• 64 tarihli, ikinci dunya sava$i sonlarinda fransa'da gecen siyah-beyaz muhte$em aksiyon filmi. john frankenheimer amcanin genclik filmlerinden. bir fransiz direni$cisini oynayan burt lancester filmin ana kahramaniysa da asil yildiz obsesif sanat tutkunu nazi subayini olaganustu bi sekilde canlandiran paul scofield'dir kanimca.
  • ikinci dünya savaşının bitimine doğru almanların yenilginin kaçınılmaz olduğunu ve er geç çekileceklerini anladıkları bir dönemde fransada geçer. rütbesini hatırlamıyorum ama daşakları beş okka gelen bir nazi subayı olan von waldheim,önemli sanat eserlerini (gauguin,picasso tabloları gibi) bir trene doldurarak ülkesine kaçırmak niyetindedir.müttefiklerin ülkeye ayak basması an meselesiyken bu yağmaya göz yummak istemeyen direnişçilerin planları ise müthiştir.aksiyondan aksiyona olaylar gelişir.

    von waldheim rolünde paul scofield amiyane tabirle döktürmüş,hans landa,major konig gibi ikinci dünya savaşı filmlerinde hatırda kalan nazi subayı rollerinden birisini vücuda getirmiştir.
  • aynı zamanda mission impossible birinci sezon yirmi dördüncü bölümünün adı.
  • konusunu bilmeden, tamamen içinde tren geçtiğinden indirip gene konusunu öğrenmeden açıp izlediğim filmdir. akla hemen bir kaç ay sonra izleyeceğimiz george clooney imzalı monuments men'i getirdi. monuments men, nazilerin sanat hırsızlıklarını anlatıyor. amerikalı 8 kahraman asker dünyanın en önemli resimlerini, heykellerini vs nazilerden korumak için biraraya gelip plan yaparlar, olaylar gelişir. the train de böyle bir hikaye anlatıyor. efsane aktör burt luncaster'ın canlandırdığı labiche, paul scofield'ın canlandırdığı sanat manyağı/nazi von waldheim'ın usta ressamların çizdikleri resimleri memleketi almanya'ya kaçırmasını önlemeye çalışır film boyunca. 2002 yılında yitirdiğimiz john frankenheimer aksiyonda kendisini kanıtlamış bir isimdi. bu filmde de trenli sahnelerin altından başarıyla kalkmış. favori aktörü burt'ten de, paul'dan da sağlam performanslar almış. bu arada frankenheimer'ın yönetmenliği arthur penn'den devraldığını da belirtmek gerek. imdb'ye göre penn çekimler başladıktan bir süre sonra kovulmuş, yerine frankenheimer getirilmiş. penn çekse nasıl bir film olurdu, merak ediyorum ama franhenheimer'dan çıkan bu film epey güçlü. bir kaç eksiği var gene de. mesela jeanne moreau'nun canlandırdığı christine'in derinleştirilmemesi. moreau bir kaç sahnede görünüp kayboluyor. isimsiz birisi christine'i oynasa sorun olmazdı ama moreau oynayınca insan, karakterin hikayeye daha iyi bağlanmasını bekliyor. gene de keyifle izledim, sevdim filmi.
  • 1964 yapımı burt lancaster ve paul scofield gibi yıldız isimlerin oynadığı enfes filmdir. 2. dünya savaşında rose valland ve fransız direnişçilerin ülkelerinin sanat miraslarını korumak için yaptıklarını anlatır. john frankenheimer yönetmiştir.

    (bkz: nazi yağmalaması)
  • bir dakika bile sıkılmadan izlediğim 1964 yapımı john frankenheimer filmi.
    imdb de oylanan ve ekşi de girilen entry sayılarına bakarak hakettiği değeri alamamış gibi. filme emek harcanmış bunun sonucunda kaliteli bir iş ortaya çıkmış. film öner diyenlere rahatlıkla bu filmi söylüyorum.
  • kadir çöpdemir'in trthaber 'de gönül dağı programında konuk olduğu trende makiniste anlatmasıyla haberdar olduğum, merak edip izlediğim ve çok beğendiğin enfes film.
  • senaryo güzel, anlatım ve çekim teknikleri harika, tempo başarılı, izlenmeli...
  • film hakkında bilgi içerebilir.
    seyretmeyen kendi sorumluluğunda okusun.

    *******
    *******

    alman ordusu daha doğrusu onun öncüsü olan prusya ordusu bir sınıf ordusudur. sınıf ordusu asillerin subay, köylü ve çiftçilerin ise er veya erbaş oldukları bir ordudur. bu orduda köylüler ve işçiler asla subay olmazdı. anca bizdeki başçavuş rütbesine benzer bir ara eleman olabilirlerdi. o da ağzıyla kuş tutarsa tabi.

    filmdeki colonel, aynı prusya ordusundan fırlamış gibi asil soydan, sanattan anlayan, eğitimli biri. rakibi labiche ise bildiğin işçi. ekmeğini taşı sıkıp suyundan yapıyor. emekçi yani.

    burada ilginç olan ise, filmin aslında bir savaş filmi olmayıp bildiğin sınıf çatışmasını anlatan bir film olması. colonel işini emir verdiği adamlar ile halletmeye çalışıp sırça köşkünde otururken, labiche işini bizzat eliyle, emeğiyle yapıyor. filmde labiche'in el emeğini bir çok sahnede seyrediyoruz. burt lanchester'ın da maşallah eli yatkınmış. yüzyıllık demiryolu işçisi gibi, kırk yıllık dökümcü gibi çalışmış filmde. eline de yakışmış hani. filmde en sevdiğim sahne labiche'in tren teker tahriklerini ( artık ona ne deniyorsa?) eliyle döküp treni tamir ettiği sahne oldu. gerçi bana bakmayın. o titanik filminde (hani leonardo'nun oynadığı) filmde en sevdiğim yer geminin devasa pistonlarının çalıştığı sahneydi. içimde gizli kalmış bir mühendis var zahir...

    filmin sonunda sırça köşkünden işçiye seslenen colonel'in " sen sanat denen nesneden anlamazsın bile. ne halt etmeye yoluma çıktın pis köylü?" tiradından sonra labiche'ten "iş, ekmek, özgürlük!" temalı bir karşı cevap bekledim ancak. nafile. labiche yine sadece işini yaptı.

    yönetmen herhalde o son sahnede "lan bunlar beni o kadar da kızıl bellemesin şimdi!" diyerekten o sahneden vazgeçti. buna rağmen film başından sonuna bildiğin komünistlik yapıyor. " işçiler kardeş, patronlar kalleş" diye slogan atmıyor belki ama sizin gözünüze asillerin züppeliğini öyle bir sokuyor ki; ne gözünüz acıyor, ne de beliniz inciniyor.
hesabın var mı? giriş yap