ediş biçimi ve karakter tutarlılığı. filmde guy pearce'ın canlandırdığı karakterin bir sahnesi var ki ''bir filmin ruhu tek sahne de ne kadar iyi özetlenirin'' en güzel örneklerinden biri o sahne kanımca. oradaki diyaloglar hem karakterin yönelim ve motivasyonunu, hem o dünyanın gerçekliğini, mükemmel bir şekilde özetliyor. karakterin giriştiği bu eylem felsefi olarak kişisel bir hesaplaşmanın ilk adımı. kahramanın kendisiyle, dünyayla, bugün ki gerçeklerle ve geçmişte işlediği suçlarla yüzleşmesinin ilk adımı. bu dünya içerisinde varlığını sürdürmek için kendine söylediği yalanların biricik ve yegane nedeni. bu dünyada insanlar hayatta kalmak için kendilerine iyi bir neden bulmak zorunda adeta. kahramanımızda yıllardır bu nedeni arıyor, kendini öldürmeden geçirdiği her günde daha pişman, yalnız ve öfke dolu bir adam haline geliyor hem yaptığı şeyler yüzünden hem de dünyanın hali yüzünden.

    hatta ben bunu biraz daha ileri götürüp şöyle bir okumaya vardırdım. dünyanın şimdiki haliyle karakterin hali birbirine koşut, paralel. birbirinden besleniyor. bir bakıma dünya ve karakter aynı şey. karakterimiz yaptığı şeylerden ötürü büyük bir pişmanlık ve vicdan azabı içinde günden güne ölüyor. ama kendini öldürmüyor. o kadar cesur değil. ama hergün yaptığı eylemin dünya ve hakikatle olan bağını sorguluyor. bu onu yiyip bitiriyor. bu dünya da tıpkı kendisi gibi bitik ve yitik bir dünya. ne tam olarak yaşıyor, ne de tam olarak ölü. tıpkı kahramanımız gibi. dünya ne tamamiyle kendini kapatıyor, kontrolden çıkıyor, ne de iyileşiyor. tüm bu ''çöküş'' diye adlandırılan oaly aynı zamanda kahramanımızın ruhsal durumunun metaforu aslında. birşeyler bitik ve yitik. ama birşeyler yine de sürüyor. tıpkı kahramanımız gibi.

    --- spoiler ---

    asker: bunu kendim için yapıyorum.

    eric : neyi kendin için yapıyorsun? neyi kendin için yapıyorsun?
    karımı öldürdüm ben. bir adamın evine girişini gördüm. adamın onu parmaklamasını izledim.
    sonra da ikisini öldürdüm. kimse peşime düşmedi. 10 yıl önce oldu bunlar. bu durumu kendime hiç açıklamadım. kimseye yalan söylemedim. kimseden kaçıp, saklanmadım. bir çukura gömdükten sonra, arkamı dönüp evime gittim. kimse peşime düşmedi. bu durum bana kalbimin kırılmasından çok daha fazla acı veriyor. bir öneminin olmadığını bilmek-- böyle bir şeyi yapınca kimsenin senin peşine düşmeyeceğini bilmek. benimki gibi bir şey yapınca mutlaka bir anlamının olması gerekiyor. ama artık bir önemi olmuyor...
    --- spoiler ---

    hasılı the rover basit bir fikri incelikli bir işçilikle işleyen, yüzeyde fazlasıyla basit, sıradan gibi duran hikayesinin içine yerleştirdiği şok edici anlık şiddet patlamalarıyla, karakterlerinin değişim, dönüşümlerini aktardığı minimalist oyunlarıyla ve tabi ki o dünyaya ait boşluğu daha da derinleştirdiği eşsiz çöl manzaralarıyla ve (öyle görünmemesine rağmen) derin senaryosuyla çok sağlam bir film. sıkı bir (yer yer sanatsal) dram-yol gerilimi izlemek isteyenler kesinlikle kaçırmasın.

    filmin yönetmeni david michôd bir önceki filmi animal kingdom da da sosyal duyarlılığı yüksek kaliteli bir drama imza atmıştı. o filmde de guy pearce çalışmıştı yönetmen. buu filmiyle de benim için rüştünü ispatladı ve takip edilecek yönetmenler arasına adını yazdırdı.
  • 103 dakikalık, 2014 yapımı film.

    nadide bir görüntü yönetmenliği ve ses miksajı ile entegre gelen avustralya yapımı filmimiz, ağır ve sıradışı bir yol-crime filmi olarak nitelendirilebilir. robert pattinson'dan şaşırtıcı derecede iyi; guy pearce'dan ise beklenen derecede kaliteli bir oyunculuk görüyoruz.

    özellikle başarılı ve "çöl ortasında buz" atmosferden etkilenmemek elde değil ki yönetmen david michôd bu konuda ne kadar usta olduğunu animal kingdom'da da başarılı bir şekilde ispat etmişti zaten.

    farklı bir kıtadan farklı bir film arayan sinefiller kesinlikle kaçırmamalı.

    8 / 10.

    her eve imdb
  • filmi seyretme sebebim; ne bu filmdeki oyunculuğu çok başarılı olan guy pearce ne de adını ilk kez bu filmle duyduğum yönetmen david michod.

    en sevdiğim sinema türlerinden birine dönüşmüş olan distopya temalı bir film beklentisiyle filmin başına kuruldum. gerçekten teknik anlamda hiç aksamayan bir film karşımızdaki. kadrajlar, gündüz/gece fark etmeksizin özellikle gece çekimlerinde araba içi ve ateş başında geçen sahnelerdeki ışık gerçekten filmi görsel manada güzel bir yere konumlandırıyor. yeri geldiğinde hiç sakınmadığı ama grafik bir hale dönüştürmediği eli açık bir şiddet eğilimi de var filmin. bu teknik ayrıntı da gayet kaliteli bir ekip tarafından kotarıldığının belirtisi.

    ben her filmi kendi içinde değerlendiririm, şimdi bu filmi tutup da gene distopya diye children of men ya da snowpiercer gibi başyapıtlarla karşılaştıracak halim yok. fakat gene de düşünmeden edemiyorum tabii ki post apokaliptik filmler illa ki örneğini verdiğim filmler gibi olmak zorunda değil, daha az karakterli, yarattığı dünyayı cgi efektler ve sofistike set ortamlarıyla desteklemeyen distopya örnekleri de olabilir. mesela perfect sense.

    fakat the rover, seyirciyle arasına koyduğu uçurum misali mesafe bir yana bana göre belki kağıt üstünde var olan fakat bize yansımayan hikayesinden ötürü yaratmaya çalıştığı derin minimalliği atlamış bir film. evet jonny greenwood tarzı soundtrack anlayışı gayet ilgi çekici. ama bana kalırsa asıl ilgi çekici olması gereken araba ile kurulan enteresan bağın sonunda ne olacak merakı bir yana film boyunca süregelen bir hikaye aktarımıyla bize yansıtılması kanımca filmi sevmem için aradığım ayrıntıların en başında geliyor.

    sonuç olarak kabul ediyorum ki farklı bir film seyrettik ama bana kalırsa kült olma potansiyeli olmayan oyunculukları filmin çok çok ötesinde bir film.
hesabın var mı? giriş yap