• mevzubahis paradoks olduğu zaman kendisinden mutlaka bahsedilen gemi.

    şimdi olay şu:
    bu mitolojik devirlerde theseus diye bir adam/ kral/ komutan var. bu herifin bir gemisi var, sayısız savaş yaşıyor vs. vs. şimdi uzatmanın manası yok. bir gün bizim bu theseus denen herif gemisine bakıyor "lan bunun şurası eskimiş, şunu hemen değiştireyim" diyor ve hemen yeni parça ile eskiyi değiştiriyor, sonra başka bir gün başka bir parça gözüne ilişiyor "la olm, bu da eskimiş, şunu da değiştireyim" diyor ve hemen yenisi ile değiştiriyor, daha sonra, gel zaman git zaman, yok dümeni, yok çapası, yok kamarası diyerek, gemide değiştirmediği tek bir parça bırakmıyor, daha sonra bu eski gemiden söktüğü parçalara bakıyor "la olm, bunlardan bir gemi olur" diyor ve eski gemiden söktüğü parçaları yeniden birleştiriyor ve yeni bir gemi daha ortaya çıkarıyor.

    1- hangi gemi theseus'un gemisi?
    2- hangi gemi theseus'un yeni gemisi?
    (olaya bak, işiniz gücünüz yok, karı yok, çoluk çocuk dırdırı yok, asgari ücret derdi yok, o felsefe senin bu sosyoloji benim oynamış durmuşsunuz amk. *)
    http://tr.wikipedia.org/wiki/theseus'un_gemisi
  • theseus'un, gemisinin eski parçalarını eksiksiz saklaması da ayrı bir mevzu.kıyamayıp atamadığı şeylerden çöp ev yapıp atina belediyesi zabıtalarına zorluk çıkaran devrik kral olarak tarihe geçebilirdi.
  • not: bu yazı theseus'un gemisi paradoksuna değinmiş, bu paradokstan yola çıkarak anasının nikahına kadar konuyu dallandırıp budaklandırmış ve sonucunda umulmadık bir şekilde insanın kimlik problemi üzerinden bir takım saptamalarda bulunmuştur. keyifli okumalar...

    theseus'un gemisi antik yunan düşünürleri tarafınca anonim olarak uydurulmuş bir efsanenin felsefe paradoksuna dönüştürülmesiydi sanırım. ya da öyle bir şey. neyse detaylara takılmayalım.
    bu yazıda daha farklı şeylerden bahsetmek istiyorum. konunun kökeninin kelimesi kelimesine ne olduğu o kadar da mühim değil. ancak yine de efsanenin ana iskeletini anlatarak başlamak durumundayım.

    şimdi efendim kendileri zamanında çokça tartışılmış olan ve gelişen bilim, teknoloji ve hatta gelişen bilim kurgu dünyası ile tekrar tekrar konu edinilip tartışılması gereken felsefi bir problem ya da paradokstur.
    ki ben de bu yazıda bu paradoksu tartışacağım. bir sonuca varmak için değil doğrudan tartışmak ve beyin jimnastiği yapmak adına yapacağım. sanırım en çok soru cümlesi kullandığım yazılardan bir tanesi olacak.

    şöyle ki yunan mitolojisinde atina'lı bir savaşçı karakter vardır ismi theseus. efsaneye göre theseus gemisiyle yıllar yılı o cephe senin bu ada benim savaşmış durmuştur. gemi ile uzun yıllar savaşlara katılmış büyük zaferler elde etmiştir. bu detayları laf olsun diye anlatmıyorum geminin işlevi anlatacağım şeyden ötürü bir noktada önemli çünkü.
    derken aradan geçen zaman içerisinde theseus artık mücadelesini bitirir ve büyük zaferlerle birlikte gemisi atina'ya giriş yapar.
    ardından geminin ve theseus'un şanlı zaferleri adına bu savaş gemisi atina büyük şehir belediyesine bağışlanır. belediye başkanı olan angutuyannis de -ki kendisi melih gökçek'in dedelerindendir- bu savaş gemisini şanlı mazisi adına şehrin bir yerine anıt mahiyetinde diker.
    çünkü geminin insanlar tarafından anlamlı bir mazisi vardır gemiye bir sembolizm atfedilmiştir. theseus'un gemisi tarihi zaferlerin simgesidir.

    zaman ilerledikçe haliyle geminin bazı parçaları da eskimeye ve paslanmaya başlamıştır. bu nedenle de başlarda bir iki çivi, bir kaç tahta parçası değiştirilirken aradan geçen zamanda iş öyle bir hal alır ki geminin değiştirilmemiş tek bir parçası dahi kalmaz.
    theseus'un gemisi orada hala duruyordur ama aslında bütün parçaları da peyderpey değiştirilmiştir.

    soru şu ki; belediyenin anı olsun diye müzeye çevirdiği gemi gerçekte nedir?
    theseus'un gemisi midir yoksa bambaşka bir gemi midir?
    şayet o gemi theseus'un gemisi değilse theseus'un gemisi nerededir?

    düşünürler efsaneyi bir adım öteye taşırlar ve hikayeyi tekrar kurgularken değiştirilen parçaların biriktirildiği varsayımını ortaya atarlar.
    theseus'un gemisinin eskiyen parçaları sökülüp yerine yenisi eklendikçe eski parçalarını biriktirip başka bir limanda tekrardan birleştirirler.
    günün sonunda theseus'un gemisi diye dikilen gemi hala yerli yerince duruyordur ancak bütün parçaları zamanla yenileriyle değiştirilmiştir ve geminin eski parçalarından başka bir yerde tekrardan bir gemi yapılmıştır.
    şimdi bunlardan hangisi theseus'un gemisidir, hangisi yeni bir gemidir?
    ortada yeni bir gemi var mıdır ya da theseus'un gemisi namına her hangi bir şey kalmış mıdır?

    şimdi başta söylediğimiz gibi bu sorunun doğrudan bir cevabı yok. oturup da evet şöyledir ya da hayır bu böyledir diye bir şeyleri iddia etme uğraşına girmeye gerek yok.
    gerçek olan tek bir şey varsa da bu durumun bir problem olduğudur.
    zaman nedir? değişim neyi simgeler? nesneler nedir? insanlar kimdir? ben kimim?

    bu paradoksta ilk anda "olur mu canım artık theseus'un gemisi değildir" denilir. şayet geminin artık theseus'un gemisi olmadığını düşünmeye kalksak söyleyebileceğimiz ilk şey şu olacaktır: theseus'un gemisinin sadece tek bir çivisi değiştirilmiş olsaydı yine de geminin artık theseus'a ait gemi olmadığını iddia edebilecek miydik?
    tek bir çivi ile gemi yok olmuyorsa nereye kadar theseus'un gemisi varlığını sürdürebilecekti?
    ya da theseus'un gemisinin bütün parçaları değiştirilmiş olsa da hala oradaki gemi theseus'un şanlı savaş gemisidir diyebilirsek çıkartılan parçalardan inşa edilmiş diğer gemi bu durumda tam olarak nedir?
    bu böyle uzar gider.
    temelinde varlık sorunu ve "kendi için varlığın" anlamında büyük aksaklıklar barındırabilecek bir benlik problemine elbette dönüştürülebilir.

    örneğin prestige* filminde böyle bir olay vardı hafızam beni yanıltmıyorsa eğer. sihirbazlardan bir tanesinin elinde klonlama makinesi vardı ve gösterisi için her seferinde kendisini klonluyor ve her seferinde klon olan kendisi önceki kendisini öldürüyordu. bu şekilde yüzlerce gösteri yapmıştı. amacı sihirbazlık gösterisinde insanları olabildiğince fazlaca şaşırtabilmekti.
    peki kendisini birebir klonlayan bir insan klonu tarafından öldürülürse hayatta kalan diğer kendisi tam olarak kimdir?
    filmin sonunda öldürülmüş yüzlerce klonu vardı adamın. bu kadar çok klonlandıktan sonra sihirbazın "ben" dediği şey tam olarak nedir?
    ortada ben diye bir şey kalmış mıdır yoksa hepsi birden benliğin kendisi midir?
    bu problem ile "theseus'un gemisi" paradoksu aslında aynı düzlemde hareket eden durumlardır. bilim kurgu için tekrar gündeme alınabilir dememin sebebi de biraz buydu.

    keza johnny depp'in başrol olduğu transcendence filminde de benzer bir kimlik problemi göze çarpar.*

    filmin ana karakteri ölümünden hemen sonra tüm anı, hafıza, bilinç sermayesiyle bir bilgisayara aktarılır ve bilinç denilen şey organik ve ölümlü olan insan bedeninden bilgisayar yazılımına taşınır.
    peki bu yazılımın ben olduğu fikri ne kadar gerçekçidir?
    ya da "ben" olmadığını iddia etmek için tam olarak hangi argümanlar kullanılabilir? sonuçta insanın insani kimliği dediğimiz şey bütünüyle bedensel organların dışında özgüllük kazandıran kafamızdaki 1 kg'lık et yığını değil midir?
    sonuçta kolu, bacağı, kulakları hatta gövdesinden aşağı kalan tüm vücüdu kesilen bir insanın benlik bilincinden hala bahsedebiliyoruz.

    bütün özgül sermayemiz, benlik ve bilinç dediğimiz şey 1 kg'lık et parçasının depoladığı ve kurguladığı anı, hafıza, bilgi ve sinirsel tüm organizasyonların tamamı değil midir?
    şayet böyleyse ölen bir insanın tüm bilgi sermayesi ve özgül sinirsel organizasyonları gelişen teknoloji ile bilgisayar yazılımına aktarılabilirse ölümsüzlüğü elde etmiş bir benlikten söz edemez miyiz? ya da etmeli miyiz?
    tıpkı transcendence filminde olduğu gibi...

    yazılımsal açıdan kusursuz derecede aynı kompleksliği kazanmış olan ama bir flashbellekten ibaret olan "ben" ile tamamen kemik ve et torbasından oluşan ancak flashbellek yerine kafatasında saklanan "ben" arasındaki bu keskin farkı tam olarak nasıl gösterebiliriz?

    hangi benliğimiz asıl benliğimizdir? asıl benlik dediğimiz şeye bu sıfatı yakıştırırken hangi gerekçeleri sunabiliriz?

    şimdi konuyu biraz da kurgu meselesine götürelim. konu dağılmıyor aksine bütünleşiyor sakin.
    örneğin araba üreten bir şirket düşünelim. ama bu şirket hem dünya çapında tanınan, bir kimliği olan bir şirket olsun hem de hikayemiz gereği tüm organizasyonu devasa bir binada yürütülen bir şirket olsun. bir nevi dev bir organizma hayal edelim.
    bu şirket kendi yürütücü organlarıyla ve beyin takımıyla kendi kimliğini yansıtan özgül arabalarını üretmeye devam ederken mesela şirketin işçilerinden bir kısmını işten çıkartıp yerine yenilerini koyarsak ne olur?
    bu dünyadaki tüm şirketlerde her zaman olan bir şeydir ve şirketin kurumsal kimliği belirgin bir aksaklık göstermeden kendisini korur.
    hatta işçilerini değil beyin takımını, yönetici kadrosunun bir kısmını değiştirirsek devamında zaman içinde peyderpey tüm kadroyu yenilesek ne olur?
    bu da görülebilen bir şeydir ve şirketin kurumsal kimliği kendisini korumaya devam eder.
    bunun gerçek hayatta örneğini şu şekilde verebiliriz ki mercedes firmasının kurulduğu yıllarda bünyesinde bulunan hiç kimse artık o firmanın bünyesinde değildir. mercedes markasını var eden insanlar artık o firmada değillerdir. ancak mercedes firması bu mazisini sahiplenir ve kimliğini korumaya devam eder. mercedes hala mercedestir. kendisinden hiçbir eser kalmamış olsa bile...

    ancak devasa bir binaya sıkıştırdığımız bu kimliği olan şirketin tüm elemanlarını tek seferde tamaman devre dışı bırakır ve "olaydan ve kurumsal kimlikten habersiz insanları" birden bu şirkete dahil edersek onların ortaya çıkartacakları ürün artık eski şirketin kimliğinde olmayacaktır.
    bunun asıl sebebi insanların kurgu yaratabilme ve kurguya dahil olma beceresinden kaynaklıdır. bu sebeple mercedes firmasını var eden hiç kimse artık o firmanın bünyesinde olmadığı halde mercedes firması kurumsal kimliğini muhafaza edebilmiştir. çünkü firma bünyesine aldığı insanların kurguya dahil olabilme yeteneklerini kullanmalarına izin vermiştir. kendileri yerine gelecek olsalar bile...
    i·nsanın kurgusal organizasyonları anlamlandırabilme yeteneği ile ilişkilidir bu durum.

    olayı kurumsal kimlikler ve organizasyonlardan çıkartıp biraz daha özele inelim şimdi. i·nsanın kendisine.

    dünkü ben, şimdiki ben ve yarın olacak olan ben arasında farklar var mıdır?
    ya da bir saniye önceki ben ile bir saniye sonraki ben arasındaki farklar nelerdir?
    geçen yıl "ben" dediğim şey bu yıl ortada yoksa o ben nereye gitmiştir?
    hepsi birbirinden farklı olan "ben"ler midir yoksa aslında hepsi ben miyimdir?

    aslında bu sorular tamamen soyut sorular gibi görülse de son derece somut veriler üzerinden geliştirilen theseus'un gemisi paradoksu ile aynı problemleri taşıyan sorular.
    tıpkı o geminin parçalarının değiştirilmesinde olduğu gibi her geçen saniye insan vücudunun parçaları da değiştiriliyor. yıllar içerisinde yenilenen trilyonlarca hücre ile insan organizması da bir yönüyle theseus'un gemisini andırır. hatta bazı istisnai özelleşmiş sinir hücreleri dışında sinir hücreleri bile yer yer yenilenir, ölür, yenisi üretilir.
    hatta gemiyle özdeşleştirdiğimiz bu insan organizması parça değişiminden de öte yeni parçalar, donanımlar, bilgiler de ekler. ama hala ben benliğini iddia etmeye devam eder.

    bu durumda gerçekten ben neredeyim?
    ben dediğim şey tam olarak nedir ve nerededir, nereye gider?
    aklıma can yücel'in bir şiiri geldi. :)
    şiirin bir kısmı şöyledir;

    ***
    birden 20 yaşımı, 35 yaşımın karşısına oturttum.
    40 yaşımın karşısına da, ben geçtim.
    yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.
    kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.

    yatıştırayım dedim.
    -sen karışma moruk- dediler. büyük hır çıktı.
    komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
    yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.

    evin de içine ettiler.

    bende kabahat.
    ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine ...
    ***

    40 yaşımdayken 20 yaşımdaki "ben"i tanıyamıyorsam 20 yaşımın benliği tam olarak nedir ve nereye gitmiştir?
    aslında 20 yaşımdaki benden eser kalmadığı halde 40 yaşımdaki "ben"i 20 yaşımdaki "ben"e borçlu olmam da oldukça ironiktir.
    theseus'un gemisi paradoksu aslında hayatın her alanında özelden geneline tamamında var olan acıklı bir paradokstur.

    ruh, bilinç, benlik gibi soyut kimlikler ile organizma gibi nesnesel somut varlıklar arasındaki bu çatışma ve bağdaşma zamanın başından beridir vardır, sonuna kadar var olacaktır.

    gelelim bu yazının sonuç bölümüne.

    louvre müzesini çoğumuz biliriz. i·çerisinde dünyaca ünlü mona lisa tablosunu da biliriz. tablonun sanatsal açıdan "dünya mirası" kimliği vardır.
    mona lisa tablosu denildiği zaman zihinlerde beliren bir imge vardır. ancak bu tablo üzerinde yıllar boyu sürmüş ve sürecek olan bir spekülasyon da vardır.
    ya mona lisa tablosu çalınmışsa?
    aslında louvre müzesinde bulunan "mona lisa tablosu" sahteyse?
    ne olacak?

    eheheh işin eğlenceli tarafı da konumuzun sonuç kısmını ilgilendiren tarafı da bu.
    "hiç bir sorun olmayacak."

    mona lisa tablosunun çalıntı olması ihtimalinin -teknik açıklamayı bir kenara bırakırsak- pratik açıdan neredeyse hiçbir önemi yok.
    çünkü mona lisa tablosunu mona lisa tablosu yapan asıl şey tablonun kendisi değil ona biz insanların atfettiği şeydir.
    gerçekte olan şey; o müzede sergilenen şeyin ne olduğundan öte insanların ona dair neyi sembolleştirdiğidir.
    zihinsel dünyamızda beliren imgelemdir.
    i·nsan zihninin kurguladığı şey aslolandır.

    teknik açıdan theseus'un gemisi nerededir, nereye gitmiştir, gemiden eser kalmış mıdır hiçbir önemi yok.

    önemli olan hikayenin en başında anlatığım şeydir. önemli olan orada duran gemiye insanların atfettiği "anlamdır."
    i·nsanların o gemi üzerinden kurguladığı gerçekliklerdir.

    şimdi theseus'un gemisi paradoksunu bir de ben kurgulayayım tekrardan. olaya yeni bir boyut kazandırmak adına efsaneyi bir kaç adım öteye bir de ben taşıyayım bakalım.
    theseus'un gemisi "anıt" mahiyetinde şehre konumlandırıldıktan sonra insanların o gemiyi ziyaretinden iyi para kazanılıyor olsun.
    bir takım kurnaz insanlar da gemi eskiyor bahanesiyle gemiyi peyderpey parçalıyor yerine yeni parçalar ilave ediyorlar olsun.
    günün sonunda theseus'un gemisini bütünüyle çalınmış yerine sahte bir gemi koyulmuş olsun.
    daha sonra başka bir yerde theseus'un gemisini yeniden inşa edip insanlara; "işte burada! theseus'un gerçek gemisi o değildir. asıl efsanevi gemi buradadır" denilseydi insanlar nasıl bir tepki verirdi?

    halkın zihinsel kurgularını yeniden inşa edebilmek adına üstün bir propagandaya gidilmediği sürece insanlar bu girişimi büyük olasılıkla önemsemeyeceklerdi.
    çünkü orada sergileniyor olan geminin asıl önemi nesnenin kendisinden kaynaklanmıyordu.
    asıl cezbedici olan hadise insanların o gemiye dair kurguladıkları gerçeklikti. o gemi orada efsanevi savaşların ve efsanevi zaferlerin simgesiydi artık.
    o yaşanmışlıklara dair ithaf edilen kurgulardı aslolan.
    kimsenin nesneyle ilgilendiği yoktu, insanlar yaşanmışlıklarla dolu olan hikaye ile kurulan özdeşlikle ilgileniyordu. theseus'un gemisini efsanevi kılan o gemi üzerine yapılmış zihinsel kurgulardır.

    benlik de sanırım böyle bir şey.
    benlik doğrudan an'da gizli olan bir gerçeklikten öte an içerisinde kurgulanan bir inşaat sonucuydu sanırım.
    benlik dediğimiz şey yoktur diye ünlenmek bir miktar abartılı bir önerme olmasının yanında bir nebze de kolaya kaçmanın formülüdür.

    oysa benlik dediğimiz şey, kendinde var olan "varlık"lardan çok daha öte bir şey olarak insanların benlik adına oluşturdukları "zihinsel kurgulardır."
    benlik bilincin kurgusuyla oluşan bir cevherdi.
    bu durum öyle tükaka edilecek bir şey değil aksine çok özel bir farkındalıktır.

    varoluşçuların "benlik" bunalımı yaşamalarının sebeplerinden bir tanesi belki de buydu.
    toplumlarının kendilerine dayattığı kolektif ve kültürel kurguları öncelikle reddeden varoluşçu düşünürler ilk olarak kimlik bunalımı ile yüzleşiyorlardı.

    çünkü insanların kendileri üzerindeki kurgusunu yıkmışlardı.
    kurgu yıkıldıktan sonra benlik bir süre askıda kalıyor sanırım.

    kimlik bunalımı da bu kurgusal boşluktan doğan "askıda kalmış benlik"ten ötürü doğuyor.
    benliğin tekrardan yerleşmesi de bu aradaki boşlukta bireyin tekrardan bir kurgu inşa etmesiyle ilişkili oluyor.
    kimlik problemi yaşayan insanların "birey" olma keyfiyetini kazanması da bu öznel kurgularını inşa edebilmesinden geçiyor.
    evet birey olmak zorlu bir sürecin sonunda oluşan özel bir şey.

    bir an için mona lisa tablosunun gerçekten sahte olduğunu hayal edelim. insanlar tabloyu ziyaret ettiklerinde onlara "mona lisa" tablosundan bahsedelim. tablonun önünde mona lisa tablosu üzerine bir sunum yapalım ve konuşmanın sonunda bu görülen tablonun ise sahte bir tablo olduğu gerçeğini söyleyelim.
    ne olurdu?
    izleyicilerin hikayenin başından(müzeye giriş) sonuna kadar(sahte olduğunu öğreniş) ki duygusal ve zihinsel geçişlerini hayal edin.

    işte "benliğin kurgu ile oluşması", "kimlik bunalımı" ve yeniden "benliğin kurgulanması" böyle bir şey.

    herakleitos "değişmeyen tek şey değişimin kendisidir" der.
    bu gerçek esasında ciddi bir problemin ana kaynağıdır.
    insanı yaralayıcı bir etkisi vardır. insan gibi kompleks bir akışı olan bunu yanı sıra şiddetli duygusal geçişleri olan canlı için bu gerçek oldukça sarsıcı ve yaralayıcıdır işin temelinde.
    bu yaralanmadan nasıl kurtuluruz?

    kurgu.
    insanın çağlar boyu hayatta kalabilmesinin yegane sonucu.
    gerçekliğini dizayn edebilen, kurgulayabilen bu şekilde psikolojik ve zihinsel dünyasını ehlileştirebilen bir garip canlı olarak homo sapiens! *

    zeki adam!
  • iskeletine bakılarak karar verilebilecek bir paradoks. bildiğimce böyle bir konstrüksiyondan yeterince büyük bir parça koparılıp da yerine yenisi eklenmiyor.

    araba olsaydı şasiyi referans verirdik.
  • bir kumsalda, kac kum tanesi kalana kadar kumlar temizlenirse buraya hala "kumsal" denilebilir?
    ya da orman - agac sayisi iliskisi de oyle.

    (bkz: dusun dusun boktur isin)
  • sanırım bu paradoks gestalt yaklaşımından yola çıkılarak bir nebze de olsa makul yanıtlar verilebilir. bütün kendini oluşturan parçaların toplamından çok daha farklıdır.
  • bakis aciniza gore degisir (bkz: butunu parcalarinin toplamindan fazla olan seyler)
  • theseus paradoksu'nda, theseus'un gemisi üzerinden değişim ve kimlik sorgulanmaktadır.

    işin ilginç yanı, atinalılar zaferi gemiye değil, theseus'a borçlular. keşke gemiyi toteme çevirip tapınmak yerine, theseus'u mumyalayabilselerdi, başımıza böyle paradokslar gelmezdi.*

    zaman içinde değişiriz. fiziksel olarak değişiriz, huyumuz değişir, davranışlarımız değişir.
    theseus'un gemisinin tahtaları değiştiğinde, gemi aynı gemi olmuyorsa, biz ne kadar değiştiğimizde aynı kişi olarak kalmış olabiliriz? "ben" nedir? "ben" kimim? neler beni "ben" yapıyor? sorular bunlardır..

    değişmeyen tek şey değişimin kendisidir diyen heraklitos' a göre, artık theseus'un gemisi diye bir gemi yoktur, olamaz da. "aynı nehirde iki kere yıkanılmaz." hobbes*, çıkan parçalardan yeni bir gemi yapılabileceğini, böylelikle theseus'un gemisinin yeniden yaratılabileceğini söylemiştir.

    paradoks, insanın değişmez sandığı kimliğinin bile değişmekte olduğunu anlatmaya çalışıyor.

    her ne kadar bazı filozoflar bizi biz yapanın bedenimiz olduğunu söylese de, insan yaşlandığı zaman yani (eşyadan hareketle) eskidiği zaman değişmez. fiziksel değişimler insanı başka biri yapmaz.
    insan, değerleri ve bakışı değiştiğinde değişmiştir. bence, bu seferlik heraklitos kusura bakmazsa, theseus'un gemisi de her parçası değişmiş olsa bile, theseus'un gemisidir. çünkü atinalılar biliyor ki, o gemi bir zamanlar theseus'la birlikte o savaştaydı ve savaşı theseus'la birlikte kazandı. tahtaların zamana yenilmesi, özü değiştirmez.
  • geminin ruhsatında yazan şase numarası hangi gemi işliyse asıl gemi odur.
  • ordan burdan alintilayarak yazdığım tez benim tezim sayılır mı? al bakalım paradoxun dik alası..
hesabın var mı? giriş yap