• --- spoiler ---
    16 yasindaki cocugun olaylari kendisine anlatildigi gibi degil, kendi gozleriyle gormeye karar vermesiyle sonuclanan film.
    --- spoiler ---
  • life aquatic'i wes anderson ile birlikte yazan baumbach'in otobiyografik ogeler iceren yeni filmi. film 80li yillarda yonetmenin de cocuklugunu gecirdigi brooklyn'in park slope mahallesinde geciyor. dagilan bir ailenin mutsuz oykusu anlatan filmin adi da american museum of natural history in zemin katinda yer alan koskocaman balina ve murekkep baligindan geliyor. filmin yapimciligini wes anderson ustlenmis. 80li yillarda brooklyn'de cocuk olmanin ana fikrini cok iyi yakalamis oldugu yonunde pozitif elestiriler alan bu film hakkinda karmasik duygular besleyen yazar daha fazla yorum yapmamakta karar kilmistir.
  • filmin -aslında apaçık olsa da- gizli ve ıskalanan yönü bence "aile parçalanması" filan değil aksine "entellektüel" eleştirisidir..hatta alayıdır.. yani film başlı başına "aile böyle parçalanır" bir yargıya değil "sahte entelektüel" tavırı yerden yere vurmuştur..en azından beni eğlendiren buydu filmde.. filmin başlarından bir sahnede baba "yazarların hep en kötü kitaplarının okullarda okutulduğundan" dem vurur. anne ise büyük çocuğa "buna kendin karar vermelisin" dediğinde çocuk "vakit kaybetmek istemiyorum" cevabını verir.filmin sonunda işe dikkat edilirse çocuk "kendi" karar vermeyi tercih yönüne sapmıştır. yine büyük çocuk, babasını taklitle hiç okumadığı romanlara bile "baş yapıttır süperdir" edebiyatı yapar. hatta kafka nın dönüşüm romanını kız arkadaşıyla konuşurken kitabı överken eveleyip geveleyip ancak "çok kafkaesk" diyebilir. kız ise "zaten kafkanın kitabı" gibi bir tepki verir. anne karakterine nazaran baba karakteri daha çok işlenmiştir filmde. bunu sebebi filmin meselesinin hicvinin babada saklı oluşu. baba, kitaplardan filmlerden anlamayanlara "yontulmamış" der mesela.ve küçük cocuğu bile aslında bu tavrı çürütecek cümleler kurar dikkat edilirse. bir sahnede oğlu sinemaya gidecekken "blue velvet"i tercih eder ki iyi bir göndermedir. belki fazlalık olan küçük cocuğun "cinselliği keşif" süreci ve büyük çocuğun yatakta olan beceriksizliğiydi.
  • --- spoiler ---

    film, yirmili yaşlarını amerika'da, yetmişlerde geçirmiş en az onlarca kişinin -ki bunlardan en az ikisi entelektüel birer yazar- hey you'nun bir pink floyd eseri olduğunu bilmediği ingilizce konuşulan alternatif bir evrende geçmektedir.

    --- spoiler ---
  • çok gerçek, çok samimi, çok zeki ve çok kalp kirici bir film. içinde mizah var, dramatik hadiseler var, senaryo var, pek güzel ayrintilar var, süperli oyunculuklar var, hafiften fransiz yeni dalga dalgalanmalari* da var.

    --- spoiler ---
    filmin en zorlayici sahnesi, kedinin evden kaçma sahnesiymis. bunlar kediyi birakiyorlarmis kaçsin diye... kedi efendi de her seferinde, oraya güzelce oturup, miril miril yayiliyormus. delirmisler, çekim uzamis da uzamis. sonra biri, ayni kedinin kosarak kaçma yetenegi olanindan bulmus. onu kullanmislar, o da güzelce, firil firil kaçmis. çekim basariyla tamamlanmis.

    yani filmde biri uslu, biri kaçak olmak üzere, iki kedi kullanilmis.
    --- spoiler ---

    ayrica yönetmen* dedi ki, "filmi çekmek için sadece 23 günümüz vardi ve o 23 günde tamamladik. sonra bir de baktik ki, güzel olmus, sanki 100 günde çekilmis gibi duruyor. eheh." ben de "haklisin valla, eline saglik noah'cim!" dedim. bir süre karsilikli güldük. bir tür sevgi çemberi olusturduk, çemberin içine girip oturduk.

    filmin, fonunda hey you musikisi çalan web sitesi de surada olacakti:
    http://www.squidandthewhalemovie.com/
  • karakterler arasindaki iletisimsizlik ve hicbirinin birbirini anlamamalari veya anlamaya bile calismamalari (kendilerini bile) cok koydu bana.

    --- spoiler ---
    kucuk cocuk forehand'i sol eliyle vurmasina ragmen, babasinin evinde solak calisma sandalyesi gorunce, "ama bu solaklar icin" diyebilmistir. bu da ufak bi hatasi olsun filmin.
    --- spoiler ---
  • ilginç bir film. konusu itibariyle; ailenin boşanması akabinde gelişen olaylardan ziyade, zaten çoktan bitmiş bir ailenin ayrılık sebepleri hakkında ipuçları veriyor -bana göre-. basit ve sıradan konusunu güçlü karakterleriyle tamamlıyor, karakterler üzerinden çok belirgin şekilde eleştirisini de yapıyor.

    --- spoiler ---
    dikkat edilirse karakterlerden; baba bernard- büyük çocuk walt, anne joan-küçük çocuk frank'ten daha derin işlenmiştir filmde. bu bir eksik gibi görünse de aslında bunun kasıtlı olarak yapıldığını düşünüyorum. filme ilk giriş yapıldığında aldatılan bir eş görüyoruz ve onun tarafını tutup anneye karşı saf tutan bir çocuk var. ilk sahip olduğumuz -ve bence olmamız istenilen- düşünce; duyarlı ve evliliğini geri getirmeye çalışan bernard'ın yanında, sebepsiz yere kocasını sürekli aldatmış ve evliliğin kötü gidişat almasını sağlamış joan var. film ilerledikçe bu evliliğin bitişinin nedenleri de açığa kavuşuyor. joan'un niye kocasını aldattığının cevabını alamıyoruz, zaten onu çözmek pek de mümkün olmadı. fakat bernard zaman geçtikçe bu cevabı kendi veriyor. göstermelik entelektüelliği, kendini beğenmişliği, philistine* dediği insanları küçümsemesi, başarısızlığını hazmedememesi gibi özellikleri; onun ikili bir ilişki içinde nasıl bencil olabileceğinin ipuçlarını veriyor. walt bir sahnede annesine 'peki neden onunla evlendin' gibi bir soru sorduğunda da, 'çevresinde ona benzeyen başka kimsenin olmadığı' cevabını alıyor. insan onu tanıdıkça belki de ne kadar tahammül edilemeyecek bir karakter olduğunu daha iyi anlıyor. joan belki de bu sebepten artık bernard'ın philistine diye tabir ettiği insanlarla birlikte olma ihtiyacında, bu entelektüel görünüm artık belki o kadar da çekici değil. filmin sonunda bernard, hayatındaki başarısız gidişatta -kendini teselli etmek uğruna belki de- joan'a evliliği için son kez yalvarma kıvamına gelse de aslında bunun mümkün olmayacağını hepimiz anlıyoruz.

    çocuklara gelirsek; büyük olan ciddi bir kişilik sorunu yaşıyor -walt- ; pink floyd'un hey you şarkısını sahipleniyor ve hatta ödül alıyor. anneden nefret ediyor- ya da annesinin dediği gibi etmek istiyor-. babasına hayran denilebilir, abartılı olarak babasını taklit ediyor. okumadığı kitaplar hakkında abartılı yorumlar yapıp ahkam kesiyor. onun annesine olan kinini bir derece anlamlandırmak mümkün; zira mürekkepbalığı ve balina ile ilgili olan hikayesinde, annesiyle mutlu şekilde vakit geçirdiğinden bahsediyor, tüm bunlar frank doğmadan önceydi diyor, belki ufaklıktan sonra annenin onu geri plana atması çocuğun babaya yönelmesini sağlamış olabilir. önemli bir nokta: psikolog bunlar olurken babasının nerede olduğunu sorduğunda, hatırlamadığını söylüyor, sonra herhalde aşağıda oturuyordur gibi bir cevap veriyor. anlaşılan o ki çok belirgin bir çocuk ihmali var. anne ilgiliyken baba yok, sonraki zamanlarda baba da ilgili denemez, sadece düşüncelerini empoze edebileceği-onu ciddiye alan bir çocuğu olduğunu farkediyor, belki de tek ciddiye alan odur öğrencilerinden başka. bu anekdotun filme adını vermesiyle de orantılı olarak önemli olduğunu düşünüyorum. küçük olan frank; anne taraftarı. babasından pek hoşlanmıyor, tam zıttı olmak istiyor neredeyse. anne-baba bu derece kendi haline düşmüşken büyük çocuk gibi bu da çok boşlanmış tabii ki. etrafta kimse yokken istediğini yapabilir, alkolik olma yolunda. anne-babanın çocuk yetiştirmeye pek müsait olmadıkları -ister ayrı,ister beraber olsunlar- çok açık. ailede her anlamda paylaşılamamış tek şey var o da zavallı bir kedi -o da kaçıyor zaten, dayanamıyor olmalı-.

    walt'un 'mürekkepbalığı ve balina'ya gidişiyle filme son veriyoruz. filmin aslında beklenilen sahnesi buydu bence. insanda değişik, güzel hisler bırakan bir film, beğendim.
    --- spoiler ---
  • divanimda hafifce kaykilmis bir halde filmden ilk kareler gecistiginde, zaten var olan the royal tenenbaums sartlanmisligi tavan yapti acikcasi. ki zaten film bittikten sonra da ayni sekilde dusunmekteydim. ama rasyonel baktigimizda ayni yazim ekibinin bir urunu olmasi ve zaten bu paralel yasama bakis acisi ile kanka olmus iki insandan ne bekleyebilirdim diye sordum kendime! wes anderson ile noah baumbach filmleri zannimca bir butun olarak algilanacak ilerleyen zamanlarda, cunku dertleri, anlatmak istedikleri, irdeledikleri, ironileri, korkulari, alaylari, elestirileri, esprileri, yarattiklari karakterleri, pastel renkleri, bir sonbahar huznu resimleri, muzik kullanimlari neredeyse ayni. bana ardi ardina rusmore,`the tennenbaums family ve the squid and the whale i seyrettirseler; ucunu de ayni adamin filmi zannederim. belki de bundan sonra br joel biraderler mantiginda "ulan hangisi yonetiyodu, hangisi yaziyodu" gibi bir birliktelikte gorebiliriz.

    filme donecek olursak;cok degisik sekillerde okunabilir film - ki bu yazim ekibinin en onemli basarilarindandir. benim okumam, bosanmanin cocuklar uzerindeki etkisinden cok ailenin cocuklarin buyume surecine etkileri oldu. babayi rol model almis buyuk oglanla, daha cok anneyi ve hatta aile disindan bireyleri kendine rol model alan kucuk oglanin ergenlik hikayelerinden yola cikarak ilk cinsel deneyime, ebeveyn sorunlarina, ebeveynlerin cocuklara yuklemeye calistiklari misyonlara, ilk aşka, evliliğe ve evlenilecek kadin için dusunulmesi gereken kriterlere, kultur farkliliklarına, sanat ve sanatın algılanmasına kadar cok derin bir yelpazeden dem vuran metin, tum bunlarin isiginda karakterin olusum surecini sorguluyor.

    pink floyd'un hey yousunu kendi yazmis gibi calip soyleyen buyuk oglan, olayi soyle ozetlemekte: "onun yazmis olmasi teknik bir hadise, ben o sozleri yazmis oldugmu hissettim". bu bir aciklama degil elbet, ama babasini kendisine rol model alarak sanattan kizlara kadar onun davranis bicimleriyle ve soylemleriyle hareket eden biri icin, hislerini ifade eden bir sarkiyi da sahiplenmek kolay aslinda. film, buyuk oglanin sorun yumaklari arasinda sakin durusunu ama icten ice kendini bitirirken babasini rol model almaktan vazgecip, kendi karakterini oturtusunu verirken; kucuk oglanin da ayni sorun yumaklarinda icki ve cesitli cinsel arayislar ile kendini oyaladigini gozlemlemekte (tipki annenin kocasiyla sorunlarinda cozumu icki ve sekste bulmasi gibi). kucuk oglan -ve aslinda onun temsil ettigi anne- babasinda olmak istemediklerini yine babasinin deyimiyle "basit ve kultursuz" birinde buldugunda "o" olmaya calisiyor. cok kufur eden, 40 yasinda adam edalariyla birasini icen ve cinsel uyanisi asip cinsel fantazilere yol olan kucuk oglan, aslinda kendini kilitliyor ve erken tukeniyor.

    benligini bulma seruveni olarak basariyla islenmis, oldukca iyi oynanmis (ozellikle kucuk oglan) ve hemen hemen herkesin kendine pay cikarabilecegi ama kesinkes herkesin cocukluk anilarina donecegi bir film.
  • yasamak, her şeyin birbirine baglandigi, muhtesem bir akisin altan alta cagildadigi bir hikaye mi; yoksa bir suru tepki, duygu ve goruntunun yan yana konulup toplanmasindan ibaret bir pazar yeri seruveni, neyin nereden turediginin izini, biraz desince yitirdigin, firdondu bir insanlik halleri (bkz: #861438) bulamaci mi?

    galiba murekkep baligi ile balina, korku salan kapismalarina her nasil bir hata yapip dustulerse, ya da evin sunepe kedisi catisan ciftin elleri arasindan sokaga bir guzel nasil sivisti, yeniyetme oglan ciplak bacağı öpeyim diye egilirken irkilen kizin cigligiyla kaldırdıgı kafasinin carpttigi burnu nasil kanatti ise, hayat da bizi oyle ani kirilmalarla surukler. bazen olmadik yalanlara (pink floyd sarkisini sahiplenmek, yayincilarin reddettigi kitabinin hala incelendigini anlatmak gibi), bazen cazip yanilgilara (begendigi kizin dolap kapagini opup sonra da spermini sivamak gibi), bazen de anlamsizliga (agiz dalasinin ortasinda disarida ailecek yenilecek bir yemegi onermek, ilk kez optugun kiza opusun ardindan igrenmeyle karisik cok cilli bir yuzu oldugunu soylemek gibi) inandirir.

    koca koca planlarla mi, minik ama uysaldan hircina, her yere dagilan tepkimelerle mi yasariz? sonucta her sey, bilemediniz yirmi kadar aminoasitle, hormon salgisinin marifeti olmasin? varlik da, ask da, yalan da..
  • ifistanbul 2006da gösterilecektir. if'teki tanıtım yazısı;

    mürekkep balığı ve balina

    abd

    2005, renkli - colour, betacam sp pal , 80’

    ingilizce

    yönetmen
    noah baumbach

    senaryo
    noah baumbach

    görüntü yönetmeni
    robert d. yeoman

    kurgu
    tim streeto

    oyuncular
    jeff daniels, laura linney, owen kline, jesse eisenberg

    müzik
    bryan adams, britta phillips, dean wareham

    yapımcı
    wes anderson, miranda bailey, reverge anselmo

    prodüksiyon şirketi
    american empirical pictures, peter newman productions, seven hills

    dağıtımcı
    barbar film

    2005
    sundance, yönetmen ödülü
    waldo salt senaryo ödülü
    toronto, en iyi senaryo ödülü
    en iyi kadın oyuncu ödülü

    “o kadar çok siyah noktan var ki... (filmden)

    film hakkında
    brooklyn’de yaşayan bohem bir ailenin parçalanma ve yeniden biçimlenerek tekrar birleşme hikayesini anlatan mürekkep balığı ve balina, yönetmen noah boaumbach’in özgeçmişinin birebir uyarlaması. bernard (jeff daniels) uzun süredir kayda değer bir başarı gösteremeyen ve eskiden kazandığı başarıların kendisine verdiği itibar sayesinde bir üniversitede ders vermeye devam eden, iç huzurdan yoksun bir babadır. joan (laura linney) evliliğinin yürümediğine uzun süre önce karar vermiş ve kocasının bu huzursuz tavırlarından artık sıkılmıştır. boşanmaya karar veren çiftin ergenlik dönemindeki iki oğlu frank ve walt, bu kontrolleri dışında şekillen bu yeni hayata uyum sağlamaya çalışıp iki farklı ev arasında gidip gelirken, anne ve babalarının davranışlarını da sorgulamaya başlarlar. walt babasının tarafını tutarken, frank annesine daha yakın durur. walt’un duruma bakış açısı, ilk aşık olduğu kız ve babası arasındaki kaçamağı fark ettiğinde değişime uğrar.
hesabın var mı? giriş yap