• kanaatimce birleşik krallık'ın yeni başbakanı olacaktır. hem partisi, hem ülkesi hem de dünya için, rakibi michael gove'dan daha iyi bir tercih olacaktır. ama tabii kendisi yine de kötünün iyisidir. aslında iyi bir aday değil ama, elde daha iyi aday yok.

    referandumda ab'de kalalım demekle beraber bunu en düşük tonda söyleyen isimdi. yani seçilmesi, brexitçi muhafazakarları rencide etmeyecektir. zaten normalde de avrupa-şüpheci bir politikacıdır. hatta ingiltere'nin avrupa insan hakları sözleşmesinden çıkmasını savunacak, avrupa'ya soğuktur. (buna rağmen kalalım demesi enteresan.)

    tabii bir kimse, hem muhafazakar, hem başbakan adayı hem de kadın olunca akla margaret thatcher'in gelmemesi mümkün değil. şimdiden söyleyeyim, birebir kopyası değil. thatcher'den liderlik vasfı daha zayıf, ama uzlaşmacı yönü daha fazla. kendisi bir demir lady değil, pek kadife lady de sayılmaz, galiba ikisinin arası ahşap lady'dir kendisi. (bu lakabı ben buldum ingilizler beğenir mi bilmem ama wooden lady kulağa fena gelmiyor) :))
  • kapıya "hacı bize oy versenize" diye kağıt bırakmışlar. okuyayım dedim, akla ziyan. bildirinin özeti olan cümle şu:

    "it's important to remember that a vote for anyone other than my local candidate risks jeremy corbin becoming prime minister of a shambolic coalition government."

    korbin gelirse mazot 5 lira olacak, ispanyol donanması tekrar yola çıkacak, hitler londra kalesini ele geçirecekmiş. öyle diyor ingiliz konserveleri. tanıdık geldi mi?

    bu kadar da değil. diyor ki bana oy verin, koalisyon da olmasın. bu sayede güçlü bir devlet olsun, milli çıkarlara hizmet etsin, istikrar sürsün. bizimki kraliçe olmak istemişti bir ara. bu da kraliçe olmak ister mi acep?

    -

    trump geleli beri amerikalı arkadaşlarla dalga geçiyorum, "bizim başımızda varken anlamadınız, dinlemediniz. alın şimdi kendiniz tadına bakın" diyorum ama mevzunun artık tadı harbiden kaçmaya başladı. amerika'da trump, ingiltere'de may, polonya'da szydlo, macaristan'da orban, türkiye'de erdoğan, rusya'da putin, filipinler'de duterte... hepsi birbirinin kopyası, aynı argümanlarla insanlara hayatı dar eden varlıklar. hadi bizden batı'da gene biraz baskı var da o kadar coşamıyorlar - bizde ve doğumuzda işler yaman. duterte "git tecavüz et aslanım" diyebiliyor askerine. putin ve erdoğan'ı zaten hepimiz biliyoruz.

    tutup bu kaprisli karıya oy verirse britiş milletinin de kafasına sıçayım. seçim bildirgesinin yarısı tehdit olan birine sadece sinirden oy vermem lan ben. sonra iskoçlar bizi neden beğenmiyorlar, göt kadar adamızda neden huzurla yaşayamıyoruz diye geri zekalı sorularına devam ederler. amk.
  • insan problemin bir parçası olunca çözüme bir katkıda bulunamıyor elbette.

    kendisi hakkında 3 sene önce "erkeklerden bile beklenmeyecek sert kararlar alabilecek bir kadın" yazmıştım. beni bu noktada yanılttı. yanıltmasının sebebi erkeklerden bile beklenmeyecek denli kuvvetli başbakanlık koltuğuna yapışmış olması. bunun nedeni de küçüklüğünden bu yana başbakan olma hayali kurmuş olması! yani o koltuğu diğer herkesten daha çok hak ettiğini düşünüyordu. megalomaninin bu kadarı.

    içişleri bakanı olduğundan bu yana göçmenlik yasalarını hallaç pamuğu gibi atan ve üniversitede kürsü sahibi avrupa vatandaşlarının bile ülkede kalmasına izin vermeyen binlerce değişikliğin sebebi kendisi. windrush kuşağı göçmenlerin maruz kaldığı rezil uygulamaların tetikleyicisi. grenfell kulesi yangınından kurtulanlara bir geçmiş olsun demeyi bile çok gören kalpsiz bir kadın. avrupa parlamentosu seçimlerinde ülkedeki ab vatandaşlarının oy kullanmalarının engellenmemesi için hiçbir şey yapmayan (evet engellendiler), batı dünyasındaki ilk kadın diktatör olma heveslisi berbat bir siyasetçi. ve böyle kariyer hırsıyla yoğrulmuş bir hayatın ardından, brexit gibi çok katmanlı bir problemin doğumuna katkıda bulunmuş biri olarak onu çözmesi mi bekleniyordu yani?

    komik.

    kendi dahil hiç kimseye bir şey kazandırmayan ve herkesin farklı şekillerde bir şeyler kaybetmesini sağlayan bir politikacı olarak başarılması zor bir performans sergiledi. artık rahatça unutulabilir. unutulacak da.
  • eşi philip may ile 1976'da muhafazakar parti* balosunda pakistan'ın ilk kadın başbakanı benazir butto tarafından tanıştırılmıştır. ikisi de oxford mezunudur.
  • müstakbel ingiltere başbakanı.
  • kendisi hakkında dünya basınında yapılan yorumlar muhtelif. ancak ortak bir noktaya temas eden çok. yani angela merkel ve abd'nin müstakbel başkanı hillary clinton ile birlikte dünyada en çok sözü geçen ve geçecek üç kadından biri olmak üzere. başbakan olmak için önünde pek fazla da bir engel kalmadı. oxford mezunu, sakin görünüşlü, devlette iyi pozisyonlarda bulundu ve mekanizmaların işleyişini iyi biliyor. bu yüzden köşe yazarları "politik arenada erkeklerin içine ettikleri şeyleri bu üç kadın lastik eldivenlerini takıp temizleyecek" gibi bir benzetmeyi dahi kullanıyorlar. evet feminizim bile bir yere kadar. kadınlar halen domestik bir tanrıça statüsünde.

    thatcher ile kıyaslanması önlenemez tabii. onun kadar hırslı olup olmadığını bilmiyoruz henüz. ama brexit öncesi ve sonrası ser verip sır vermeyen ve adımlarını adeta 10 düşünüp 1 atan bir kadın var karşımızda. bu kadar kontrollü ve hesaplı olması, bir ingiliz olsam beni kaygılandırırdı.

    kendisi şeker hastası. çocuğu olamamış. çocuğu olmayan birinin herhangi bir konuda şefkatli davranması bence kolayca beklenebilir bir şey değil. ha burada başımızda bol çocuklu biri var, o daha mı şefkatli diyeceksiniz? siz de haklısınız, ama aralarında hem eğitim, hem görgü, hem de akıl sağlığı farkı var. ben may'in pek çok yeni ve sert uygulamayı gözünü kırpmadan gerçekleştireceğini düşünüyorum. örnek mi? 2013 yılında mesela kendisi insan hakları yasasını rafa kaldırmak istediğinden bahsetti. hatta daha da ileri giderek birleşik krallık'ın avrupa insan hakları sözleşmesinden çekilebileceğinden dem vurdu. şimdi herkes "aman da hanimiş, ne güzel kadın başbakanımız olsun" derken bunlar unutuldu gitti tabi (türkiye'deki genel amnezi dünyada da büyük bir sorun). referandum öncesi yarım ağızla "ay üye kalalım bari" diyen may, brexit sonrası "hiç kimse sonsuza kadar bir yerde kalmaz zaten" diyerek ülkede yaşayan avrupa vatandaşlarına dolaylı olarak kapıyı göstermiş halde, ki daha başbakan seçilmedi. bana bu haliyle fena halde firdevs yöreoğlu'nu hatırlatıyor. kafasındaki planı ince ince, acele etmeden, büyük bir doğallıkla, soğukkanlılıkla ve sektirmeden gerçekleştirecekmiş gibi görünüyor.

    şimdi geriye çekilip bakıyorum. merkel'in almanya üzerinden avrupa birliği arzuları, clinton'ın güç hevesi ve may'in gelecek planları. ben erkeklerin pisliklerini temizleyecek üç kadın değil aksine yeri geldiğinde erkeklerden bile beklenmeyecek denli sert kararlar alabilecek üç politikacı görüyorum.
  • ingiltere'nin yeni başbakanı.

    kendisi göçmenlerin beş yıl sonunda, sınırsız oturma izni alması için gereken min yıllık geliri 35bin £ çekerek pek çok göçmenin sınır dışı edilmesinin yolunu açmış kişidir, göçmenlere karşı derin bir sevgi beslemektedir her muhafazakar gibi.

    örneklemek gerekirse doktora sonrası başlangıç öğretim üyesi maaşı bile 35bin altıdır. (akademikler muaf gerçi de mesele o değil)

    nitelikli suriyelileri alcaksak yıllık bir 50bin tl sınırı koysak mesela, malum araştırma görevlisinden çok kazanmaları gerek.
  • trumpi ilk ziyaret eden lider olmasinin akabininde ankaraya gelmesinin zamanlamasi manidar olmus. burdan da kuduse gecerse kombo yapar.
  • ülkede istediği gibi at koşturabilmek için erken genel seçim yaptıran ancak seçimden önceki tartışmalardan kaçan muhafazakar başbakan.
    dünyanın diğer muhafazakar liderleri gibi, kaosla ve istikrarsızlıkla tehdit eder. koalisyonları öcü olarak gösterir. tartışmalardan kaçmasını ezberlediği birkaç lafı papağan gibi tekrarlamasına bağlıyorum.

    (bkz: strong and stable)
hesabın var mı? giriş yap