• tek kelimeyle olağanüstü bir belgeseldi. salgado'nun kamerasından siyah beyaz kareleri eşliğinde tüm dünyayı iki kez gezdik. önce toplumsal olaylar ; göçler, işçiler, katliamlarla sonrasında salgado'nun yaşadıkları sonucu doğaya dönüşü ile doğa fotoğrafları ile ....

    wenders'in pinadan sonra seyrettiğim ikinci belgeseli. hep belgesel çeksin .... o kadar iyi ruhunu veriyor ki ....

    seyredin ....

    http://m.imdb.com/…tle/tt3674140/?ref_=m_nmfmd_dr_2

    not: toprağın tuzu ne dersiniz, insandır o ...
  • wim wenders'ın efsane fotoğrafçı sebastiao salgado'nun oğlu ile beraber kotardığı nefis belgesel. çağımızın acı dolu bir hikayesi aynı zamanda. trailer
  • ağzıma yüzüme vurmuş filmdir. zaten hayran olduğum salgado önünde bir kez daha saygı ile eğildim. o nasıl filmdir arkadaş,
  • bugün 17. uluslararası eskişehir film festivali kapsamında gösterilen muazzam film, hala etkisindeyim aynı zamanda salgado ile tanışmama ve muhtemelen bundan sonra onun fotoğrafları olmadan yaşayamayacağımı düşünmeme neden olmuştur.
  • film ile ilgili birkaç satır karaladım:

    http://www.kulturcetesi.com/…a-dansi-topragin-tuzu/
  • izlediğim en etkileyici biyografik belgesel filmlerden biri. bittiğinde birkaç dakika ekrana boş bakıp jenerikte akan müzikle birlikte beynimdeki milyonlarca düşüncelerle boğuştum.

    sadeliğiyle, hikayesiyle ve anlatımıyla etkileyici bir film. 110 dakikanızı değerlendirmenin en iyi yolu.

    http://www.imdb.com/title/tt3674140/

    "fotoğraflarıyla gezegenimiz hakkında binlerce hikaye anlatan adam, bize müthiş bir hikaye ve müthiş bir hayal bırakıyor; doğanın yıkımı geri çevrilebilir."

    (bkz: sebastiao salgado)
  • meşhur 'altın madenindeki işçiler' fotoğrafının sahibi salgado'nun belgeseli. gerçek bir dünyave kültür adamını tanıma fırsatınız oluyor. tek dezavantajı eğer amatör de olsa fotoğrafçılık ile ilgiliyseniz hevesinizin oldukça kırılacağını söyleyebilirim. o güzel fotoları gördükten sonra artık çekilecek bir şey kalmamış diye düşünüyorsunuz.
  • her ne kadar ron fricke'nin samsara'sı, baraka'sı, ya da godfrey reggio'nun qatsi trilogy'si gibi timelapse photography tekniği kullanılmamış olsa da, belgesel boyunca gösterilen fotoğrafların içinizde bir yerlerde, kalbinizde, beyninizde en az bu bahsi geçen yapımlardaki kadar derin izler bıraktığı bir yapımdır the salt of the earth.

    hayatını fotoğrafçılıktan kazanmış bir babanın, kendisi gibi fotoğrafçı olan oğluyla beraber yakaladıkları o yürek burkan, fakat bir o kadar da büyüleyici fotoğrafları arkadan gelen müzikle beraber de görünce insan kendini, insanlığını, varoluşu sorguluyor. belki fotoğraflarda yakalanan olayları tarihi olarak biliyorsunuzdur, fakat sebastiao salgado'nun ve oğlunun bu olayları size kendilerinin yakaladıkları yönleriyle sunmaları, sizi kendilerinin gördükleri dünyaya davet etmeleri ufkunuzu açıyor, sizi farklı düşünce dünyalarına sürüklüyor.

    uzun lafın kısası, bir sanatsever iseniz, fotoğraflara, resimlere bakmaktan zevk alıyorsanız, samsara'yı ya da qatsi trilogy'i izleyip hayatınızda önemli bir yerleri olduğunu düşünüyorsanız, tarihe, doğaya, müziğe, insan yaşamına ilginiz varsa kesinlikle izlemeniz gereken bir yapımdır.

    trailer'ı izlendiğinde nasıl bir yolculuğa çıkacağınızı az çok anlayabilirsiniz.
  • amatör olarak fotoğraf çekmeye başladığım zamanlar, yani bundan seneler önce, sebastião salgado adını da duymuştum. sadece birkaç fotoğrafına baktığımı ve büyük bir hüzünle dolduğumu hatırlıyorum. ben, içinde insan olan fotoğraflar çekmeye meraklıydım o zamanlar ve elimde makine varken gördüğüm çocukların, kadınların, adamların gizlice fotoğraflarını çekmeye çalışırdım. neden gizlice? çünkü korkaktım, çünkü onlara yaklaşamazdım. çünkü herhangi birine fotoğrafını çekecek kadar yaklaşmak demek, onunla hiç konuşmasan bile, hayat hikayesine ortak olmak demekti benim için. sessiz bir anlaşma kurulması gerekiyordu. fotoğrafı çekmeden önceki sen ile, çektikten sonraki sen arasında, gözle görülemez de olsa, illa bir fark oluyordu. böyle böyle uzaklaştım fotoğraf çekmekten, çünkü uzaktan çekilen hiçbir fotoğraf yeterince “gerçek” olmuyordu, gerçek hikayeler anlatmıyordu. ve ben o hikayelere yaklaşamayacak kadar korkaktım. gezi direnişinden beri neredeyse elimi sürmediğim fotoğraf makinem, anlatamadığı hikayelerin hüznüyle bana bakıyor şu an.

    sebastião salgado, dahil olduğu o hikayelerin ve barbarlaşarak evrimleşen insanın, ruhunda açtığı hastalığı; doğaya, ve insanın vahşetini bulaştırmadığı el değmemiş topraklara, hayvanlara, bitkilere, kabilelere, sığınarak tedavi etmeyi başarırken, siz de onun gözünden görmek ister miydiniz yaşadığı bu serüveni?

    bu belgeselin sonunda, kendinizi dünya üzerindeki milyarca tuz tanesinden biri gibi hissedeceksiniz. yani küçüldükçe, küçüleceksiniz. ufalandıkça, ufalanacaksınız. savruldukça, savrulacaksınız. ama en azından, olan bitenin uzağında kalmayacaksınız. kim, bu hikayelere ortak olmadan geçip gidebilir ki?

    1.
    2.
    3.
    4.
    5.
    6.
    7.

    sebastião salgado ve eşi lelia’nın, bu dünyaya armağan ettikleri muhteşem eserleri “terra enstitüsü” hakkında detaylı bilgi için;

    http://www.institutoterra.org/…sb=nq==#.vipz7h7hdiu

    belgeselin müzikleri için;

    https://www.youtube.com/…pvkrcu8lcumrrrhukgzzcjl1vc
  • sizi yerinize mıhlayacak, kafanızı allak bullak edip sarsacak bir belgesel. özellikle son bölümdeki; doğduğunda yeşil olan köyünün kuraklık nedeni ile kurumasından sonra, orayı kendi özel mülklerinden çıkarıp ulusal park yapacak kadar emek sarf etmeleri üzerine söylediği sözler gözümü doldurdu.

    ' this land is extremely important to us.we are completing a cycle with this land. within this cycle, we have spent our lives.the lives of my parents,the lives of my sisters a large part of my life and today we are living our lives here again.lelia and ı.this land continues to tell our story.ıt formed my childhood accompanies my old age and when ı die this forest will once again be like when ı was born and the cycle will be complete.'
hesabın var mı? giriş yap