• eski güzelim holivud filmlerinden, duru bir güzelliğe sahip, içten oyunculuklarıyla sizi vuran ve kendine bağlayan bir yapım.

    james stewart'ı görünce zaten insanın içi bir hoş oluyor, adam tek başına o dönemin ne kadar başarılı olduğunu sergiliyor. günümüzün pek çok yapımına zar zor tahammül edebilen, izlerken hemen sıkılan beni, bu tür filmler koltuğuma mıhlıyor ve kendilerini soluksuz izletiyorlar.

    gerçekten o zamanlar çok özel zamanlarmış, mükemmel filmler çekilmiş, dozunda duygusallıkla hem hüzün hem de mutluluk seyirciye aksettirilmiş.

    tam bir aile dükkanı, babacan patron, patronun talepkar eşi, yıllardır yanında çalıştırdığı ve oğlu gibi sevdiği alfred, zor zamanlarında mağazanın kurtarıcısı olduğu klara, süper geyik insan pepi* ve daha niceleri etrafında dönen, neredeyse tek bir mekanın içerisinde her şeyin cereyan ettiği lezzetli bir yedinci sanat eseri.
  • ernst lubitsch dehasından oldukça zeki ve çarpıcı bir komedi. her filminde olduğu gibi gene sizi alıp götürüyor. bazen hüzünlendiriyor bazen güldürüyor. zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. mükemmel diyaloglarda cabası...

    --- spoiler ---

    filmden en sevdiğim diyalog:

    doktor: affedersiniz bay katona. matuschek mağazası'nda tam olarak hangi pozisyonda çalışıyorsunuz?
    pepi katona: kendimi bir aracı olarak tarif edebilirim. bisiklet üzerinde matuschekile müşteriler arasında...aracılık yapıyorum.
    doktor: yani bir ayakçı mısın?
    pepi katona: doktor, ben sana hap dağıtıcısı dedim mi?

    --- spoiler ---
  • 'psikolojiik olarak kafam karıştı ama iyiyim'
    cümlesi kaldı aklımda.
    önemsiz bir cümle ama bazen paralel evrenlerin aptal kesişmeleri denilebilir.
    güzel, sakin, eğlenceli, kafa yormayan bir film.
    şimdilerde niye yapılmıyor böyle. nuri bilge ya da demirkubuz izleyeceğime bunları izlerim.
    onların var izleyecisi de. yok anam yok bana bunlar gerek.
  • defalarca izlense bile her seferinde aynı heyecanla izlenebilecek sıcaklıkta bir film. soğuk bir kış akşamında kediler ve patlamış mısır ile seyredilecek romantik komedi. gerçi aşırı sıcak bir yaz akşamında da aynı keyifle seyredilebiliyor.
  • ernst lubitsch'in 1940'da gerçekleştirdiği amerikan yapımı bir filmdir.
    hergé'nin hayali balkan ülkeleri gibi bir ülkenin büyük bir sehrinde noel günüdür. aksam herkes birbirine hediyeler verecek, kim bilir neler yasayacaktır. köşedeki deri esyalar satan dükkanda da faaliyet yogundur bu yüzden. ama ne faalliyet !. bir yandan hediye paketleri yapılır, şehrin her tarafina yollanırken diğer yandan da satıcı alfred kralik (james stewart) uzun süredir mektuplastıgı kadınla buluşup tanısacaktır bir ara çıkıp. ama aynı dükkanda çalisan klara novak (margaret sullavan) ile de atısmadan duramaz… öte yandan dükkanın sahibi karısının kendisini aldattıgından süphelenmeye baslamıstır. bir de kimsesiz oldugunu henüz kimsenin bilmedigi bir çırak çalışmaktadır aynı yerde.
    insani hem güldüren hem de içini ısıtan bir filmdir. bana öyle geliyor ki bu noel havasını yeniden yaşatmaya çalısmıstır bir kaç yıl sonra frank capra, yine james stewart'in oynadıgı, daha çok bilinen it s a wonderful life'da. bir yandan kosusturma, bir yandan da heyecanli bekleyis henüz gidecek evi ve köyü belli olmayanlar için…
  • ernst lubitsch'in "gemileri yakmadan önce son kez düşünün" temasını işlediği, gerçek olamayacak kadar güzel bir şaheserdir bu film. mevzu lubitsch'in seyircileri mutlu değil, çok mutlu bir şekilde salondan uğurlama hedefi ve bunu başarması değildir, amacına nasıl bu kadar ustaca ulaştığıdır. olayın bug'ını bulmuş gibidir lubitsch, her şey gerçektir, izleyicilerin mutluluğunun insafı karakterlerin "iyi" çıkmasına ya da filmdeki karakterlerin şansının yaver gitmesine bırakılmamıştır, büyük bir olaydır bu ve bence deha da buradadır, iyi düşünülmüş ve gerçeklikten kopulmamış bir çaba var burada, az çok sanatın her türüyle ilgilenen insanların bildiği hilelerin hiçbiri yoktur çünkü filmde, her şey gerçektir ve tam da bu nedenle gerçek olamayacak kadar güzeldir. esasında filmle ilgili hiçbir şey yazmayacaktım ama lubitsch çabasıyla ve bu çabasının başarısıyla beni öyle çarptı ki üzerime vazife gibi kendimi borçlu hissettim ona, o bana muhteşem dakikalar verdiyse ben de bu göte bir şeyler vermeliyim gibi bir borç, elbette saçma, komik ama olsun, bunu benim eşekliğime verin. aslan ve kaplan bu lubitsch, bizi kandırmıyor, en azından bunun için takdir etmeliyim onu, o, bunları hiçbir zaman bilmeyecek olsa da, lanet olsun, başlayalım.

    filmde dikkat ederseniz hep bir tükürdüğünü yalama örnekleri vardır. muhteşem lubitsch işte bu yüzden muhteşem zaten. ilk etapta müzik çalan bir sigara kutusunun satılıp satılamayacağı üzerine tartışma döner. kralik bu kutunun satmayacağını söyler; mümkün değildir bu kutunun satılması. sonra muhteşem bebek novak mağazaya gelir ve çok komik bir sürecin ardından iş aradığını söyler. kralik ise bezgin şekilde ona bu dükkânda ihtiyaç olmadığını söyler; patronunun ne düşündüğünü biliyordur, onunla görüşse bile duyacakları onun ona söyleyeceklerinden farklı olmayacaktır. gerçekten de patron olayı anladığında, yani müthiş novak'ın müşteri değil de iş arayan biri olduğunu anladığında "imkânsız diye bir şey yoktur," şeklinde ortaya döktüğü sözlerini, tükürdüğünü yalar gibi, yalar. ancak sonra, novak o "satmaz" denen sigara kutusunu gerçekten de büyük bir ustalıkla satmayı başarır. bunun üzerine iki kişi tükürdüğünü yalar: "satmaz" diyen kralik ve novak'ı asla işe almayacağını söyleyen matuschek. böylece novak işi kapar, müzikli sigara kutuları da satılır. "olmaz" denen olmuştur ve "olmaz" diyenler hüsrana uğramış, yani tükürdüklerini yalamışlardır.

    lubitsch yüceliğini iyice görebilmek için şimdi rotamızı değiştirelim: kralik, açıkça "bu kız bana bakmaz abi," modundadır. ortalama bir herifim, o yüzden de ortalama bir karı yeter bana ama bu yazıştığım kız çok acayip demektedir. karı bir tümsek ise kralik o kadını dağ yapmıştır gözünde, çünkü kendisini küçümsüyordur, salak gibi, gerçekten de böyledir, eğer bu lafı hâlâ kullanan, 2021 yılında bile kullanan arkadaşlar varsa onlara bir ödül verelim: "o kız size bakar," arkadaşlar. son verin artık şu patetik tavırlarınıza. neyse, dekorda, yani arkada, yine bir imkânsızlık, daha doğru bir ifadeyle "öğrenilmiş çaresizlik" kol gezmektedir. olaylar akar ve biz daha filmin başı sayılabilecek bir yerde novak'ın kralik'inen yazıştığını anlarız. mümkündür! her şey mümkündür! yönetmenin savaşına bakın, bizi âdeta yakamızdan tutup sahaya atıyor adam, tanımadığı milyonlarca insana onların kendisine inandığından daha fazla inandığını ortaya koyuyor böylece. kaçma, sahneye çık! ne büyüksün lubitsch. devam edelim şimdi. korkmayın, kısa kısa geçeceğiz.

    sonuçta, matuschek, "içerideki hain" olarak klarik'i işaret ediyor ve tükürdüğünü yalıyor. hem klarik hem de novak "bundan olmaz" olarak birbirlerini kodluyorlar ama henüz farkına varmasalar da birbirlerine bayılıyorlar. vadas karakteri, yani matuschek'in karısın götüren eleman, kimsenin şüphesini çekmiyor ama kendisi tam bir orospu çocuğu, ortaya çıkıyor olay. ayakçı pepi, ha ha, dünyanın en müthiş çocuğu gerçekten, ayakçı ama patronunu ipten alıyor, satışçı olduğu sahnede diğer çalışanların yaptığı yoruma dikkat edin: "dünyaya kimse bu kötülüğü yapmış olamaz," gibi bir dehşet ve elbette mizah var. müthiş. yani böyle bir heriften satışçı ha, herkes yalıyor tükürdüğünü, pepi artık bir tezgâhtar çünkü. havalar falan, ha ha, nefis ya. yani gerçekten her şey ne kadar inanılmaz oturaklı, nasıl böylesine gerçek ve nasıl yani? müthiş.

    sonuç olarak her şey yerli yerine oturuyor ama hâlâ tükürdüğünü yalamayan bir karakter var filmde: muhteşem novak. yönetmen sonunda onun sürekli aşağıladığı kralik'i açık ediyor, bir saniye, yoksa, o sen miydin, falan derken novak teslim oluyor kralik'e. i na nıl maz amına koyim. sadece mutlu değiliz, coşkuluyuz ve bu coşkumuz başta da belirttiğim gibi "iyi ya adam iyi çıktı," ya da "iyi ya, olaylar şanslarına iyi sonuçlandı," gibi bir saçmalıktan kaynaklanmıyor. lubitsch, hepimize, tanıyamayacağı kadar fazla olan tüm insanlara derdini, inancını belleterek yapıyor bunu: hepimiz muhteşem insanlarız, asla güvenimizi kaybetmeyelim ve asla, asla imkânsız demeyelim, kalkın ayağa götler, muhteşem çocuklarsınız, çocuklarız hepimiz; öyleyse bu yaşam çok ama çok iyi bir düşe benzeyebilir!

    ne muazzam bir savunmadır bu gerçekten. ne müthiş ve ne dürüst bir tavırdır. lubitsch bu filminde "dur ya, insanları mutlu edeyim," diyerek alçalmamış, kendisine ihanet etmemiştir. derdini inanılmaz bir sihirle ortaya koymuştur. "bu mümkün!" demektedir, bilhassa ikinci dünya savaşının hüküm sürdüğü o yıllardaki karamsar hava düşünüldüğünde dünyanın en büyük devrimcilerinden bile daha devrimci bir şekilde ben bu tekere çomak sokarım demiştir, ve, evet, sokmuştur. aslan bu lubitsch, kaplan. işte sanat da budur, gerçek sanat: hile yapmayan, kitleyi manipüle etmeyen, "kanıtçı" bir tutumla kanıtlayan ve bize bir düşe çevrilebilecek hayatlarımızın bir düşe hâlâ çevrilebileceğini ilan eden bir tavır. aslansın lubitsch, teşekkürler; bizi kandırmadığın ve unutmamamız gereken en önemli şeylerden birini bize hatırlattığın için (o dönem, ikinci dünya savaşından dolayı herkes yıkıktı, insanlığa küsmüştü, birçok şey, lubitsch ise sikerler demiş, mevzu da budur zaten). tenk yu göt.
  • özellikle james stewart ile samimiyetine, sıcaklığına sıcaklık katan 1940 yapımı harikulade film. margaret sullavan yine güzel ama patron rolündeki frank morgan ise şahane oynamış.
  • filmde mr. kralik'in pirovitch'le dertleştiği sahne bana dokunuyor.
    --- spoiler ---
    diyelim ki sana içinde para olan kapalı bir zarf verilmiş, ne yaparsın? **
    başta üç seçeneğin var sanıyorsun;

    zarfı hiç açmamak,
    zarfı açana kadar milyoner olduğuna inanmak, öyle hissetmek
    ya da zarfı açmak ama fakir hissetmek.

    sonra baştan beri o zarfı açmaktan başka seçeneğinin olmadığını anlıyorsun.

    son bir ihtimale tutunuyorsun:
    çok zengin hissetmeyecek olsam da bari çok fakir hissetmeyeyim, en iyisi beklentilerimi azaltayım, rasyonelleştireyim, normalleştireyim diyorsun. just a lovely average girl, that's all i want diye yaşamaya çalışıyorsun ya, hayat da öyle işte, ortalaya ortalaya yaşanan bir şeymiş.
    --- spoiler ---

    evet bir ihtimal daha var.
  • james stewart'ın oynadığını gördükten sonra izlemeye başladığım ve hiçbir anında izleyiciyi sıkmayan insanın içini ısıtan 1940 yapımı ernst lubitsch filmi.
  • james stewart ve margaret sullavan'ın cinsel gerilim dolu atışmaları ile insanı bir an olsun dahi sıkmayan tam manasıyla muhteşem bir romantik komedi.
hesabın var mı? giriş yap