• planet earth ile birlikte izledigim en guzel belgesel seri. tabii ilerde teknoloji gelisir, yeterince finansmanla planet earth'u cocuk isi gibi gosterecek belgeseller cekilir ama bir the world at war daha cekilmez, o roportajlari verenlerin hepsi olduler.

    askerde millete ne gosteriyorlar bilmem ama bir an once sunun setini alip, dogru duzgun bir turkce dublajla 26 bolumunu de herkese zorla izletmeleri lazim. ingilizce bilenler ise orjinalinden sasmasin, laurence olivier'in seslendirmesi mukemmel.

    sikici ve didaktik bir sekilde koca ikinci dunya savasinin tarihini ve arkasindaki dinamikleri anlatmak yerine, neredeyse tamamen gorgu taniklarinin fikirlerine ve gercek film kesitlerine yer verilmis, arada da bunlar yerli yerine otursun diye laurence amca genel durumu ozetliyor, ustelik suya sabuna dokunmayarak degil acik secik yorumlarla. ne kadar ovsem azdir, yapanin yedi ceddininin gelmisini gecmisini saygiyla anarim, kufur eder gibi severim.
  • ikinci dunya savasi ile ilgili o kadar detayli bilgi olmasina ragmen bulamayinca sasirdim. efendim bu benim gordugum en iyi ikinci dunya savasi belgesellerindendir, hatta belki en iyisidir. 10 vhs kasetten olusuyordu ben aldigimda simdi dvd seklinde de bulunabiliyor. ilk tanismam bbc sayesinde olmustu ki zaten bbc kendi elleriyle hazirlamistir bu belgeseli.

    "narrator" laurence olivier nin ta kendisidir ve dinlemesi cok keyiflidir. icinde bir suru film ve roportaj bulundurur. bu roportajlarda iki bomba isim vardir: albert speer ve karl doenitz... bu belgesel hazirlandigi donemlerde ikisi de henuz sag imis ve bizzat anlatmislar. sahsen koskoca karl doenitz'i karsimda wolfpack'i anlatirken gorunce "oha!" demisimdir. ikinci dunya savasi meraklisi herkese siddetle tavsiye olunur.
  • eşi benzeri olmayan bu şahane belgeseli oldukça uzun bir zaman içinde, sindire sindire izledim. her bölümün ardından o bölümü açıklayan özetler yazmaya çalıştım. ikinci dünya savaşı meraklılarına ileri okuma da sağlayacak çeşitli başlıklara referanslar vererek aşağıdaki el emeği göz nuru yazıyı hazırladım. seriyi izlemeyenlerin bir an önce izlemesi ve ikinci cihan harbini daha iyi anlamak adına faydalanması dileğiyle... afiyet olsun.

    1. a new germany (1933-1939): hitler'in 1000 yıl süreceğini iddia ettiği drittes reich'in kuruluş yılları. nazi savaş makinesinin, avrupa'yı kasıp kavurmadan evvel almanya içinde totaliter rejimi nasıl kurduğu anlatılıyor. nazilerin, "demokrasi treni"nden faydalanıp, parti programlarını şekillendiren doktrinleri birer birer pratiğe geçirdiğini ve ülke içindeki tüm aykırı sesleri kestiğini görüyoruz. tabii sesleri kesmeden kasıt mahkeme, hapis vs. değil; sorgusuz sualsiz infaz.

    **********

    2. distant war (september 1939-may 1940): fransa ve birleşik krallık'ın savaşa nasıl dâhil olduğu anlatılsa da, bu bölümde başrol, tarihin en popüler siyasi figürlerinden winston churchill'e ait bence. savaşın hemen başında sahneye çıkışı çok iyi anlatılmış. hitler almanyası'nın avrupa'da sürdürdüğü genişlemeci ve agresif tutum sonrası yatıştırma politikasından vazgeçen birleşik krallık, polonya'nın işgali sonrası almanya'ya resmen savaş ilan ediyor. almanya'nın komünist sovyetler birliği'ne karşı kendileriyle ittifaka gireceğine inanan birleşik krallık başbakanı neville chamberlain pasif politikaları nedeniyle hitler'i durdurmakta geç kalıyor. o dönem almanların kuzeye ilerlemesine engel olmak için norveç'e denizden yapılan ve fiyaskoyla sonuçlanan operasyonu yöneten dönemin bahriye nazırı churchill, başbakanlık koltuğunu chamberlain'den devralıyor.

    engin savaş tecrübesi sayesinde (1. cihan harbi yıllarında da kendisi bahriye nazırıdır) savaş yıllarında halka güven veren bir isim olan churchill için, belgeselde yer alan bir konuşmacı aşağı yukarı şöyle bir şey söylüyor: "churchill savaş tecrübesi olan, birleşik krallık'a savaş yıllarında liderlik edebilecek, güven veren bir isimdi. gelibolu'daki hezimetten sonra kafalarda bir soru işareti olsa da halk tarafından en doğru tercih olduğu düşünülüyordu." çanakkale zaferi'nin birleşik krallık'ta yarattığı ruh halini göstermesi açısından çok hoş bir detaydı.

    **********

    3. france falls (may-june 1940): şu bölümü izleyen bir fransız milliyetçisi ne düşünüyordur, çok merak ediyorum. tarihi düşman almanya, fransa'yı 45 günde dümdüz ediyor. blitzkrieg adı verilen savaş taktiğine dayanamayan fransa teslim bayrağını çekiyor ve hitler, kurmaylarıyla beraber direniş dahi göstermeyen paris'te zafer turu atıyor. alman ağır sanayisinin gelişememesindeki en büyük engellerden biri olarak gördüğü fransa'yı küçük düşürmeye doyamayan hitler, öncelikle talep edilen barış antlaşmasının, özellikle seçtiği bir vagonda yapılmasında ısrar ediyor. bu vagon 1. dünya savaşı sonunda almanların fransa ile ateşkes antlaşmasını imzaladığı (bir nevi almanların ölüm fermanı) vagon. sonrasında da vagonu imha ettirip ordusuna paris'te zafer turu attırıyor. kendisi de kurmaylarıyla beraber paris'teki emevi camii'nde cuma namazı kılıyor. bu bölümü izledikten sonra, fransızlar için daha utanç verici ne olabilir ki, diyor insan amma lakin ki öyle değildir.

    bu sıralarda fransa'da hükümet düşüyor. istifa eden paul reynaud'un yerine yardımcısı mareşal henri philippe petain geçiyor. kendisinin görev süresini (1940-44) fransızlar hiç de iyi zikretmezler zira vichy hükümeti olarak adlandırılan bu yönetim bir "kukla nazi hükümeti"dir. bu bölümün konusuna girmediği için fazla detay vermiyorum.

    **********

    4. alone (may 1940-may 1941): bölüm, christopher nolan'ın yeni filmine konu olan (ve ismini veren) dunkirk tahliyesi ile açılıyor. nazi ordularının yarattığı kasırgadan kaçan 300.000'in üzerinde ingiliz ve fransız askeri; kuzey fransa'da, belçika sınırına çok yakın bu liman şehrinde sıkışıp kalıyor. birleşik krallık tüm deniz kuvvetleriyle (bot, tekne, gemi ne varsa) bu askerleri ana vatana getirmek için seferber oluyor. dunkirk tahliyesi, savaşın kaderini etkileyen önemli bir olay olarak anılmaktadır.

    belgeselin kalanı boyunca, alman hava kuvvetleri (bkz: luftwaffe) tarafından ingiltere'nin bombardımana tabi tutulması anlatılıyor. hermann göring tarafından kumanda edilen nazi avcı uçakları, art arda 76 gece boyunca ingiltere'yi bombalıyor. bu savaşa ilişkin görüntülerle beraber bombardımanın ingiltere'de nasıl yaşamın bir parçası haline geldiğini gösteren görüntüler de yer alıyor belgeselde. ingiliz halkı sirenlerin çalmasıyla birlikte her gece sığınaklara yerleşip sabah rutin hayatına devam ediyor. bu arada ingiliz hava gücü (bkz: royal air force) direniyor, olası bir alman işgaline izin verilmiyor. bu noktadan sonra, hem müttefikler hem de hitler savaş stratejisini değiştiriyor: hitler sovyetler birliği'ne saldırmak için doğu avrupa'ya, ingiltere ise savaşın cephelerini genişletmek üzere kuzey afrika'ya yöneliyor.

    **********

    5. barbarossa (june-december 1941): hitler, ingiltere'ye düzenlettiği hava taarruzunun sadece zaman kazanmak amacı taşıdığını, asıl amacın sovyetler birliği olduğunu dile getiriyor ve nazi orduları, 2. dünya savaşı'nın en çetin mücadelelerinin geçeceği rus topraklarına doğru yola çıkıyor. fransa'da başarılı olan blitzkrieg (yıldırım savaşı) taktiği bu operasyonda da uygulanıyor. hitler, aşağı bir ırk olarak gördüğü rusların kısa sürede teslim bayrağını çekeceğinden emin. ancak ruslar inatçı ve sıkı bir direniş sergileyerek almanların moskova'yı hızlıca ele geçirip savaşı bitirme amacına fırsat vermiyor. yaklaşan kış ayları da sovyetlerin yardımına koşuyor. haziran-aralık 1941 arası aralıksız olarak doğuya ilerleyişini sürdüren wehrmacht ilk kez moskova önlerinde kızıl ordu ile karşılaşıyor. sibirya'dan gelen özel yetişmiş bir birlik (kızakla hareket eden ve japon tehlikesine karşı doğuda konuşlanmış bir kış birliği) soğuktan feleği şaşmış almanları süpürüyor.

    barbarossa harekatı tarihin en geniş çaplı kara harekatı olarak anılır. mihver devletleri 4,5 milyonun üzerinde askerle taarruza geçmiştir. sovyetler birliği'nin finlandiya'yı işgali sırasında yaşadığı sorunlar, ordusuna zaten çok güvenen hitler'i iyice cesaretlendirmiş ve sovyetleri fransa'dan bile daha kısa sürede dize getireceğine inanmıştır. (operasyon öncesi sovyetler birliği dış işleri bakanı vyaçeslav molotov ile hitler'in görüşmesine de yer verilmiş belgeselde) bu sebeple haziranda başlayan harekatta kışlık erzak ve kıyafet ihmal edilmiş; beklenmeyen sovyet direnişi ve rusya'nın göt kesen soğuğu (savaşın kaderini etkileyen asıl faktör budur) nazileri ağır zayiata uğratmıştır.

    **********

    6. banzai! japan (1931-1942): işte bu fazlasıyla enteresan bir bölüm. 2. dünya savaşı ile ilgili belgesellerin birçoğunda avrupa ve amerika konu edilir bilindiği üzere. sadece japonları anlatan bir bölüm hazırlanması nefis olmuş. bölüme, 30'lu yıllardaki japon yayılmacı politikası (bkz: japon militarizmi) ile giriş yapılıyor. japon imparatorluğu'nun mançurya'yı işgali, çin-japon savaşları, japon-sovyet sınırındaki yüksek gerilim hattı ve ülke içinde yükselen milliyetçilik, militarizm... japon ordusu imparatoru etkileyerek ülke yönetiminde nüfuz sahibi oluyor; dış politikada ve savaş sırasında tüm kritik kararlar ordu tarafından alınıyor.

    savaşan ülkelerin tek tek ele alındığı bölümlerde, milliyetçilik ve vatanseverlik temalı propaganda videolarından kesitler var ancak beni en çok etkileyen japonlarınki oldu. küçük yaşlardan itibaren okullarda verilen dövüş sanatları, ordunun tüm ülkeyi bir samuraya çevirme çabası, abartılı çoşku ve şevk hali -ne yalan söyleyeyim- güldürdü beni. ta ki çin'e yapılan saldırıyı görene kadar. (bkz: nanking katliamı) inanılmaz acımasız ve nefret yüklü bir japon ordusu var. yüz binlerce çinliyi, gözlerini kırpmadan kıyımdan geçiriyorlar. belgeselde, bu şiddetin nazileri bile şaşırttığından bahsediliyor. (tabii yılın henüz 1937 olduğunu belirtmek gerek) 2. dünya savaşına da hızlı bir giriş yapan japonlar güneydoğu asya'daki ingiliz kolonileri, malaya ve singapur'da ses getiren zaferler kazanıyorlar. 1941 yılına geldiğimizde ise, yukarıda sözünü ettiğim o abartılı coşku ve aşırı öz güven hali japonlara tarihin belki de en büyük hatalarından birini yaptırıyor: pearl harbor baskını. kısa vadede tüm dünyayı afallatan "bir japon destanı", orta vadede uyuyan devi uyandıran ve amerika'nın savaşa girmesini meşrulaştıran casus belli, uzun vadede ise bütün bir dünyayı saran yeni bir kitle imha silahı kullanılması ihtimalinin yarattığı korku ve paranoya hali. bölümün sonlarına doğru iki ülke donanmasının pasifik'teki mücadelesinde tanık oluyoruz. (birleşik devletlerin savaşın bitimine yakın yaptığı malum misillemeye gelmedik henüz)

    **********

    7. on our way: usa (1939-1942): savaşın kaderini değiştiren ülke amerika birleşik devletleri'ne ayrılmış bir bölüm. dönemin başkanı franklin delano roosevelt'in öncelikle savaş karşıtı bir propaganda yaptığını ancak japonya'nın agresif tavrı karşısında tutumunu değiştirerek seferberlik başlattığını görüyoruz. her şeye rağmen japonya ile olan savaşını daha geniş bir cepheye yaymak istemeyen roosevelt'in yerine bu görevi hitler üstleniyor ve abd'ye savaş ilan ediyor. bu son derece anlamsız hamle karşılığında churchill'in uzun süredir beklediği gerçekleşiyor ve abd resmen müttefiklerin yanında savaşa dâhil oluyor (henüz avrupa'da sahne almayacak olsa da).

    bu bölümde beni en çok etkileyen kısım japon asıllı iki amerikan vatandaşının konuşmaları oldu. ilki, pearl harbour saldırısından sonra; bir gün önce okulda, iş yerinde, mahallede komşusu, arkadaşı olan insanların saldırının ertesi günü bir anda düşman olduğundan yakınıyor. ikincisinin söyledikleri ise daha dikkat çekici: "birinci dünya savaşı'nda tek bir düşmandan söz edilirdi: almanya. bu savaşta ise üç düşman vardı: almanya, italya ve japonya. abd'de yaşayan italyanlar için joe dimaggio, almanlar içinse thomas mann ve bruno walter kendi milliyetinden insanlara karşı olumsuz bakış açısını tersine çevirebildi ancak japonların elinde böyle bir figür yoktu". sanatçı ve sporcuların nasıl barış elçisi olabileceklerine dair güçlü bir örnek.

    halkın seferberlik görüntülerinin yayınlandığı bu bölümün ikinci kısmında abd'nin japonlarla yaptığı pasifik savaşları'na ve hakimiyeti tamamen ele alarak japonları rüyadan uyandırmasına tanık oluyoruz.

    **********

    8. the desert: north africa (1940-1943): ve italya sahne alıyor. faşist lider benito mussolini ingilizlerin kontrolündeki süveyş kanalı'nı ele geçirmek üzere harekete geçiyor. mısır'a genişçe bir kuvvet gönderen italya, böylelikle almanya'nın yanında savaşa girmiş oluyor. italyanlar bir süre ilerlemelerini sürdürseler de richard o'connor komutasındaki ingiliz birlikleri başarılı bir mukavemet gösteriyor ve mısır'ın düşman eline geçmesine izin vermiyor. hitler'in prenslerinden erwin rommel komutasında oluşturulan yeni mihver birlikleri müttefiklere karşı önemli başarılar elde etse de ilerleme tobruk limanı'nda tıkanıyor.

    kuzey afrika cephesi aslında, italya'nın savaş sonrası için kurduğu emperyalist hülyalarla, ingilizlerin mısır'dan karşı kıyıya, balkanlara geçerek nazilerin doğudaki ilerleyişini durdurma planı arasında bir strateji mücadelesi. hitler içinse olsa olsa bir idman sahası. tabii meseleye devletlerin değil insanların gözünden bakacak olursak da savaşın en berbat cephelerinden biri. afrika'nın kavurucu sıcağı, su ve yiyecek sıkıntısı hem mihver hem de müttefik askerlerinin başat düşmanı bu cephede.

    **********

    9. stalingrad (june 1942-feb 1943): birçok tarihçiye göre savaşın en önemli dönüm noktası olan stalingrad savaşı'nı anlatıyor bu bölüm. yıldırım savaşı taktiğiyle fransa'yı 45 günde dümdüz eden 6. ordunun, sovyetleri de kısa sürede diz çöktüreceğine inanan hitler, muharebeyi iki koldan yürütme kararı alıyor: birliklerin bir kısmı stalingrad'ı kuşatırken, bir kısmı rus ağır sanayisinin kalbi olan kafkaslara yöneliyor. bu şekilde rusların petrol yataklarına darbe vurup aynı zamanda stalingrad'ı güneyden çevrelemek istiyor naziler. luftwaffe'nin kesintisiz bombardımanı ve friedrich paulus'un komutasındaki 6. ordunun disiplinli harekatı ile büyük oranda başarılı olunuyor. hatta şehre de giriliyor ancak şehrin içinde filmlere de konu olan (bkz: enemy at the gates) muazzam bir rus direnişiyle karşılaşılıyor. izbe bir fabrikanın bile, bir avuç rus tarafından nasıl korunduğunu ve günlerce nazilere teslim edilmediğini görüyoruz. bu inatçı direniş, birliklerini toplayarak karşı taarruza geçebilmesi için sovyetlere zaman kazandırıyor.

    paulus'un, hitlerle teslim olma konusunu görüşmesi ve hitler'in muzaffer olamayacağı kesinleşen bir savaşta, tüm altıncı ordunun sovyet topraklarında ölmesini emretmesi nasıl bir ruh hastası olduğunu gösterir nitelikte. ancak paulus onu dinlemeyecek ve tesadüf o dur ki tam da hitler tarafından mareşal yapıldığı gün sovyetlere teslim olacaktır. böylesine yüksek rütbeli bir savaş esirinin sovyet komutanlar arasında yarattığı şaşkınlıksa görülmeye değer.

    **********

    10. wolf pack: u-boats in the atlantic (1939-1944): savaş boyunca atlas okyanusu'nda almanlarla müttefikler (uzunca bir müddet yalnızca birleşik krallık) arasında yaşanan deniz savaşları. nazilerin, müttefiklere abd'den gelen lojistik desteğe ket vurmak amacıyla denizaltılarıyla yaptıkları saldırılar ve birleşik krallık deniz kuvvetleri'nin karşı hamleleri. ilk yıllarda yüzlerce erzak gemisi batırılan amerikan ve ingiliz kuvvetleri'nin savaşın ortalarına doğru geliştirdikleri teknoloji ve stratejiler neticesinde denizlerde üstünlüğü ele alışını görüyoruz. almanların batırdıkları gemilerin istatistiğini tutması ve bu istatistiğin sayılarla değil tonlarla ifade edilmesi enteresandı.

    devletler arası politikadan uzak "saf kan" bir savaş belgeseli bu bölüm. baştan sonra film izler gibi bir heyecanla izledim. bölümün sürprizi ise, bana kalırsa tüm serinin en önemli konuklarından biri olan karl dönitz. o yaşına ve yitirilen savaşa rağmen askerliğe sıkı sıkıya bağlı olduğu anlaşılıyor. ve tüm yaşananlara rağmen pişman değil, yalnızca kazanabilecekleri bir savaşı kaybettikleri için hayal kırıklığına uğramış ve kızgın gibi geldi bana. diğer konuşmacılarda olan savaşı lanetleyen eda yok bu adamda.

    **********

    11. red star: the soviet union (1941-1943): sovyetler birliği'nin geniş toprakları ve düşman birliklerine kabus olan iklim koşulları savaşın kaderine etki ediyor. sovyetler'in alman saldırıları karşısında başarılı bir şekilde doğuya çekilişi ve zaman kazanarak savaş sanayisini oluşturmaya başlamasıyla karşı saldırıya giden süreç anlatılıyor. ruslar dünya'nın en kalabalık kara kuvvetleri'ne ve en çok savaş uçağına sahip ulusu olsa da stalin, savaş stratejisinden ödün vermiyor. nazileri çetin kış şartlarıyla zayıflatmadan evvel hiçbir şekilde meydan muharebesini göze almıyor. milyonlarca rus'un ölümüne sebep olsa da ihtiraslarına yenik düşmüyor ve şehirleri tahliye ederek en doğru ana kadar geri çekilişini sürdürüyor. hitler'in aksine kişisel hırslarına yenik düşmeyen bir diktatör josef stalin. nitekim bunun ödülünü de savaşı kazanarak alıyor.

    belgesel, soğuk savaş'ın ateşli zamanlarında hazırlandığı için kapalı bir toplum olan sovyetler birliği ile ilgili bilgiye erişmek güç. zaten "batılı düşmanları" tarafından hazırlanan "taraflı" bir belgesele rusların bu dönemde şüpheyle yaklaşacağını tahmin edebiliriz. yine de, bulunabilen görgü tanıkları ve görüntülerle olabilecek en iyi şekilde kotarılmış bu kısımlar. ancak sovyetler birliği'nin bakış açısını tam anlamıyla aktarabildiğini söyleyemeyiz.

    **********

    12. whirlwind: bombing germany (1939-1944): "they that sow the wind, shall reap the whirlwind" (rüzgar eken fırtına biçer). bölüm adına da ilham kaynağı olan bu sözü kraliyet hava kuvvetleri (raf) mareşali nam-ı diğer bombacı arthur harris söylüyor. luftwaffe'nin britanya'ya yaptığı hava saldırılarına birleşik krallığın misillemesine tanık oluyoruz bu bölümde. köln, hamburg gibi alman savaş sanayisinin kalbine ve nihayetinde berlin'e, ülkenin kalbine yapılan saldırılar nazilerin gücünü kırmakla beraber sivillerin de moralini yerle bir etmek, savaşı kazanacaklarına dair inançlarını kırmayı hedeflemekte. ingiliz saldırılarının olmazsa olmazı amerikan desteğiyle elbette.

    **********

    13. tough old gut: italy (november 1942-june 1944): yaşlı çetin boğaz; nam-ı diğer italya. nazileri kuzey afrika'dan defeden müttefik kuvvetleri, mihver'in bir diğer güçlü kolu olan italya'yı savaş dışı bırakma niyetinde. planlanan normandiya çıkarması öncesinde roosevelt ile churchill kazablanka'da bir araya geliyor. fransa'yı nazi elinden kurtaracak büyük operasyonun arefesinde müttefik kuvvetlerinin bölünmesini istemeyen roosevelt, italya'ya yapılacak operasyona karşı. ancak tarihin gördüğü en enteresan karizmalardan birine sahip olan churchill yine istediğini alıyor. kuzey afrika'daki müttefik birlikleri italya'ya güneyinden (sicilya) saldırarak faşist yönetimin devrilmesini, mussolini'nin ülkeyi terk etmesini ve akıl hocasının yanına gitmesini sağlıyor. amfibi harekatı adı verilen, deniz kuvvetlerinin yaptığı kara operasyonları ile başkent roma'ya kadar geliyor müttefik kuvvetleri. söylemek gerekir ki italyanlardan ciddi bir direnç görmüyor müttefikler, hatta faşist iktidardan yaka silken italyan halkı gönüllü bir şekilde teslim oluyor. müttefikler savaşı nazilerle veriyor italya topraklarında da.

    luftwaffe mareşali albert kesselring almanya adına savaşı komuta eden kişi. hitler'i, italya'nın savunmasını almanya'dan mümkün olduğunca uzakta yapmak konusunda ikna ediyor ve 1944 ortalarına kadar da müttefiklere epey kayıp verdiriyor. bu tarihlerde ise roma ele geçiriyor, alman 10. ordusu geri çekiliyor ve harbin kaderini tayin eden en önemli operasyonlardan normandiya çıkarması başlıyor.

    bu bölümde dikkati çeken başka bir unsur da nazilerin müttefik kuvvetleri karıştırmak için hazırlamış olduğu propaganda afişleri. joseph goebbels'in nasıl şeytani bir zekaya sahip olduğunun göstergesi adeta. while you are away sloganıyla ingilizleri hedef alan bu posterlerde, "siz ülkeniz dışında savaşırken ingiltere'yi mesken tutan amerikan askerleri karınızı beceriyor" mesajı ile ingiliz askerlerini demoralize etmeye ve müttefikler arası bölünme yaratmaya çalışıyor. benzer bir afişi de amerikan askerleri için hazırlatıyor nazi propaganda bakanı. onda da "sam levy" adını verdikleri yahudi bir alçak (!) kocası avrupa'da savaşan yalnız amerikan kadınını istismar etmeye çalışıyor. buradan görülebilir gerçekten korkunç bir ruh hastası.

    **********

    14. it's a lovely day tomorrow: burma (1942-1944): bölüm, adını, kraliyet ordusu askerlerini burma'da ziyaret eden ünlü şarkıcı vera lynn'in şarkısından alıyor. pearl harbour saldırısı ile başlayan pasifik'teki savaş, japonların yayılmacı politikası sayesine güneydoğu asya'ya yayılıyor. ingilizlerin sömürgesi hindistan ile japon orduları arasındaki tek toprak olan burma, bugünkü adıyla myanmar, aynı zamanda müttefiklerin dostu çin'e ikmal için stratejik bir öneme sahip. ingiliz askerlerini bu cephede en çok; yılın beş ayı aralıksız yağan yağmur, buna bağlı olarak oluşan balçık gibi çamur ve nihayetinde ortaya çıkan salgın hastalıklar etkiliyor. bu iklim ve bitki örtüsünde hayatta kalmayı tecrübe etmemiş ingilizler için muson ormanları da büyük sıkıntı yaratıyor.

    altıncı bölüm özetinde de ifade ettiğim gibi, japonların bulunduğu her yerde başrol onların. teslim olan ingiliz askerlerine, ölmeyi seçmedikleri için takındıkları aşağılayıcı tavır ve yaptıkları işkenceler, bir avuç pirinçle bir hafta hayatta kalmaları, imparatora adanmışlıkları, ölümden korkmayıp onu kutsamaları, esir düştüklerinde intihar etmemeleri için ingilizler tarafından ellerinin bağlanması insanı hayretlere gark ediyor. bölüm için söyleşi yapan bir ingiliz subayı, onların akıl almaz canavarlar fakat muazzam askerler olduklarını dehşetle karışık bir saygıyla anlatıyor.

    **********

    15. home fires: britain (1940-1944): birleşik krallık'a tahsis edilmiş bir bölüm. ikinci dünya savaşı sırasındaki sosyo-ekonomik yaşam, iç ve dış siyasette alınan kararlarının arka planı, ingiliz basını ile churchill'in çekişmeleri, ingiltere-sovyetler birliği flörtü, sivillerin savaşta oynadığı rol, kadınlar, sanatçılar, ingiltere dair birçok şey... sivillerin savaş zamanı üretime katılmalarına dair ilgi çekici görüntülerle ve canlı tanıklarla bezeli bu bölümün, belgeselin geneli göz önünde bulundurulduğunda temposu düşük bir bölüm olduğu söylenebilir. ancak the world at war bir ingiliz belgeseli olduğu için kendi ülkelerine daha geniş yer vermeleri anlayışla karşılanmalı diye düşünüyorum.

    **********

    16. inside the reich: germany (1940-1944): nazilerin silahlanma bakanı albert speer'in (kendisini der untergang'ı izleyenler hatırlayacaktır) geniş bir söyleşisi var bu bölümde. nürnberg mahkemelerinde aldığı 20 yıllık cezanın infazı tamamlandıktan sonra yapılan bir söyleşi olduğunu belirtmek isterim. yine; hitler'in ekonomi bakanı, sekreteri, komutanları, kurmayları ve almanya'da nazilere karşı direnişin önemli aktörlerinin ağzından insanlık tarihinin en büyük canavarının hikayesini dinliyoruz. ideoloji haline getirdiği sapkın fikirlerinin yahudilere, engellilere, aryan ırkından olmadığını iddia ettiği tüm insanlığa yaşattıklarına tanık oluyoruz. alman ilkokul öğrencilerine "kafatasçılığın" öğretildiği ve sakatların alman ırkının evrimine olumsuz etki edeceği, dolayısıyla imha edilmelerine gerektiğine ilişkin doktrinin okunduğu sahneler bu sapkınlığı gözler önüne seriyor.

    bölümün ele aldığı önemli bir konu da albay claus von stauffenberg'in ön ayak olduğu, hitler'e suikast girişimi. bu olayı tom cruise'un rol aldığı valkyrie'den hatırlıyoruz. nihayetinde, dokuz canlı hitler'e bir halt olmadığını belirtmeye gerek yok herhalde.

    bana kalırsa, bu bölümün ağır topu siviller. daha doğrusu nazilerin savaş suçları sebebiyle bugüne kadar sesleri pek de duyurulmamış alman halkı. belki de böyle bir şeytanın dümende olduğu ülkelerinin bu noktaya gelmesinden en çok onlar rahatsız ancak ellerinden bir şey gelmiyor. bir yahudi çifti evinde saklayan ancak korkusundan iki günden fazla onları misafir edemeyen alman kadının söyledikleri yürek parçalayıcı: - iki gün sonra sessiz sedasız ayrıldıklarını fark ettim. tren bileti alıp kaçmak isterken yakalanmış ve auschwitz'e gönderilmişler. hitler benim de ellerime kan bulaştırmış, beni de bir katile dönüştürmüştü.

    **********

    17. morning: (june-august 1944): bu belgesel serisine dair en beğendiğim şeylerden biri de bölüm isimlerinin özenle seçilmiş olması. fransa'nın, savaşın henüz başında kayıtsız şartsız tesliminden sonra churchill, fransız halkına hitaben bir konuşma yapıyor. onlara iyi uykular diliyor ve direnişin, bağımsızlık savaşının geleceği ana kadar iyi dinlenmelerini ve güç depolamalarını salık veriyor. (öyle gibi görünse de ironi içeren bir konuşma değil) fransa'yı özgürleştirecek harekat meşhur normandiya çıkarması, nam-ı diğer d-day.

    daha sonra abd'nin 34. başkanı olacak olan general dwight d. eisenhower komutasındaki müttefik kuvvetleri operasyonu ilmek ilmek örüyor. fransa'daki alman yedinci ordusunu ise "çöl tilkisi" erwin rommel komuta ediyor. harekatın yapılacağı 1944 yılının haziran ayındaki hava şartları oldukça zorlu olsa da ingiliz, amerikalı ve kanadalı birlikler normandiya adı verilen bölgedeki beş ayrı kumsaldan fransa'ya çıkıyor. filmlere, kitaplara, oyunlara, şarkılara defalarca kez konu olan o meşhur savaş başlıyor. yaklaşık 230.000 mütefik ve nazi askerinin hayatını kaybettiği savaşta, fransa tekrar özgürlüğüne kavuşuyor. bu dönemde; 4 yıldır fransa dışında yaşayan direnişçilerin lideri charles de gaulle (daha sonra kendisi fransız siyasi tarihinin en önemli liderlerinden biri olacaktır) ana vatana dönüş yapıyor. müttefik kuvvetlerinin paris'i de ele geçirip nazileri tamamen defettikten sonra fransız direniş güçlerinin, senelerdir içlerinde biriken öfkenin ve aşağılanmışlıklarının alman askerlere karşı dışa vurumu da bölümün etkileyici bölümlerinden.

    **********

    18. occupation: holland (1940-1944): hollanda'nın naziler tarafından işgali ve neredeyse savaşın sonuna kadar süren işgal dönemini anlatan bir bölüm. pek fazla kaynağın bulunmadığı bir ülkeyi konu alması bölümü daha değerli kılıyor.

    mayıs 1940'ta luftwaffe rotterdam'ı yerle bir ediyor. napolyon savaşlarından bu yana sıcak savaştan uzak olan hollanda büyük bir şok yaşıyor ve direnemiyor bile. kraliyet ailesi ve hollanda hükümeti ingiltere'ye iltica ediyor. naziler ideolojik anlamda hollanda'ya baskı uygulanmayacağını söylese de gün geçtikçe nazizm hissedilmeye başlıyor. nsb olarak kısaltılan hollanda nazi partisi gitgide ülkedeki nüfuzunu artırıyor. devlet bürokrasisini ve kamu kurumlarını nazi sempatizanları ele geçiriyor. ve elbette, yahudilere karşı uygulanan sistematik yok etme girişimi bu ülkede de devam ediyor. yahudilerin; dünyayı istila eden, hastalık yayan birer virüs olarak nitelendirildiği ve lağım faresi görüntüleriyle resmedildiği propaganda filmleri hollanda halkına zorla izlettiriliyor. yakalanan tüm yahudiler toplama kamplarına gönderiliyor. normandiya çıkarması sonrası müttefik kuvvetleri hollanda sınırına yönelene kadar ülke işgal altında kalmaya devam ediyor.

    **********

    19. pincers: (august 1944-march 1945): savaşın sonları yaklaşıyor. normandiya çıkarması ile fransa'nın özgürlüğüne kavuşmasının ardından müttefik birlikler, almanya'nın ipini çekecek nihai saldırıyı planlamaya başlıyor ve belçika'yı da ele geçirip alman sınırına konuşlanıyorlar. hitler ise halen savaşı kazanacağına dair yersiz bir ümit içinde, son bir saldırı için emir veriyor: ardenler taarruzu. başlarda müttefik askerlerine ağır kayıplar verdiren alman orduları, hitler'in paris'in tekrar ele geçirme arzusu ile hataya düşüyor ve müttefik güçlerini tamamen ortadan kaldırma şansını yitiriyor.

    doğu cephesinde ise sovyetlerin ilerleyişi sürüyor. neredeyse, alman işgali altındaki tüm avrupa ülkelerinin özgürlüğüne kavuşmasını sağlayan sovyetler sıra varşova'ya ilerlemeye gelince gönülsüz davranıyor. sebebi ise, polonya'da nazilere karşı örgütlenen yeraltı direniş örgütünün ingiltere ile yakınlık kurması, diğer bir deyişle liberal tandanslı olması. burada ifade edilmesi gereken şey hitler hariç herkesin savaşın bittiğinin farkına varması ve savaş sonrası pastadan en yüksek payı almak istemesi. stalin, sovyetlerin arka bahçesi olarak nitelendirilebilecek doğu avrupa'da sosyalist ideolojiyi yaymak istediği için buralarda batı (kapitalist dünya) müttefiki yönetimlere karşı. dolayısıyla, kendi emperyalist maksatları için polonya direniş güçlerinin naziler tarafından bertaraf edilmesine göz yumuyor. alman askerleri ise savaş sonrasında kurulacak mahkemeleri düşünerek esir aldıkları polonyalılara cenevre sözleşmelerine uygun muamele ediyor.

    **********

    20. genocide (1941-1945): bu bölümün neyi anlattığı ismiyle müsemma zaten. o yüzden açıklamayı nispeten kısa tutuyorum. serinin en etkileyici bölümü kesinlikle.

    heinrich himmler ve geliştirmiş olduğu saf aryan ırkı ideali ile açılıyor bölüm. schutzstaffel nam-ı diğer ss de himmler'in liderliğinde en korkunç, en gaddar dönemine ve gücünün doruğuna ulaşıyor. alman halkının gelişimini engellediği öne sürülen yahudiler başta olmak üzere; çingeneler, sakatlar ve saf ırktan olmayan herkes düşman belleniyor. avrupa'da fethedilen yerlerdekiler de dâhil olmak üzere tüm yahudiler toplama kampı adı verilen ölüm diyarlarına götürülüyor. etrafında küçük sanayi tesisleri de kurulan bu toplama kamplarında çalıştırılan yahudiler işe yaramaz hale gelince gaz odalarında veya kurşuna dizilmek suretiyle öldürülüyor ve toplu mezarlara gömülüyor. soykırımdan sağ kurtulan tanıkların anlattıklarını ve en büyük toplama kampı olan auschwitz'ten insanın kanını donduran görüntüleri izlemek oldukça güç. tarihin en vahşi toplu katliamlarından biri şüphesiz.

    **********

    21. nemesis: germany (february-may 1945): intikam... savaşın kesin neticesi belli olduktan sonra yapılan ve aslında korkunç bir insanlık suçu olmasına rağmen winston churchill ve ingiltere eliyle almanya'ya karşı yapılan dresden bombardımanı ile açılıyor bölüm. teslim olmaya ramak kalmış bir ülkenin sivillerine yapılan bir intikam saldırısı aslında bu. kimi kaynaklarca 200 bin sivil alman vatandaşının hayatını kaybettiği ve bir şehrin yerle yeksan olduğu bombardıman aslında müttefiklerin yüreklerini soğutma operasyonu. filler tepişirken ezilen çimenlerin, alman sivillerin, nazilerin tüm dünyaya yaşattığı dehşetten duyduğu utanç nedeniyle söyleyecek sözleri yok pek tabii.

    sovyetler birliği'nin doğudan almanya'yı kuşatması ve berlin'e girip savaşı nihayete erdirmesine de bu bölümde yer veriliyor. ufak şehir savaşları dışında nazilerin direnecek gücü kalmamış. elbette milyonlarca insanı nazi mezalimi altında kaybeden rusların da almanlara karşı bir öfke duyduğu aşikâr. aşağılama, tecavüz ve şiddet... her savaşta olduğu gibi kazanan ve intikam almak isteyen tarafın başvurduğu yöntemler...

    hitler'in (ve pek tabii avanelerinin) son anlarına da yer veriliyor bu bölümde. eva braun ile olan ilişkisi, son anlarında onu herkesin içinde öpüşü, evlenme törenleri ve intiharı öncesinde yaşananlar bizzat hitler'in sekreteri ve albert speer tarafından aktarılıyor. intihar etmesi için kendisine verilen zehre bile güvenemeyecek kadar şüpheci (kendisini bayıltıp müttefiklere teslim edileceğine bir şüphe) bir ruh hastası olan hitler, zehri önce köpeği üzerinde deniyor. her ne kadar korkunç bir canavar olsa da şeytanın bile aklına gelmeyecek bu şüpheciliği, onun aslında ne kadar zeki biri olduğuna da delalet bence.

    **********

    22. japan (1941-1945): yukarıda da belirttiğim gibi savaşa katılan ülkeler arasında en sıra dışı topluma sahip olan kesinlikle japonya. akıl almaz bir adanmışlık ve ölümü kutsayış söz konusu. zaten endüstriyel anlamda abd'nin fersah fersah gerisinde olan, göğüs göğüse muharebe için fiziksel yapıları son derece zayıf olan japon askerlerini tehlikeli kılan da bu. ta samuray kültüründen gelen, kutsal addedilen uğrunda ölmenin onuru bu kez imparatora ithaf edilmiş durumda. teslim olmak yerine ölümü seçen askerlere bir yana, amerikalılar ana karaya ayak basar basmak teslim olmamak uğruna intiharı seçen sivillere rastlamak mümkün. (kendini uçurumdan aşağı atan kadına ait görüntü inanılmazdı) tabii bunda düşmanı da kendileri kadar gaddar olarak lanse eden propaganda filmlerinin de etkisi büyük. kendilerini öldürmeyi tutsak düştüklerinde görecekleri işkenceye(!) yeğ tutuyorlar.

    karada bunlar olurken havada ise amerikan filolarını yok etmek için bir başka intihar silsilesi meydana geliyor: sonrasında dünyada bir intihar saldırıları için kullanılan genel bir terim haline gelen kamikazeler. ordunun kaybedeceği bir savaşa sürüklediği japonya'da amerikan deniz kuvvetlerine ağır hasar vermeyi başaran bu kuvvetlerden geriye ne uçak ne de pilot kalıyor haliyle.

    **********

    23. pacific (february 1942-july 1945): pasifik okyanusu'nda japonlarla yaşanan savaşı konu alan bir bölüm. bu savaşın meşhur pearl harbor saldırısı ile başladığını ifade etmiştim. japonların bu şok edici ancak bir o kadar da salakça hamlesinden sonra abd savaşa giriyor ve tam anlamıyla bir dünya savaşından bahsedilmeye başlanıyor. mercan denizi savaşı ile nisan 1942'de başlayan abd harekatı, japon ana karasına ayak basana kadar amfibik deniz operasyonları ile devam ediyor. içlerinde midway muharebesi, iwo jima muharebesi ve okinawa muharebesi de bulunan bir dizi ada harekatı neticesinde japon topraklarına ayak basan amerikalılar -son bir insanlık dışı hamle haricinde- savaşı neticelendiriyor.

    manyak japonların kamikaze saldırılarını, japonya ilhâk edildikten sonra japon askerlerin ve sivil halkın amerikan askerleri ile karşılaştıklarında verdiği tepkileri -bu kez amerikalıların gözünden- görebiliyoruz.

    bu bölümde, abd'nin o dönem dahi teknolojik açıdan üstün olduğuna işaret eden bir unsur dikkatimi çekti: renkli kamera kullanımı. pasifik'teki savaşa dair oldukça da geniş ve sağlıklı bir görüntü arşivi bulunduğundan da söz etmek gerek.

    **********

    24. the bomb (february-september 1945): bu belgesel serisinin esbab-ı mucibesinin şu an hayatta olmayan, ikinci dünya savaşı'na tanıklık etmiş politikacı ve askerler ile yapılan röportajlar olduğu ifade edilmiş sözlükte. işte bu tanıma uyan muhteşem bir bölüm. abd'nin japonya'yı kayıtsız şartsız teslim almak için yaptığı nihai hamleyi ve o hamleye ilişkin kararın altında yatan politik cambazlıkları konu alıyor "the bomb". hiroşima ve nagazaki'ye atılan atom bombaları.

    almanya'nın savaş dışı kalması sonucunda avrupa'da sona eren savaşın ardından churchill, stalin ve yeni abd başkanı harry s. truman (roosevelt'in ani ölümü sonrası seçiliyor) postdam konferansı'nda bir araya geliyor ve konferans neticesinde japonlara teslim olmaları yönünde bir ultimatom veriliyor. barış görüşmelerini yürütmeyi kabul eden ancak kayıtsız şartsız teslimiyete rıza göstermeyen japonya yaklaşık bir ay sonra abd'nin korkunç yeni teknolojisi ile tanışıyor: uranyum ve plutonyum bombaları.

    abd'nin ve truman'ın bu bombaları postdam öncesinde kullanmayı çoktan kararlaştırdığına, savaş sonrası şekillenecek güç dengeleri öncesi gövde gösterisi yaptığına, sovyetler birliği'ne gözdağı vermek için 130.000 civarında sivilin ölümüne yol açan bu katliamı gerçekleştirdiğine ilişkin tartışmaları da olayın tanıkları, hatta sorumluları nezdinde tecrübe ediyoruz. atom bombasının babası kabul edilen robert oppenheimer'dan bombaları atan uçak enola gay'in pilotu paul tibbets'e, dönemin üst düzey abd ve japon devlet adamlarına kadar birçok röportajın olduğu bölüm serinin bu açıdan en zengin bölümü. japonların abd savaş gemisinde yenilgiyi onadıkları an ve ünlü general douglas macarthur'un savaşı resmi olarak bitiren konuşmasına da tanık olmak mümkün. tek kelime ile nefis bir bölüm.

    **********

    25. reckoning (1945... and after): sona eren savaş sonrası ülkelerin ne durumda olduğuna, iki kutuplu dünya düzeninin (kapitalist ve komünist) raylarının döşenmesine, açlığa, sefalete, esir kamplarına, intikam ve yeniden toparlanma çabalarına yer veriliyor bu bölümde. birleşmiş milletler'in kurulduğu san fransisko konferansı, başta göring olmak üzere üst düzey nazi yöneticilerinin yargılandığı nürnberg mahkemeleri, uzak doğu ve indochine'de ingiliz ve fransız sömürgecilere karşı başlayacak bağımsızlık hareketleri gibi dünya siyasi tarihi açısından önemli konulara da değiniliyor. ve tabii baş aktörlere... savaşın kazananları ve kaybedenleri. almanya, sovyetler birliği, abd, ingiltere, japonya... her şeyden önce savaşın kazananının olmadığını gözler önüne seren bir bölüm. öte yandan, sahadan galip ayrılanların siyasi arenada ve ekonomik anlamda da maksimumu elde etme çabasına tanık oluyoruz. ve en başta ifade ettiğim gibi; dünyanın yavaş yavaş iki süper güç tarafından oluşturulan iki ayrı kutba ayrılmasına...

    **********

    26. remember: topyekun savaşta hayatını kaybeden 55 milyon insana ithaf edilmiş bir kapanış bölümü. orduda görev almış ve geri dönebilmiş şanslı askerlerin savaş anıları ve kimi gülümseten kimi dehşete düşüren hikayelerle bezeli bir bölüm. böylesine muhteşem bir belgesele yakışan incelikli bir son.
  • yaklaşık 10 gün içinde hepsini izledim. 73 yılında çekilmiş, haliyle soğuk savaş dönemi, eh ruslar genel olarak arka planda, fakat yine de mücadelelerini takdirle karşılıyor, örneğin stalingrad bölümü oldukça güzel. bunun dışında, bolca görüntü, bolca ropörtaj mevcut. ikinci dünya savaşıyla ilgilenenlerin muhakkak izlemesi gerekiyor. işsizlerin de izlemesinde fayda görüyorum, sonuç itibariyle işsizsin it herif bari bir şeyler öğren hayvan.
  • muziginin carl davis tarafindan yapildigi cok etkileyici bir belgesel. her biri 50-55 dakika olan bolumlerin isimleri ise soyle:
    1- a new germany (1933-1939)
    2- distant war (sep 1939-may 1940)
    3- france falls (may-june 1940)
    4- alone (may 1940- may 141)
    5- barbarossa (jun-dec 1941)
    6- banzai (japan 1931-1942)
    7- on our way (usa 1939-1942)
    8- the desert (north africa 1940-1943)
    9- stalingrad (jun 1942- feb 1943)
    10- wolfpack (u-boats in the atlantic 1939-1944)
    11- the red star (soviet union 1941-1943)
    12- whirlwind (bombing germany 1939-1944)
    13- tough old guy (italy nov 1942- jun 1944)
    14- it's a lovely day tomorrow (burma 1942-1944)
    15- home fires (britain 1940-1944)
    16- inside the reich (germany 1940-1944)
    17- morning (jun-aug 1944)
    18- occupation (holland 1940-1944)
    19- pincers (aug 1944- mar 1945)
    20- genocide (1941-1945)
    21- nemesis (germany feb-may 1945)
    22- japan (1941-1945)
    23- pacific (feb 1942-jul 1945)
    24- the bomb (feb- sep 1945)
    25- reckoning (1945.. and after)
    26- remember

    ayni guzellikte birinci dunya savasi belgeseli icin (bkz: the first world war) (bkz: cross-reference)
  • yakın tarihe, avrupa, amerika, rusya'ya, günümüzdeki uluslararası siyasetin temellerine merakı olanların mutlaka izlemesi gereken bir belgeseldir.

    tam anlamıyla tarafsız olduğunu söyleyemeyiz belki zira tarihi kazananlar yazar biliyoruz... ama yine de avrupa'daki milletlerarası ilişkilerin geçmişini öğrenmek adına önemli olduğunu düşünüyorum bu belgeselin.

    hitler'in almanya'da başa geçişi ve adım adım koskoca bir medeniyeti faşistleştirmesi, devasa bir sanayi gücünü dünyanın amına koymak üzere harekete geçirişi ibretliktir.

    amerika'nın savaşa resmi olarak ne kadar geç ve ne acılardan sonra girdiğini de bir kez daha gözler önüne seren belgesel, aynı zamanda britanya'yı ne denli desteklediğini güzelce anlatmaktadır.

    önce almanların hızlı ilerleyişi karşısında rakiplerinin en başta yavşakça ve ödlekçe davranması ve bunun malolduğu milyonlarca canı izleyin derim.

    almanların yediği bu denli büyük haltların ardından yine avrupa'da bir şekilde söz sahibi olabilmesine şaşırın.

    rusların uzun süre almanlarla büyük oranda tek başına mücadele edişini izleyin. milyonlarca rusun ve almanın o cephede anlamsızca yok edilişini izleyin.

    musevilere-çingenelere-farklı fikirden olanlara yapılan iğrenç muameleyi izleyin.

    fransanın kurtarılışından sonra alman sevgilisi olan kadınların saçlarının kazıtılıp alınlarına nazi haçı çizilmesini izleyin.

    fransızların alman ordusu tarafından mal gibi outsmart edilişini maginot hattının işe yaramazlığını izleyin. işgal edilen hollanda'daki hollandali nazi partisini izleyin.

    almanların iğrenç ve aşağılıkça hazırladığı ırkçı propagandayı izleyin (örnek: musevilerden bir hastalık olarak bahsederken ekranda lağım farelerinin koşturması).

    almanların lebensraum olarak bahsettikleri sovyet topraklarındeki musevileri öldürmesi, kalan slavları da aşağı ırk olarak görüp köleleştirme planlarını izleyin.

    amerikalılar ile ingilizler arasında yaşanan fikir ayrılıklarına şahit olun.

    amerikalı eisenhower (ike) ve ingiliz montgomery (monty) adlı generallerin savaşın sembolleri olarak bir nevi propaganda aracı haline geldiklerini izleyin.

    efsanevi alman generaller tank uzmanı çöl tilkisi rommel ve denizaltı kurt sürülerinin fikir babası ve komutanı dönitz'i tanıyın. ağırlıklı ingiliz ve amerikalı denizcilerin denizaltılardan çektiklerini dinleyin...

    girilen teknoloji yarışında amerikan ve ingiliz bilim adamlarının yavaş yavaş yarattığı avantajları görün.

    yapılan zulümler karşısında pek çok kişinin tanrıya olan inancını sorguladığını görün.

    olaylara şahit olmuş, savaşmış, işkence edilmiş, esir düşmüş kişilerin ağzından olayları dinleyin.

    japonların uzakdoğu'nun amına koyuşunu ve yüzbinlerce insanı kılıçtan geçirişini izleyin. son kurşuna kadar ölümüne savaştıkları ve teslim olmadıkları için uzun süre karşılarındaki ordular tarafından insanüstü görülmelerini, kendilerine teslim olan esirleri aşağılık görmelerini ve zulümlerini görün.

    rusların eline düşen milyonlarca alman askerinin çok çok çok azının bir daha vatanına dönebildiğini görün.

    ve hatta ingiliz belgeseli olduğundan belki de, ingilizlerin ne kadar da sütten çıkmış ak kaşık olduklarını izleyin heheh.
  • izlediğim en iyi 2. dünya savaşı belgeselidir.
    tespit edebildiğim kişilerin röportajları bulunan bölümleri ve kişi isimleri aşağıdadır.
    ikinci kez seyretmekteyim, notlarımla güncelleyeceğim.

    1- a new germany (1933-1939)
    lawrence durrell
    andre beaufre
    edward spears
    2- distant war (sep 1939-may 1940)
    rab butler
    3- france falls (may-june 1940)
    siegfried westphal
    walter warlimont
    hasso von manteuffel
    4- alone (may 1940- may 141)
    adolf galland
    5- barbarossa (jun-dec 1941)
    6- banzai (japan 1931-1942)
    mitsuo fuchida
    masatake okumiya
    takeo yoshikawa
    j. g. smyth
    7- on our way (usa 1939-1942)
    john kenneth galbraith
    8- the desert (north africa 1940-1943)
    richard o'connor
    john harding
    9- stalingrad (jun 1942- feb 1943)
    10- wolfpack (u-boats in the atlantic 1939-1944)
    karl dönitz
    otto kretschmer
    robert sherwood
    peter-erich cremer
    11- the red star (soviet union 1941-1943)
    12- whirlwind (bombing germany 1939-1944)
    arthur harris
    albert speer
    james stewart
    curtis lemay
    adolf galland
    13- tough old guy (italy nov 1942- jun 1944)
    kenneth strong
    mark clark
    siegfried westphal
    14- it's a lovely day tomorrow (burma 1942-1944)
    j. g. smyth
    michael calvert
    vera lynn
    louis mountbatten
    15- home fires (britain 1940-1944)
    16- inside the reich (germany 1940-1944)
    17- morning (jun-aug 1944)
    18- occupation (holland 1940-1944)
    19- pincers (aug 1944- mar 1945)
    averell harriman
    kenneth strong
    brian horrocks
    francis de guingand
    siegfried westphal
    hasso von manteuffel
    lawton collins
    20- genocide (1941-1945)
    karl wolff
    primo levi
    rudolf vrba
    anthony eden
    21- nemesis (germany feb-may 1945)
    albert speer
    22- japan (1941-1945)
    23- pacific (feb 1942-jul 1945)
    24- the bomb (feb- sep 1945)
    averell harriman
    anthony eden
    25- reckoning (1945.. and after)
    stephen e. ambrose
    kay summersby
    anthony eden
    26- remember
  • çok çarpıcı gerçek görüntülere sahiptir.

    20 metre öteye bomba düşüyor fakat çekim yapılmış nasıl olmuşsa ve cephede bulunan cesetleri görmek insanı şok ediyor.

    ayrıca çok etkileyici jenerik müziği vardır.
  • "down this road, on a summer day in 1944. . . the soldiers came. nobody lives here now. they stayed only a few hours. when they had gone, the community which had lived for a thousand years. . . was dead." cümlesiyle başlayan ve 26 bölüm sonunda yine aynı cümleyle biten tarihi eser.

    http://en.wikipedia.org/wiki/oradour-sur-glane
  • altyazısının çevirisinin çok yavaş ilerlemesinden dayanamadım ve ingilizce izledim, insanın mutlaka hayatından 20 küsür saati ayırması gerektiğini düşünüyorum.

    savaş hakkında ufkunuzu açar, çekilen acıların ne kadar gereksiz ve ağır olduğunu kavramanızı sağlar.

    savaşın sonunda almanya'nın sebep olduğu acıların bedelini ödemesi için tekrar diriltilmeye çalışılması düzenin ne kadar garip olduğunun kanıtıdır adeta.

    amerika'nın bugün nasıl süper güç olduğunu daha iyi anlayabilirsiniz.

    japonya'da bir adada 3.000 kişilik ordudan sadece 17 kişinin ele geçirilmesi ve gerisinin imparatorlarına bağlılığından dolayı teslim olmaktansa ölene kadar savaşması insanı hayretlere düşürür.

    ayrıca daha iyisi çekilemeyecek belgeseldir çünkü savaşı yaşamış insanlar, komutanlarla yapılmış ropörtajları içerir.
hesabın var mı? giriş yap