• yonetmenligini john huston in yaptigi 1948 yapimi film. basrolunde casablanca dan da tanidigimiz humphrey bogart oynamakta.
  • gayet başarılı bir film olsa da(ki film en iyi senaryo, john huston en iyi yönetmen, walter huston[john hustonun babası olur kendisi] da en iyi yardımcı oyuncu oscarlarını almıştır), humphrey bogart'ın alışılmışsın aksine bencil, paragöz, üçkağıtçı ve filmin sonunda delirme noktasına gelen bir altın arayıcısı rolünde olması ve filmin, dönemin kaçış psikolojisine uymayan karamsar ve gerilimli atmosferi yüzünden birçokları tarafından fiyasko olarak nitelendirilmiştir. işin ilginci günümüzde birçok eleştirmen humphrey bogart'ın en iyi oyunculuğunu bu filmde gerçekleştirdiği konusunda hemfikirdir.
  • bogartın homurdanıp durduğu, çıldırdığında ayhan ışığa model olucak kahkası ve bir sürü unutulmaz sekansla, cult mertebesine zorlanmadan ulaşmış, hiç sıkılmadan tekrar tekrar izlenilebilecek az sayıdaki filmlerden biridir. bogart ın delirdikten sonraki yorumu vede altınların rüzgardaki ölümsüz uçuşuyla izleyen herkesin elinin terlemesine, kendinden geçmesine sebeb olmuş huston ın da en iyi filmi olmuştur
  • kimliği meçhul, esrarengiz yazar b traven'ın kapitalizmi eleştirdiği kitap.

    film uyarlaması oldukça başarılıdır. özellikle bogart'ın canlandırdığı dobbs karakteri başlangıçta hakettiğinden fazlasına razı gelmezken, altını bulup biriktirdikçe kişiliği deforme olur. gittikçe açgözlü, paranoyak ve sonunda kafayı sıyıran bir adam olur çıkar. yönetmen john huston'ın babası walter huston, tecrübeli altın arayıcısı rolünde dağ keçisi gibi en sarp tepelere tırmanırken, oyunculuğuyla o yıl dünya üzerinde dağıtılan aşağı yukarı tüm ödülleri toplamıştır. filmin sonundaki fırtına ile küller küllere, altın tozları toprağa karışırken izleyicinin sanki kendi cebindeki para uçuyormuş gibi hissetmemesi olanaksızdır. kapitalizmin insanlığı nasıl maymun çevirdiği daha iyi anlatılamazdı.

    yönetmenin cameo'su filmin başında mevcut. bogart'ın farkında olmadan 3 kez "say buddy, you stake for an american citizen/pardon bakar mısın? 1 milyonun var mı arkadaşım?" şeklinde para dilendiği beyaz takım elbiseli kişi john huston.

    ayrıca bogart'ın para dilenme mevzusuna bir bugs bunny çizgi filminde saygı duruşu vardır. hatırlarsınız bugs yolunu kaybetmiş bir pengueni evine götürmeye çalışmakta, new york'da, alaska'da, orda burda sürekli para dilenen cartoon bogart'a rastlamaktadır. bölümün adı da 8 ball bunny.
  • sierra madre hazineleri tam olarak kapitalizmi mi eleştiriyor? b traven'ın mazisi düşünülünce böyle bir motivasyonla yazmaya koyulmuş olabilir ama film daha çok fırsatçılığı ve hobbescu bir insan kötüdür insan nalettir fikrinden bahsediyor sanki, filmde bir mantık arayacak olur isek. yok aramayız her hollywood filmi gözünü para hırsı bürümüş oportünist yönetmenlerin para makinesidir dersek ilk yorum doğrudur ve amacına ulaşmıştır da diyebiliriz tabi. aha düzen bizi birbirimize düşürdü bile. ama böyle yaparak huston'ın filme olan katkılarını görmezden geleceğimize onun hollywood film standartlarına ters düşecek şekilde başrol oyuncusunun ölümüne göz yummasına (hitchcock da psycho'da yaptı bunu) ve indiana jones filmlerine kadar görülmemiş bir enerjiyle her saniyeyi bir maceraya çevirip dolu dizgin bir film yapmasına şapka çıkarabilir, karakterlerin içini doldurma yeteneğine ve mizansen duygusuna eyvallah diyebiliriz. o zaman sierra madre hazineleri sırf siyah beyaz diye eski bir film olmaktan da çıkar, bi daha bi daha izlenir, eğlenilir.

    şu bakınızı vermeden de gitmeyeyim: (bkz: the gold rush)
  • altin arayan umut pesindeki insanlarin kafayi yemesi, el dorado pesindeki aguirre'den erich von stroheim'a kadar sinema tarihinin bir ögesi olmus. muhakkak arastirilmistir, ben oturdugum yerden kafa yoracagim, ne yazilmis bilmiyorum.

    ben treasure of sierra madre'nin en cok ilk yarim saatini seviyorum, filmin üclüsü daglara altin aramaya gitmeden evvel, meksika'da culsuz culsuz dolasirkenki hallerini. o culsuz dolasma halinde, sefalete ne kadar dikkat cekilirse cekilsin, turist ömervari bir tad var. turist ömer, fukaradir, ama hayatindan memnundur. cünkü parali olanin, hayatta "bir yere gelmis" olanin sorumluluklarindan muaf, "özgür" bir yasam sürer. istedigi zaman uzaya bile gider, spock'la kaynasir, cünkü arayani sorani yoktur, tuzsuz asim dertsiz basim bir yasam felsefesi vardir. 19. yüzyilda turist ömer avrupada da bir figürmüs yeni ögrendim; fakirin fakirligi bir secim oluyor böyle tiplemelerde, calismayarak, sorumluluk almayarak özgür oluyorlar. böylelikle zengin bir vicdan azabi cekmiyor. ama bence böyle marksist bir yorum turist ömer'in esas güzelligini es geciyor. cünkü evet, fakirligi belki bir secim degil; ama dayatmadan bir felsefe cikarabilmek de güzel sey. cok derin bir takim arzularimiza hitap ediyor. kac kere istedik turist ömer gibi tasasiz bir hayat, yildizlar yorganimiz olsun, cimenlere uzanalim, bir cigara tüttürelim. modern hayatin bireylere yükledigi sorumluluk katilim, ise gitmek, coluk cocuk sahibi olmak, sigorta sahibi olmak. hepsinden uzakta, "sistemin" ulasamayacagi bir yerde, sokaklarda yasiyor turist ömer, dolayisiyla özgür. o sokaklardan bizim tasalarimizla dalgasini geciyor. onun dalgasindan kendi durumumuzu kavriyoruz biraz, biraz daha idrak ediyoruz hallerimizi.

    1940larin holivudunda meksika, kanun kacaklariyla, kaotik ama böyle özgür bir yer olarak resmediliyor hep. james m. cain veya cornell woolrich romanlarinda da bu böyle.

    treasure of sierra madre'nin basindan da böle bir tad aliyorum, ama cok daha aci bir ekmek kavgasi da var elbet. bogart ve ekürisi biraz ekmek pesinde kosturuyorlar. sonra az biraz parayi bir araya getirince kendilerini altin bulma hayaline veriyorlar. bogart'in altini bulmasiyla kapitalizmin elestirisi mi yapiliyor? üc kisi madenlerin orada kamp kurarken kasabadan gelen bir dördüncüsü bunlari buluyor. aralarinda konusuyorlar, bir secim yapmak zorundalar.

    i) adami öldürecekler.
    ii) salip birakacaklar.
    iii) madene ortak edecekler.

    birinci sikki secerlerken sunu hic düsünmüyorlar: madene ortak etseler, daha kisa zamanda daha cok altin cikarabilirler. daha efektif calisabilirler. her para hirsi girisimci kapitalist bir zekanin ürünü olmasa gerek. burada daha baska bir fenomenle karsi karsiyayiz. bence biraz "otur oturdugun yerde" durumu var, para yigidi bozar halleri. ama diger ikisi bozulmazken neden bogart kafayi yiyor? (basrol oyuncusu oldugu icin mi?)
    diger ikisi gayet efendi efendi calisirlarken, finalde kaderin oyunu babinda tanri esprisine neden maruz kaliyorlar? hepsinden bir mana, bir mesaj cikarmayi deneyebiliriz, yani yön belli: fakirler coga tamah etmesin, herkes sinifini bilsin. bu acidan filme muhafazakarlik yakistirmasi yapilabilir. ama bir dönem tespiti olarak da bakilabilir. sinif degistirmenin hesapta imkan dahili oldugu bir dünyada yasiyoruz. hesapta calisan basarabilir. artik bulundugun sinif kan bagiyla alakali degil. bu gercek insani cileden cikaran hirslarin kapisini aciyor. altin, aristokrasinin, zenginin kiyafetlerini, vücudunu süsleyen taki o hayallerin simgesine dönüsüyor. bu acidan sierra madre hirsin kötülügüyle ilgili bir film degil sadece. yeni bir dünyanin acimasizligiyla da ilgili.

    altin hirsi, karakteri degistiriyor. oldugun kisi olmaktan cikiyorsun, bambaska birine dönüyorsun. bu greed'de de böyleydi, burada da böyle. oldugun gibi güzelsin, hic degisme bogey diyoruz.
  • sidik yarışına girmek gibi olmasın, hiç haddime değil ama,
    (bkz: kapitalizmin temel içgüdüsü)
  • curtin, dobbs'a ne yapmayı planladığını sorar. aldığı cevap ise, "önce bir türk hamamına (turkish bath) gidip temizleneceğim" olur. hem altyazılarda, hem de dublajda türk hamamı sözü kırpılmıştır ve onun yerine sauna gibi sözler kullanılmıştır. bunu yabancı biri yapsa, "işte türk düşmanı. adam resmen türk banyosu demiş, bu da çekemeyerek o sözü atlamış" deriz. bu durumun bir benzeri de casino atlı filmde var (bkz: #16284468)

    sinema tarihinin en kaliteli filmlerinden biridir. saçma sapan hazine konulu filmlerle karıştırılmaması gerekir.
  • bu filmde walter huston'ın son sahnelerdeki kahkahalarını izleyip de gülmeyen bir insan varsa onun hayat damarlarından birisi inceldiği yerden kopmuş demektir.
  • john huston ile walter huston'ın baba-oğul alabilecekleri kadar ödül almalarını sağlamış, üç oscarlı film. gereğinden uzun olduğunu ve senaryonun bokunu çıkaracak kadar olay içerdiğini düşünüyorum, "oscar jürisinden çok mu biliyorsun lan yavşak" dediğinizi ise duyar gibiyim.

    benzetenin bok yemesi olabilir ama, şerif gören adak ve yılmaz güney'in 1970 yapımı neo realismo etiketli umut'un hikayesi bu filmden esinlenmiş olabilir. bir de söylemeden gitmeyeyim; gold rush'la hiç de aynı klasmanda olamayacak bir gold rush.
hesabın var mı? giriş yap